Debbie Macomber – Liman Caddesi

Corrie McAfee endişeliydi ve eşi Roy’un da öyle olduğunu biliyordu. Kim olmazdı ki? Özel bir dedektif olan Roy, temmuz ayından itibaren isimsiz kartpostallar almaya başlamıştı; mesajlar ciddi bir tehdit unsuru olmasa da, can sıkıcıydı. Ofise gönderilen ilk karttaki mesaj, pişmanlıklardan söz ediyordu. İzleyen haftalarda başka kartlar gelmeye devam etmişti. Corrie her kartı defalarca okuduğu için artık hepsini ezberlemişti. İlk kartta şöyle yazıyordu: HERKESİN PİŞMANLIKLARI VARDIR. SENİN YAPMAMIŞ OLMAYI DİLEDİĞİN BİR ŞEY VAR MI? BUNU BİR DÜŞÜN. Ne ilk kartta ne de diğerlerinde imza vardı. Düzensiz aralıklarla, farklı yerlerden gönderilmişlerdi. Şifreli mesajlar. Corrie’nin zihninde dönüp duruyordu. Geçen zaman işe ya-ramamtştı; şu anda, ekim ayında, ilk kaıtı gördüğü an olduğu kadar karanlıktaydı. Son bir iç çekiş ve gurultuyla birlikte kahve, cam demliğe süzülmeye başladı. Gürültü bir an için Corrie’nin dikkatini dağıttı, Cedar Cove’a tepeden bakan pencereden dışarı bir göz attı. Roy’un sekreteri ve yardımcısı olarak çalışmanın avantajları olduğu kadar, bu gibi durumlarda dezavantajları da vardı.


Bazı durumlarda cehalet mutluluk getiriyordu ve bu kesinlikle onlardan biriydi. Gizemli kartpostallardan haberi olmasa çok daha rahat uyuyabilirdi. Ne yazık ki… Roy, onları kendisinden saklamayı başarsa bile Corrie’nin öğrenmesi kaçınılmazdı çünkü son mesaj elden teslim edilmiş, gece vakti kapının önüne bırakılmıştı. Öncekiler gibi ofise değil, ev kapısının önüne. Bir gece, meçhul birisi kaldırımı geçip sundurmalarına kadar çıkmıştı. O gece Roy ve Corrie evde misafir ağırlıyorlardı ve kapıyı açtıklarında meçhul kişinin bir meyve sepetiyle üstüne iliştirilmiş bir not bıraktığını görmüşlerdi. Bu kişinin ev adreslerini de bildiğini gören Corrie’nin tüyleri ürpermişti. “Kahve hâlâ hazır değil mi?” Roy içerden sesleniyordu. Anlaşılan Corrie yeterince hızlı davranmamıştı. “Beklemeyi bil, birazdan geliyor.” Corrie kocasına çıkışmak istememişti, normalde çabuk sinirlenen biri değildi. İç çekerek temiz bir fincana Roy’un kahvesini doldurdu ve dumanı üstünde ofise götürdü. “Evet, işte burada,” diyerek fincanı masanın köşesine bıraktı. “Konuşmamız gerek.” Roy dünya yansa umurunda değilmiş gibi koltuğuna yaslandı ve ellerini başının arkasında kenetledi.

Otuz yıldır evliydiler ve Corrie, onu hâlâ üniversitedeki kadar çekici buluyordu. Kocası, Washington Üniversitesi Amerikan futbolu takımındaydı ve o zamanlar kendisine “kampüsün koca adamı” diyorlardı. Uzun boylu ve geniş omuzluydu, vücudu eskisi kadar dik duruyordu ve kasları hâlâ yerindeydi. Gözle görülür bir çaba göstermeden formunu korumayı başarmıştı ve Corrie, onun hiç kilo almamış olmasını biraz kıskanıyordu. Biraz seyrelen ve ağarmaya başlayan siyah saçları görüntüsüne sadece olumlu katkıda bulunmuştu. Üniversite boyunca flört ettiği onca kızın arasında Roy, ona âşık olmuştu. Gerçi kolay bir beraberlikleri olmamıştı, bir yıldan fazla ayrı kalmış, sonra barışmışlardı. Tekrar bir araya geldikleri andan itibaren birbirlerini ne kadar sevdiklerini anlamışlardı; duygularından hiçbir kuşkulan yoktu. Mezuniyetten kısa süre sonra evlenmişler; aşklan, yaşadıklan her tür sıkıntıya dayanmalarını sağlayarak yıllardır devam etmişti. “Ne hakkında konuşacağız?” diye sordu Roy, öylesine. Onun aldırmaz tavrı Corrie’yi kandıramazdı. Kocası, onun akimdan geçen her şeyi anlardı. “‘GEÇMİŞ, GÜNÜMÜZÜ YAKALAMANIN BİR YOLUNU BULUR, ’ sana bir şey ifade ediyor mu?” diye mırıldanırken, normalde müşterileri için ayırdıkları koltuğa ilişti. Roy’un kendisini kolayca atla-tamayacağım anlamasını istiyor, onun bu kartpostallarla ilgili daha fazla şey bildiğinden şüpheleniyordu. Corrie’yi korumaya çalışmak tam ona göre bir işti.

Roy kaşlannı çattı. “Bu mesajların seninle bir ilgisi yok. O yüzden kafana takma.” Roy’un cevabı Corrie’yi çileden çıkardı. “Bunu nasıl söyleyebilirsin? Seni ilgilendiren her şey beni de etkiler.” Roy tartışmaya niyetlendi ama bunca yıldan sonra karısının üstünkörü güvencelere kamının tok olduğunu biliyordu. “Sana ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Düşmanlar edindim ve evet, pişmanlıklarım var. Kimin yok ki?” Roy, Seattle emniyetinde dedektiflik rütbesine kadar yükselmiş, ama sırtından yaralandıktan sonra erken emekliliğe zorlanmıştı. Başlangıçta, kocasının evde olması Corrie’yi heyecanlandırmıştı. Artık seyahat edebileceklerini ve yıllardır hayalini kurdukları bazı şeyleri gerçekleştirebileceklerini umuyordu ama işler düşündüğü gibi gitmemişti. Kazançları yüzde yirmiden daha fazla düşmüştü. Tasarruf etme çabasıyla Seattle’dan ayrılmış ve Puget Sound’u geçip Cedar Cove’a taşınmışlardı. Kitsap County’de mülk fiyatları ve yaşam koşulları çok daha uygundu, ama emlakçı onlara geniş verandalı ve göz alıcı, deniz feneri manzaralı Liman Caddesi, 50 numaradaki evi gösterdiğinde Corrie, bu kasabanın ve bu evin yeni yuvaları olacağını o anda hissetmişti. Büyük şehirden ayrılıp oraya uyum sağlamak Corrie’nin korktuğu kadar zor olmamıştı.

Kasaba halkı samimiydi ve Roy ile Corrie birkaç dost edinse de -özellikle Beldon’lar-çift baş başa kalmayı tercih ediyordu. Komşularıyla tanışıyor ve selâmlaşıyorlardı, ama hepsi bu kadar. Emekliliğin Roy’a huzur getirmemesi Corrie’de hayal kırıklığı yaratmıştı. Davranışları, ne kadar sıkıldığını açıkça yansıtıyordu ve huysuz biri olmuştu. Bir ofis kiralayıp özel dedektif tabelasını asar asmaz her şey değişti. Bu kararı vermesi konusunda Corrie onu yüreklendirmiş, çok geçmeden kocası işiyle meşgul olmaya ve her yeni günü hevesle beklemeye başlamıştı. Kendisine uygun davaları kabul ediyor, uygun bulmadıklarını geri çeviriyordu. Corrie, Roy’un yetenekleriyle, başarısıyla ve müşterilerine gösterdiği özenle gurur duyuyordu. Bir gün kendi gizemini çözmek zorunda kalacağı ne Corrie’nin ne de Roy’un aklına gelmişti. “Tehlikede olabilirsin, ” diye mırıldanan Corrie’nin endişesi açıktı. Her şey yolundaymış gibi davranmaya ve duygularını saklamaya niyeti yoktu. Roy omuz silkti. “Riskli bir durum olduğundan şüpheliyim. Biri bana zarar vermek istese şimdiye kadar çoktan bunu yapardı.” “Bunu nasıl söylersin?” diye sordu canı sıkılan Corrie.

“Bob takip ediliyordu ve hedef kişinin o olmadığını ikimiz de biliyoruz. Bob, senin arabanı kullanıyordu. Seni takip ettiklerini sanıyorlardı.” Bob Beldon ve karısı Peggy, Thyme and Tide adlı otelin sahibiydiler. Bob, Roy’un arabasını ödünç almış ve neredeyse panik halinde telefon ederek takip edildiğini söylemişti. Arabayı karakolun önüne çeker çekmez takipçisi uzaklaşmıştı. Bob’un peşine düşen kişi, aracı Roy’un kullandığını sanıyordu ve Roy ile Corrie bunu çok sonra fark etmişlerdi. “Mesaj tehlikede olmadığımızı belirtiyordu,” diye hatırlattı kocası. “Elbette! Öyle düşünmemizi istedikleri için,” diye karşı çıktı Corrie. “Bunu yapan her kimse, gardımızı düşürmemizi bekliyor.” “Bak Corrie…” Kendisini yatıştırma çabalarına engel olmak için Corrie, onun sözünü kesti. “O sepet verandamıza bırakılmıştı. O yabancı, evimize kadar gelmiş, sonra çekip gitmiş ve sen bana endişelenecek bir şey olmadığım mı söylüyorsun?” Sesi titremeye başlamıştı ve çok geçmeden duygularım kontrol etmeyi başaramayacağının farkındaydı. Korkmaktan, bir sonraki mesajı ya da daha beterini beklemekten yorulmuştu. Uykusuzluktan gözleri yanarak kalkmaktan yorulmuştu.

Her sabah aklı başma geldiği anda ilk düşündüğü şey, o gün neler olabileceğiydi. “Sepet geleli bir haftadan fazla oldu ve o günden beri ses çıkmadı.” Roy’un sözlerinin onu rahatlatması gerekiyordu ama öyle olmadı. “Bugün posta kutumuza kartpostal gelmedi, değil mi?” diye sordu Roy. Corrie’nin kocasının sesindeki gerginliği kaçırması imkânsızdı. “Hayır.” Postayı Corrie almış, fatura ve ilanları elden geçirip desteyi masasının üstüne bırakmıştı. Roy, o halde derdin ne, der gibi başıyla onayladı. “Roy,” dedi Corrie aldatıcı bir sükûnetle, en son ne zaman deliksiz uyku uyuduğumu hatırlamıyorum. Sen de iyi uyumuyorsun.” Roy ne kabul etti ne de itiraz etti. “Her şey yolundaymış gibi davranmaya devam edemeyiz.” Roy’un yakışıklı yüzü gerildi. “Elimden geleni yapıyorum, ” dedi kabaca. “Biliyorum, ama bu yeterli değil.

” “Olmak zorunda.” Corrie soruşturma konusunda uzman değildi, ama ne zaman yardıma ihtiyaç olduğunu bilirdi ve o noktayı çoktan geçmişlerdi. “Biriyle konuşman gerek.” “Kimle?” diye sordu Roy. Corrie’nin önerebileceği tek isim bölge şerifiydi. “Troy Davis…”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir