Dimitır Dimov – Tütün 1.cilt

Dimitır Dim ov’un Tütün romanının bu dokuzuncu basımı hazırlanırken otuz yıl gerilere uzanıverdim. O günlerden bu yana Alman ve Avusturya edebiyatından otuzun üstünde roman çevirim kitap biçiminde çıktı. Çevireceğim romanları rastgele değil, hep belirli bir açıdan değerlendirdim. Çevireceğim yazarla kendi yazar ve düşünürlüğüm arasında, yakınlaşmalar ve benimsemeler arandım. Bu arada ikinci dilden çeviriler de yaptım kimi zaman. Ignazio Silone, Henry W allace, Villiam Saroyan, Kawabata ve Şalom Aljehem gibi yazarları ikinci dilden Türkçeye aktardım; ama kendi adımı kullanmadan. O çevirilerime güvenmediğimden değil, en iyi çeviri örneğinin bile yazarın metninden ister istemez uzaklaşmak olduğunu bildiğimden. Yazarın diliyle çeviricinin yazdığı dil arasında başkalaşmalar olduğundan. Çevirinin bir bakıma ihanet olduğu -İtalyanların kelime oyunu şakacılığıyla: “Çevirici, ihanet Eden Kişi”- gerçeğine saygı duyduğumdan. Yazarlığımın ve gazeteciliğimin yanı sıra, kimi yıllar daha da önde sürdürdüğüm çeviri çalışmalarımda değişmez amacımdan hiç şaşmadım. Türk toplumu için yararlı bildiğim insancıl, militarizme karşı, faşizme başkaldırmış yazarları bilinçle seçtim. Çeviri kitaplarında Erich Maria Remargue, Stefan Zweig, Thom as Mann, Anna Seghers’in romanlarının ağır basması bir rastlantı değildir. Dimitır D im ov’un Tütün romanını bu açılardan seçtim ve Türkçeye aktardım. 1966 Nisan ayının ilk günü Rumen mesletaşlarının bir yemeğinde dostça söyleşiler arasında “Bir Nisan” şakası gibi ölüveren Bulgar romancısı Dimitır Dimov’la 1964 yazında birkaç saat birlikte bulunmuştum. Başka yazar dostlar da vardı.


Dimov’un, az konuşan, çekingen görünüşlü bir dış kişiliği vardı. Ama söyleşilerde düşünce karşılaştırmaları ortaya çıkınca, o yumuşacık görünüşlü insan, çok nazik ve usul da olsa, kişiliğini belli ediveriyor, direniyordu; birkaç sözle; karşısındakini hiç incitmeyen usul sesiyle. Dimitır Dimov’un edebiyat ve düşün kişiliği, sağlamlığını, doğrulardan ve halklardan yana olandan alırken, onun edebiyata olan saygısını, değil, yalnızca Bulgar edebiyatının, ama savaş sonrası dünya edebiyatlarının bence en ilginç eserleri arasında yer alması gereken Tütün romanını okuyunca daha da iyi kavradım. Bulgar toplumunun ikinci Dünya Savaşı öncesinden başlayarak savaş sonrasına kadar bir on yılını destanlaştıran bu dev romanı sekiz dokuz gün­ de okumuştum. Daha doğrusu, roman kendini bu kısacık sürede bana okutuvermişti. Elimden bırakamamıştım. Oysa ne Türkçe, ne de başka bir dilde hiçbir romanı böylesine hızlı okumamıştım daha önce. Bunun tek nedeni vardı: Dimov’un romancı gücü ve Tütün romanında toplum olaylarım değerlendirirken sanat ve edebiyat kaygısından hiçbir yerde uzaklaşmaması. Dimov, ‘sosyal realizm’ türünün çok güçlü bir ustasıydı. Bir Alman meslektaşın sözleriyle: “Kişileri, halkın her toplum katından insanlardı. Hayatın kendilerine çizdiği yollarda yürümekteydiler.” Tütün romanı Bulgaristan’da ilk basıldığı günlerde oldukça hırpalanmıştı. Sosyal bir değişimin ilk yıllarında, bir toplumda, böylesine politik yadırgamalar olağan sayılmalıydı. Parti düşüncesine bağlı kimi yazarlar, çürümüş burjuva toplumunu Dimov’un gereği gibi sevimsiz göstermediği kanısındaydılar. Oysa, Dimov insanların şu ya da bu yanlan üzerinde durmuyor, çöken bir toplumun çürümüş yanlarım, bozukluklarını ortaya koyuyordu.

Bereket bu yol, o sırada işbaşında bulunan başbakanın -liseden arkadaşı- Dimov’u uyarmasıyla yapılan bir iki düzeltmesiyle, kavrandı. Tütiin’ün yeni baskısı göklere çıkarıldı. Kısa sürede yalnız Bulgaristan’da 300.000 satıldı. Bulgaristan’ın en büyük sanat ödülü olan Dimitrov Armağanı 1. Ödülü’nü kazandı. On sekiz dıJe çevrildi. Tütün romanı, sağlıksız ve bozulmuş bir toplum yapısının bütün çürük ve aksak yanlarını yansıtıyor, roman, atölyenin sarı tozlu havasında, tütün yapraklarını bin bir emekle kurutup, boğaz tokluğuna sağlıklarından olan emekçiler arasında geçiyordu. Anlatılanlar, emekçi yığınlarının ahnterini ve kötü alınyazılarını sömüren belirli bir azınlığın, içki, kadın ve parayla satın alma dünyasıydı. Bu kirli dünya, kimi kısa görüşlüler için parlak dış yanıyla çekiciydi; oysa yaldızı kazıyınca, kirli sarı yanları ortaya çıkıveriyordu. Tütün atölyelerinin tozlu havasında benzi solmuş, ciğerleri çürümüş insanları sömürerek beslenmiş bir avuç azınlık, bir tür Sarı Dünya’da, tütün zehirinin, Nikotiana Dünyası’nda yaşıyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında okuduklarım arasında en başlarda bildiğim Tütün romanını Türk okurlar da tanısın isteğine kapılıvermişim. Bulgarca bilmediğime göre, ikinci dilden metne başvuracaktım. Oysa, ikinci dilden çeviriden yana değildim. Ancak, o günlerde Bulgarca ve Türkçeyi iyi bağdaştıracak çeviriciler değil, tek bir çevirici bile yoktu.

Bu durumda ilk kez tutumumu değiştirdim ve Tütün’ü ikinci dilden çevirme yoluna başvurdum. Yanılma ve yazardan uzaklaşma oranını düşürme isteğiyle Tütün’ün iki ayrı dilden çevirisini sağladım. 1960 Almanca ve Fransızca metinleri karşılaştırdım. İki metni arasında önemlice başkalıklar, atlama­ lar vardı. Fransızca metin daha kısaydı. Almancası dört bö >.ım daha uzundu. Bu durumda Bulgarcasınm ilk baskısını soruşturdun. )fya Ulusal Kitaplığında bulunan o metni, Bulgar tanışların aracılığıy’a barıştırdım ve şu sonuca vardım: Bulgarca ilk basımın ışığında Almanca çevirisini izleyecek ve Fransızca çeviriye de gerektiğinde başvuracaktım. Bunu yaparken, anadilde yazarcasına ustalıkla Almancaya aktarmış olan çevirici Josef Klein’le buluştum ve birlikte çalıştım. Josef Klein, Viyanalıydı. Birinci Dünya Savaşında Italyanlara karşı savaşmış, savaştan sonra antimilitarist bir roman, şiirler ve oyunlar yayınlamış biriydi. Kimya mühendisiydi. İkinci Dünya Savaşından sonra Sofya’ya yerleşmiş ve Bulgaristan’ın ünlü devlet adamı Stambulsky’nin yeğeniyle evlenmişti. 194 5 ’ten sonra Voroşilov kimya kombinasının ikinci müdürlüğünü yapmıştı.

Tanıştığımda emekliydi. Çekingen, güler yüzlü ve çok yönlü bir Avrupa aydınıydı. Dimov’la yakınlığı, ailece dostluğu vardı. Böylesine bir araştırma, çalışma ve işbirhgiyle Türkçeye aktardığım Tütün romanının ilk basımı Sarı Dünya adıyla 196 7 ’de iki cilt olarak basıldı. Okuyanlar beğendiklerini söylüyorlardı. Yazar, gazeteci, çevirici tanışların çoğu aşırı övgüler ileri sürüyordu. Türkiye’de adı sanı bilinmeyen bir Bulgar Dim ov’un 900 sayfalık Sarı Dünya-Tütün romanı, bir yıl geçmeden iyice duyulmuştu ve gittikçe daha çok okunuyordu. Durumun ilginç bir yanı vardı. Sarı Dünya-Tütün’ü okuyanlar, değişik çehrelerin insanlarıydı. Ankara’da yüksek mühendisler ve politikacılar Istanbı I V.a aydınlar ve Haliç kıyılarının tütün emekçileri okuyordu. Durumda bir başka ilginç yan daha vardı: Bu roman için ne bir övgü, ne bir yergi, ne b i: eleştiri yazıldı. Ne var ki, bu roman, yazılı övgülerin desteğinden yoksun olarak da duyuldu, Türk okurlarınca benimsendi ve birinci basımı tükendi. 1 9 7 1 ’de ikinci basımı yapıldı. 1972 Ekim ayında üçüncü basımı çıktı.

Edebiyatçıların en gerçekçisi bile topluma bir yığın diye bakan toplum yöneticilerine ve politikacılara göre, duygu ve hayal insanlarıdır; dünyayı ve dünya olaylarını olduğundan daha başka görmek isterler. Bunun tartışma yeri, bir roman çevirisinin dokuzuncu basımına yazılan bir sunuş yazısı değildir elbette. Ama namuslu edebiyat ve sanat kişilerinin hayal ettiği, daha doğrusu, gerçekleşmesini eserlerinde dirençle ve inançla savunduğu dünya, dünlerin, günümüzün, hatta yarının toplum yöneticilerinin, ideologlarının insanları zorladığı sevimsiz dünyalardan çok daha mutlu ediyor insanı. Tütün’ü Türk okurlarına tanıttığım için mutluyum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir