Dimitır Dimov – Tütün 2.cilt

Bahar yağmurlarıyla birlikte Almanlar Bulgaristan’a girdi. Sofya sokaklarından gürültüyle geçen motorlu birlikler güneye gitmekteydi. Toplar ve makineli tüfeklerle silahlandırılmış zırhlı araçlar, yağmurla pırıl pırıl yıkanmış demir grisi gövdeleriyle, sabah sisleri arasından birbiri ardından ortaya çıkıyordu. Birliklerin, eski barbarlık çağlarından kalm a ölü kafası, geyik, kaçak tavşan, kanatlarını germiş kartal gibi simgeleri, egzoz borularından çıkan mavimsi dumanlara rağmen seçiliyordu. M otorlu birlikler arada bir mola veriyordu. Böyle anlarda tank ve kamyonlarda soluk mavi bakışlı buz gibi suratlar beliriyordu. Askerler, jambon ve sucuklarını ağır ağır çiğnemekteydiler. Zırhlı birliklerin seçkinleriydi bunlar. Halk, bu tahrip ve ölüm gereçlerine korkulu gözlerle bakıyordu. Zırhlı birlikleri, motorlu piyadeler izledi. Hitler Gençliği arasından derlenmiş bu sarışın oğlanlar, kana susamış vahşi hayvan yavruları gibiydiler ve yaşam a sevincinden önce öldürmeyi ve ölmeyi öğrenmek zorundaydılar. Onların ardından asıl kara ordusu geliyordu. Tarlalarından ve fabrikalarından askere alınmışlardı; yerlerine savaş tutsakları verilmişti. Bu sonuncu askerlerin pek öyle candan ve dimdik bir görünüşleri yoktu. Iriyarı erkekler, şiş ayaklarına güçlükle basarak, ağır ağır yürüyorlardı; heyecanla alkış tutanlara, dalgın ve ilgisiz bakmaktaydılar.


Tröstler için ölmeye can atan bir görünüşleri yoktu. Ama aşırı disiplinliydiler ve buralarajıiye getirildiklerini soracak kişilikten yoksundular. Yorgun, suskun görünüşlerine bakınca, acımamak elde değildi. M ola verince, Essen’li işçilerden bir asker, küçük bir Bulgar kız çocuğunu elinden tutup yaya kaldırımında aşağı yukarı dolaşm aya başladı. Promeranyalı bir köylü, yurdunun tarlalarını hatırlamış gibi, iri bıyıklarını düzelterek taze otlara ve tomurcuklu ağaçlara hüzün- “ Trakya’nın bizde kalacağını nerden biliyorsun!” “ Almanya çökmediği süre Trakya bizde kalacak!. Almanlar bize açıkça söz verdiler. Dünyanın tütüne saldıracağı böyle bir anda bütün ürünü Bulgaristan’a getirip piyasaya süreceğimi bir düşün! Her savaştan sonra tütün tüketimi artar. Gerçi bu planın tehlikeli yanları da var ama, ben severim böylesini!” İrina, öfkeyle, “ Y a Bulgaristan’ı Yunanlılar işgal ederse?” diye sordu. “ O zaman da Yunanlılar geri götürürler, hem bizimkileri de birlikte. Bu durumda senin tehlikeli işlerden hoşlanan yanın hapı yutar.” “ Sırplar da Yunanlılar da Bulgaristan’ı asla işgal edemez; çünkü orduları bu ilkbaharda yok edilecek.” “ Y aa?” “ Bulgaristan’ı Ingilizler işgal edecek. îngilizler, özel mülkiyete saygı beslerler.” “ Rusların buralara gelebileceğini hiç düşünmüyor musun?” Boris, “ Ruslar m ı?” derken güldü. “ Bugün öylesine kötüm ­ sersin ki, Frischmut gibi bir budalanın bile ilgisini çektin.

Ingilizler olayları öyle yönetiyorlar ki, sonunda Almanya ile Sovyetler birbirlerini çökertecekler.” “ Frischmut’un budala düşüncelerini von Geier’in nasıl yanıtladığım işitmemişe benziyorsun. Onun dediğine göre savaş daha başlamadı bile. Almanlar doğuda yürüyüşe geçince savaş başlamış sayılacakm ış.” “ Almanlar Rusları üç ayda yere serer. Ondan sonra da ne Rus, ne de Alman ordusu kalır.” Irina, aradığı polis romanım bulmuştu, odasına çekilmeye karar verdi. Boris’in böylesine iyimserliğini saçma ve anlamsız buluyordu. Hayatın keyifli yanlarıyla ilgisi yoktu onun; altınlarına sıkı sıkıya sarılıp bunları elinden hiçbir gücün alam ayacağını sanan dar kafalı, erken yaşlanmış bütün cimriler gibi asık yüzlü, inatçı biri olmuştu. İrina, onunla hiç ilgilenmez bir tavırla, “ Sen kendi isteklerinden başkasını düşünemiyorsun!” dedi. “ Ya, sen ne düşünüyorsun bu konuda?” IO “ Hiçbir şey. Bana hepsi vız geliyor.” Irina esnedi ve Boris’e iyi geceler bile demeden, odasına çekildi. Alkol ve gerilimlerle dolu bir yaşayış Boris’in keskin zekâsını yormuşa benziyordu. Bir zamanlar kusursuz çalışan beyni, ticaret işlerinde bile bir karara varmakta güçlük çekiyordu; güçsüzleşmiş, ürkekleşmişti.

Irina, bundan acı bir keyif duyar gibi oldu. Boris’ten nefret ediyordu farkında olmaksızın, para hırsından, acımasızlığından, dar görüşlülüğünden, kendi eliyle ulaştığı zenginliğinden, her şeyinden ne;fret etmekteydi. Kirli işlerine kendini de ortak ettiği, iç dünyasını zehirleyip yaşam a ve dünya sevincini elinden aldığı için de nefret ediyordu ondan. Bu duygularla odasına giren Irina, kapatm ası olduğu von Geier’le yakında buluşacağını düşünüp rahatladı. Soyundu, polis rom anından birkaç bölüm okudu ve uyuyuverdi. Uyandığında gün doğuyordu. Boğuk ve sürekli gümbürtülerle titriyordu camlar. Bir kasırga yaklaşıyor gibiydi am a, bu gibi durumların habercisi rüzgâr esmiyordu. Tuhaf bir heyecan duydu, kalkıp pencereyi açtı. Gün doğm akta, çamların tepeleri ortaya çıkmaktaydı. Dallarda en hafif bir rüzgârın soluğu bile yoktu. Bulutsuz gökyüzünde pırıl pırıl yıldız doluydu. Uzaklardan doğru gelen gümbürtüler şimdi daha da iyi duyuluyordu. D ağda bir kasırga çıkmış da gök gürültülerinin sürekli yankıları duyuluyormuş gibiydi. Gök gürültüleri, dağların tepelerinde, boğaz ve vadilerde acı yankılar bırakmaktaydı.

Irina, bu gürleyişlerin Yunan sınırındaki beton siperleri yıkan bombaların patlayışı, makineli tüfek takırtıları ve ağır topçu ateşinin karışımı olduğunu anladı. Güney Trakya’ya yürüyüş başlamıştı. Dünyayı hâlâ yöneten kanlı elleri görüyormuşçasına bir korku duydu belli belirsiz. Boris, paskalya tatilini anasının babasının yanında geçirmeye gitti. Irina, son zam anlarda Boris’in hiç hoşlanmaz olduğu, Lichtenfeld ve von Geier’i o pazar günü öğle yemeğine çağırmak için yararlandı bu durumdan. Ama bunu, o paskalya pazarının gecesini hastanede nöbette geçirecek biçimde düzenledi. Böyle davranm akla yokluğu sırasında keyfini düşünmediğini Boris’e kanıtlamak istiyordu. Sonra, Bulgaristan’ın yeni politika işbirlikçilerine karşı iyi niyetini göstermek ister gibi, birer Alman subayını da yemeğe getirmelerini von Geier ve Lichtenfeld’den rica etti. Von Geier, albaylığa yükselmiş olan can sıkıcı Frischmut’u getirdi. Bu gibi işlerde daha usta olan Lichtenfeld ise, yeğenlerinden tank üsteğmeni Zenker’le bir sürpriz yaptı Irina’ya. Çağrılı baylardan önce gelen von Geier’in şoförü, dört orkide buketi getirdi. Konuşm alar, üsteğmenin Almanya’dan getirdiği son haberler üzerineydi. Genç teğmen, albayın orada bulunmasının izin verdiği ölçüde hoş, canlı ve zekiydi. İrina’yı neşelendiren fıkralar anlatıyordu. Genç teğmenin bronzlaşmış teninde, mavi gözlerinde ve kül rengi üniformasında öylesine Almanlık vardı ki, lrina ırk sorununun doğruluğuna inanır gibi oldu.

Ama Albay Frischmut’un koyu saçlı ve kemer burunlu esmer yüzünde-öylesine bir Yahudilik vardı ki, bu görüşle hemen çelişiyordu. Irina bu yüzü gözden geçirirken, suratı yüzde yüz safkan çizgileri taşıyan Yahudi bir hekim arkadaşını hatırladı. Bütün bu düşüncelerden sonra, îrina genç teğmenden hoşlandığını ve onunla flörte hazır olduğunu anladı. Ancak, onun alaycı ve gülümseyen bakışlarının uyandırdığı tuhaf bir duygudan kurtulamıyordu. Genç teğmen sonunda sustu; yaptığı gevezelikten utanmış ve Baron Lichtenfed’in bakışlarından çekinmişti. Bu sert bakışlar, Irina’nın, ancak önemli kişilerin içebileceği bir şarap olduğunu açıklamaktaydı. M asada ağır bir hava esmeye başlamıştı. Üsteğmen Zenker, tatlısını sessizce yemekte olan von Geier’den yana bakıyordu, suçlu suçlu. Yaşlı yedeklerin de askere alınacağı söylentisinden tedirginleşmiş olan Lichtenfeld, can sıkıcı düşüncelere dalmıştı. Havayı değiştirmeye çabalayan Frischmut, Bulgaristan’ın sağlık işleri durumu üzerine bilgi istiyordu. O her zamanki yorucu ve sıkıcı edasıyla Irina’ya soruyor ve yanıtları genelkurmay subayının hiç unutmayan belleğine yazıyordu. Von Geier, “ Bu konu sizi neden böylesine ilgilendiriyor?” diye sordu. Albay, “ Her şeyle ilgilenmeliyim,” diye karşılık verdi. “ Bir ulusun savaş dayanıklılığını ancak böylece gereği gibi kestirebilirim.” Frischmut, iyi şarap ve nazik m asa arkadaşları yüzünden, aklına bile getirmiyordu başkalarının canını sıktığını.

İrina sorularıyla daha da artırıyordu onun gevezeliğini. Bu sorulara kendini kaptıran albay, savaşın gelişmesi üzerine çok ‘sağlam ’ düşüncelerini açıklamaktaydı. Onun görüşünce bir ulusun dayanm a gücünü ortaya getiren birtakım öğeler, Alman ulusunda vardı ve şimdiye kadar bu pek çok kez kanıtlanmıştı. Savaş, matematik bir kesinlikle gelişiyordu. Savaşın gelişme biçimi bütün ayrıntılarıyla önceden belliydi. Genelkurmay Albayı Frischmut, sayılar veriyor, bunları birlikte ele alıyor ve sonuçlar çıkarıyordu. Masanın tahtası bile, bu sözlerin sonunda, Almanların er geç zafere ulaşacağı kanısına varmıştı. Frischm ut’un sesinin tekdüzeliği bir makine tıkırtısını andırıyordu. Albay, kendi de farkında olm adan İrina, Zenker ve korkusundan aklı başından gitmiş Lichtenfeld’in ilgisini üzerinde toplamıştı. Yalnızca von Geier, başını öfkeyle önüne eğmiş-, kıpırtısız duruyordu. M asada konuşulan sersemliklerle ilgilenmiyormuş gibi bir görünümü vardı. Subay okulundan arkadaşı Frischmut, olağanüstü belleği ve sonsuz çalışkanlığıyla sınıfta göze çarpmıştı. Parlak dereceyle bitirmiş okulu, bir hesap m akinesinden farksızdı. Von Geier, öfke ve üzüntü karışımı bir duyguyla düşündü; her Alman genelkurmayında böyle bir hesap makinesi bulunurdu; işine bağlı, buyruk dinler ve iddiasız… Siyasal başka olasılıkları hiç düşünmezlerdi bunlar; bütün makineler gibi. Böylelerinin sınırlı bilgilerinde, düşüncelerindeki uyuşuklukta bir korkunçluk vardı.

Von Geier, Alman genelkurmayının buyruk dinler böyle hesap makinelerinden oluştuğunu ve doğudaki savaşın başarısı üzerine kuşkularını belirtmeyi göze alanların görevden uzaklaştırılmış olduğunu biliyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir