E. F. Schumacher – Aklı Karışıklar için Kılavuz

“İmal ediyor ve satıyorum, öyleyse varım!” Descartes, böyle bir ifadeyi kendine hakaret mi sayardı? Belki. Ama önerdiği düşünme yönteminin yukarıdaki ilkeyi haklılaştıracak bir dünyaya temel oluşturduğu inkar edilemez. Bu kitap, hatta genelde yazarın tüm hayatı, Kartezyen akılyürütmenin sınırlarını, bu sınırlılığın bireysel ve toplumsal düzlemde yol açtığı sorunları tartışmaya tahsis edilmiştir. Schumacher bu noktada Guenon’a sadıktır: “Modern bakış açısı Kartezyanizm’de kendi yansımasını görmüş, böylece daha önce olduğundan daha açık bir biçimde kendi kendisinin şuuruna varmıştır.” Yani Descartes bir başlangıç değil, çok daha önce başlamış ‘yaygın ve karanlık’ bir çabanın sonucudur. Guenon bu yönelimi ‘bireycilik’ kavramıyla açıklıyor: Birey’i aşan herhangi bir ilke tanımamak ve bunun sonucu olarak da uygarlığı bütün şubeleriyle ka-, tıksız beşerî unsurlara indirgemek. C Guenon’a göre modern filozof‘araştırma çılgınlığına’ kapılmış bireyci bir münkirdir. Bireycilik ‘entellektüel’ sezginin inkârıdır. Filozoflar için önemli olan ‘orijinal’ olmaktır, bunun için gerçeği feda etmek gerekse bile. Geleneksel bir uygarlıkta bir adamın bir düşünce üzerinde mülkiyet iddiasında bulunmaya kalkışması düşünülemeyecek bir şeydir. Eğer bir düşünce doğruysa onu kavrayabilen herkese ait demektir, eğer yanlışsa o zaman da onu ‘düşünmüş’ olmakla övünmenin anlamı yoktur. Doğru bir düşünce ‘yeni’ olamaz, çünkü ‘doğru’luk insan zekâsının ürettiği birşey değildir. ‘Doğru’ bizden bağımsız olarak vardır ve bize düşen de sadece onu kavramaktı^1 Oysa Descartes için doğru bizim bulduğumuz, bizim çabamızla varlık kazanan bir şeydi. Hakikate doğrudan giden yolu arayanlar, aritmetik ve geometrinin kanıtlarına eşit bir kesinliğe sa7 hip olamadıkları herhangi bir nesne için canlarını sıkmamalıydılar. Dikkatimizi sadece ‘zihnî kuvvetlerimizin, emin ve şüphesiz bilgisi için yeterli göründüğü’ nesnelere yöneltmeliydik.


‘Îktisadî’nin felsefî tabiatını sorgulayan çizgi-dışı bir iktisatçı Schumacher. “İktisadî problem diye birşey yoktur ve hiçbir zaman da olmamıştır. Manevî bir problem var yalnızca!” diyen bir iktisatçı. Üstelik, spekülatif düşünen, sadece kuramsal sorunlarla uğraşan bir insan da değil. Aksine, dünyanın birçok ülkelerinde (Hindistan, Burma…) orta-teknolojiye dayanan projeler geliştirip uygulayan, başta kendi ülkedaşları olmak üzere bütün dünyayı “İnsanî” bir İktisadî faaliyete (“hayırlı bir çalışmaya’) davet eden bir ahirzaman münadisi. Seyyid Hüseyin Nasr’m bir konuşmasında belirttiği gibi, Schumacher modern bilimin sadece ortaya çıkan sonuçlarını eleştirmekle kalmıyor, (modem bilim ve iktisadiyatın) temelden bir eleştirisini yapıyor.2 Eleştirisine ‘entellektüel’ ve metafizik bir temel ararken Doğunun hemen hemen bütün dinî geleneklerinden faydalanmaya çalışıyor. Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâm, Hind öğretileri v e diğerleri… Aklıkanşıklar İçin Kılavuz başlığı XII. yüzyıl Ispanya’sının ünlü Yahudi bilgini Maimonides’in (İbn Meymun) eserinden alınmış. Aradaki küçük fark Schumacher’in saygısından ibaret: Başlıkta harf-i tarif yok. (Yani A Guide…, Maimonides’inki gibi The Guide… değil) Kitabın anlaşılmasına yardımcı olur ümidiyle Maimonides ve eserinden kısaca söz edelim. Moses Maimonides (1135-1204), Yahudi düşüncesinin her veçhesine hükmeden otantik bir dehâ, bir ha-Rav (Üstad). Literatürde çoğu kez ‘Öbür Musa’ olarak anılıyor, eseri ise Mishneh Torak (İkinci Tevrat). Tahsilli tahsilsiz tüm Yahudiler yüzyıllar boyu şuna inandılar: Maimonides, Yahudi ilahiyat ve geleneklerinin aklen güvenilir ve felsefî bakımdan geçerli olduğunu kanıtlamıştır. Saadiah, akıl ve vahyin bir tek paranın ön ve arka yüzleri olduğunda ısrar etmişti; Maimonides ise böyle olduğu ispat etti! ^Kılavuz, felsefî yönden eğitilen dindar Yahudiye Tevrat’ın daha derin mânâlarını anlaması için bir anahtar sunmaktadır.

Ama soyut bir allamelik tecrübesi değil, dinî bir risaledir. İnsanoğlu eğer kutsanmayı, İlâhî ihsana lâyık olmayı, sonuçta kurtuluşa ermeyi arıyorsa, takip edeceği tek yol doğru (sahih) bilgi’dir. Salih ameller (eylemler) sahih bilgiden kaynaklanır. Tann’nın rızasına uygun ameller Tann’nın kâmil ve uygun bilgisinden çıkar ancak. “Hakikat zihninize uygun yöntemlerle yerleşmeli ve eminlik (kesinlik) size tesadüf yoluyla gelmemelidir.” Niçin hakikat? Niçin kesinlik? Maimonides, Aristo’nun görüşünü benimse^ Bilgi insanın nihai mutluluğudur ve insan nihai mutluluğa bilgi sayesinde ulaşır. İnsan aklı (intellect) bir kez harekete geçirildi mi faal akla katılabilir ve kendisinden doğduğu İlâhî hakikatle bütünleşebilir. Ruh tözel (substantial) değil, bir form’dur. Ölümsüzlük verilmez, kazanılır ve bilgi yolu böyle bir ödülü hak etmenin tek yoludur. Maimonides akıl (reason) marifetiyle otantik ve kâmil bir dinî tecrübe peşindeydi. Akıl yolu en üstün yoldu. İnsanda çeşitli tekemmül (olgunlaşma) dereceleri vardı. En aşağı insanlar sadece servet olgunluğuna sahip olanlardı, onlardan sonra fizikî sağlık sahibi olanlar, en üstte ise erdemliler yani kanuna (şeriate) muti olanlar.31| Maimonides’in tekemmül dereceleri Schumacher’in kitabına ilham kaynağı olmuş: Bu dünyada aşağı varlık düzeyleri (kademeleri) ve yüksek varlık düzeyleri vardır. En üstün düzey ‘kendinin farkında olma’ (self-awareness) düzeyidir.

Bu kademede yer alan insanoğlu gizıTgüçlerini harekete geçirip daha yüksek kademelere ulaşabilir. İnsanoğlunu yüksek kademelerin hakikatini araştırmaktan alıkoyan ve ‘aşağı kademelere’ hapseden modern yaklaşımın en önemli dayanağı ise Descartes. Bütün ilgisini herhangi bir şüphe imkânından uzak, sahih ve kesin bilgi ve düşüncelerle sınırlayan Descartes için temel mesele ‘tabiatın efendi va sahipleri’ haline gelmemizdir. Onun 9 için ‘hem güçlü hem de ürkünç derecede dar’ bir akıl programı önerir: “incelenecek meselelerde eğer anlayışımızın sezgisel bir kavrayışa yeterli olamadığı bir kademeye gelirsek, orada durmalıyız. Daha sonrasını incelemeye yeltenmemeliyiz; böylelikle gereksiz yere uğraşmamış oluruz.” (s. 22) Kartezyen akılyürütme sonuçta insanı ‘anlamak için bilim’den ‘manipule etmek için bilim’e götürmüştür. Bilginin amacı gerçekliğin yapısıyla örtüşmek değil, maddi dünyada etkin biçimde faaliyet göstermektir artık. Böylece ‘çoğulcu’ bir dünyaya ulaşılmıştır, tanrılarla dopdolu bir dünyaya: servet, bilgi için bilgi, hareket hızı, piyasa büyüklüğü, değişim hızı, eğitim ‘miktarı’, hastane sayısı ve daha nice “kutsal inek’. Etienne Gilson’a göre çağımızda mitolojiye geri dönülmüştür: “Tıpkı Thales’in, Eflatun’un dünyası gibi, bizim modern dünyamız da tanrılarla doludur. Orta yerde kör Evrim, açıkgörüşlü Orthogenesis, cömert Terakki ve… Onları bugün bir tapınma konusu yapan insanların duygularını gereksiz yere niçin incitmeli? Ne var ki, modem hayat üzerindeki etkisi müthiş hale gelen bu budalaca kavramları azimle def etmedikçe, insanlığın yeni bir bilimsel, sosyal ve siyasal mitolojinin egemenliği altına daha çok gireceğini anlamak bizim için önemlidir… Çünkü tanrılar kendi aralarında kavgaya tutuşunca, insanlar ölmek zorunda kalırlar.” (s. 75) Kılavuz’un son bölümünde Schumacher, maddeci bilimciliğin kendisini beğenmişliğinin ve modem insanın mutlak kudretine duyulan imanın çöküşünü sarahatle tasvir ediyor: “Amansız mantığı ile Kartezyen devrim inşam, onun insanlığını idame ettiren yüksek kademelerden ayırdı. İnsanoğlu Göklerin (semavatm) kapılarını kendisine kapattı ve muazzam enerji ve hüner ile kendini yeıyüzüne hapsetmeye çalıştı. Şimdi Yeryüzünün ancak bir geçiş mevkii olduğunu, dolayısıyla Göklere erişmeyi reddetmenin Cehenneme gönülsüz bir alçalma manasına geldiğini keşfediyor.

” Modem dünyanın dinsiz yaşama deneyimi başarısızlıkla sonuçlandı. Peki bir ‘geri dönüş’, bir metanoia mümkün olabilir 10 mi? Evet, diyor Schumacher. “Yeryüzünün cömertliği bütün insanlığı doyurmamıza imkan verir; Yeryüzünü sağlıklı bir’mekan olarak muhafaza etmek için yeterli ekoloji bilgisine sahibiz; Yeryüzünde, herkesin yeterli barınağa sahip olabileceği kadar alan ve yeterli maddeler mevcuttur; hiç kimsenin sefalet içinde yaşamasını gerektirmeyecek ölçüde yeterli ihtiyaç maddelerini üretmede oldukça mahiriz. Herşey bir yana, ‘İktisadî problem’in zaten çözülmüş bir problem olduğunu göreceğiz: yeterli miktarı nasıl temin edeceğimizi biliyoruz ve bu iş için herhangi bir şiddetli gayriinsanî, saldırgan teknolojiye ihtiyacımız yok.” Whitehead yirminci yüzyılın başlarında “etkisiyle çevresini tahrip eden fizikî bir nesne intihar ediyordur” diyordu. Batı dünyası bu gerçeği geç de olsa farketti ama kulakları hâlâ tıkalı. Çünkü kâinat üzerindeki madde egemenliğinden, insanlar üzerindeki siyasî, İktisadî, kültürel iktidarından vazgeçmeye niyeti yok. Schumacher’in şakirtleri Küçük Güzeldir’e zeyl olarak Küçük Mümkündür’ii yazdılar. Ama Batı (şimdi de Doğu) burjuvazisi Büyük Kârlıdır’da diretiyor. Ve gemi, içindeki yolcuların çoğunun “keşke toprak olsaydık…” diyecekleri kaçınılmaz akıbete doğru yol almaya devam ediyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir