Hasan Kılavuz – Hortum Düzeni

“Hortum” Yeni Değil/ 13 Bilirsiniz! Bu ülkeyi yaklaşık 30 yıldır aynı kişiler yönetti. Aynı söylemler kullanıldı. Dağarcıktaki mermiler dahi, hep birbirinin benzeriydi. Din, bayrak, adalet… vatan, millet, Sakarya… Halk yıllarca bu söylemlerle avutuldu durdu. Artık, “iş ve aş vaat etme” dönemi de bitmiş ve yeni bir söylem gün-deme gelmişti. Hortum! Sanki, bu ülkeyi politikacılar değil de, başkaları yönet-mişti. “Hortum” üzerinden yeni bir siyaset dönemi başlamış ve Kasım 2002 seçimleri yapılmıştı ki, çıkan tablo dünyanın hiçbir ülkesinde bulunamayacak kadar farklıydı. “Sahtekârlık, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırmak ve görevi suiistimal…” iddialarıyla suçlananlar ile Jet Fadıl gibi kaçak durumunda olanlar da Meclis’teydi. 8 Eylül 2006 tarihli Hürriyet gazetesinin sayfalarına bu durum şöyle yansımıştı: Milletvekillerinden 102’si hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle Meclis’te dosyası bulunuyor… Demek ki, halkın bir kesimi açışından Meclis’e giren¬lerin geçmişte yaptıklarının bir önemi yoktu. Önemli olan, “cebe giren”di. Tıpkı, “kandile damlayan yağ” misali… Nitekim, vergi iadesi zarfına gazete kâğıdı parçası ko-yup Devletten para kopartmaya çalışanlar, ihtiyacı yokken yeşil kart sahibi olanlar, sosyal güvenlik kuruluşlarını so-yanlar, aynı halkın birer parçası değil miydi? / Hortum Düzeni Böyle bir toplumu yönetmenin ve “nabza göre şerbet vermenin” zorluğu karşısında, iktidara gelen Başbakan R. Tayyip Erdoğan, daha ilk günden isyan etmişti. Bir beyanatında, “herkes tilkilik peşinde” derken, her-halde “Devletten bir kıl koparmak kârdır” anlayışını kastetmekteydi. Aslında, toplumu, halkı bu anlayışa sürükleyenler, bu anlayışı benimsetenler utanmalıydı. Böyle bir maharetle yetişen toplumun “havadan para kazanma veya bedavadan geçinme” merakı yüzünden, başına da gelmedik kalma-mıştı.


Geçmişte bankerlere, Off-Shore Bank ve Đslami Hol-dinglere para kaptıranlar, henüz unutulmuş değildi. Arkadan gelen banka hortumlama’larmın kökeninde de, halkın “fazla faiz alma” tutkusu en önemli etkenlerden biriydi. Birçok kötü örnekler yaşamasına ve halkın ciddi zarar görmesine rağmen ders alınmadığı açıktı. Đktidara yeni gelen AKP Hükümeti, her ne kadar “hor-tumları kestik” dese de, hortumun boyutu gün geçtikçe uzadı ve faturası da katlandıkça katlandı. Belki de bu durumu aylık endekse bağlanmış tefeci he-sabı gibi bir fatura olarak değerlendirmek yanlış olmaz… Neticede, öyle de oldu. Batık banka faturası, 2001 yılın¬da 10-15 milyar dolar olarak telaffuz edilirken, 24 Eylül 2005 tarihinde: “Batık bankalar 156 milyar dolar hortum-ladı” diyen de Başbakan’in “ta” kendisiydi. Enkaz edebiyatı da olsa, Türkiye’nin 200 milyar dolarlık dış borcunun tamamına yakını, bankacıların sırtın¬da kalmıştı. Ancak, bu ülke neler görmüştü, neler? “Benim memurum işini bilir… Verdimse ben verdim, siz kaç verirseniz üstüne beş puan da benden…” sözcüklerini c«rf edenlerden bazıları hâlâ hayattaydı. davalarda uçuş- muştu. Koalisyon pazarlıkları sırasında paylaşılan kamu ban-kaları bir tarafa, banka hortumlama’lannm tohumları dahi, o dönemde atıldı. Özelleştirme adı altında, geçmişi karanlık birçok kişiye bankalar dağıtıldı. Bu işi “yapar mı yapmaz mı” diye sorgulanmadan, kime gittiğine bakılmaksızın dağıtılan bankaların bedeli ise, ka-mu bankalarından verilen kredilerle karşılandı. Daha doğrusu, kamu bankaları yıllarca bu patronlara çalıştı. “Denetim” deseniz hak getire… Düzenlenen murakıp raporları yıllarca sümenaltı edilir-ken, uygulanan yanlış politikalar bizi, bugünlere getirdi. Şimdi, dövünüyoruz.

“Hortumcular götürdü” diye… Tabii ki, sistemdeki çarpıklık ve “hortum”, bir tek ban-kacılık sektörüne mahsus değildi. Sonuçta, 6 kere gidip 7 kere geleni seçmeye devam eden, yıllarca lüks içinde yaşayan “kumarbaz” ve “rüşvet¬çi sendikacıları” temsilci olarak içine sindiren bir toplum yaratıldı. Adı “sivil toplum örgütü” diye anılıp, işçi ve emek adına çalıştıklarını söyleyen, ama kendi çıkarları için çalışan sözde sendikaları, 80-100 kişilik delege oyunlarıyla oluşturulan konfederasyonları, üyelerinden topladıkları ai-datlarla saltanat süren oda, dernek başkanlarını da unutma¬mak gerekiyor. Yıllarca başımızdan eksik etmediğimiz bu müstesna gruplar sayesinde, hortum’un âlâsı yaşandı. Aralarında, görevlerini layıkıyla yapmak isteyen, dürüst insanlar çıksa da, sonuç değişmedi. Bir bakan düşünün ki; ülke yönetiminde söz sahibiyken, yolsuzluklar karşısında çaresiz kalabildi. Zamanın Bayındırlık Bakanı Mustafa Yılmaz, henüz iki 16 / Hortum Düzeni aylık görevini bıraktığı 22 Eylül 1994 yılında, gerekçesini Soygun’un Öteki Adı: Devlet Đhalesi, (Seçkin Doğaner. Đle-tişim Yayınları, 1999) adlı kitapta bakın nasıl sunuyordu: “Artık dayanacak gücüm kalmadı. Gördüklerim ve yaşadık-larım, benim temiz siyaset anlayışıma uymadı. Göreve başlar başlamaz baskı ve teklifler gelmeye başladı. Rüşvet ve çıkar imasında bulundular. Bunların içinde kendi partimden arkadaşlarım ön sırada. Her önüne gelen partili, benden ihale istedi. Bir yerde oturup adamla bir bardak çay içmişsin, iki gün sonra karşına gelip, bizim il Bayındırlık Müdürü’nü değiş¬tir, benim adamımı müdür yap, bana ihale ver.” Bu serzenişe kimse kulak vermedi.

Hiç kimse bu doğrultuda verilen beyanatlara da, girişimlere de, gerektiği gibi yaklaşmadı. Đşte, geçmişe bakıldığında da, hortum’un yeni bir hadi-se olmadığı gayet açıktır. Son 30 yılda ise, “kantarın topuzu” biraz daha fazla kaç¬mıştır. Aksi takdirde, kayıt dışı ekonominin oluşması, mafya-nın her sektörde “hortlama”sı ve yeni yeni zenginlerin tü-remesi mümkün müdür? Bunun bir tek nedeni vardır. Siyasetçi-bürokrat ve işadamı üçlüsü, her dönem iş ba-şındadır. Bu üçlü oluşmadan, hortum’dan bahsetmek, adi hırsız-lığın ötesine gitmemek demektir. “Kanadı kırık bir kuş” gibi yolunan Türkiye’de, her ge-len iktidarın kendi zenginini yaratması ve “yolsuzluklara dur” diyecek bir sistemin kurulmamasının kökleri, çok es-kiye dayanmaktadır. Osmanlıdan günümüze kadar, bu topraklarda hortum’un her çeşidi yaşanmış ve görülmüştür. “Hortum” Yeni Değil/ 1’7 Rüşvet alan padişahlar, sadrazam ve paşalar da dahil ol¬mak üzere… Bugün görüp de yaşadıklarımızın birçoğu, o tarihlerde de yaşanmış ve bedeli kat ve kat fazlasıyla ödenmiştir. Mevcut sistem nasılsa, o günkü düzen de aynıdır. Đktidarda kalmak için kanun dışı her işe “evet” diyen padişah! Çok para kazanmayı amaç edinen tüccar ve de banker-ler! Unvan ve makam uğruna ideolojik fikirlerini satan ay-dınlar da cabası… Kokuşmuşluk, o dönemlerde de diz boyudur. Đttihatçıların önde gelen aydınlarından Dr. Nazım, 1906’lı yıllarda şöyle diyor: “Dünyanın en zeki ve en mesut milleti Türklerdir. Geçmiş hatırlandığı zaman bunu görmek mümkündür. Fakat idarecilerin beceriksizliği yüzünden millet zulüm ve fakirlik içinde bırakılmıştır.

Türk milleti diğer milletlerden hür ve mesut yaşamaya da-ha çok layıktır.” Sanki, “tarih tekerrürden ibarettir”i kanıtlarcasma sarfe-dilen bu sözler geride kalmış ve Osmanlı da yolsuzlukların kurbanı olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte, “halının altına süpürülmüş” gibi gözüken bu çarpık sistem, Atatürk döneminde de bütün gayretlere rağmen düzeltilememiştir. Şaşırtıcı, ama Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan yol-suzlukların boyutu, bugünkü durumdan pek farklı değildir. “Bakan” düzeyine kadar uzanan kirlilik halkası, o dönem-de de kendini var etmenin yolunu bulmuştur. Nitekim, 26 Ocak 1928’de Deniz Bakanı Đhsan Erya-vuz, 14 Mayıs 1928’de Ticaret Bakanı Ali Cenani ve 30 Ocak 1929’da Bahriye Bakanı Muhtar Katırcıoğlu adlı zatı 18 / Hortum Düzeni muhteremler, hortum’dan yargılanmış ve mahkûm olmuş-lardır. Daha sonraki dönemlerde yaşananlar ise, malum! Yolsuzluğun, hortumun ve talanın çeşidi değişmiş, ak-törler (siyasetçi, işadamı, bürokrat) hep aynı kalmıştır. Bu işin görünürdeki yüzüdür. “Perde” hiçbir zaman in-dirilmediği için, “arka yüzünde ne vardır, ne yoktur” diye yeterince araştırma gereği duyulmamıştır. Soygunların ortaya çıkması durumunda, olaylar birkaç kurban seçilerek geçiştirilmiş ve üstü küllendirilerek, yeni-lerine adeta zemin hazırlanmıştır. Ancak, göz ardı edilen ve üstünde yeterince durulma-yan asıl konu, soygunların perde arkası ve bu soygunlarla kazanılan paraların akıtıldığı yerlerdir. Yolsuzluğa bulaşan elin, çoğunlukla terörü destekleme-si veya mafya ilişkilerinde aktör olması rastlantı değildir. Örneğin bir dönemin meşhur teröristi M. Ali Ağca’nın cezaevinden kaçarak Vatikan’da Papa’yı vurmasının arka-sında da, “o dönemin SSK ve Gümrük soygunları yatmak-tadır” dersek yanlış söylemiş olmayız. Soygunlardaki el ile Ağca’nın kaçırılmasında rol oynayan “el” aynıdır.

* * * M. Ali Ağca’nın kaçışı ve Papa’nın vurulmasıyla SSK-Bağkur ve Gümrük soygunları arasındaki bağlantı Yıl 1977… Seçimler yeni yapılmış ve hiçbir partinin tek başına ik-tidar olacak çoğunluğu sağlayamadığı bir kaos dönem baş-lamıştır. “Hortum” Yeni Değil / 19 “Karaoğlan” Bülent Ecevit, o dönem CHP’nin başında-dır. Mevcut milletvekili sayısı hükümeti kurmaya yetmemektedir. Diğer tarafta ise, bakan olabilmek için Adalet Partisi’n-den ayrılan ve çoğunluk aritmetiğini değiştirebilecek ko-numda olan 11 bağımsız milletvekili bulunmaktadır. Ortaya böyle bir tablo çıkınca, 11 bağımsız milletvekili “bakanlık” koltuğuna oturmuş ve CHP ağırlıklı bir hükü-met kurulmuştur. Ancak, sıkı pazarlıklarla oluşturulan bu hükümet döne-mi, siyasi hesaplaşmanın ve ekonomik sıkıntıların da yo-ğun olarak yaşandığı yıllara isabet etmektedir. Dış politikada yürütülen ABD karşıtı tutumlar… Yağ kuyruğu… Benzin kuyruğu… Tüp kuyruğu… Devletten bir kıl koparmak için bakanlık kapılarında dolaşan müteahhit kuyruğu… Soygunlar, yolsuzluklar, adam kayırma, rüşvet, sahte-kârlık… Sonuç malum! Bu gerçekleri dile getirirken, kimsenin Ecevit’in dürüst-lüğüyle ilgili bir sıkıntısı yok, ama “ülke yönetmek” ayrı bir şey. Bu ayrıntıları dikkate almakta yarar olduğunu düşünü-yorum. Yani, “muktedir” olmakla hırsıza, yolsuza göz açtırma-mak ve “sosyal devlet” düzenini oluşturmak birbirinden farklı olgular! Đşte! O dönemi anlatan Kemal Derviş, Krizden Çıkış ve Çağdaş Sosyal Demokrasi adlı kitabının 41. sayfasında Ecevit’le ilgili eleştirilerini şöyle dile getiriyor: 0 zaman karaborsada yüzde 100’e varan prim oluşuyordu. Ecevit zengini insanlar türemişti. / Hortum Düzeni Karaborsada dövizi kapan zengin oluyordu. Ekonominin böylesine sağlıksız yürüdüğü bir ortamda, mikropların üremesi tabii ki kaçınılmazdı. Özellikle, o dönemde bağımsız milletvekili olarak hü-kümete giren Sosyal Güvenlik Bakanı Hilmi Đşgüzar ile Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracr’ya bağlı ku-rumlarda durum, daha da bir başkaydı.

Her iki Bakan’m görev süresi yolsuzluk ve çalkantılar¬la dolu geçmiş, neticede yargılanarak mahkûm olmuşlardı. Ancak, o tarihlerde yapılan soygunların aktörlerinden M. Kemal Derinkök ve Abuzer Uğurlu ikilisinin, aynı dönemde M. Ali Ağca olayına bulaştığını da hatırlatmakta fayda var. M. Ali Ağca’nın, 25 Kasım 1979’da elini kolunu salla-yarak cezaevinden kaçması sırasında, görevlilere dağıtıldığı iddia olunan rüşvetin kaynağı, bu ikiliydi. 13 Ocak 2006 tarihli Milliyet gazetesinin bu konudaki haberi, söz konusu iddiayı doğrular nitelikte: Askeri cezaevinden kaçırılmıştı Mehmet Ali Ağca. Abdi ipekçinin 1 Şubat 1979’da öldü¬rülmesi olayıyla ilgili 25 Haziran 1979’da gözaltına alın¬dı ve 11 Temmuz 1979’da tutuklandı. Selimiye Cezaevi’ne konulan Ağca, daha sonra Kartal Maltepe Askeri Ceza¬evi’ne naklini istedi. Bu isteği yerine getirildi ve buradan 25 Kasım 1979’da elini kolunu sallayarak kaçtı. Ağca’nın cezaevinden kaçırılma planını, Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı ile Oral Çelik planladı. Ağca’nın kaçırılma¬sı için görevli er Bünyamin Yılmaz ve bazı cezaevi görevli-lerine para verildiği, Çelik’in de bu paraları Malatyalı işa¬damı Kemal Derinkök ile uyuşturucu ve silah kaçakçısı Abuzer Uğurludan aldığı ortaya çıktı. Çatlı’nın evinde gizlendi -ı.nra Aflca’va asker kıya- fetleri verdi ve tüm kilit noktalardan hiçbir engelle karşı¬laşmadan Ağca’yı geçirerek dışarı çıkarttı. Ağca, bir süre Çatlı’mn evinde gizlendi.

16 Eylül 1985’te Homa’da Papa’ya suikast davasında ta¬nık olarak ifade veren Çatlı ve Ağca’nın bu konuya ilişkin yaptıkları açıklamalar bu bilgileri doğrular nitelikteydi…. Er Bünyamin Yılmaz ile bazı cezaevi görevlilerine, Oral Çelik vasıtasıyla paraların dağıtıldığı ve Çelik’e para¬yı verenin ise, M. Kemal Derinkök ve Abuzer Uğurlu ol-duğu, yıllar sonra da gündemdeydi. Elbette Ağca’nın cezaevinden kaçışında birçok etken vardır; ancak “belki bu paralar rüşvet olarak dağıtılmasay-dı, M. Ali Ağca kaçamayacak ve Papa’nm vurulması dahi söz konusu olmayacaktı” diye düşünmek yanlış bir ihtimal değil. Kısacası, “Papa” dahi Türkiye’deki soygunların mağdu-ru olmuştur. îfc ^ ^ SSK oe Bağkur soygunları Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı SSK ve Bağkur’da yapılan soygunların temeli, arsa alımı ve inşaat hakedişle-rine dayanmaktadır. Bunu net olarak ortaya koyan Yüce Divan Kararlarına bakmak işin rengini ortaya koymaya yetecektir sanırım. Her dönemde olduğu gibi, 70’li yılların sonunda da si-yasetçi-işadamı ve bürokrat üçlüsü iş başındadır. Özellikle, becerikli (!) bürokratlar cımbızla bulunup, önemli makamlara getirilmiş ve Bakanlık işadamlarının uğrak yeri olmuştur. istanbul’da faaliyet gösteren Şark Yağ-Boya Fabrika-sı’nın ortağı Kazım Erdem de bunlardan biridir. Ayrıca, Hilmi Đşgüzar ile de yakın arkadaştır. Bu yakınlığı bilen birileri, Kazım Erdem’e bir teklif gö-türür. Đş çok basittir.’.

Đşadamı Mustafa Kemal Derinkök’e ait Malatya’da ya-rım kalmış bir işhanı, yüksek fiyatla SSK’ya “kakalanacak”tır. Đlgili makamlarla görüşmeler yapılır. Hemen akabinde de, Mustafa Kemal Derinkök, 26.05.1978 tarihli teklif mektubu ile SSK Genel Müdürlü-ğü’ne başvurur. Yapılan teklif; 1.173,40 m2’lik arsa da yer alan yarım kalmış işhanını SSK ile ortaklaşa bitirmek ve rayiç bedel-den aynı kuruma satmaktır. Ancak, satılmak istenen gayri menkul hakkında ayrıntı¬lı bilgi verilirken, satış bedelinden hiç söz edilmez. Bakanlığın 1978-1979 yılı yatırım programında, Malat-ya’da taşınmaz mal alımına yer verilmediği halde, iş önce-den tezgâhlandığı için satın alma işlemlerine başlanmış ve SSK Genel Müdürü Mustafa Enginsu tarafından ekspertizi yapacak kişiler dahi görevlendirilmiştir. SSK Emlak Đşleri Başkan Yardımcısı olan Ekspertiz Kurulu’nun Başkanı Nihat Bilgin, Mustafa Kemal Derinkök’ün tahsis ettiği bir arabayla birlikte Malatya’ya giderek, şişirme fiyatlarla ekspertizi tamamlar. Satış işlemi ise, 31.07.1978 tarihinde gerçekleşir. Bu işlemler gerçekleşmeden önce halk dönen dolapları öğrenmiş ve CHP Malatya Milletvekili Turan Fırat’a tepki göstermiştir.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir