Ferit Edgu – Yazmak Eylemi

Birkaç yıl önce, Raymond Queneau’nun Exercises deS(y/e (Uslûp Alıştırmaları) adlı kitabını çevirmeye çalışıyordum. Amacım, kendi dilimde, üslûp temrinleri yapmaktı. Çeviri ilerledikçe, bu çabamın başarısız kalacağını gördüm. Queneau, Paris’te bir otobüste geçen, düşsel, yalın bir olayı anlatıyordu yüz değişik üslûpta. Fransız dilinin olanak ve yetenekleri içinde düşünülmüş bu metinlerden birçoğunu Türkçeye çevirmenin olanağı da yoktu. 1 Bunu gördüğümde, böylesi bir alıştırmayı Türkçenin olanakları içinde denemenin daha doğru olacağını düşündüm. Ancak bunu, düş gücümün yarattığı bir olay yerine, herkesin yakından bildiği bir olay içinde gerçekleştirmek istedim. Böylesi olaylar eksik değildi. Ne var ki iki yıl boyunca herkesin bildiği ve bu tür üslûp çeşitlemesine olanak veren bir olay bulup çıkaramadım. İçinde yaşadığımız “traji-komik” günlerde olayları tek tek ele aldığımda, daha çok trajik nitelikler ağır basıyordu. Bu da kimi gülümsetici üslûpları denememi önlüyordu. Geçtiğimiz Şubat ayı içinde, İstanbul’un (daha sonra başka kentlerin) belli başlı semtlerinde halkın tanığı olduğu bir olayı, “konu” olarak seçebileceğimi düşündüm. Söz konusu olay, belli bir gün, esnafı kepenk kapatmaya zorlayan devrimci (?) bir eylemin sonucuydu: 14 Şubat Perşembe günü, İstanbul’un birçok semtinde, dükkanlar kepenklerini açmamıştı. Herkesin bildiği bir olay seçişimin özel (ya da genel) bir nedeni var: Sanatçının düş gücünden doğan değil, yaşanılan, tanığı olunan, sonuçları herkesi ilgilendiren bir olayın, değişik üslûplarda nasıl dile getirilebileceğini göstermek. Böylece okuyucunun, hem amacı, hem varılan sonuçları daha kolay değerlendirebileceğini düşündüm.


Bunu gerçekleştirirken, bir yazar olarak, söz konusu eylemden yana ya da ona karşı olmak gibi, kolay bir “yandaşlık” yolunu izlemedim. Böylesi bir yan tutma, amacıma ters düşecekti. Bu alışhrmalarda, yalnızca bir yazardım ben; ne tanık, ne de yargıç; yalnızca yazan bir kişi. Herkesin bildiği, yaşadığı, duyduğu, gazetelerde okuduğu, bir başkasından öğrendiği bir olayı, Türkçenin olanakları içinde anlatmayı denedim, hepsi bu. Düş gücüm (varsa eğer) yalnızca üslûpta gösterdi kendini. 101 metin yazdım. 1001 metin de yazabilirdim. Ama, okuyucuya, bir olayın, birden çok yazım olanağının olduğunu göstermeye sanırım bu kadarı yeter. Bu alışhrma ya da deneme, gerçekliğin sayısız anlatım yolları olduğunu belgelemeyi amaçlıyor. Söz konusu olayı değişik üslûplarda yazarken, ne kişiler yaratmayı, ne de bir öykü, bir roman yapısı kurdum. Eğer okuyucu kitabı bitirdiğinde böylesi bir duyguya kapılırsa, bu, yazann amacı dışında gerçekleşmiş demektir. “Üslûp kişinin kendisidir” sözü doğruysa, her üslûbun da bir kişiyi yarattığını varsaymak yanlış sayılmaz. tandilli, Mart 1980 F. E. Beyoğlu.

Tüm dükkanlar kapalı. Hemen hemen tümü. Açık olanlar yalnız banka ve sinemalar. Anarşistlerin marifetiymiş. Esnafı tehdit etmişler. Esnaf da korkmuş, açmamış kepengi. Bugünkü gazetelerde konuyla ilgili bir haber yok. UZUN Acıyayım mı güleyim mi bilemediğim bir çocuktu bugün dükkânıma gelip, ertesi günü dükkânımı kapamamı isteyen ve bu buyruğa (buyruk!) tüm caddedeki dükkânların uymak zorunda olduğunu ve uyacaklarını söyleyen ve bunun gizli örgütlerinin bir buyruğu olduğunu belirttikten sonra, bu buyruğa uymadığımda işimin güç olduğunu bildiren. Daha çok, acıdım (çünkü ben de babayım ve benim de onun yaşında bir oğlum var) ve korktum, şu anda acaba benim oğlumun da, belinde bir tabancayla (belinde bir tabanca olduğu duygusunu verir bir biçimde elini orasında tutuyordu) bir başka dükkânda, bir başka esnafa aynı sözcükleri söylüyor olmasından, ki benim oğlum da, dediğim gibi onun yaşında, onun görünümünde, bıyıkları onunki gibi yeni terliyor ve hemen hemen onun gibi giyiniyor. lO BİLİNÇ Dükkânları açmamışlar bugün. İki kişi geliyor, iki yeni yetme, sağcı ya da solcu (çünkü amaç bir, yollar ayrı), “Yarın dükkânını açmayacaksın” diyor, esnaf da açmıyor dükkânını. Sonra öte yandan Devlet yetkilileri duyuruda bulunuyorlar. “Açacaksınız dükkânlarınızı” diyorlar, kimi esnaf açıyor, kimi esnaf açmıyor. Dükkânları açtıklarında, bir hafta, sebze, meyve, et, yağ, süt, peynir, zeytin almayacaksın ki esnafın aklı başına gelsin. Efendilerinin kim olduğunu anlasın.

Kimden korkmaları gerektiğini anlasın. Ama nerde bizde o bilinç. Korku dağları beklermiş. Tanrı’dan korkmayan esnaf da dernek bi’şeylerden korkarmış da biz bilmezmişiz. ll ŞAŞKINLIK Doğrusu çok şaşırdım. Tüm dükkânlar kapalı! İhtiyaçlarımızı nasıl göreceğiz? Manav kapalı! Kasap bile kapalı! Tüm dükkânlar nasıl kapalı olabilir?! Şaşırmamak elde mi?! Korkuyorlar zahir! Ama bir kasap nasıl korkar?! Telefona bile çıkmadı. Bacak kadar çocuklar! Bellerinde silâh, gelip tehdit ediyorlarmış. Pek şaşırdım anarşinin dükkânlara sıçramasına. Polis nasıl engel olamıyor anlamıyorum. Bir şeyler dönüyor. Bir şeyler dönüyor ama ne? Ne diyeceğimi bilemiyorum. Şaştım kaldım! ARIKSI Kitapçıma uğramıştım. Ayaküstü pek fena lâflamıyorduk. Bir ara, içeriye genç bir çocuk girdi, aptal birine benzemiyordu. Kitapçıya, dükkânın sahibi olup olmadığını sordu.

O da, “Ben” dedi. Bunun üzerine çocuk (bir eli belindeydi): “Yarın dükkânınızı açmayacaksınız, bu caddede hiçbir dükkân açılmayacak yarın. Örgütümüzün buyruğu bu. Uymazsanız, sonunuz iyi olmaz” demez mi! Baktım, kapıda da bu sözleri söyleyen gence benzeyen (sanki kardeştiler) bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlı duruyor. Onlar dükkândan çıkınca ben de çıktım. Baktım yandaki dükkâna giriyorlar. Evin yolunu tuttum. Eve vardığımda kitabımı almayı unutmuş olduğumu gördüm. Ama yeniden çıkmaya üşendim. Ertesi gün (bugün) saat ona doğru sokağa çıktığımda dükkânların açık olmadığını gördüm. Caddede de çok insan yoktu. Bir ara, dün kitapçı dükkânına giren çocuğu görür gibi oldum. Belki de benzettim. Başkalarına değil de bana bakıyordu. Tanımış mıydı? Yoksa evham mı? Çıktım.

Dolaştım. Ara sokaklarda. Ana caddede. Hemen hemen tüm dükkânlar, mağazalar kapalıydı (bir hazır giyim mağazası dışında). Yalnız bankalar ve sinemalar açıktı. Ben de bir sinemanın 14:00 matinesine girdim. Berbat bir filmdi. Sinemadan çıktıktan sonra, Ahmet’le karşılaştığımda öğrendim kapatma eyleminin nedenini. Ayrıldıktan sonra kendi kendime sordum: BuAhmet de, onlardan mı, yoksa polis mi? Yalnız nerde ne olduğunu değil, ne olacağını da bilir her zaman. Bu kaçıncı! M Çıktın. Dolaştın. Ara sokaklarda. Ana caddede. Hemen hemen tüm dükkânlar, mağazalar kapalıydı (bir hazır giyim mağazası dışında). Yalnız bankalar ve sinemalar açıktı.

Sen de bir sinemanın 14:00 matinesine girdin. Berbat bir filmdi. Sinemadan çıktıktan sonra, Ahmet’le karşılaştığında öğrendin kapatma eyleminin nedenini. Ahmet’ten ayrıldıktan sonra kendi kendine sordun: Bu Ahmet de, onlardan mı, yoksa polis mi? Yalnız nerde ne olduğunu değil, ne olacağını da bilir her zaman. Bu kaçıncı! Çıktı. Dolaştı. Ara sokaklarda. Ana caddede. Hemen hemen tüm dükkânlar, mağazalar kapalıydı (bir hazır giyim mağazası dışında). Yalnız bankalar ve sinemalar açıktı. Bir sinemanın 14:00 matinesine girdi. Berbat bir filmdi. Sinemadan çıktıktan sonra, Ahmet’le karşılaştığında öğrendi kapatma eyleminin nedenini. Ahmet’ten ayrıldıktan sonra kendi kendine sordu: Bu Ahmet de onlardan mı, yoksa polis mi? Yalnız nerde ne olduğunu değil, ne olacağını da bilir her zaman. Bu kaçıncı! AYRINTI Bir dükkân.

Antikacı. Nişantaşı, Emlâk Caddesinde. Vitrinlerden biri (3.00×1.30 m.) caddeye bakıyor. Vitrindeki nesneler bir Beykoz gülabdan, bir Sevr tabak (taklit), bir kaplumbağa kabuğu işlemeli kutu. Kapağı kapalı. (Küçük bir mücevher kutusu olabilir.) Bir eski yazı levha. Kimin kaleminden çıktığı belli değil. İmzasız. Yazı tâlik. Bir gümüş kahve ibriği. Üzerindeki kabartmalar: ev ve servi.

İçeri girildiğinde, oldukça dar bir dükkân. Derinlik: yaklaşık 3.5 m. En: yaklaşık, 4.5 m. Duvarlarda vitrinler var. Vitrinlerde çeşitli nesneler. Çin, Osmanlı, Japon, Fransız kaynaklı ya da taklit. Vazolar, tabaklar (geç dönem bir İznik tabak dikkati çekiyor), bakır, gümüş tepsiler, tahta oyma kutular. Duvarda iki kavukluk. Birkaç hat. Birkaç resim. Bir görünüm. Bir cami kapısı. Bir deniz görünümü.

Sonra birkaç gravür, eski İstanbul ve Osmanlı kadınerkek giysilerini yansıtan. Bir köşede oturan, içeri girildiğinde handiyse görülemeyecek kadar küçük bir genç kız. 1.60 boy. Sıska. Esmer. Gür kaşlı. Giyimi özensiz. Kapı açılırken zil çalıyor. İçeri 1.70-1.75 boylarında genç bir erkek giriyor. Kız yerinden kalkmasa, içeri giren onu göremeyecek. – Buynın, diyor kız. -Buranın patronu nerde? diye soruyor içeri giren.

(Buranın sahibinin bu kız olamayacağını ilk bakışta anlamış.) -Ne yapacaksınız? Bir isteğiniz varsa bana söyleyin, diyor kız. Korkulu. Girenin, böyle bir dükkânın olağan müşterilerinden olmadığını ve dükkâna giriş nedeninin bir antika satın almak olmadığını anlamış. – Bir emriniz varsa… – Patronu göster bana! Genç adam buyruk verir gibi konuşuyor. Sesi çok genç. Hemen hemen çocuksu. Bu buyrukçu ton, bu sese yakışmıyor. Kız, – Patron burada yok, diyor. – Nerde? diyor genç adam. – Mersin’de, diyor kız. – Burayı kim açıp kapıyor? diyor genç adam.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir