Franz Grillparzer – Yoksul Calgici

Avusturyalı büyük sahne şairi Franz Grillparzer 15 Ocak 1791’de Viyana’da doğmuş, 21 Ocak 1872’de aynı kentte ölmüştür. Uyanık görüşlü bir avukatla, müzik dostu fakat ruhça hasta bir ananın oğludur. 1811’de hukuk öğrenimini bitirdi, 1832’den 1856’ya kadar saray özel kaleminde evrak müdürlüğü yaptı. Bu tekdüze memurluk yaşamını, I ̇talya’ya, Almanya’ya, Paris’e, Londra’ya, Türkiye’ye (1843), Yunanistan’a yaptığı gezilerle çeşnilendirmeye çalışmıştır. Uzun bekleme ve duraksama yıllarından sonra yapıtları büyük ilgi gördü, kendisine birçok sanlar verildi (1859’da Leipzig Üniversitesi’nin onursal doktorluğu, 1861’de seçkinler meclisi üyeliği, 1864’te Viyana’nın onursal kentliliği). Ayrıca 80’inci yıldönümüAvusturya’da ve bütün Almanya’da benzersiz bir biçimde kutlanmıştır. Viyana BilimAkademisi 1875’ten beri her üç yılda bir en güzel sahne yapıtını yazana Grillparzer Ödülü vermektedir. I ̇nce, canlı, sevimli bir anlatımla kaleme aldığı fakat tragedya ciddiliğinden uzak “Yalancının Vay Haline” (1840) güldürüsü ilk oynanışında halk ve eleştirmenlerce o kadar kaba karşılanmıştı ki buna çok üzülen şair sahne ve yazın yaşamına büsbütün küsmüş, bu tarihten sonra yazdığı yapıtları yazı masasına kilitlemişti. Bu arada üç büyük yapıtı 1873’te mirasçıları tarafından yayınlanmıştır. Grillparzer “Goethe ile Schiller’den sonra -aralarında az çok bir mesafe de olsa- gelen en iyi yazar” olduğunu kendisi söyler. Belki haklıdır da. Coşumculardan etkilenmesine ve gerçekçiliğe geçişte büyük payı bulunmasına karşın bu Avusturyalı klasik asıl Alman klasikleri arasında üçüncü gelir. Yazın tarihinde kısa dönemler çok kolay gözden yiter. Üç büyük Yunan tiyatro yazarının (Aisklos, Sofokles, Euripides) birincisiyle sonuncusunun doğum yılları arasında kırk beş yıllık -aşağı yukarı yarım yüzyıllık- bir zaman dilimi olduğu halde, bu üç yazar nasıl gözümüzde Yunan tragedyasının üç yıldızıysa; birincisiyle sonuncusu arasında bir insan ömrü olduğu halde nasıl Corneille, Moliére ve Racine hep birlikte sayılırsa; Almanlar için de Goethe, Schiller ve Grillparzer, bu yüzyılda olmasa bile önümüzdeki yüzyılda birleşeceklerdir. Hatta Goethe ile Grillparzer arasındaki zaman Aiskhlos ile Euripides arasındaki kadar bile uzun değildir.


Schiller’le arasındaki zaman da Corneille ile Racine arasındakinden daha kısadır. Ama bu üç büyük Alman şairi ayrıca sanat anlayışları bakımından da birleşmişlerdir. Schiller nasıl Almanya’nın Aiskhylos ve Corneille’i ise; Goethe, nasıl Sophokles ve Moliére’le bazı bakımlardan akrabaysa; Grillparzer de Almanya’nın Euripides’idir. Grillparzer’in özellikle Fransız dram yazarı Racine’le kıyaslanması çok yerinde olur. Hatta Alman’nınki dramatik özelliği olması bakımından Fransız’ı geçer. Bizim anladığımız anlamda olmayan bir mirasçı, ölünün malını mülkünü çoğaltan bir varis; Shakespeare’in, Yunan ve Fransız klasik dramlarının etkilerine I ̇spanyollarınkini ekleyen, Goethe’nin yaşam aşkına, Schiller’in cüretli idealizmine özveri ve boyuneğişin büyüklüğünü katan, dile getiren bir bütünleyicidir. I ̇şte böylece Franz Grillparzer, güçlü olmasa bile büyük güzellikten zevk alan, ama kendisi mutlu olmayan bir insandır. Başka hiçbir ulusun erişemeyeceği kadar zengin olan klasik Alman dramının klasik gelişiminin yanıbaşında başka bir gelişmeye daha tanık oluruz: Grillparzer’den önce Kleist ve hemen sonra Hebbel gelir. Grillparzer’i Hebbel’le birlikte sayarlar. Ama bu doğru değildir. Avusturyalı yazar ne Kleist’ı, ne de Hebbel’i anlar. Bunun nedeni, bunların yüzde yüz Almanyalı olmaları değil, sanat anlayışı bakımından birleşememiş olmalarıdır. Grillparzer bu bakımdan on sekizinci yüzyılın adamıdır. Romantik konuları ele almasına karşın akılcı bir hümanisttir. Kleist ile Hebbel ise gerçekte romantik yoldan geçtikleri halde yalnızca tarihi düşünürler, ulusçudurlar, onların hedefi genel insancılık, tipçilik değil, karakteristikçiliktir.

Grillparzer ne güçlü, ne de mutludur. Yaşamı umutsuzluk içinde geçen bir Alman şairi varsa o da Grillparzer’dir. Ç ok güzel yapıtlar verdiği halde onda derin bir neşesizlik egemendir. Kendisini dünyaya bir yük saymıştır. Hele “Yalancının Vay Haline” güldürüsünün başarısızlığı üzerine dünyaya büsbütün sırt çevirmiştir. Yahut işin daha gerçeği, kendi kendine, kendi talihine küsmüştür. Grillparzer yaratma aşkıyla karamsarlığı, umutsuzluğu arasında çırpınıp bocalayıp durmuştur. Dramlarında Schiller ve Goethe’den esinlenilmiş coşkularla coşumcu ve barok dönemlere özgü coşkuları katıştırmıştır. Yapıtlarında genellikle düş kırıklığına raslanır. Ona göre mutluluk yalnızca alçakgönüllü ve ölçülü bir yaşamda bulunabilir. Ama kahramanlarının hiçbirinde böyle bir alçakgönüllülük yoktur, dünya zevkleriyle özveri arasında bir kararsızlık içinde yaşarlar. Kahramanlarının kararsızlığı, alçakgönüllü olmayışları, bu yüzden mutsuz olmalarına neden olur. Yalnızca “Yoksul Ç algıcı”da öyle değildir. Bu öykünün kahramanı sınırını bilmekte, onu aşmamaktadır. Hatta yaşamı pahasına da olsa.

Ş air öteki yapıtlarında kazananların mutsuzluğuna acınırken bu yapıtta yenileni mutluluğa ulaştırır. Ş air kendi isteğiyle bir yalnızlık köşesine çekilmiştir. Bütün ömrü boyunca kapalı yaşayacaktır. Ş airin bu yalnızlığa çekilmesinin nedeni vardır. Ama bu çekilme Cermen ırkına özgü hırçınca ve mağrurca bir yazgıya boyun eğiş değil, etkili taşlamalarda esaslı bir biçimde saklı duran uyuşuk ve çirkin bir çekilmedir. Ş airin yaradılışındaki gariplik, belki de aşkın kendisine vereceği mutluluğu mutsuzluğa çevirmiştir. Kathie Fröhlieh’le olan ilişkisi pek tuhaftır. Bu kadının yanında ömrünün son yirmi iki yılını geçirmiştir. Onu çıldırasıya sevdiği halde ne onunla evlenmiş, ne de sevgili edinmiştir. Kendini öldürmeye kadar sürekleyen derin bir umutsuzluk içinde kıvranıp durmuştur. Bu bakımdan nasıl Goethe Werther’de kendi yaşamını anlatmışsa, Grillparzer de Yoksul Ç algıcı’da tıpkı öyle kendi yaşamını yazmıştır. Yaşlı çalgıcı ne kadar da Grillparzer’e benzer. O da onun gibi çekingen, meraklı, kendi içine kıvrılmış olarak yaşar. Hiçbir zevk inceliği olmadığı halde her şeyi bayağı, sıradan bulur. Her şeyde bir duygu, bir yalnız köşe sıcaklığı arar.

Kirpiklerinin arkasından dünyaya derin bir güvensizlikle bakan, her duygusunu tıpkı büyüteçle büyütülmüş gibi abartmayla duyan bir adam. Sevdiklerinin dizinin dibinde bile ne mutlu, ne de mutsuz olmasına olanak yoktur. Zeki değildir, yaşamak için zekaya gereksinimi olmadığını da bilir. Ç evresindeki insanlarla derin ruhsal ilişkiler kurmayı sevmez. Bir insandan ya düpedüz nefret eder, yahut büsbütün ona sarılır. Grillparzer’in canlı, sürükleyici bir deyişi vardır. Öyküde olayla ilgisi olmayan tek sözcüğe raslanmaz. Gereksiz ruh çözümlemeleri görülmez. Her şey doğal bir hava içinde geçer. Yazar aşağı yukarı başından geçen bir olayı anlatır. Aşağı yukarı diyoruz, çünkü “Yoksul Ç algıcı”nın kahramanı yaşam koşulları ve çevresi bakımından hiç de Grillparzer değildir; ama huyu suyu, özyapısı, çevresiyle olan ilişkileri, ruhsal durumu bakımından tıpkı odur. Bu benzeşme öykünün belkemiğini oluşturur ve bütün olay böyle bir hava içinde geçer. “Yoksul Ç algıcı” klasik Alman öykücülüğünün tipik bir örneğidir: sağlam bir öykü anlatma sanatı, sonucu önceden kestirmeye izin veren bir öyküleme merakı, merak avlamaya kalkmadan söyleyiveren bir anlatım, yapaylığa, zorlamaya düşmeden her şeyi olduğu gibi, gördüğü gibi yazma hüneri; işte bütün bunlar bir öykücüyü öykücü yapan şeyler değil de nedir. Grillparzer’in bir tragedya şairi olması öyküde zaman zaman başını kaldıran bir şiirselliğe yol açıyor. Hele başlangıçta Viyana’daki bayram betimlemesinde bu apaçık görülür.

Öyküde kahramanların hepsi canlıdır. Olayın başlangıcından sonuna kadar da canlılıklarını korurlar. Bir bakkal, bir sokak satıcısı, olayla uzaktan ilgili bir kişi bile öylesine canlıdır. Grillparzer elli küçük sayfada bir öykü anlatıyor.Olay Viyana’da geçiyor. Viyana şairin doğup büyüdüğü; sokak sokak, hatta ev ev tanıdığı kenttir. Karakterlerin başarıyla çizilmiş olması şairin hepsini iyi bilmesinden, tanınmasından ileri geliyor. Ama böyle olmasa da olurdu. Ç ünkü yazar yalnızca bir kişiyle ilgilidir. Bir olay elbette bir çevrede geçer ve yazar kesinlikle bu çevreden söz edecektir. Doğallıkla bu çevre de bir resim çıkartması gibi aslının tıpkısı olur, abartıdan, özentiden uzak kalırsa, o zaman öykü tadından yenmez.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir