Georges Dumezil – Mit ve Destan

Bir gün Georges Dumezil ıssız ada oyunu oynuyordu: “Issız bir adaya düştüğünüzü ve yanınıza sadece bir kitap alabileceğinizi varsaysak, kitaplarınızdan hangisini seçerdiniz? – Mit ve Destan’ın 1. cildini. Onun içinde her şey var!” Bu sahici anekdot Hint-Avrupa incelemeleri üstadının eseri içinde üçlemenin ilk cildinin tuttuğu ayrıcalıklı yeri yeterince gösteriyor. Hint-Avrupa Halklarının Destanlarında Üç İşlev İdeolojisi, çelişkili gözükse de, hem konuyla ilgili tüm bilgilerin derlendiği bir “antoloji” hem de giriş eseri niteliğindedir. Bir “antoloji”dir, çünkü Dumezil’in araştırmalarının ana eksenleri, başlıca izlekleri ve tercih ettiği alanları orada yer almaktadır. Bir giriştir: Bizzat Georges Dumezil bu hacimli kitabı “bir tür el kitabı” diye tanımlıyordu. Yine de bu “el kitabı” deyiminin anlamı konusunda yanılgıya düşmeyelim! Hiçbir şekilde didaktik bir ders kitabı söz konusu değildir; bir çalışmanın artık kemikleşmiş sonuçlarını ve bir yöntemin, dinozor iskeletini andıran ölü bir yapının katı ilkelerini genelleme ve soyutlama tarzında dondurup sertleştirecek kuru bir özet değildir bu. Bir el kitabı, öncelikle bir kitaptır, elde kolayca tutulabilecek, açılıp istendiği gibi karıştırılabilecek, bir yol veya yolculuk arkadaşı gibi yanında dolaştırılabilecek bir kitaptır. Didaktik bir bilimsel inceleme eserinin tam aksine, Mit ve Destan I (ve belli ölçülerde dizinin diğer ciltleri) terimin neredeyse turistik anlamında bir tür rehberi andırmakta, Dumezil evrenine yumuşak bir yaklaşımı, palamar bağlamadan iskeleye yanaşmayı simgelemektedir. Kalın kitaplar, koca koca laflar ve büyük isimler ve büyük, gizemli, dehşet verici başlıklar insanın gözünü korkutur: “Mit”, “ideoloji”, “işlevler”, “Hint-Avrupa”! Ama Rainer Maria Rilke’nin şu güzel ifadesini unutmayalım: “Hayatımızdaki ejderhaların hepsi, belki de bizi yakışıklı ve cesur insanlar olarak görmeyi bekleyen prenseslerdir sadece.” Ve ejderhalar iki biçimde ehlileştirilebilirler: Tanrıların veya savaşçı kahramanların 8 Mit ve Destan I yaptıkları gibi şiddet yolu ve kılıç zoruyla ya da azizlerin veya bağ(layı)cı tanrıların yaptıkları gibi tatlılık ve ayin atkısıyla. Evcilleştirmek, belki de işin sırrı burada! “Evcilleştir beni” diyor kitap. Zamana, oyalanmaya, sabra yeniden yer ver! Günümüzün aceleci, stresli okuru her şeyi hemen anlamak istiyor. Ama bilinmeyenler, sorular, binbir türlü engel, yürüyüşünü durduran, ilerlemesini yavaşlatan molozlar gibi dikiliveriyor birdenbire karşısına. Yeni olduğu kadar asla hafife alınamayacak bir çatışma söz konusu ve a priori eşitsiz olduğuna hiçbir kuşku bulunmayan mücadele, coşkulu yakışıklı prensin şevkini kırıp sonunda usandırıyor: Tadı kaçan okur, bir sayfayı daha çeviriyor, vazgeçiyor, bu huysuz ve dikkafalı kitabı rafta küflenmeye terk ediyor! Evcilleştirmeyi seçen kişi, aceleci insanın cerrahi sabırsızlığı yerine yavaşlığı ve sabrı geçirir: Bir diğer Georges, Georges Bernanos, “iyi bir ilaç olan sabır [ .


] başka birçok ilaçtan daha yumuşak, ama bir o kadar da daha güvenlidir!” diye yazar. Evcilleştirici acele etmez, yolu tıkayan kayanın üzerine her ne pahasına tırmanmaya uğraşmaz, sfenksin sorusuna anında cevap vermek zorunda hissetmez kendini: Soruyu havada, cevabı askıda bırakır, hiç durmadan yoluna devam eder, çözümün ilerdeki dönemeçlerden birinin ardında kendiliğinden ortaya çıkacağına güvenir. Anlaşılmaz cümleye, hatta paragrafa veya gizli kapaklı satırbaşına takılıp onunla uğraşacağına, ilerler: Bu noktada çözülmez bir muamma, kapkaranlık bir bilmece gibi gözüken şey, on veya on beş sayfa ileride aydınlanır; yeter ki bekleme bilgeliğini göstersin … Böyle med ve cezirlerden oluşan dalgalar halindeki okuma, yerini, kibirli ve uzun vadede cesaret kırıcı bir taarruz okumasına, deyim yerindeyse geri dönüşü olmayan bir saldırı okumasına bırakır. Geri dönülebilir bir zaman içinde yer almak, öyle bir zaman içinde yazılmak her kitabın hakkı olan bir ayrıcalıktır ve oyalanmayı destur edinmiş kişi o geri döndürülebilir zaman içinde istediği gibi geriye dönme olanağını bulur. İlk okumada her şeyi anlamayı ummak boşuna olsa da, yine de en azından belli bir anlam düzlemini yakalarız. Metinler, birer jeolojik kesit gibidirler; her ikisi de katman katman keşfedilir. Okuma katmanları vardır ve hiçbir zaman aynı kitabı iki kez okumayız; her yeni okuma bir öncekiyle zenginleşir ve biz asla iki kez aynı okur olmayız. Veya bir metin bir dokuma ise şayet, bir gün bir ipliği ertesi gün bir diğerini izleriz ve iç içe geçmiş bu ipliklerin hepsinin kesişme noktasında parça -textus- manasını ifşa eder. Kesişme, kavşak, karşılaşma! Bir gün, bir kitap! Verimli olan tek şey karşılaşmalardır ve kişisel tarihimiz de özünde bu karşılaşmaların, canlılarla, şeylerle, kimi zaman kitaplarla karşılaşmaların tarihinden başka bir şey değildir. Eğer 1958’de ücra bir taşra hypokhagne’ında* bilinen yolla­ * Ecole normale superieure’ün hazırlık sınıfı-(ç. n.) Giriş: Üç Varmış Üç Yokmuş … 9 rın dışına çıkmaya hiç de hevesli sayılamayacak bir antik tarih öğretmeni derste Roma’nın kökenlerini işlerken, Georges Dumezil’in o sıralarda henüz sapkın diye nitelenen kuramına da değinmemiş olsaydı, on yıl sonra Bonaparte Sokağı’ndaki kitapçının vitrininde duran yeni çıktığı belli kitap muhtemelen dikkatimi çekmezdi. Oysa ki bu kitap hayatımın sonraki yıllarında her kapıyı açtığına inanılan sihirli bir kelime, sürekli bir başvuru kaynağı, sadık bir arkadaş ve bir tür tılsım halini alacaktı: Mit ve Destan I. Dumezil, Mit, Destan! Bir yazar adı, bir kitap başlığı efsunlu bir etkiye sahiptir: Onlar, kılık değiştirmiş bir tür “abrakadabra”, sihirli bir formül, bir büyücü kelamıdır. Bir kitapla karşılaşma aslında bir randevudur, bir davete, bir çağrıya, bir arzuya verilen yanıttır.

Kağıttan yapılma nesneyi elimize aldığımız anda, lambanın karşısındaki Alaaddin gibi biz de büyünün tutsağı olmuşuzdur bile. Aslında okuyacaklarımızı asla rastlantı belirlemez: Okuduklarımız bizi seçer. Eser Mayıs ayında Çıkmıştı. Her şeyi ve bu arada kendimizi sorgulamayı coşkuyla, umutla, çoğunlukla namusluca, bazen de safça denediğimiz o gürültülü patırtılı günlerin kaynaşması, bereketi ve taşkınlığı içinde, birkaç yıldır en güzel kaygımı oluşturan Ortaçağ’ın epik dünyasına yönelik yeni bir yaklaşım arayışındaydım. Kitabı Haziran ayında satın aldım. Temmuz ayında okudum. Eylül ayında (eserin etkisi bulaşıcıydı!) Arthur’ün ve Kafkasya efsanelerinin çelik gibi güçlü ve fırtınalı kahramanı Batraz’ın ölümü üzerine makalemi hummalı bir biçimde yazıyordum. Birçok şeyin gözümden kaçtığına kuşku yoktu, ama ne önemi vardı ki bunun? Yapılması gereken iyilik yapılmıştı! Kırılmanın, benim “Vincennes aydınlanma”mın gerçekleşmesi için altı satır yeterli olmuştu. Bir kitap, bir hayat! Rastlantı mı? Bir işaret mi? Mayıs 1968’de, üç işlevin keşfinden tam otuz yıl sonra yayımlanan Mit ve Destan I Georges Dumezil’in eserinde bir kopma noktasına işaret eder. O “devrimci” dönemde, onunla birlikte sentez eserleri, toparlayıcı, açıklayıcı incelemeler, bir dizi bilanço kitabı devri açılır. Üç işlev sistemi 1938 yılının ilkbaharında gün yüzüne çıkmıştı: MÖ il. binyılın sonuna doğru belki de Rusya’nın güneyinde bir yerlerde bulunan bir bölgeden gelip, art arda merkezkaç dalgaları halinde Avrupa kıtasının büyük bölümünü istila edip kaplayan, İran üzerinden Hindistan sınırına kadar yayılan göçebe atlılar aşağı yukarı aynı dili konuşuyorlar ve hem kolaylık olsun diye hem de uyduğu için, tamamen simgesel bir adlandırmayla Hint-Avrupalılar denilen bu fatihler üç bölümlü bir dünya görüşünü paylaşıyorlardı. Bu görüşün içinde, büyüsel ve hukuksal egemenlik (birinci işlev), fiziksel ve esas olarak savaşçı güç (ikinci işlev), dingin ve bereketli zenginlik (üçüncü işlev) bir hiyerarşik düzen içinde eklemleniyordu. Yani bizim çok uzak atalarımız, Batı Ortaçağı’nın uzun süre yürekten 10 Mit ve Destan I bağlı kalacağı bir toplum anlayışını, en azından bir ideal olarak, besliyorlardı. Bu anlayışta rahipler, savaşçılar ve çiftçiler, hayvancılar-tarımcılar birbirlerinden farklı oldukları kabul edilerek ve belli bir hiyerarşi içinde ayırt ediliyorlardı.

Bu üç öğeli düşünce sistemi, bu tasnif edici zihinsel araç HintAvrupalıların ve onların mirasçılarının, Hintlilerin, İranlıların, İskitlerin, Yunanların, Romalıların, Keltlerin, Germenlerin evrenin tamamına bir düzen vermelerini sağladı. Bu üç işlevli ideoloji gökyüzü sakinlerini yerleştirip ritüellerin ve ruhban sınıfının zeminini oluşturmakla kalmadı, aynı zamanda insana ait hadiselerin, üretimlerin, söylemlerin hemen hemen tamamını da yapılandırdı. Bu üç kanatlı şemanın çok sayıda uygulamasının belirlenmesi, elli yıl boyunca Dumezil’in araştırmalarının ana eksenini oluşturdu. Kazı çalışmalarının en hatırı sayılır ve en anlamlı kalıntıları gün ışığına çıkardıkları saha ise, dinsel alan oldu. Bununla birlikte, Mit ve Destan I, II, III’ün oluşturdukları üç-kanatlı (triptik) eser ise, teolojik ve dinsel adetlerden çok, edebi adetlere, bellibaşlı Hint-Avrupa kavimlerinin ortak miraslarını, gerek üç işlev tablosunu gerekse ideolojinin diğer bölümlerini edebiyat alanında nasıl kullandıklarına hasredilmiştir. Çünkü bu üç işlev yapısı öncelikle bir tanrı yaratma mekanizması olarak gözükse de, birbirini izleyen keşifler bunun aynı zamanda harikulade bir hikaye üretme aracı da olabildiğini göstermiştir. Hikaye deyince, sadece mitleri değil din-dışı anlatıları, masalları, efsaneleri, destanları da işin içine katmak gerekir. Her şey bir yana, Dumezil üçlemesi bir masalsı anlatılar seçkisi, Hint-Avrupa Dünyasının Masalları ve Destanları derlemesi diye de okunabilir. Ancak Georges Dumezil bu masalları ve efsaneleri araştırıp ortaya çıkarmış bir bilgin ve tatlı dilli bir anlatıcı olmakla kalmayıp, gözümüzün önünde onların yorumunu, daha doğrusu sökümünü gerçekleştirmektedir: Usta ve büyüleyici bir mekanisyen olarak çarklarını teker teker ortaya çıkarmakta, bileşenlerini parça parça ayırmakta, imalat sırlarını sabırla kayda geçirmektedir. Filozofluktan uzak, insan zihninin mekanizmalarına meraklı bir zanaatkar olarak metinlerin doğuşlarını keşfederek -ve betimleyerek- eğlenir (ve onda “oyun” kavramı esastır): Yapı-söküm oyunu, Meccano oyunu, Lego oyunu! Özü itibariyle pratik ve somut olan, hem ayrı hem karşılaştırmalı “metin açıklaması” anlayışıyla, destan kahramanlarının ve senaryolarının dayandıkları mitsel şemaları, kahraman tiplerini kurgulamaya yarayan modelleri, tarih terzilerince kullanılan “patronlar”ı gün ışığına çıkarır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir