Georgiy K. Jukov – Kitle Savaşının Ustası Mareşal Jukov

Napoleon’dan beri, özel likle Batılı büyük kom utanlar, yaptı kları savaşlarda elde ettikleri tecrübelerin bil imsel sonuçlarını yazm ış; böylece strateji ve taktik d isipl ini g itgide zenginleşerek ve zaman zaman kendini yenil iyerek günümüze kadar gelmiştir. Atom silah ını getiren ikinci Dünya Savaşı’ndan bu yana geçen otuz yılı aşkın sürede, bu silah ın yıldırıcı etkisi ve dünyada meydana g elen büyük sosyo-ekonomik ve sosyo-politik gelişmelerin bir sonucu olarak, daha çok eskilerin « küçük savaş» ded ikleri, fakat «özel koşul lar altında m u harebe» demenin daha doğru olacağı türden askeri ve yarı askeri savaşlar görülmüştür. Kuşkusuz bunların yan ında Hint Yarımadası’nda cereyan eden savaşlar ve İsrai l-Arap Savaşları gibi çağdaş klasik savaşlar da olmuştur. Bu nedenl e, günümüzde, nükleer koşul lar altında savaş ve m u harebe kısmen önemini yitirmiş; bunun yerini İkinci Dünya Savaşı’nın dersleriyle özel koşul lar altında muharebe denemelerinin bir sentezinin yapılması yolundaki çal ı şmalar almıştır. özellikle bu faktör, ikinci Dünya Savaşı’na ait yazıların yeniden ele alınıp çeşitli baskı ve çeviri lerinin yapılmasına yol açmıştır. Nükleer koşullar altında savaş ve muharebe « kısmen» önemini yitirmiştir, diyoruz; çünkü nükleer savaş tehl ikesi tamamen ortadan kal kmamıştır. Çaresizlik, yan lış hesap gibi nedenlerle atom si lahlarının çoğalması ve yayı l ması faktörü, ulusların ve silahlı kuvvetlerin bu tür savaş için de hazırlıklı bulunmalarını zoru nlu kılmaktadır. 9 işte bu yüzdendir ki, İkinci Dünya Savaşı denemelerine yer veren yapıtlar günümüzde yeniden yayınlanmakta ve çok büyük bir ilgi görmektedi r. Mareşal J u kov’un anı ları daha önce Rusya’da bir cilt halinde yayınlanmış olmakla b irlikte, bu anı ların en önemli bazı bölümlerini çok geniş olarak yansıtan ve Batı dünyasında büyük bir ilgiyle karşı lanmış olan bu kitabın ülkemizde de yayınlanmasında yarar görülmüştür. Mareşal Jukov’u n bu kitabı, bir bakıma, General Guderian’ın BİR ASKERİN ANILARI {Baskan Yayınlan, Savaş Romanları Dizisi, N o: 19-20)’na bir karşılıktır. Bu kitabı okuyan lara, karşı tepenin ardından d urumun nası l göründüğünü göstermesi bakımından da ilginç buiunacağını san ıyoruz. öte yandan, 8ovyetler Birliği ve Rus.:çın il işkileri üzeri ne değerli i ncelemeleri bulunan ve bu kitabı n İngil izce baskısının yayımcısı HARRlSON E. SALISBURY’nin giriş yazıları ve dipnotları kitabın değerini büyük ölçüde artırmıştır.


Bu kitap, J ukov’ un ve çağdaşı Sovyet komutan ları nın tutum ve davranışları kadar, Rus askerinin savaş n iteli kleri, uygulanan bazı özel taktik ve stratejik i lkeler, karargah çalışma yöntemleri ve bun ların tümünden daha da önemli olarak askerler ve askeri meseleler üz€rindeki çok k atı pol itik kontrol hakkında da ilginç ayrıntıları gözümüzün önüne sermektedir. Mareşa!’in, bu kitaptan önce yayınlanan ve ANILAR ve DOŞONCE.LER başlığı altında Rusça’dan d ilimize çevrilen an ılarda, bu kitapta verilen bazı kısımların tekrarlandığı görülmektedir. Fakat bu iki eserin R usya’da ayrı dönem!er10 de hazırlanmış ve ayrı sansürlerden geçmiş olması ve nihayet b izim kitabımıza esas teşkil eden b ireysel yazıların çoğunun daha önce yazılmış olmaları nedeniyle a radaki i l işki, bazı olayların her iki kitapta da ayrı sözlerle ifadesi nden başka bir şey değildir. Kaldı ki, kitabımızın başlıca özel liği, Jukov’un kilit rolü oynadığı beş büyük muharebenin ayrıntılı olarak i ncelenmesidir. H. E. Salisbu ry’nin giriş yazısında M areşal J ukov, kitle savaşı sanatının en büyük ustası olarak tanıtılmaktadı r. Ama, bu yargı tartışılabilir. Kanımızca, bir komutanın askerini, gözünü kırpmadan ve daha başka seçenekler düşünmeden dalgalar halinde ölüme sürmesi, ilerde örnekleriyle görüleceği üzere, aşırı ölçülerin tutsağı olm ası; özel li kle çağımızda kesinl ikle kabul edilemez. Berl in taarruzu sırasında Jukov’ un verdiği iddia ed ilen bazı emirler -eğer gerçekse- insancıl olmaktan uzaktır. Jukov’un assubay ve erlere bir dereceye kadar i nsaflı davrandığı; buna karşılık subaylara ve hele general l ere karşı davranışlarında ise tümüyle acımasız olduğu d iğer bazı yayınlar gibi bu kitapta da görülmektedir. H. E. Salisbury’nin bel i rttiği bir gözlem özellikle d ikkati çekmektedi r: Savaştan sonraki bir görüşme sırası nda Eisenhower, J ukov’a; Rus askerinin bir mayın tarlasından nasıl geçtiğini sorm uştur. Jukov’un cevabı ise tüyler ü rperticidir: «Bir mayın tarlasına geldiğimiz zaman piyadem iz, bu mayın tarlası yokmuş gibi saldırısına devam eder.

i nsanlara karşı konulan m ayınl ardan vereceğimiz kayıpların, normal savunmada m akinel itüfek ve topçu ateşleriyle vereceğimiz ka., yıplara eşit olduğunuzu varsayarız . ,, (1 ). Ju kov’ un amansız rakibi Koniyef’in, aşırı sert11 liğine rağmen daha düşünceli ve daha çok okuyan biri olduğu kabul edilmektedir. Kendi subaylarına karşı oldukça i nsaflı, fakat düşmanına karşı barbarca denilebilecek derecede acımasızdı. Dinyepr Muharebeleri sırasında Koniyef’ in birlikleri birkaç Alman tümenini kuşatmış ve tamamen çember içine almışlardı. Koniyef, Almanlar’dan derhal teslim olmalarını istedi ve ret karşılığını alınca da Kazaklar’ına saldırı emrini verdi. Koniyef, 1944 yılında Moskova’da Yugoslav Askeri Misyonu Başkanı olan Milovan Djil as’a bu olayla ilgili olarak şunları söylemiştir: «Kazaklar’a, dilediklerince Alman kesmeleri için izin verdik. Onlar da, teslim olmak için yukarı kaldırı lan elleri bile kılıçlarıyla uçurdular!.» (2). Anılarının bi r yerinde Jukov; Moskova Meydan Muharebesi sonunda, Almanlar’ın uğradıkları başarısızlıkların Japonya ve Türkiye’deki reaksiyoner (gerici) çevrelerin akıllarını başlarına getirdiği ve bu çevreleri, o tarihten sonra daha tedbirli bir politika i zlemeye zorladığını yazmaktadır. O günl eri hatırlayanların da bildikleri gibi, Türkiye hesabına böyle bir olasıl ık söz konusu değildir. Rus-Alman Savaşı başladıktan üç gün sonra Moskova Büyükelçimiz AKTAY, Sovyet Dışişteri’ne sunduğu bir nota ile Türkiye’nin bu savaşta tarafsız kalacağına dair kararını bildirmiştir (3). Rusya, 13 Ağustos 1941 günü İngiltere ile birlikte Hükümetimiz’e de verdiği notada, Montreux Antlaşması ‘na bağlıl ığını te’yid etmiş; bu alanda asla saldırgan bir niyeti ve herhangi bir isteği bul unmadığını bildirmiştir. 19 Ocak 1941 tarihinde, yani Moskova Muharebesi Ruslar’ın lehine döndükten sonra da Sovyet Hükümeti, yine aynı görüşü (•adeta bir şükran nişanesi olan tak12 dirkar ifadelerle» Ankara Büyükelçisi vasıtasıyla Hükümetimiz’e bildirmiştir (3).

1942 Şubatı’nda Stalin’in Türkiye’ye karşı güven ve d ostluk gösterdiği; hatta, o sıralar Moskova’ya gelen Eden’e, Oniki Adalar’ın Türkiye’ye iadesinden bile söz ettiği; 1941 ve 1942 yıllarında Türkiye’den kendi yanlarında savaşa girmesini doğrudan istemedikleri yollu belgesel bilgiler vardır (3). 1942 Ağustosu’nda Moskova’ya giden yeni Büyükelçi AÇIKALIN’ın Sovyet liderleriyle görüşmeleri ve Ankara’daki Sovyet Büyükelçisi Vinogradof ile Dışişlerimiz arasındaki görüşmelerden, Sovyetler’in o tarihlerdeki Türk dış politikasından şikayetçi olmadıkları; iki tarafın da karşılıklı dostluğa önem verdikleri, ancak ilişkilerin doğal olarak bir durgunluk ve bekleme döneminde bulunduğu anlaşılmaktadır (3). Taktik ve stratejik gözlemlere geHnce : Jukov’un anılarında, savunma açısından çr karılacak en önemli ders, savunmanın saldırgan bir biçimde yapı lması oranı nda başarılı olduCu; her komutanın savunma sırasında uygun fırsatları değerlendirerek taarruz eden düşmanın yan ve gerilerine vurucu taarruzlar yöneltn mesinin taşıdığı hayati önem; bu hususta normal kuwetlere ek olarak geril la kuwetlerinden de yararlanılması gibi, zaten bilinen ilkelerdir. Bununla beraber, coğrafi olanakları her zaman için kendi çıkarlarına kulanan Ruslar’ın, savunma mevzi sisteml erini 160, 240, hatta 280 kilometreyi bulan derinliklerde hazırlamak, hava d esteği ve zırhlı birlik olanaklarının sağladığı derecede oynak biçimde sürdürme ilkesine bağlı kaldıkları görülmektedir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir