Giovanni Papini – Gog (1-2)

Gog’u nerede tanıdığımı söylemeye utanıyorum: Tımarhanede! Oraya sık sık, bir Dalmaçyalı şairi görmeye giderdim. Bir hayale karşı duyduğu ümitsiz aşk, şairi paranoyaya düşürmüştü. Sevgilisi film yıldızıydı ve kendisine beyazperde dışında gülümsemiş değildi. Şair çoğu zaman sakin olduğu için, bu paralı deliler pansiyonunun müdiirii -boy bakımından cüce, şişmanlıkta dev- onunla bahçede konuşmamıza izin verdi. Bahçenin şurasına burasına, kestane ve sedir ağaçlarının gölgelerine, kahvelerdeki gibi yuvarlak, demiı masalar, İskemleler serpilmişti. Beyazlar giyinmiş solgun hastabakıcılar, aldırış etmez görünerek dolaşırlardı. Çok sıcak bir gün, şairle konuşurken bir hasta masamıza yaklaştı. Açık yeşil giyinmiş, ellilik, bir acayip mahluktu. İri yarı, biçimsiz. Kafasında tek kıl yoktu: Ne saç, ne kaş, ne bıyık, ne de sakal. Kırmızı kabarcıklarla dolu çıplak deriden bir soğan başı. Koyu tenli, neredeyse mor, pek geniş bir surat. Gözlerinden biri kül rengimsi giizel bir mavi, öteki sarı çizgili ve hemen hemen yeşil görünüyor. Çene kemikleri dört köşe ve güçliiydü, etli fakat soluk dudakları tamamen madeni, altın bir tebessüme açılıyordu. Şairi, tek kelime söylemeden selamladı, yanımıza oturdu.


Ağzım açmadı, ama sözlerimizi büyük bir dikkatle dinliyor gibiydi. Sonradan, dostumdan, bu adamın Gog olduğunu öğrendim. Asıl adı, Goggins’miş. Ama küçüklüğünden beri onu hep Gog diye çağırırlarmış. Bu kısaltma Kutsal Kitaptaki Magog Kralı Gog’u hatırlatıp kendisine efsanelere özgü bir hal ı/erdiğinden hoşuna gitmişti. Havai adalarından birinde doğmuştu. Anası bir yerli kadındı, babasını kimse tanımıyordu. Ama beyaz ırktan olduğu kesindi. On altı yaşına basınca bir Amerikan gemisine miço olarak binmiş, San Fransisko’da karaya çıkmış, Kaliforniya’da, ötede beride, bin bir macera içinde yaşamıştı. Üç beş yıl geçince, kim bilir nereden ve nasıl birkaç bin dolar edinip Şikago’ya gitmişti. Herhalde bir iş dehası vardı ya da şeytana taş çıkartacak kadar kurnazdı ki, kısa sürede, Ohio için dahi, para bakımından pek büyük bir “değer” olmuştu. Savaş sonunda Birleşik Amerika’nın, yani dünyanın, en zenginlerinden biri olmuştu. 1920 yılında pek fazla kayba uğramadan işten çekildi, milyonlarını bütün dünya bankalarına gelişigüzel yatırdı. – Şimdiye kadar, diyordu, paranın kölesiydim, bugünden tezi yok o benim uşağım olsun. Benim durumumdaki-lerin yaptıkları gibi, bir şeyler öğrenmek ve bayatın tadını çıkartmak için, bunaklık çağına düşmeyi beklemeyeceğim.

Ve Gog, o günden sonra, yeni bir hayata girdi: Hummalı araştırmalar, kıtalar arasında dolaşmalar, beklenmedik olaylar, çtlgmltk ve kaçmalar içinde bir hayat. He karısı, ne de çocuğu vardı. Ama sokulganlar, çanak yalayıcılar, dalkavuklar ve suç ortakları eksik değildi. Emrinde imparatorlara yaraşır bir servet bulunan bu endişeli yarı vahşinin, kabalığından, sertliğinden bir şey kaybetmemiş, yamyambr soyundan gelen bu adamın kişiliğinde en büyük tehlikeler toplanmıştı! Tam bir cahil olduğu halde, çürümüş bir kültürün uyuşturucu maddelerinin incelikleriyle beslenmek istedi. O güne kadar yerinden hemen hemen kıpırdanmamış olan bu adam, kendinin gerçek bir vatanı yokken, bütün vatanları görüp tanımak, hayvan yaradılışına, davranışına karşın zamanımızın zevk ve eğlencelerinin her türlüsünü tatmak istedi. öyle sanıyorum ki. bütün bu dizginsiz harcanmalar içinde, en aşırı ideolojileri en kötü taraflarından kavrama yeteneği edinmiş, aynı zamanda kökten barbarlığını güçlendirmişti. Aklı bazen en taşkın yenilikleri aşabiliyordu, fakat ruhu doğuşundakinden daha zalim, daha kurak olmuştu. Milyarları, kanunlara uyarak toplamasına yardım eden içgüdüsel zekâsını şimdi, her türlü nadir şey ve şehvet peşinde, en akla gelmez istekleri, en iğrenç hevesleri yerine getirmek yolunda kullanıyordu. Böyle geçen yedi yıllık bir hayat sağlığının ve servetinin dörtte üçüne mal oldu. 1928’den beri, hep endişeli, sabırsız, zaman zaman da değişiklik, yenilik çılgınlıkları geçirerek, sanatoryum sanatoryum dolaşmaktadır. Doktorlar yağlı müşteriyi alıkoymak için boşuna uğraşmışlardı. Hiçbir akıl doktoru hastalığına ad koyamadı: Biri psikoastenik sendromdan dem vurdu, öteki kişilikte ikileşmeden ve bir başkası ahlak ihlalinden; çoğu o kadar değişik ve karışık hastalıklardan söz ediyorlardı ki, ancak uydurma tedaviler ve körlemeden kürler veriyorlardı. Gog, bu senatoryumlar-dan birinde üç, dört ay geçirdi mi bir başkasına -bir sahicisine ve benzersizine- nakledilmek istiyor, o kadar hiddetleniyordu ki. dediğini yapmaktan başka çare bulunamıyordu.

Kendisini tanıdığımda oraya geleli daha pek az olmuştu. Ve ne zaman benim şairi görmeye gitsem Gog’u da buluyordum. Benimle görüşmeye başladı, macerasını biraz ondan biraz da doktorlardan öğrendim. Tuhaf konuşurdu: Paradoksal ama çoğunlukla zeki bir nutuk verirken bayağıdan da beter, hayvanca çıkışlara geçiriverdi. Bununla birlikte benimle bulunmaktan hoşlanırdı. Bende delileri ve çırpınan hastaları yatıştırma Özelliği vardır. Her zamankinden fazlaca konuştuğumuz bir gün odasına çıktı -tek başına sanatoryumun parkında bir köşkte otururdu- ve bana yeşil bir ipek zarf getirdi: – Son ihraçtan, dedi, kurtarabildiğim şu sayfaları okuyunuz. İçlerinde ihtiyar Gog’dan birkaç parça kalıntı var. Artık benim için bir tek güneşten fazlasının doğduğu giin geldi ve gecenin hırtı ve pırtılarını size en biiyük indirenle bırakıyorum. İpek zarfın içinde, acemi ve kaba bir çocuk yazısıyla ye-fil mürekkeple yazılı büyücek bir paket vardı. Hepsini, bazen tiksinerek, bazen dehşetle, fakat itiraf ederim daima büyük bir merakla okudum. Bunlar günü gününe tutulmuş notlardan ayrılmış patçalar, anı kırıntılarıydı. Gelişigüzel, belirsiz tarihlerde, besit, kolay soki’diir bir İngilizceyle yazılmıştı. Delilerin köşküne, aradan bir hayli gün geçtikten so*tra gidebilmiştim. Yazılarını geri vermek için Gog’u sordum.

Miithiş bir bunalım geçirip gittiğini söylediler. Benim için hiçbir haber bırakmamış. Yeni gittiği sanatoryuma yazdım, bir cevap alamadım. Aradan yıllar geçti: Gog yaşıyor mu, öldü mü, bilmiyorum. Herhalde bu anılan bana bırakmak istemiş olacaktı; fikirlerini sorduğum dostları da böyle düşünüyorlardı. Bunun üzerine, pek iğrenç beş, altısı dışında, çevirip bastırmaya karar verdim. Görüleceği gibi, bu bir ant kitabı değildir. Ne de bir sanat eseri! öyle sanıyorum ki, bu garip ve hastalıklı, belki korkunç ama yüzyılımız insanını incelemek için oldukça değerli bir belgedir. Onun için notları, başka bir niyetle değil yalnızca belge olarak yayımlıyorum ve umarım ki, bazı kimseler iyice düşündükten sonra bu *emniyeti suiistimal” edişimin yararlı olduğunu kabul edeceklerdir. Gog’un karşılaştığı kimselerin duygularını, düşüncelerini benimsemediğimi eklemeye gerek yok sanırım. “Gerçek”‘e dönüşümden beri yeniden hayat bulan bütün varlığımla Gog’un düşüncelerinden, dediklerinden, yaptıklarından nefret ediyorum. Kitaplarımı, özellikle sonuncuları okuyan herkes Gog ile aramızda hiçbir ilgi olamayacağını fark edeceklerdir. Ancak bu köpeksi, sadık, manyak, müba-hığaa yan vahşide -bence- sahte, hayvanca kozmopolit uygarlığımızın bir tiir simgesini gördüm ve eski Ispartalıla’t, çocuklarına körkütük, iğrenç bir sarhoş köleyi göstermeye yönelten amacın tıpkısıyla onu okuyucularıma sergiliyorum. Şüphesiz, bugün Gog’a benzeyen birçok kimse var. Fakat Gog bence çok öğretici ve aydınlatıcı bir örnektir.

İki sebepten: Birincisi, benzerlerinin sadece rüyalarında düşünebilecekleri saçma ve canice delilikleri serveti sayesinde bir cezaya çarpılmadan yapabilmesi: İkincisi, başkalarının kendi kendilerine bile itirafa cesaret edemeyecekleri en isyan ettirici düşünceleri ilkel yaratık içtenliğiyle utanmadan açıklayabilmesidir. Gog, tek kelimeyle bir canavardır ve bu bakımdan bazı modern akımları abartılı bir biçimde yansıtıyor. Ancak bu abartı, onun günlük notlarım yayımlamakla, benim güttüğüm amaca hizmet ediyor; çünkü, gülünç şekilde büyütülmüş olaylarda, içinde bulunduğumuz uygarlığın gizli hastalıkları daha kolay görülmektedir. Beni okuyanlara yararlı olacağım sanmasaydım, bu yazıları yaytmlamazdtm. Nihayet şunu da haber vereyim ki, Gog’un acele ve çıplak yazılarım, kendimden bir şey ekleyip çıkartmadan, düzeltip güzelleştirmeden olduğu gibi çevirdim. Bu kitap, bir üslup örneği değilse suç bende değildir. Bölümlerin birbiri ardına koıtuluş sırası da tabinin ve yakıştırmayladır, hemen hepsi yanlıştır. Başka türlü yapamadım. Gog, çoğu kez yerini, gününü ve ayım not ediyordu ama yılını değil. Ben de varsayıma dayanan bir kronolojiyle yetinmek zorunda kaldım. Bu da, Gog’un hastalığım hepimizin yaran için ortaya koymak yolundaki büyük iyiliğin yanında pek önemli sayılamaz. Giovanni Papini EDEBİYATIN ŞAHESERLERİ Kiiba, 7 Kasım Bazı amaçlarla, kolej profesörlerinin “edebiyatın şaheserle* ri* dedikleri şeyleri bilmek isliyordum. Bu konuda yetkili olduğuna güvence verdikleri diplomalı bir kitapçıya, kısa bir liste hazırlayıp en iyi baskılardan atıp göndermesi emrini verdim. Bu hâzineleri elde eder etmez kapandım, yataktan dışarı çıkmadım. Önce şaşırdım ve öyle geldi ki, böylesine saçmalar gerçekten insan zekâsının yüksek ürünleri olamaz.

Anlayamadıklarım bana yararsız geliyordu; anladıklarım canımı sıkıyor, hoşuma gitmiyordu. Bir sürü saçma, usanç veren şeyler, bazen anlamsız ya da tiksindirici öyle hikâyeler ki, gerçek olduğu zamanlar bana inanılmaz, uydurulmuşsa aptalca geliyordu. Önlü bir üniversite profesörüne yazarak listenin yanlış olup olmadığını sordum. Doğru, diye cevap verdi, ben de boynumu büktüm. Bütün bu kitapları, daha ilk sayfalarından beri dayanılmaz üç dördü dışında, okumak gücünü kendimde buldum. İhtiyar bîr kadının kaçırılması üzerine kahramanlar adı verilen sürülerin bir kasabanın kale duvarları dibinde on yıl boyunca birbirlerinin bağırsaklarını deşmeleri; ölüleri ve dirileri kötülemek amacıyla bir dirinin ölüler çukurunda yolculuğu; bir sıska deli ve bir şişko delinin dayak peşinde diyar diyar dolaşmaları; bir kadtn yüzünden aklını kaçıran bir savaşçının ormanları!;) ağaçları köklerinden sökerek eğlenmesi; öldürülen bahasının intikamını almak için kendisini seven bir genç kız ile bir sürü adamı öldürten bir alçak; utanılacak şeyleri göstermek İçin evlerin damlarını açan bir topal şeytan; cüceler arasında dev, devler arasında bücür, her gittiği yerde rahatsızlık veren ve gülünç olan bir orta boylu adamın maceraları; komik birtakım belalara uğradıktan sonra bu dünyadan daha iyisi olamayacağını ileri siiren bir aptalın masalı; şeytan çarpmış bir üstadın, hizmetindeki üstat şeytan yüzünden uğradığı felaketler; canı sıkılıp kocasını aldatan ve nihayet kendisini zehirleyen taşralı bir kadının sıkıcı hikâyesi; yanında bir kartalla bir yılan bulunan bir peygamberin geveze ve anlaşılmaz çıkışmaları; fakir ve hummalar içinde bîr delikanlının ihtiyar bir kadını öldürüşü, sonra da, enayi, çaldıklarından yararlanamıyor ve gidip polise teslim oluyor. Hiç karışmamış aklımla, bu derece yükseltilmiş edebiyatın henüz Taş DcvrPndc olduğu yargısına vardım ve umutsuz bir düş kırıklığına kapıldım. Bir şiir uzmanı tuttum. Beni, bu eserlerin değerlerinin üsluplarında, biçimlerinde, dillerinde, betimleme ve düşüncelerinde olduğunu, öğrenim görmüş bir kimsenin onlardan pek büyük zevk duyabileceğine inandırmaya çalıştı. Kendisine, hemen bütün kitapları çevirilerinden okumak zorunda kaldığım için, anlatım ve biçimlerinin bana vız geldiğini, içindekilere gelince -gerçekten de öyle- eskimiş, anlamsız, saçma ve çılgınca şeyler olduğu cevabını verdim. Danışma yüz dolara mal oldu, bir yarar da elde edemedim. Bereket, bu eski eserler üzerine yargılarımı doğrulayan birkaç genç yazar tanıdım; bana okumak üzere kendi kitaplarını verdiler, onların bir hayli bulanık saçmaları içinde zevklerime daha uygun parçalar buldum. Bununla birlikte, içimde, edebiyatın kesin gelişmeler gösterebileceği konusunda bir şüphe kaldı: Büyük olasılıkla bir yüzyıla kalmaz, bu kadar geri ve az verimli bîr endüstriye kendini verecek kimse kalmayacaktır. MUStKİ Netv Parihena», 26 Nisan Güzel sanatları koruduğum Öğrenilince MakedonyalI bir tıesteci geldi. Tepesinde kırmızı, karmakarışık saçları, üç köşe bir suratı vardı.

Bir dev. Isırgan yeşili pardösüsü dizkapakları-na ancak geliyordu: – Ne yapmasını bilirsiniz? – Ben yeni bir musiki buldum: Aletsiz musiki. Eski musiki bağırsakları inletmekten, maden boruları üflemekten, ölmüş eşek derilerini tokmaklamaktan başka bir şey bilmiyor. Ses meydana gecrmek İçin yapay araçlardan kendimi kurtardım, hiç beklenmedik etkiler veren, artık modası geçmiş bir sanat kolunda dcvıim başlangıcı olacak doğa! sesler için bir senfoni yazdım. – Senfoninizin adı ne? – Kuyrukluyıldızların atlıkarıncası! – Ne zaman dinleyebilirim?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir