H. B. Paksoy – Alpamış Destanı

Bu eser başka vakalarda da var olabilecek bir örneği tek bir vakada ayrıntıları ile incelemektedir. Hatırda tutmamız gereken husus ise, burada söz edilen insan topluluğunun Sovyetler Birliği’nin beşte birini teşkil ettiği ve hızla çoğalarak Asya kıtasının büyük bir bölümüne yayıldığıdır. Daha sonraki sayfalarda tasvir edilecek Sovyetler Birliği’nin Rus olmayan başka milletlerinde de cereyan etmiş olabilir. Bu yüzden, bu eser Orta Asya – Rusya ilişkilerine odaklanmakla beraber, aynı zamanda Sovyetler’in öteki milletlere karşı yürüttükleri politikaları inceleyen bir araştırma örneği de oluşturur. Alpamış’a karşı uygulanmış olan tarih ve edebiyat politikalarının daha önce, özellikle de SSCB ile sınırdaş, gelişmekte olan, muhtelif ülkelere de uygulandığına dair kuvvetli deliller mevcuttur. Yazarın dileği konu ile ilgilenenlerin bu araştırmanın ortaya koyduğu soruların peşini bırakmamalarıdır. Bu araştırma Orta Asya ve Sovyet araştırmaları haricinde muhtelif başka ilim dallarına da katkıda bulunabilir. Konunun gelişimi sırasında var olmayan “alan” ve ilim dallarını yapay biçimde ayırmak ile eksiksiz bir kavrayışa erişmek mümkün değildir. Sovyet sansürünün dayattığı kısıtlamalar ile malzeme koleksiyonlarını ve basılı eserleri denetleyen bürokrasiler göz önüne alındığında belgelemenin eksiksiz olmayacağı açıktır. Ek bilgileri daha sonraki araştırmaların gün ışığına çıkaracağı öngörülmektedir. Bu yüzden de burada muazzam bir ‘yeni keşifleri beklemek için durup kendini zapt etme’ duygusu vardır. Eğer öteki sebepler arasında, yorumlanıp eleştirilmek üzere akademik camiaya dağıtmış olduğum müsvedde sayısına işaretle, baskıya geçmem için ısrarla peşimde olan dost ve meslektaşlarımın sürekli uyarıları olmasa, ben de neredeyse bu duyguya yenilecektim. Şimdi ise karışık duygularla baskıya gidiyorum çünkü bu metin tamamlanışından sonra Alpamış’ın bir Almanca çevirisi (GDR basımı) yayımlanmıştır. Bu GDR yayını, asıl metin yerine daha önceki bir Rusça çeviriden tercüme edilmiştir. Ayrıca, Orta Asya’da Alpamış’ın en az bir hatta belki iki baskısının daha satışa sunulduğu ortaya çıkmıştır.


11 BÖLÜM I. Alpamış ve Türk Destan Türü Alpamış bir Türk destanıdır – edebi-sözlü tarihtir – ve Orta Asya Türk sözlü edebiyatının başlıca öneklerindendir. Sahiplerinin ve yaratıcılarının etnik kimlik, tarih, gelenekler ve değer düzenlerinin en önemli kaynağıdır. Çoğunlukla şiir şeklinde olan Alpamış destanı Doğu Altaylar’dan Batı Urallar’a ve güneyde Türkistan’a kadarki alanda bilinir ve anlatılır. Türk toplumlarinin özgürlük uğraşlarının anısını kutlar. Destanın derlenmesine neden olan olaylarin çok eski bir döneme ait olduğunu düşünmek güç degildir; bazı basılı şekilleri bu mücadelelerin zalim Kalmaklar’a karşı sürdürüldüğünü anlatır—bunun daha sonraki üst yazımlardan kaynaklanması olasıdır. Destanın Boz Atlı Bamsı Beyrek’in Hikâyesi adını taşıyan belli başlı değişkenlerinden biri Dede Korkut Kitabı’nın bir kısmını oluşturur ve Azerbaycan ile Anadolu’da bilinir. Alpamış Orta Asya’nın her yerinde paylaşılan bir destandır ve onu bilmek kimliğin ve millî gururun ayrılmaz bir parçasıdır. Bu destanı bilmemek ayıp sayılır. Orta Asyalılar’ın bu destana yönelik Sovyet saldırısı karşısında onu koruma uğraşı elinizdeki bu kitabın temel odağıdır. Saldırılar ve Alpamış Destanı’nı koruma çabaları iki “bölüm” e ayrılabilir – birincisi Orta Asyalılar Rus işgaline ve ardından gelen Ruslaştırma çabalarına Hıristiyan misyonerlik faaliyetlerine, “dil reformu”na, sınır düzeltmesi ve özel kanunî sınıflandırmalar ve daha sonra Orta Asyalılar için özel “milletler” yaratılmasına, destanı kâğıda kaydederek ve geniş şekilde yayımlayarak tepki göstermişlerdir. İkinci “aşama”da ise, destanın içeriği, tarihi veya “kökeni” değiştirilmiştir. Bu iki “aşama” peş peşe gelmez ve zamandizinsel açıdan belirli değildir. 1930’lar ve 1940’lar civarında örtüşürler. 1980’lerde beliren, destanı kendi geleneklerine yaraşır şekilde yeniden diriltme ise Rus saldırısına verilen en yeni cevaptır.

Alpamış destanı üzerinden yürütülen çekişmeyi derinliğine incelemek ise sadece tek bir tarihî ve edebî anıtı ele alınış tarzını incelemekten ibaret değildir: bu, Orta Asya’daki Sovyet siyasetini ve Orta Asyalının kimlik ve değerlerini korumakta gösterdiği direnci temsil eder. Alpamış olgusu, Orta Asya’daki hem emperyal hem Sovyet Rus egemenliğinin belgelenebilir ve temsili bir örneğidir. Başka olgularla birlikte destanlarda kimlik araştırması siyasî ve askerî anlamları da içerir. Akademik tarihçi ve siyasi aktör Z.V. Togan’ın Bolşevik 12 ihtilali esnasında belirttiği gibi, bu her zaman, ufak Rus olmayan milletleri biyolojik ve kültürel anlamda soğurmaya ve yutmaya yönelik bir Rus taktiği olmuştur. “Halkların dostluğu”, Sovyetler Birliği halklarının “yakınlaşması” ya da “kaynaşması” sloganları arkasında faal olan Rus milliyetçiliğidir. Ruslar Orta Asyalıları yutma amacına ancak onların kendi tarihleriyle bağlarını kopararak ulaşabilir. Rusların Orta Asyalıları yutma ve özümseme çabalarına pek çok Batılı grup bilmeden yardımcı olmuştur. Bunun sebebi Batılıların Rusya’nın kendinde vehmettiği “medeniyet götürme görevi”ni ve Orta Asyalıya isnat ettiği bayağılığı eleştirisiz kabulüdür. Batı’nın normal şartlarda Sovyet ekonomik icraatını değerlendirirken uyguladığı eleştiri standartları, ilmî araştırmanın bu alanında her zaman uygulanmaz. Orta Asyalıların matbuatta ve kendi lisanlarında dile getirdikleri direniş, dış memleketlerde – Sovyetleri eleştirme âdetinde olanlar arasında bile – tuhaf bir şekilde husumetle karşılanmıştır; sebep belki Sovyet bürokrasisini gücendirme endişesidir. Büyük kitlelerin paylaştığı bu destanı yok etme ve kurtarma çekişmesini sunmak için bu eser Alpamış’ın devrim öncesi basılmış bir nadir örneği ile ötekilerin özetlerini de içerir. Tartışmanın başlangıcında destan türünün kendisi ve Orta Asya tarihindeki amacı ele alınacaktır. DESTAN TÜRÜ Orta Asyalılar için sözlü kayıt, özellikle destanlar, kimliğin ayrılmaz bir parçası, tarihî hafıza ve tarihî kayıtın kendisidir.

Orta Asya sözlü geleneği Milat’tan eskidir. Sayısız kuşaklarca aktarılarak korunmuştur. Her zaman olduğu gibi Orta Asyalılara kültürel ya da siyasî açıdan tahakküm çabalarına direncin son savunma çizgisidir. Ele alınan konu öncelikle Orta Asya’nın Türk dilleri konuşan toplulukları, destanların tarih, kültür ve siyasetteki rolleridir. Böylece bu eserde destanın incelenmesi belirtilen alanlarla sınırlıdır. Ayrıca, bu eserin amacı, daha önce derinlemesine incelenmiş olan, geniş ve karmaşık destansıepik geleneği tartışmak veya destanların sadece edebî yönlerini araştırmak değildir. Bu eserde Orta Asya destanları, örneğin gazavatname, fetihname gibi çoğunluğu 15. Yüzyılda ortaya çıkıp yayılan İslamî menakıbdan ayrı tutulmuştur. Orta Asya’da “ataların serüven ve kimliklerini kutlama” geleneği Türk lehçelerine daha sonra ödünç alınarak girmiş olan destan kelimesinin kullanımından daha eskidir. Örneğin Kül Tegin yazıtlarında (M.S. 732) Bilge Kağan “Bu 13 sabımın adgutı asıd, qatıgdı tınla!” (“Sözlerimi iyi ve katı işit!”) der.1 Bir üç yüz sene kadar sonra (1070’te) Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lûgat-it Türk’te âkil adamlarca korunup o güne taşınmış atasözleri, tembih ve iletiler için saw (sab, sav) sözünü kullanır.2Kaşgarlı Mahmut’tan takriben bir yüzyıl sonra Ahmet Yesevî (ö.1167) şöyle yazar: “Bilginler benim ferasetime kulak versinler/ Sözüme destan muamelesi yaparak muratlarına ersinler.

”3 Önemli hadiseleri hatırlamak için onları şiire ya da şarkıya dökme âdeti yeni değildir. Aslında Orta Asyalıların hayatında her mühim olayın kendine has bir “kutlayıcı” şarkısı vardı. Suyuncu bir alpin doğumunu4 ya da bir kişi veya oymağın zorluklardan kurtuluşu gibi iyi haberleri müjdelerdi. Yar-yar düğünlerde terennüm edilirdi. Bu sadece gelinle damadın birleşmesini kutlamakla kalmaz, düğün töreninde başlayan yeni anlaşmalara da işaret ederdi. Bir alp savaşa giderken ‘koştau’ okunur, alp’in ölümünü ise ‘estirtü’ ilan ederdi. ‘Yogtau’ ‘yuğ aşı’nda, yani alp gömüldükten sonra anısına tertiplenen cenaze yemeğinde, ölümünden duyulan elemi ifade için söylenirdi. Batırlık jiri’ndeki gibi (jir, destanin Türkçesidir) ve bütün ögeleri bünyesinde barındırır. Yine de, çoğu halde alp’in yaşadığı zorluklar ve sonundaki zaferi sadece alp’in adıyla anılır. Oğuz Han, Manas, Köroğlu, Kırk Kız bunun örnekleridir. Bunun dışında batır ya da alp kelimesi, onurlandırılmak istenen kişinin adına eklenir; örnegin Kambar Batır, Çora Batır, Alp Er Tunga gibi. Yine de, Orta Asya’nın birçok yerinde bugün dahi yaygın şekilde jir ve kökçö kullanılmasına rağmen, bu eserin tamamında ikincil kaynaklardaki kullanıma uygun olarak destan sözcüğü kullanılmıştır. Önceleri jir ve onu teşkil eden kısımlarında bir alp’in başarı ve özellikleri kutlanırdı. Bu kişiler nadir özelliklere sahip olduklarından, anlatımda bunların tabiat olaylarına benzetilmesi kaçınılmazdı. Böylece bir alp şimşek gibi koşar, saçları güneş gibi parlaktır, bedeni en dinç çaginda güçlü bir ağaç gibi kavîdir, yumruğu yıldırımdan güçlüdür.

Böyle tabiat imgeleri, M.S. 8. Yüzyılda İslam’ın gelişinden önce Orta Asya Türkleri arasında yaygın olan şamanizm ya da Tengri inançlarının değerlerinden türemiştir. Ayrıca jir okuyan kişiyi tarifen kullanılan (ozan anlamına gelen) bahşi kelimesinin de şaman çağrışımları vardır. Bu tür inanışları, “kutlayıcı şarkılar”daki imgelerde de görmek mümkündür. Daha sonraki devre ait dinî inanç ve uygulamalar daha yeni, eklenmiş katmanlar olarak kolayca teşhis edilebilir. Geleneksel olarak destan, halkın hayatında hatırlanmaya değer bir hadiseyi kutlamak için bir ozan5 tarafından oluşturulur. Ozan genellikle bu olayları şiire döker ve saz tür’ü telli bir çalgı eşliğinde bu şiiri okur

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir