Haldun Hürel – Turk Sanatını Tanıyalım

20. yüzyılın başlarında bilim insanları, Kuzey Rusya’nın dondurucu soğuklarında, kar tabakalarıyla kaplı Sibirya topraklarında araştırma yapıyorlardı. Günlerden bir gün çok eski göçebe bir Türk topluluğunun yaşadığı Pazırık’ta, kalın buz tabakalarının altında, kısmen yırtılmış ve çok eskimiş, yaklaşık bir-iki metrelik bir halı parçası buldular!. P A Z I R I K R A L I S I 1 Buna “Pazırık halısı” diyen araştırmacıların sevinci görülmeye değerdi doğrusu. Çünkü bu halı, zamanımızdan tam 2500 yıl önce buralarda yaşayan en eski Türklerden bir kabilenin ürettiği, eşsiz bir sanat eseriydi ve üzeri “geometrik şekilde dizilmiş hayvan figürleri”yle kaplıydı. Belki de bu halıyı, kurdukları çadırın içine sermişlerdi o insanlar. Buz tabakası aynı zamanda iyi bir koruyucu olduğundan, işte o çok eski hah parçası bu şekilde zamanımıza ulaşabilmişti. Bu sayede eski Türklerin “el sanatları” konusunda ne denli hüner sahibi olduklarını da bir ölçüde öğrenebilmiş olduk. Bu hah o denli önemli ve kaliteliydi ki, küçük bir parçasında tam 36 bin düğüm vardı. Renkleri solmasına karşın çok göz alıcıydı. Bu, Türklerin ilk sanat eserlerinden miydi? Acaba Türk sanatı ne zaman başladı? Bu konudaki bilgilere ulaşmak için hangi tarihlere dek inmek gerekiyor? Bu sorulara kesin olarak yanıt vermek zordur. Çünkü Asya’da, Türklerin bulunduğu her coğrafyada, farklı zaman dilimlerindeki yaşayışlar, kültürler, sanatlar söz konusu oluyordu. O halde ne yapmalıyız? Şöyle düşünmek iyi bir yöntem olabilir: Türkler ne zaman göçebe düzeninden kent yaşamına geçiş yaptılar? Hangi Türk devleti kalıcı mimari eserleriyle tarih sahnesine çıktı? Bunun yanıtını vermek daha kolaydır bizim için. 2 7.


ve 8. yüzyıllarda Asya’da varlık gösteren “Göktürk Devleti”nden sonra, 8. yüzyılın daha geç dönemlerinde “Uygur Devleti”nin kurulmasıyla birlikte, Türkler göçebelikten kentleşmeye doğru adım attılar. Bundan sonra da kültürel değerleriyle giderek büyük gelişmeler gösterdiler. “Uygar” sözcüğünün kökeni de zaten, “kentlere yerleşerek çağdaşlarına göre “daha uygarlaşan” Uygur devletinden gelir. Göktürkler’in ve Uygurların Asya’daki yazıtlı taş anıtları o dönemlerden kalan eski sanat belgeleridir. Göktürkler’in 8. yüzyıldan kalan taş anıtlarında Bilge Kağan ve kardeşi Kültigin’e ait belgeleri, ilk kez DanimarkalI araştırmacılar bulmuşlardı. Uygurların Avrupa’nın çeşitli müzelerinde bulunan bir takım eserlerinde, maden işleri, minyatür resim örnekleri, alçıdan yapılmış insan, fil ve at heykelleri, eski Türk devletlerinin sanatları hakkında bizlere önemli ipuçları verirler. 6. yüzyılda ise Hun Türk Devleti, Türkistan ve Moğol bölgelerini işgal etti. Burada yeni kentler, tapmaklar kurdular. Hun uygarlığında, tabiat güçlerine yönelik ve “Şamanizm” denilen bir din inancı hâkimdi. Başkentleri “Turfan’daki tapmak duvarlarında, kırmızı renk üzerine yapılan Buda resimleri, hem o zamanlardaki sanat anlayışını hem de dini inanç simgelerini açıklamaları bakımından büyük önem kazandı. Eski Türklerin Asya’daki ünlü yazılı taş belgeleri olan “Orhun Anıtlan”nm bir kısmı “insan suratlı taş sütun şek3 lindedir. Hunlar böyle anıt sütunlara “Balbal” derlerdi.

Türkler o günlerde henüz İslam diniyle tanışmamışlardı. İslamiyeti kabul eden ilk Türk devleti “Karahanlılar” oldu. Bundan sonra Asya Selçukluları, Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylikleri ve Osmanlılar, en geç dönemde de Cümhuriyet kuşağında, Türk sanatında olağanüstü güzellikte eserlerin bir bir ortaya konduğu uzun bir zaman süreci yaşandı. Türk sanatını incelerken, en çok üzerinde duracağımız dönem, 6 asırdan fazla yaşayan Osmanlı Devletinin meydana getirdiği sanat ürünleri olacak kuşkusuz. Bunun öncesinde Anadolu Selçuklu sanatı, sonrasında ise, Cumhuriyet döneminin çağdaş dünya sanat anlayışına yönelik eserler ön plana çıktı. * * 13. YÜZYIL “ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ” VE 14. YÜZYIL “BEYLİKLER DEVRİ” SANATLARI Sevgili çocuklar, sizler için hazırladığım kültür ve tarih kitapları serisi içinde “ESKİ ANADOLU’YU TAN IYALIM ” kitabımda Selçuklu Devletini anlatmış, dolayısıyla da bunların sanatsal birikimlerinden de söz etmiştim kısaca. Şimdi elinizde tuttuğunuz kitap ise, ağırlıklı olarak sanat konularından bahsettiğine göre, Selçukluların bu konudaki çalışmalarına bir kez daha göz atmakta yarar var. 4 Selçuklu ordusu İran üzerinden 1071’de Anadolu’ya girip Bizans ordusunu mağlup ettikten sonra, Küçük Asya diye bilinen topraklar Türklerle tanıştı. Selçuklular, çeşitli işlevleri olan mimari eserlerini inşa ederken, Asya’dan taşıdıkları geleneksel üsluplarını teknik yönden Bizanslılardan da esinlenerek ortaya çıkardılar. O sıralarda devletin büyük bir mimari örgütü yoktu, gezici mimarlar isteğe bağlı olarak sultanların, beylerin emrine girer, çalışırlardı. Aynı yapıda, değişik milletlerin üsluplarına göre çalışan farklı mimarlar olabiliyordu. Üstün yetenekli taş oymacılar genellikle Suriye’den gelirdi. Alçı işleri, İran’dan gelen ustalarla yürütülürdü.

Seramik ve çini sanatlarında da AzerbaycanlI ustalar harikalar yaratırlardı. Bu nedenle yapılan her eserde, bu farklılık hemen göze çarpardı. Örneğin; Sivas-Divriği’deki 1228 tarihli Ulu Cami ve ona bitişik “şifahane” (hastane) yapısının dünyaca ünlü muhteşem taş oyma kapı süslemeleri, başka başka zanaatkârlarm ellerinden çıktıkları için birbirlerinden farklı üsluplar taşırlar. Bu durum Selçuklu mimarisinin en tipik özelliğidir. Yani, ayrıntılardaki güzellik ve estetik konusunda o çağlarda kimse Selçuklularla yanşa kalkamazdı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir