Halim Bahadır 1958 yılında Trabzon’un Tonya ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Trabzon’da tamamladı. İstanbul’da Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi ve gazeteciliğe adım attı. Onbeş yıl kadar gazeteciliğin hemen her aşamasında çalışan Bahadır, sekiz yıl önce Posta Gazetesi’nde köşe yazıları yazmaya başladı. Sıradan insanların açmazlarını, öfkelerini, korkularını yalın bir dille ele aldı. Sözün özü, sokaktaki insanın hayat karşısındaki duruşunu ele aldı yazar Halim Bahadır. “Karanlıkta Dans Ediyorum” ve “Büyüme Sakın Küçük Kız” adlı kitapları olan Halim Bahadır’ın ilk romanı “Tutunuş”. Ocak ayının ortalarıydı ve soğuk bir gecede evde sobayı yakmamıştım. Ev beşinci kattaydı, yalnızdım ve üşenmiştim, bodrumdaki kömürlükten kömür çıkararak sobayla uğraşmaya. Kalın balıkçı yaka bir kazak giydim. Altıma kadife bir pantolon çektim. Elektrik ocağını yakmıştım yarım saat kadar önce ve evin soğuğu kırılmıştı biraz. Kendimi berbat hissediyordum. Elektrikli ısıtıcının yanına bir sandalye çekip oturdum. Buzdolabı salondaydı. Rakı şişesini çıkardım. Bir kadeh sek rakı koydum. Beyaz peynir ve elma da çıkardım. Biraz ısınırdım diye düşündüm. Dört yıllık evliydim. Ve son iki yılda karım uzaklaşmaya başlamıştı benden. Durduk yerde kavga çıkıyordu. Son kavganın ardından da ilişkimizi düşünmek üzere annesine gitmişti. Düşünmem gereken çok şey vardı. Karım, vereceği karar ve geleceğimiz. Oysa düşünecek halde değildim. Kafam hiçbir şey almıyordu, işyerinde zaten yeterince yoruluyordum. Evde dinlenmek istiyordum, ama hayatımda çok berbat şeyler oluyordu. Düşünmek şarttı maalesef. Evin içinde biraz turladım. îlk kez eşyalara karşı bir yabancılık hissettim. Evin boşluğundan mı, yoksa o sıcacık havanın olmamasından mı bilmiyorum, ama o yabancılık duygusunu hissettim. Canım fena halde sıkıldı. Tespih çektim bir süre. Rahatlatmadı. Bardağı diktim ve bir kadeh daha koydum. Dolu dolu. En azından gevşerdi sinirlerim ve uyuyabilirdim bu yalnız geceyle başa çıkabilmek için. İkinci kadehin sonlarına doğru gevşemiştim biraz. Sandalyeden koltuğa transfer ettim kendimi. Bir küçük sehpaya da nevaleyi yerleştirdim. Sol elim şakağımda hayallere dalıp gittim bir an… Bir zamanlar aynı işyerinde kısa bir süre için birlikte çalışmıştık onunla. Konum olarak daha üstteydim ve ne yapması gerektiğini ben söylüyordum. Ne zaman kafamı kaldır-sam bana bakarken yakalardım onu. Ve bir süre sonra ayak seslerimden bile beni tanıdığını söyleyecekti ilk kez birlikte çay içmeye çıktığımızda. Bakarken gözleri ışıldıyordu. Beğeni doluydu bakışları. İşyerine gelmemi dört gözle beklediğini anlıyordum hallerinden. Bir bahaneyle dokunurdu bana çalışırken ve o anlarda heyecandan ter basardı alnını, yanaklarını, burnunun üstünü. Ve daha sonra evlenmiştik onunla. Aradan dört yıl geçmişti. Ve biz son iki yıldan beri kavga edip duruyorduk. Son kavgamızı etmiştik birkaç gün önce. Ve işte evde değildi. Düşünmek istediğini söylemişti ilişkimizi. Ve annesine gitmişti. Gözlerim açtığımda güldüm hallerime acı acı. Ve bir okkalı yudum daha aldım kadehten. Ve tam o anda içime bir şey bıçak gibi saplandı sanki. Ona bir soru sormuştum son tartışmamızda. Peki o anda dikkate değer bulmadığım ne ya- nıt vermişti bana? Ulan yanıtı doğru mu anladım, yoksa yanılıyor muydum? Ayağa fırladım hemen. Elimde tespih, sağ elimle alnıma masaj yaparken bir yandan da düşünüyorum. Bir süre öyle deli danalar gibi volta attım evin içinde. Sonra balkona çıktım. Buz gibi hava çarptı yüzüme. Bir anda uçup gitti alkol. Birkaç dakika sonra içeriye girdim. içim içime sığmıyordu. Boğazım kurumuştu. Öfkeden kuduracak gibi oldum bir an. Yok yahu dedim sonra mırıltı halinde bir ses tonuyla, kimsenin günahını alma. Siktir lan, kıçından hikayeler uydurma. Ama tatmin etmiyordu beni bu söylediklerim. Otur ulan yerine dedim, biraz düşün bakalım. Düşündüm… Lanet olsun düşündüm. Ve az önce içime düşen o küçük kurtçuk, korkunç bir yaratık gibi tümüyle esir aldı beni. Ve anımsadım o kavganın ayrıntılarını. Yanıtı ise yanlış anlamamıştım. Ama o yanıta hak ettiği değeri vermemiştim. Hâlâ uyanmamıştım yani. Ona güvenim hâlâ tamdı. “Bana çok kötü davranıyorsun ve çok uzaksın. Ancak işyerindeki o piçe (bu herif ortak arkadaşımızdı) karşı kadife kadar yumuşak davranıyorsun. O yanımızda olduğu zamanlar gergin ama mutlusun. Sık sık da bana sataşmaktan geri kalmıyorsun. Adam ne zaman yanımızdan ayrılsa suratın asılıyor. Sana güvenim sonsuz. Ama bir kocanın sorması gereken en son, o en zor soruyu sormak zorundayım sana yine de. Çok üzgünüm. Lanet olsun bunu soracağım. O adamla bir ilişkin olabilir mi?” demiştim. İyi düşün aptal herif, iyi düşün bakalım. Çalıştır şu ahmak kafanı. O ne yanıt vermişti senin bu muhteşem soruna? Ha, buldun değil mi? 10 “Böyle aptal sorular sorma bana bir daha. O benim işyerinden arkadaşım. Senin de arkadaşın. Onunla iyi vakit geçiriyorum. Yanında kendimi iyi hissediyorum. Boşanmak üzere biliyorsun. İki çocuğu da o geri zekalı karısının elinde perişan olacak. Onların velayetini almak için didinip duruyor. Adam gibi birisi. Soruna gelince… Hayatımda sen olmasaydın belki onu düşünürdüm. Bilmiyorum! Offff…” dedi sana. Kalk ulan yerinden diye bir emir verdim kendime. Dehşet içindeydim. Daha ne deseydi bana kadın. Ben olmasam hayatında, yani benim gibi bir dangalakla evli olmasaydı adamla bir hayat kurmayı düşünürdü. Evet bunu söylemişti! Tam olarak bu! Anlaman gereken bu! Evimizde telefon yoktu. Üzerime bir mont aldım ve merdivenleri koşarcasına indim. Genel telefondan annesini arayacaktım. Umarım oradadır tanrım, umarım benimle ilişkisini bitirmeden gitmemiştir diye dualar okuyarak içimden, bir telefon kulübesine yaklaştım. Öfke doluydum. Tedirgindim. Onu annesinin evinde bulmak istiyordum. Güvende, orada hâlâ benim olarak bulunduğunu bilmek istiyordum. Hâlâ beni terk etmediğini, araya birinin sızmadığını öğrenerek otnuzla-rımdaki ağır yükü atmak istiyordum. Soluk almak istiyordum. Katil olmak istemiyordum! Ellerim titriyordu jetonu deliğe atmaya çalışırken. Birkaç denemeden sonra jeton isteneni yaptı. Deliğe yerleşti ve çevir sesini aldım. Hattın öbür ucunda kız kardeşi vardı. Annesini istedim. Karımı sordum. “Hayır” dedi, “hâlâ eve gelmedi. Sen neredesin? Ne yapıyorsun?” Öfkeden deliye döndüm. “Yahu” dedim, “bu manyak kadın sende kalacağını söyleyerek ayrıldı evden. Ne bok yemeye sürtüyor bu saatte dışarıda. Gece yarısı oldu be! Kardeşlerine bir haber bıraktı mı?” Hayır böyle bir haber yoktu. Kimse nerede olduğunu bilmiyordu. İyi geceler dileyerek ve de daha sonra yeniden arayacağımı söyleyerek kapattım telefonu. Burnumdan soluyordum. Yüreğim sıkışıyordu. Sol koluma bir sancı girmişti sanki. Bu yaşta kalp krizi geçirecek değildim elbette. Ama sancıyla karışık uyuşma kolumu yokla-mıştı işte. Ancak kolumun başına gelenle uğraşacak halde değildim. Sokakta birkaç tur attıktan sonra daireme çıktım. Acaba neredeydi bu kadın? Üç gece annesinde kalmıştı. Ve söylediklerine göre, iş çıkışı eve geliyordu. Ya da en çok yarım saat sonra. Ancak artık bana karşı sorumlu hissetmek istemiyordu kendisini. Düşünecekti ya. Sesimi bile duymak istemiyordu. Bunun yanında ille de annesinin evinde düşünmek zorunda değildi. Bir yerlere gidebilir, arkadaşlarıyla takılabilirdi. İçerken bana eşlik etmezdi, ama arkadaşlarına edebilirdi. Ve bunlar normaldi aslında. İyi de ben ne halt etmeye deli oluyordum? Neden onun nerede olduğunu öğrenemedi-ğim zaman büyük bir telaşa kapılıyordum? Neydi bu kıskançlık krizlerinin gerçek nedeni? Aslında nerede olduğunu tahmin etmiyor değildim. Ama bunu itiraf etmek, bir koca için korkunç bir şeydir. Bir yıkımdır. Kendini diri diri gömmektir. Büyük bir olasılıkla o herifle birlikteydi. Belki ondan akıl alıyordu. Boşanıp boşan-maması konusunda. Belki çay içiyorlar, sohbet ediyorlardı. 11 12 Kafasını boşaltmak istiyordu. Ve birkaç kadeh içiyorlardı. Belki de güç bela kurduğu düzeni yıkmak üzere olduğu için çok üzülüyordu ve iyi anlaşabildiği, değer verdiği bir erkekle konuşmak istiyordu. Yada… Sertçe açtım balkonun kapısını. Soğuk içeriye dolmasın diye arkamdan kapattım. Hafif rüzgâr ve nemli hava soğuğun şiddetini daha da artırıyordu. Bir süre caddeye baktım. Araçlar gelip gidiyordu. Az sayıdaki erkek, evlerine ulaşma çaba-sındaydı. Annesine gitmediğine göre eve gelir miydi acaba? Annesinden sıkıldığını, evi özlediğini, benim de nefret edilecek bir adam olmadığımı söyleyerek gelir miydi eve! Uzun bir süre yolu gözledim o soğuk balkonda. Evin yakınlarında duran her aracı dikkatle takibe aldım. Yoktu. Hiçbirinden inmemişti, işyerinden otomobili olan arkadaşları vardı. Bazen onlarla gelirdi eve. Otomobillerini tanırdım. Onlardan da iz yoktu. Gece yarısı olmuştu artık. Aşağıya indim ve annesini yeniden aradım. O da çok merak ediyordu. Eve gelmemişti. Telefon etmemişti. Haber bırakmamıştı. Sırra kadem basmıştı kadın. Öfkemi dizginlemekte zorlanıyordum. Beynim uğulduyordu. Telefon kulübesini yumruklayarak çıktım dışarıya. Eve gidip bir saat kadar daha bekleyecek ve yeniden arayacaktım annesinin evini. Ya da… Ya da… Bu iki sözcüğü onlarca tekrarladım o beş katın merdivenlerini çıkana kadar. Daireme girdiğimde dizlerimin bağı çözülmüştü sanki. Koltuğa yığılıp kaldım bir süre. Gücümün tükendiğini hissediyordum. Bir bardak su içebilmek için büyük bir çaba harcamam gerekti. Beynim uğulduyordu. Olabilir mi tanrım, benimle birlikteyken birini sevebilir miydi? Böyle bir şey yapar mıydı? Adamdan hoşlanmış olabilir. İyi anlaşıyor olabilir. Koca ya da sevgili adayı olarak görebilirdi herifi. Ama bana düşünmem gerekir diyerek annesine gittikten iki gün sonra gidip bir adamla yatar mıydı? Benim karım böyle bir şey yapar mıydı? Zampara bir sülalenin çocuğuydum ben. Ve karıma sadık kalmıştım. Benim sadakatim karşısında vicdanı sızlar da o eşikte durur muydu? Acaba bana hâlâ saygısı kalmış mıydı? Bir erkek olarak her zaman beğenmişti beni gerçi, ama bir sevgili olarak, bir koca olarak nefret mi ediyordu benden? Peki ben nefreti hak etmek için ne yapmıştım ona? Klasik bir koca olmamıştım pek. Onu ezmemiştim. Her yerde, her an neden diken gibi batmaya kalkıyordu bana anla-mıyordum. O hayattan habersiz cahil akrabalarının yanında neden küçük düşürmeye çalışıyordu beni bıkıp usanmadan? Üstelik o insanların hepsi çok severdi beni. Takdir ederlerdi. Karıları kocalarına benim ilişkimi örnek gösterirlerdi. Karımın rahatlığını kıskanırlardı. Ve bunu da açık açık söylerlerdi bana. Ama olmamıştı işte. O kadınlar hâlâ o götü kokmuş hıyar kocalarıyla birlikteydi ve benim karımın nerede olduğunu sadece kendisi ve yanında birisi varsa o biliyordu. 13 14 Yoksa onun sadakatini çok mu abartmıştım diye düşündüm ayağa kalkmayı başardığımda bir süre sonra. Evin içinde yeniden tura çıkacak kadar güç bulabildim kendimde. Ve kendime bir de nutuk atmam gerektiğini düşündüm… Oğlum artık akıllan. Teorik olarak doğru olan şeyler neden senin hayatında da yerini almasın ki? Bir kadınla, hele o bir de güzel bir kadınsa bir evlilik yürütmek gerçek bir kahramanlıktır. Bunu bilmiyor musun? O evlilik dört yıl devam etmiş ve kadın hâlâ yatakta ruhuyla da seninle sevişiyorsa şayet, inan ki çok şanslısın. Ama bil ki mutsuz her kadın fiilen olmasa da ruhen aldatır kocasını. Birisiyle bakışır, birisiyle cilveleşebilir, senin esirgediğin bazı sözcüklerle adamın biri ruhunu okşayabilir. Birilerinden hoşlanır, ama o son adımı atmaz! Hoşlandığıyla kalır. Muhafazakar bir aileden gelmiştir ve tabuları vardır. Onun için aldatmaz. Ya da sana değil ama evlilik denen kurumun kutsallığına inanır ve atmaz o adımı. Kendine saygısı vardır. Bir ilişki bitmeden diğerine başlamaz. Bir yığın neden vardır o son adımı engelleyen. Ama seninle sevişirken ruhu doymaz o mutsuz kadının ve bir başkasının kollarında hayal edebilir kendini. Sen de kendini bir bok sanırsın bu durumda. Karının sana sadık olduğunu düşünürsün. Oysa vaziyetin seninle hiçbir ilgisi yoktur. Ancak her yerde karınla gurur duyarsın. Aslında karınla da değil kendinle gurur duyarsın taşaklarını gere gere. Sen büyük adamsın çünkü. Kadın sana ihanet edemez. Hem neden etsin ki, sen iyi bir adamsın. Kadını yatakta mutlu edersin. Üstelik sosyal konum olarak onun epey üstündesin. Mesleğin iyidir. Hödük kocalar gibi her şeyine karışarak hayatını karartmıyorsun. Daha ne istiyor ki? Sana saygı duyması gerekir… Nutuk bitince aklım ufaktan da olsa başıma gelmeye başladı. Kendini mutsuz hisseden bir kadın her şeyi yapabilirdi. Neden yapmasın ki? Onun benim karım olması, kadın olması gerçeğini mi değiştirecekti sanki. Ama bir şey vardı. Benim çevremde hiçbir kadın kocasını aldatmamıştı. Sülalemde böyle bir şey yoktu. Mutsuz kadınlar geleneklerin baskısı altında kuyruğu kısıp oturuyordu oturduğu yerde. Çevremdekiler mutsuz ise boşanıyordu insan gibi. Ama aldatma yoktu. Benim karım da aldatmazdı. Yok, yok, bunu bana yapmazdı! Birini severse şayet gelip söyler ve giderdi. Gitmesine izin verir miydim peki? Olan olmuştu diye düşünür ve sevdiği insanı kafasından atması için mücadele ederdim tabii ki. Ancak son tahlilde ille de öteki adam derse, izin verirdim gitmesine. Üstelik bunu da bilirdi kendisi. Ama yoktu işte! Sevip sevmediğini “bilmediğini söyle-diği…” Neeeee, bilmediğini mi söyledi? Ulan kadınlar nasıl konuşurdu? Ne derken, aslında ne demek isterlerdi? Bunları az çok biliyorsun. Bilmen gereki- 15 16 yor. Kadın muhtemelen sana itiraf etmek istemiyordu o anda durumu. Aralarında kesin olarak bir şeylerin olması gerekiyordu. Artık kafan bassın buna! Artık ayakların yere değsin! Akıllan ulan, akıllan… Yok yok! Böyle bir şey olamazdı, olmaması lazımdı diye gürledim evin içinde. Ve yine merdivenlere yöneldim hızla. Onu son kez arayacaktım. Saat gecenin ikisiydi artık. O saatten sonra annesine dönmezdi, eğer döneceği varsa. Belki bana gelebilirdi. Hâlâ ikimizin olduğunu düşündüğüm eve. Annesine dönmemişti. Haber vermemişti. Annesi endişe içindeydi. Bir haber alırsam, yani eve gelirse kızı, mutlaka aramamı söyledi annesi. Artık saçmalamanın anlamı yoktu. İki şey yapmış olabilirdi. Ya arkadaşlarıyla -ki çoğunu tanırdımbir yerlerde eğlenip kafasını boşaltmak istemişti ve birinde kalacaktı. Ya da… Yani o “ya da” gerçekleşmişti ve ilişkisinin olup olmadığını “bilmediğini” söylediği orospu çocuğuyla birlikteydi! Telefon kulübesinin orada uzun bir süre bekledim öylece. Kendimde değildim sanki. Benim durumumda olan bir başkasıydı ve onun ne düşünebileceğini düşünüyordum sanki. Perişan durumdaydım. Sonra yeniden kendim olmayı başardım. Gözlerimden yaşlar boşanmaya başladı hemen ardından. Duygu dünyam tam anlamıyla kaosa sürüklenmişti. Bir dakikam öteki dakikaya uymuyordu. O artık ebediyen gitmişti diye düşünüyor, hemen ardından kendimi teselli edecek bir şey buluyor ve onlara sarılıyordum. Yarın çıkıp geleceğini ve gerçekten de arkadaşlarında kaldığını söyleyeceğini hayal ederken buluyordum kendimi. Yoksa gelip her şeyi itiraf eder ve benden aman mı dilerdi? Bu olmayacaktı gibime geliyordu. O hâlâ benim karımdı ve böyle bir şey yapmazdı. Benden kesin olarak ayrıldığını söyler ve ikimizin de hayatlarına bakması gerektiğini belirtip giderdi. Ve o zaman ne isterse yapardı. Bu yol açıkken neden adamın kollarına atlayacaktı ki. Bunu yapmazdı. Olamazdı böyle bir şey. Beni katil edemezdi. Böyle bir durumda onu ve sevgilisini yüzlerce parçaya ayırıp köpeklere yem edebileceğimi bilmesi gerekirdi. Bunu yapmayabilirdim. Ama ruhumun bir yerlerinde böylesine vahşi bir yan taşıyordum. Bunu sezmesi gerekirdi.
Halim Bahadir – Tutunus
PDF Kitap İndir |