Haydar Tunckanat – Ikili Anlasmalar

Mustafa Kemal 17 Şubat 1923 tarihinde toplanan Đktisat Kongresi’ni açış konuşmasında: Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa, husule gelen zaferler sürekli olamaz, az zamanda sönerler. Bu nedenle, en kuvvetli ve parlak zaferimizin dahi temin edebildiği ve daha edebileceği faydalı sonuçları muhafaza için iktisadiyatımızın, iktisadi egemen-liğimizin güvenlik altına alınması, sağlamlaştırılması ve genişletilmesi lazımdır. Geçmişte ve özellikle tanzimat devrinden sonra, yabancı sermaye memlekette seçkin bir mevkie malik oldu. Ve ilmi manasıyla denilebilir ki; devlet ve hükümet yabancı sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Artık her medeni millet gibi yeni Türkiye de buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptıramaz… Efendiler, görülüyor ki bu kadar kat’i ve yüksek bir askeri zaferden sonra dahi barışa kavuşmamızı engelleyen sebepler, doğrudan doğruya iktisadidir. Çünkü, bu devlet, bu millet iktisadi egemenliğini temin ederse, o kadar kuvvetli temel üzerinde yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır. Ve artık bunu yerinden kımıldatmak mümkün olamayacaktır. Đşte, düşmanlarımızın, hakiki düşmanlarımızın muvafakat ve bir türlü rıza göstermedikleri budur.* demektedir. Lozan barış görüşmelerinin 4 Şubat 1923’te kesilmesinden iki hafta sonra yaptığı bu konuşmada Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da kazanılan büyük askeri zaferle kendini dünyaya kabul ettiren yeni Türk Devletinin karşılaştığı güçlüklere ve bunlardan çıkış yollarını işaretle düşmanların gerçek niyetleriyle, Lozan barış görüşmelerinin kesilmesinin nedenlerini de açıklıyordu. Mustafa Kemal Lozan’da Türk heyetinin karşılaşabileceği güçlüklerin nedenlerini çok önceden bilmekteydi. Bu amaçla konferansta Türkiye’yi temsil edecek heyete katılacak kimseler üzerinde de önemle durmuştu. Bu heyete girecek kimselerin bazı önemli nitelikleri olmalıydı. Bu kimselerin her şeyden önce Osmanlı Đmparatorluğunu yabancı devletlere verilen tavizlerle günü gününe yaşatmaya çalışan bir zihniyet içinde yetişmiş ve bu sistemi benimsemiş diplomatlar olmaması lazımdır.


Gerçekten Osmanlı imparatorluğu’nun Avrupa devletleri ile devamlı münasebetlerde bulunmaya başladığı Tanzimat’tan sonraki devrede, imparatorluğun dış münasebetlerini yönetenler Avrupa devletleri ile yapılan temaslarda kendilerini aşağılık duygusundan kurtaramamışlardı. Bu kimselerin Türkiye’nin milli çıkarlarını, konferansta, gerektiği şekilde koruyamayacakları tabii idi. 1 Mustafa Kemal, kapitülasyonların her türlüsüne karşı ve kaldırılmalarında kararlıydı. 23 Şubat 1921’de başlayan Londra Konferansı’na Anadolu Hükümeti adına katılan Dışişleri Bakanı Bekri Sami Bey, Đngiliz, Fransız ve Đtalyanlarla ayrı ayrı olmak üzere anlaşmalar imzalamıştı. Bu anlaşmaların Fransız ve Đtalyanlara imtiyazlar tanıyan kısımları şöyleydi: Fransızlara verilecek imtiyazlar: “Verilecek imtiyazlarda Fran-sızlar tercih edilecek ve Türk-Fransız ekonomik işbirliği kurula-caktı. Bu inhisar yalnız Kilikya’ya mahsus olmayıp Elazığ, Diyar-bakır ve Sivas vilayetlerini de içine almaktaydı. Ergani madenlerini işletme imtiyazı bir Fransız grubuna verilecek ve bu maksatla Türk kanunlarına göre kurulacak bir şirkette Türk-Fransız sermayeleri yarı yarıya işbirliği yapacaklardı.”2 Đtalyanlara verilecek imtiyazlar: “Đtalya ile işbirliği yapmayı, Antalya, Burdur, Muğla, Isparta, Afyon, Kütahya, Aydın ve Kon-ya’yı içine alan geniş bir bölgede diğer milletlere tercihen Đtalyanlara bazı imtiyazlar tanımayı, Ereğli madenlerini bir Türk-Đtalyan şirketinin işletmesini kabul etmişti. Türk-Đtalyan ekonomik işbirliği Türk kanunlarına göre kurulacak şirketlerle yürütülecekti. Şirketlerde Türk ve Đtalyan sermayesi işbirliği yapacaktı.”3 Mustafa Kemal büyük söylevinde bu anlaşmalarla ilgili olarak: Elbet bu sözleşmeyi de hükümetimiz kabul edemezdi. Baylar, Đtilaf devlet-lerinin, Londra’ya barış yapmak için gönderdiğimiz Delegeler Kurulumuz Baş-kanı Bekir Sami Bey’e imza ettirdikleri sözleşmelerle Sevr tasarısından sonra aralarında yaptıkları “Üçlü Anlaşma” adı verilen ve Anadolu’yu sömürme böl-gelerine ayıran anlaşmayı başka adlar altında ulusal hükümetimize kabul ettirmek amacını güttükleri apaçık bellidir, Đtilaf siyasa adamları bu isteklerini Bekir Sami Bey’e kabul ettirmeyi de başarmışlardır. Bekir Sami Bey’i Londra’da konferans görüşmelerinden çok, ayrı ayrı yapılan konuşmalarla oyaladıkları anlaşılıyor. Ulusal hükümetin ilkeleriyle Dışişleri Bakanı olan kişinin tutumu arasındaki ayırımın neden ileri geldiği ne yazık ki anlaşılamamıştır, demek suretiyle kapitülasyonlar karşısındaki kararlılığını belirtmiştir. Mustafa Kemal, 9 Haziran 1921’de Fransız Hükümeti’nin tem-silcisi olarak Ankara’ya gelen Bay Franklen Buyon’a, o zamanki Türkiye’nin tam bağımsızlıktan ne anladığını şöyle açıklıyor: Tam bağımsızlık elbette, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir.

Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksun olması demektir.4 Bu sözlerde tanımlanan bağımsızlığın Fransa’nın temsilcisi tarafından da kabul edilebilmesinin ancak Türk ve Yunan orduları arasında 22 gün süren kanlı Sakarya Meydan Savaşı’nda Türk ordusunun, Yunan ordularını yenilgiye uğratmasından sonra mümkün olabildiğini hatırlamak lazımdır. Tam bağımsızlık ve kapitülasyonlar konusunda Mustafa Ke-mal’den aldığı direktifle, Türk heyeti, kararlı olarak barış görüşmeleri için Lozan’a gitti. 23 Nisan 1923’te başlayan Đkinci Lozan Konferansında müttefiklerinin özellikle üzerinde inatla durdukları kapitülasyonlarda Đsmet Paşa taviz vermemiş ve başka isim veya biçim altında kapitülasyonların tekrar kurulması isteklerini kabul etmemiştir. Sonunda kapitülasyonlar Türklerin istediği şekilde çözüme bağlanarak ortadan kaldırılmıştır. Yeni ve bağımsız Türk Devleti’nin kurulmasında en güç şartlar altında dahi tam bağımsızlığımızdan hiçbir taviz verilmediği ve önceden verilmiş olanlar için de her alanda nice zorlu savaşlar yapıldığı, bilinen bir gerçektir. Türkiye’nin çağdaş ulusların uy-garlık düzeyine en kısa zamanda ulaşması için, büyük Atatürk tarafından konulan bu temel ilkenin anlamı, bugün dünden daha çok önem kazanmıştır. Çünkü II. Dünya Savaşı’ndan sonra milliyetçilik akımlarının kuvvetlenmesi, kurtuluş savaşlarının yayılması, bir kısım sömürge ve yarısömürge ülkelerinin bağım-sızlık kazanmaları karşısında eski usul sömürgecilik de biçim değiştirerek iktisadi, askeri, teknik vb. yardım adları altında ikili anlaşmalarla azgelişmiş ülkelere dost görünerek sızmaya başlamıştır. Yeni kurulan Türk Devleti geçmiş acı ve kanlı tecrübelerin ışığı altında yabancı sermaye, dış yardım ve borç para alma konularında çok tedbirli hareket etmiştir. II. Dünya Savaşı’nın sonlarına yaklaşıldığı bir dönemden baş-layarak Türk hükümetlerinin Atatürk’ün yeni Türk Devleti’nin kuruluşunda temel olarak tavizsiz uyguladığı ilkelerden yavaş yavaş fakat imzalanan her yeni ikili anlaşmada biraz daha fazla olmak üzere uzaklaştıkları bir gerçektir. Başlangıçta değişik adlar altında yapılan ikili anlaşmaların sayıları az olduğundan bağımsızlığımızı kısıtlamaları ve yabancıların içişlerimize karışmaları da o ölçüde az hissedilmiştir. Fakat, zamanla an-laşmaların sayıları ve getirdikleri ağır şartlar arttıkça bozulan iktisadi durumun da etkisiyle Türkiye, yardım perdesi arkasında yabancının dolarına, buğdayına, silahına, yedek parçasına, kredisine, teknik elemanına ve aklına muhtaç bir duruma gelerek, siyasi, iktisadi, adli, askeri ve kültürel bağımsızlığını bir hayli yitirmiştir.

Bu kitap hem bir çıkış yolu aramak, hem de birçok yönü olan bu konunun bilinen ve bilinmeyen taraflarını bir araya getirip, görünen kısımlarıyla görünmeyen kısımlarını birleştirmek suretiyle ikili anlaşmaların gerçeğe yakın bir tablosunu ayrıntılarıyla çizmek amacıyla hazırlanmıştır. Bu, tıpkı bir savaştan önce taarruza hazırlanan veya savunma yapacak bir ordunun düşmanın hangi silahlarla, ne kadar kuvvetle nerede ve ne zaman nasıl hareket edeceğini, benimsediği stratejiyi ve uygulayacağı taktiği, yığınak noktalarını, karargâhlarını ve içimize sokulan casusları ve işbirlikçileri, sabotajcıları bulup meydana çıkarmak gibi bir araştırmadır. Düşmanı küçümsemeden onu iyi değerlendirmek, askerlikte başarının önşartıdır. Ancak bundan sonra kendi imkân ve kabiliyetlerimize göre bizi başarıya götürecek en uygun strateji ve hareket tarzı tespit edilebilir. Dost ve müttefiklerin dostluklarının ölçüsünü ve sözlerine ne dereceye kadar güvenilebileceğini, gerçek niyetlerini ve kuvvetlerini öğrenmek de düşmanınki kadar önemlidir ve asla ihmal edilemez. Uzun yıllar önce yenerek, yurdumuzdan kovmuş olduğumuz kapitülasyonların ve emperyalizmin yıllar sonra yalnız ABD’yle yapılmış olan ikili anlaşmalar yoluyla yurdumuza nasıl geri gelmiş olduklarını yakın tarihimizin akışı içinde belgeler ve olaylara dayanarak açıklamaya çalıştık. 1 Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış. Münasebetler Enstitüsü, Olaylarla Türk Dış Poli-tikası (1919-1965). Dışişleri Bakanlığı Matbaası, 1968, s.47. 2. Sabahattin Selek, Anadolu Đhtilali, Đstanbul Matbaası. Đstanbul,1965, s.177. 3.

Đbid, s.179. 4 Gazi M. Kemal, Söylev, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1963, s.431. BĐRĐNCĐ BÖLÜM ĐKTĐSADĐ ANLAŞMALAR 1 ĐKTĐSADĐ ĐKĐLĐ ANLAŞMALAR 23 Şubat 1945 Tarihli TC Hükümeti ile ABD Hükümeti Ara-sında Đmzalanan, 11 Mart 1941 Tarihli Ödünç Verme ve Kiralama Kanunundan Yararlanmak Đçin Yapılan Anlaşma Yabancı bir devlete verilecek bazı imtiyazların tohumlarını ta-şıyan ilk anlaşmanın 23 Şubat 1945 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’yle imzalanmış olduğunu görüyoruz. Bu anlaşmayla Amerika’nın 11 Mart 1941 tarihinde çıkardığı “Ödünç Verme ve Kiralama” kanunundan yararlanan ülkeler arasına, savaşın sonuna yaklaşıldığı bir sırada, Türkiye de alınmış oluyordu. 4780 sayılı1 kanunla TBMM’nin onayından geçen bu anlaşmada, Türkiye Cumhuriyeti savunmasının, ABD savunması için hayati öneme sahip olduğu belirtilerek, 1. maddesinde; “ABD Hükümeti TC Hükümeti’ne, ABD Cumhurbaşkanı’nın devir veya tedarikine yetki vereceği savunma maddelerini, savunma hizmetlerini ve savunma bilgilerini vermeye devam edecektir” denilmekteydi. Genel terim-lerle ifade edilen savunma maddelerinin cinsleri, nitelikleri, eski veya yeni mi olacakları, sayıları, nerede ve ne zaman teslim edilecekleri hakkında bilgi olmadığı gibi, Amerikan Hükümeti’ni bu konuda bağlayıcı bir hüküm de yoktur. Anlaşmanın 2. maddesinde Türkiye’nin yükümlülükleri şöyle sıralanmış: “TC Hükümeti, sağlayabilmek vazifesinde bulunduğu ve müsaade edebileceği maddeleri, hizmetleri, kolaylıkları veya bilgileri, ABD’ye temin edecektir.” Bu maddeye göre; Türkiye de, Amerika’ya onun ihtiyaç duyduğu maddeleri, hizmetleri, bilgileri ve kolaylıkları sağlayacaktır. Bu maddede “savunma” sözü de kullanılmadığına göre, savunma dışındaki hizmet, bilgi, kolaylık ve maddelerin de sağlanmasını, ABD Türkiye’den isteyebilecektir. Ayrıca bu maddedeki “kolaylıklar” sözü, Türkiye’nin hava meydanlarıyla, limanları ve yollarının Amerikalılar tarafından kullanılmasından, Türkiye’de Amerikalıların üs ve tesisler kurmalarına varıncaya kadar çok değişik anlamlar taşır.

Bu mad-deyle Türk Hükümeti, nerede başlayıp nerede biteceği belli olmayan çok geniş bir yükümlülük altına girmiş bulunmaktadır. Anlaşmanın diğer bütün maddeleri, Türkiye’ye verilmesi dü-şünülen ve neler olduğu henüz bilinmeyen savunma malzemelerinin; nasıl kullanılacağından geri verilmelerine patent ve haklarından doğması muhtemel ödemelerin Amerikan Hükümeti’ne nasıl yapılacağına kadar, büyük ve zengin Amerika’nın haklarının korunması için, Türkiye’nin uyması gerekli şartları kapsıyor. Bir örnek olarak anlaşmanın 5. maddesini buraya aktaralım: TC Hükümeti ABD Cumhurbaşkanınca tayin edileceği veçhile, şimdiki olağanüstü hal son bulduğu zaman, işbu anlaşmaya uygun olarak kendisine devredilmiş olan savunma maddelerinden yok edilmemiş, kaybolmamış veya kullanılmamış olan veya ABD Cumhurbaşkanı tarafından ABD veya Batı Yarım Küresi savunmasına elverişli olduğu veya ABD’nin başka bir şekilde işlerine yarayacağı tespit edilecek olanları, ABD’ye geri verecektir. Türkiye ve Amerika gibi bağımsız iki ülke arasında “eşitlik” ilkesine göre yapılan bu anlaşmada, Türkiye çok ağır yükümlü-lükler altına girmiş olmasına rağmen, anlaşmada, Türkiye’nin hak ve çıkarlarını koruyan tek bir kelimeye bile yer verilmemiştir. Buna mazeret olarak o günün zor şartları ileri sürülebilirse de bunu kabule asla imkân yoktur. Çok daha zor şartlar altında, bağımsızlığımız ve hükümranlık haklarımızla bağdaşmayan anlaşmalar kabul edilmemiştir. Kaldı ki bu anlaşmanın Türkiye açısından ne kadar devam edeceği de belli değil, çünkü “olağanüstü hal”, burada tarif edilmediği için, ne zaman sona ereceğinin kararlaştırılması da ABD’ye bırakılmıştır. Bu anlaşmada ABD karşılıklı yardım anlaşması içerisinde kendi şartlarını açıkça ortaya koymuş, Türkiye ise hiçbir sınır ve karşı şart koymadan Amerikan şartlarını aynen kabul etmiştir. Türkiye’nin bu tutum ve davranışından çok iyi bir şekilde yararlanmasını bilen Amerika’nın bu anlaşmayı basamak yaparak, bundan sonraki anlaşmalarda daha fazla imtiyazlar, haklar ve tavizler kopardığı ve bir plan içerisinde amacına varmak için seçtiği yolda sabırla ilerlediği görülecektir. 27 Şubat 1946 Tarih ve 4882 Sayılı Kanunla Kabul Edilen 10 Milyon Dolarlık Kredi Anlaşması 2 TC Hükümeti’yle ABD Hükümetleri arasında savaş sonrası yapılan bu ilk Đkili Anlaşma’nın Birinci Bölümü’nde: Birleşik Devletler Dış Tasfiye Komisyonu tarafından Türk arazisi dışında satılığa çıkarılan teçhizat ve malzeme fazlası meyanın-dan, ihtiyaçlarına tekabül edenleri satın almak arzusun-da olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve bu malzemenin Türk Hükümeti tarafından on milyon dolar tutarına kadar mubayalarını kolaylaştırmak arzusunda olan ABD Hükümeti, aşağıdaki hükümleri kabul etmekte mutabık kalmışlardır: 1. Birleşik Devletler, Türk Hükümetine işbu satın almalar için on milyon dolarlık kredi verecektir. 2. Türk Hükümeti, kullanılan kredinin tamamını on eşit taksitte, yıllık 2,3/8 nisbeti üzerinden hesap edilen bir faizle ve dolarla ö-demeyi taahhüt eder. 3.

Birleşik Devletler faiz dahil olmak üzere, işbu taksitin resmî rayiç üzerinden Türk lirası olarak tediyesini isteyebilecektir. Tediye şekilleri yukarıda belirtilen Türk liraları TC Merkez Bankasında hususî bir hesaba yatırılacak ve Birleşik Devletler’in arzusuna göre: – Harsî, terbiyevî ve insanî gayelere, – Birleşik Devletler tarafından Türkiye’de kullanılan memurların ücretleri dahil olmak üzere, Birleşik Devletler’in masraflarına tahsis edilecektir. Savaş sonrasında, “ellerinde 245 milyon dolarlık altın ve döviz stoku bulunduğu halde, Sovyetler Birliği ile bir savaş ihtimalini düşünerek, bu stoku kullanmak istemeyen Türk yöneticileri, kar-şılaştıkları iktisadi sorunları yenmek için bir yandan uzun vadeli iç borçlanmalardan, diğer yandan da dış kredilerden faydalanmayı denemişlerdir.”3 “Yüzyıllar boyunca Osmanlı ekonomisini ağır bir baskı altında tutmuş, ekonomik kalkınmasını engellemiş ve devletin toprakları üzerindeki egemenlik haklarını kısıtlamış olan kapitülasyonların Lozan Antlaşması’yla tamamen kaldırılmasından sonra, Đkinci Dünya Savaşı sonuna kadar cumhuriyet hükümetleri yabancı memleketlerle olan ekonomik ilişkilerine özel bir dikkat göstermiş, bu ilişkilerin kendi aleyhine işleyeceğinden çekinmiş ve memlekete girecek yabancı sermayenin kapitülasyonlar ölçüsüne varma ihtimalinden endişelenmişlerdir. Fakat savaş sırasında memleket dışında ve içinde görülen siyasi ve ekonomik yeni bazı gelişmelerin etkisiyle, savaştan sonra Türkiye bu kapalı politikasını değiştirmeye başlamış, yavaş yavaş dış ekonomik ilişkilerindeki çekingen davranışlarından vazgeçerek, dışarıdan Türkiye’ye yöneltilebilecek ekonomik yardıma karşı daha elverişli bir tutum takınmıştır.”4 Bu anlaşmanın imzalandığı sıralarda Türk Hükümetinin kasa-larında 245 milyon dolarlık dövizi vardır. Fakat Sovyet Rusya’nın Türkiye’ye güvenlik vermeyen tutum ve davranışlarından kuşku-lanan hükümet, benimsediği yeni bir görüşle, dış yardıma istekli ve daha elverişli bir tutum takınıyor. Dış yardıma karşı benimsenen bu yeni tutumdan, Amerika’nın, 23 Şubat 1945 tarihli yardım anlaşmasında, nasıl yararlandığını açıklamıştık.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir