Henri Bergson – Ahlâkın ve Dinin İki Kaynağı

Yasak meyve öyküsü insanlığın belleğinde olduğu gibi hepimizin belleğindeki en eski anıdır. Eğer bu anı hatırlamayı yeğlediğimiz diğer anılarla silinmemiş olsaydı bu durumun farkına varırdık. Kendi başımıza bırakılsaydık çocukluğumuz nasıl olurdu kim bilir! Zevkten zevke koşardık. Ama işte, göremediğimiz ve dokunamadığımız bir engel bütün bu zevklerin önüne geçiyor: Bir yasaklama. Neden bu yasaklamaya boyun eğiyoruz? Böyle bir soru sormayız bile; ebeveynlerimizi ve öğretmenlerimizi dinleme alışkanlığı edinmişiz. Bununla birlikte, onları dinlememizin onların ebeveynimiz ve öğretmenlerimiz olmasından kaynaklandığını da hissediyoruz elbette. O halde, bizim gözümüzde onların otoritesi, kendilerinden çok onların bize karşı olan konumlarından ileri gelmektedir. Belli bir yer işgal ediyorlar: İşte buyruk da buradan geliyor; ve eğer başka bir yerden gelmiş olsaydı bu kadar etkili olmazdı. Başka bir deyişle, ebeveynler ve öğretmenler sanki başkasının adına, vekâleten hareket ediyor gibidirler. Bu durumun tam olarak farkında olama- 8 AhlâksaI Ödev yız ama ebeveynlerimizin ve öğretmenlerimizin gerisinde, onların aracılığıyla üstümüze abanan korkunç veya daha çok belirsiz bir şeyin varlığını keşfederiz. Daha sonra bu şeyin toplum olduğunu söyleriz. Bu şey üzerinde düşünürken, onu, görünmez bağlarla birbirine bağlanan hücrelerinin çok ustalıklı bir hiyerarşik düzen içinde birbirine tâbi oldukları ve doğal olarak bütünün büyük iyiliği için parçanın feda edilmesini gerektirecek bir disipline boyun eğdikleri bir organizmaya benzetiriz. Diğer taraftan bu saptama bir karşılaştırmadan öteye gitmez, çünkü zorunlu yasalara tâbi olan bir organizma ile özgür istençlerden oluşan bir toplum birbirlerinden farklı şeylerdir. Ama bu istençler örgütlendiği andan itibaren bir organizmayı taklit ederler; ve az veya çok yapay olan bu organizmada alışkanlık, doğanın eserlerinde zorunluluğun oynadığı rolün aynısını oynar. Böylelikle ilk bakışta toplumsal yaşam, toplumsal gereksinimlere yanıt veren, az çok güçlü bir biçimde kökleşmiş bir alışkanlıklar sistemi olarak görünür bizlere. Bu alışkanlıklardan bazıları emir verme alışkanlıkları olsa da çoğu, ister toplumun verdiği bir yetkiyi kullanarak emir veren bir kişiye boyun eğelim, ister belli belirsiz algılanan veya hissedilen toplumdan kaynaklanan anonim bir buyruk olsun boyun eğme alışkanlıklarıdır. Bu boyun eğme alışkanlıklarından her biri istencimiz üzerine baskı yapar. Bu baskıdan kurtulabiliriz ama hareketlendirilen bir sarkaç gibi bu baskıya doğru itiliriz ve ona geri döneriz. Düzen bozulmuştur belki bir şekilde, [ama] bu düzenin yeniden kurulması gerekir. Kısaca, her alışkanlıkta olduğu gibi kendimizi buna mecbur hissederiz. Ama bu çok daha büyük bir zorunluluktur. Bir büyüklük diğer bir büyüklükten onun kendisine oranla göz ardı edilebilmesine neden olacak kadar büyük olduğunda, matematikçiler bu büyüklüğün başka bir düzene ait olduğunu söylerler. Bu görüş toplumsal ödev için de geçerlidir. Diğer alışkanlıklarla karşılaştırıldığı zaman bu alışkanlığın baskısı o kadar fazladır ki aradaki derece farkı yapısal bir farkı gösterir. Henri Bergson 9 Aslında bu tür alışkanlıkların karşılıklı olarak desteklendiklerine de dikkat etmeliyiz. Bu alışkanlıkların özü ve kökeni üzerinde fikir yürütmesek bile, yakın çevremiz veya bu çevrenin Çevresi ve toplum adını alan son sınıra kadar bu şekilde genişleyen çevre tarafından bizden istendikleri için bu alışkanlıkların arasında bir bağlantı olduğunu hissederiz. Bu alışkanlıkların her biri doğrudan veya dolaylı olarak toplumsal bir gereksinimi karşılar: Ve böylece alışkanlıkların hepsi birleşir ve bir blok oluştururlar. Eğer bunlar ayrı ayrı sunulsalardı, çoğu küçük ödevler olarak kalırlardı. Ama bunlar genel olarak ödevin tamamlayıcı bir parçasını oluşturmaktalar; ve varlığını parçalarının katkısına borçlu olan bu bütün, karşılık olarak, her bir parçaya bütünün genel yetkisini verir. Böylece kolektif, tekili güçlendirir ve “bu bir ödevdir” formülü ayrık bir ödev karşısında oluşabilecek tereddütlerimizi ortadan kaldırır. Gerçeği söylemek gerekirse, bütün bir ödevi oluşturacak kısmî ve birbirine eklenmiş ödevleri düşünmeyiz tam olarak. Hattâ burada gerçek anlamda parçaların birleşmesi diye bir şey yoktur belki de. Bir ödevin diğer ödevlerden aldığı güç, her bir hücrenin, bir parçası olduğu organizmanın derinliklerinden aldığı bütün bir yaşam soluğuna benzer daha çok. Üyelerinin her birine içkin olan toplumun, büyük veya küçük olsalar da, her biri aynı şekilde yaşamsallığının bütününü ifade eden gereksinimleri vardır. Fakat tekrar ediyorum, burada da gene bir karşılaştırma vardır sadece. İnsan toplumu bir özgür varlıklar bütünüdür. Toplumun dayattığı ve onun varlığını sürdürmesini sağlayan ödevler, ona, yaşamsal olguların katı düzeniyle sadece benzerliği olan bir düzenlilik getirir. Bununla birlikte her şey bizleri bu düzenliliğin doğanın düzenliliğine benzediğine inanmaya götürüyor. Ben yalnızca insanların hep birlikte bazı eylemleri övmelerinden ve diğerlerini kınamalarından söz etmiyorum. Değer yargılarında bulunan ahlâk kurallarına uyulmadığı yerde bile uyuluyormuş gibi kendimizi ayarladığımızı söylemek istiyorum. Sokakta yürüdüğü- muz zaman hastalığı göremediğimiz gibi, insanlığın görünen yüzünün arkasında olabilecek ahlâksızlığı da hesaba katmayız. Eğer sadece başkasını gözlemlemekle yetinseydik, insandan kaçar hale gelmemiz kolay olmazdı. Kendi zayıflıklarımızın farkına vararak insandan şikâyet etme veya insanı küçümseme noktasına varırız. Arkamızı döndüğümüz insanlık aslında kendi derinliğimizde bulduğumuz insanlıktır. Kötülük o kadar iyi gizlenir ve giz herkesçe o kadar güçlü bir şekilde korunur ki her birimiz herkesin oyununa geliriz: Diğer insanları çok sert bir şekilde yargılıyormuş gibi yapsak bile, içimizden onların bizden daha iyi insanlar olduklarını düşünürüz. Toplumsal yaşamın büyük bir kısmı bu hayırlı yanılsamaya dayanır. Toplumun bu yanılsamayı teşvik etmek için her şeyi yapması doğaldır. Toplumun koyduğu ve düzeni sürdüren yasalar bazı yönlerden doğa yasalarına benzemektedirler. Filozofun gözünde farkın çok radikal olduğunu düşünüyorum. Filozof saptayan yasayla buyuran yasanın birbirinden farklı olduğunu söyler. Buyuran bu yasadan kaçımlabilir; toplumsal yasa zorlar ama zorunlu tutmaz. Buna karşın doğa yasası kaçınılmazdır, çünkü bir olgu yasanın dışına çıkarsa, bu durum bu yasanın yasa olarak kabul edilmesinde hata yapıldığını gösterir; gözlemlenen her şeyi dile getirecek bir şekilde sunulan ve yasaya karşı gelen olgunun diğerleri gibi uyduğu başka bir yasa vardır ve bu gerçek yasadır. -Kuşkusuz; ama insanların çoğu için bu ayrım aynı derecede açık değildir. Fiziksel yasa, toplumsal veya ahlâkî yasa; her tür yasa onların gözünde bir buyruktur. Doğanın yasalarla kendini ifade eden belirli bir düzeni vardır: Olgular bu düzene uyum sağlamak üzere bu yasalara “boyun eğeceklerdir”. Bilim adamının kendisi de, şeylerin uymak zorunda oldukları Platoncu idealar’a benzer şekilde, yasanın olgulara “yön verdiği” ne ve sonuç olarak yasanın olgulardan önce geldiğine inanmaktan kendini alamaz kolay kolay. Bilim adamı genelleştirmelerde ne kadar ileri giderse, ister istemez yasaları bu buyurucu özellikle donatmaya o kadar çok eğilimli hale gelir: Henri Bergson 11 Mekaniğin ilkelerini, modern bilimin başka bir Sina’da aradığı aşkın levhalara ezelden beri kazınmış hallerinden farklı şekilde tasarımlamak için bilim adamının gerçekten kendine karşı savaşması gerekir. Ama eğer fizik yasası belirli bir genelliğe ulaştığı zaman kafamızda bir buyruk biçimi alıyorsa, buna karşılık herkese yönelen bir buyruk da bize kendini biraz da bir doğa yasası gibi sunmaktadır. Zihnimizde birbirleriyle karşılaşan bu iki fikir burada değiş-tokuş yapmaktalar. Yasa buyruktan emir kipini almakta, buna karşın buyruk da yasadan kaçınılmazlık özelliğini almaktadır. Toplumsal düzeni ihlâl böylece doğa karşıtı bir niteliğe bürünmektedir: Bu ihlâl sık sık tekrarlama bile, bir canavarın doğa karşısındaki konumuna benzer şekilde, bizde toplum düzeni içindeki bir istisna etkisi uyandırmaktadır.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir