Honore De Balzac – Esrarli Bir Vaka

Eski Yunanlılardan beri milletlerin sanat ve fikir hayatında meydana getirdikleri şaheserleri dilimize çevirmek, Türk milletinin kültüründe yer tutmak ve hizmet etmek istiyenlere en kıymetli vasıtayı hasırlamaktır. Edebiyatımızda, sanatlarımızda ve fikirlerimizde istediğimiz yüksekliği ve genişliği bol yardımcı vasıtalar içinde yetişmiş olanlardan beklemek, tabiî yoldur. Bu sebeple tercüme külliyatının kültürümüze büyük hizmetler yapacağımı inanıyoruz. 1-8-1941 İSMET İNÖNÜ ÖNSÖZ Honoré de Balzac, Une Ténébreuse Affairei 1831 de yani otuz iki yasında yazdı. Père Goriot veya Eugénie Grandet derecesinde bir şöhreti olmamakla beraber, baş- .lıca eserleri arasında yer alan bu romanında, şaheserlerini birbiri ardından sıraladığı olgunluk çağının bütün ustalık ve tecrübesi göze çarpar. Balzac, Esrarlı Bir Vaka’da birkaç roman nev’ini- bir arada toplayıp kaynaştırmak gibi güç bir işi az kalem ustasına nasibolan bir başarı ile yapmıştır. Bir kere ¿vakasının kvfruluşu bakımından burada en cazip ve ha-reketli bir macera romaniyle karşılaşıyoruz. Merakımızı kitabın sonuna kadar sürükliyerek orada açılan esrar perdesi, hattâ, bu esere bir zabıta romanı çeşnisi bile verir. Gene aynı eserde kuvvetli bir örf ve âdet romanı buluyoruz. Bir yandan Fransa’nın şeref duygusuna ve kırallığa sıkı sıkıya bağlı eski kişizade ailelerinin yaşayış ve zihniyetleri canlandırılırken öte yandan da bunlar kar-şısında Fransız Ihtilâli’nin sivrilttiği halktan insanların, yüksek mevkilere, servet ve itibara erişmek için her vasıtayı mubah gören haris mücadeleleri ve bu uğurda göze aldıkları entrikalar gösteriliyor. Balzac, İhtilâl’e de, İmparatorluğa da taraftar olamamış, meşru kırallık dâvasına gönülden bağlı kalmıştır. Büyük Ihtilâl’in birbirine düşürdüğü cemiyet sınıfları içinde kişizadeler tarafını tuttuğu, daha başka eserlerinde olduğu gibi bu romanında da göze çarpacak kadar barizdir. Esrarlı Bir Vaka, aynı zamanda tarihî bir romandır. Balzac, o kendine has ustalığiyle, muhayyel bir vaka etrafında Consulat ve İmparatorluk devirlerinde şöhret almış birçok siyasi şahsiyetleri topiıyarak eserine, “Acaba bu vakalar hakikaten olmuş mudur?” dedirtecek kadar kuvvetli bir realite hissi vermeye muvaffak olmuştur, Hayal ve hakikat bu romanda, birbirine zarar vermeden, yanyana ve elele yürümektedir.


Eşsiz bir tasvirci olan Balzac, bu romanında da ele aldığı muhitlerin insanlarını, manzaralarını o kılı kırk yaran tetkikından geçirerek bütün hususiyetleriyle inceden inceye gözümüzün önünde canladırır. Tasvirler, ro-manda, okuyucuyu daima sıkar. Balzac*sa tasviri, eserlerinde aşırılığa vardıracak kadar bol kullanır. Çünkü o, eserinin zamanındaki cemiyete bir ayna vazifesi görmesine, devrinin canlı bir tarihi olmasına çok önem verir. Fakat o, ağır ve gerçekten eşsiz tasvirlerini meraklı vakalarla öylesine içiçe geçirir ki, alâkamızı aksatmadan bize öğretmek istediklerini tam olarak öğretmeye muvaf-fak olur. Ve okuyucu Balzac’ın bir romanını bitirdiği zaman, yalnız yüksek bir sanat eserinin zevkini tatmış •olmakla kalmaz, hiç farkına varmadan bilgi bakımından •da zenginleşmiş olur. Y. Nabi ESRARLI BtR VAKA POLİSİN ÜZÜNTÜLERİ 1803 sonbaharı, bu asrın Empire adını ver“ eliğimiz ilk devresinin en güzel sonbaharlarından biri oldu. Ekimde bir iki defa yağan yağmur, çayırları canlandırmıştı, kasım ayının ortalarında ağaçlar hâlâ yeşil ve yapraklıydı. Onun için, o sırada kaydıhayat şartiyle Konsül ilân edilen Bonaparte’la gök arasında bir anlaşma bulunduğuna ve bu adamın, ikbalini buna borçlu olduğuna halkın inanacağı geliyordu; hakikaten gariptir! 1 812 de güneşin açmadığı gün, ikbal devresi de sona ermiş oldu. O senenin 15 kası-mında, akşamın dördüne doğru güneş, bir şatoya giden uzun yoldaki dört asırlık karaağaçların tepelerine âdeta kızıl bir toz serpiyordu; bir zamanlar toprakların süse kurban edilecek kadar ucuza olduğu yerlerde raslanan o muazzam değirmi meydanlardan birinin kumlariyle ot öbeklerini parlatıyordu. Hava o kadar temiz, o kadar ılıktı ki, bir aile, yazmış gibi serinlemeye çıkmıştı. Yeşil bezden, yeşil düğmeli bir av ceketi, aynı kumaştan bir külot giymiş, ayaklarına ince tabanlı kunduralar, dizlerine kadar kalın bezden tozluklar geçirmiş biri, usta avcıların boş zamanlarında bu işe gösterdikleri itina ile bir karabinayı siliyordu. Bu adamın yanında ne av çantası vardı, ne vurulmuş hayvan, ava gidişe veya dönüşe delâlet eden hiçbir hazırlık yoktu. Yanıbaşmda oturan iki kadın, kendisine bakıyor ve gizliyemedikleri bir korkunun tesiri altında görünüyorlardı.

Bir çalılığın arkasına saklanarak, biri bu sahneyi seyretmiş olsaydı, bu adamın karisiyle ihtiyar kaynanası gibi titremekten kendini alamazdı. Muhakkak ki, bir avcı, avlanmak için, bu kadar inceden inceye itina etmez ve Aube vilâyetinde, ağır bir yivli karabina kullanmazdı. Genç ve güzel karısı, gülümsemeye çalışarak : — Karaca avına mı çıkacaksın, Michu? dedi. Michu, cevap vermeden önce köpeğine baktı. Ayaklarını uzatıp, çenesini ayakları üstüne yerleştirmiş vaziyette güneşte yatan köpek, başını kaldırmış, önünde bir kilometre kadar uzanan hıya- banı ve solda meydana açılan bir kestirme yolu nefes nefese kokluyordu. Michu: —Hayır, cevabını verdi, hakkından gelmek istediğim bir canavar, bir vaşak avlıyacağım. Mükemmel bir epanyöl olan, kahverengi benekli beyaz köpek hırladı. Michu: —Al sana, dedi, gene haf iyeler i Kaynıyor mübarekler burada. Madam Michu, üzüntülü bir tavırla gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Evvel zaman heykellerine ben- ziyen, bu mavi gözlü güzel sarışın kadın, düşünceli ve dalgındı, acı ve derin bir kederin pençesinde kıvrandığı belliydi. Kocanın hali, iki kadının duydukları korkuyu bir dereceye kadar izah edebilirdi. Fizyonomi kanunları, yalnız huy ve mizaçları bekitmek bakımından değil, aynı zamanda insanların kaderi bakımından da doğrudur. İstikbali haber veren yüzler vardır. İdam sehpasında can verenlerin kendilerine tıpkı tıpkısına benziyen birer resimleri elde bulunsaydı (ki, bu canlı istatistik, cemiyet için pek lüzumludur) Lavater’le Gall’in ilmi, bütün insanların, hattâ mâsumlarımn bile başlarında, garip işaretler bulunduğunu ispat ederdi. Evet, herhangi bir şekilde ecelleriyle ölmiyecek olanların yüzüne kader, damgasını vurur! Erbabının gözünden kaçmıyan bu damga, karabinalı adamın mânalı çehresinde de vardı.

Bodur ve şişman, sakin tabiatlı olmasına rağm,en, bir maymun kadar atik ve çevik bir adam olan Michu’nün, Kalmuklarınki gibi tıknaz, pembebeyaz bir yüzü vardı, kızıl, kıvırcık saçları bu yüze meşum bir ifade veriyordu. Sarımtırak ve berrak gözlerinin içinde, kaplan gözleri gibi öyle bir derinlik vardı ki, kendisini tetkik edenin bakışları, burada ne bir harekete, ne de bir sıcaklığa raslamazdı. Sabit, aydınlık ve katı olan bu gözler, insanı nihayet dehşete düşürürdü. Gözlerin sabitliğiyle vücudun canlılığı arasındaki devamlı tezat, Michu’nün ilk bakışta insana aşıladığı soğuk tesiri daha da arttırırdı. Nasıl, hayvanlarda hayat bir düşünceye bağlı olmadan içgüdünün emrinde bulunursa, bu adamın âni hareketleri de herhalde tek bir düşünce- ya tâbi idi. Kızıl sakalını 1793 ten beri yelpaze şeklinde keserdi. Terreur [Fransız İhtilâlinin 31 mayıs 1793 ten 27 temmuz 1794 e kadar süren en kanlı devri.] devrinde bir Jacobin’ler [Fransızİhtilâlinde aşırılığı ile tanınmış siyasi kulüp mensupları. Kulüpleri 1794 te kapatılmıştır] kulübünün reisliğini etmiş olmasaydı bile yüzünün bu hususiyeti, tek başına, ona korkunç bir manzara vermeye yeterdi. Bu, basık burunlu, Sokrates’vâri yüzün üstünde çok güzel bir alın vardı, fakat alnı o kadar fırlaktı ki, âdeta yüzünde bir çıkıntı teşkil ediyordu. Yüzüne yapışık olmıyan kulakları, daima tetik duran vahşi hayvanlardaki gibi, kımıldıj’or sanırdınız. Köylülerde çokluk görülen bir alışkanlıkla aralık duran ağzında kuvvetli ve kar gibi beyaz, fakat in-tizamsız dişler görülüyordu. Kalın ve parlak favoriler, bu beyaz ve yer yer morumsu yüzü çevreliyordu. Önde dipten, şakakların üstünde ve ensede uzun kesilmiş olan saçları, kızıl rengiyle bu yüzdeki garip ve şeametli tarafları büsbütün belirtiyordu. Kısa ve kaim koynu kanunun bıçağını imrendirecek gibiydi.

O anda, bu insanlara yandan vuran güneş, köpeğin zaman zaman baktığı bu üç başı tamamiyle aydınlatıyordu. Bu meydan, Fransa’nın en zengin topraklarından biri, ve muhakkak ki, Aube vilâyetinin en güzel malikânesi olan Gondrevilie parkının nihayetindedir: iki yanma karaağaçlar sıralanmış muhteşem hıyaban- lar, Mansard’m plânlarına göre inşa edilmiş şato, etrafı duvarla çevrili bin beş yüz arpent’lık [M bahçe, dokuz büyük çiftlik, bir orman, değirmenler ve çayırlar. Bu şahane malikâne, Büyük ihtilâl’den önce Simeuse’lerindi. Ximeuse, Lorraine’de bir tımarın adıydı, ismi Simeuse telâffuz ederlerdi; sonunda, okunduğu gibi yazmaya başlamışlardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir