Huseyin Nihal Atsiz – Dalkavuklar Cetesi

Hattuşaş şehri sevinç içinde çalkalanıyordu. Ülkenin en güzel zamanı olan bu yaz gününde şanlı kıral Subbiluliyuma’nın bir oğlu doğmuştu. Hatti milleti doğumu kutlulama için çılgınca eğleniyordu. Kıralın subayları savaş arabalarına binerek, bütün şehirlere bu müjdeyi vermek üzere uçar gibi sürüp gitmişlerdi. Sarayın bahçesi ileri gelenlerle dolup taşıyordu. Şölen masaları kurulmuş, prensler, rahipler, kumandanlar, vezirler, tüccarlar ve elçiler en güzel yemeklerin başına üşmüşlerdi. Kırala getirilen hediyeler saray kapısına dizilmiş, önüne saray askerleri dikilmişti. Başkumandan Tutaşil sarayın önünde, masaların arasında dolaşıyor, karışıklık olmasın, gelenler saygılansın diye ardı sıra gelen birkaç subaya buyruklar veriyordu. Kısa boylu, gür ve kıvırcık sakalları, kalın gövdesiyle Tutaşil su katılmamış bir Hatti idi. Çok eski, yüce bir aileden geliyordu. İlk atası, Hatti devletini kuran Pampa ile birlikte çalışmış, bütün ataları hep kumandan olarak kanlarıyla devlete hizmet etmişlerdi. Çok sert bir adamdı. Kıral uygunsuz bir işi yaptığı zaman bunu kendisine ancak Tutaşil söyliyebilirdi. Yorulmak bilmezdi. Vakit gece yarısına yaklaştığı halde bir an bile oturmamıştı.


Arkasında yürüyen genç subaylar yorgunluklarını belli ediyorlar, fakat o daha yeni kalkmış gibi dipdiri, sapsağlam yürüyüp dolaşıyordu. Bu gece gökte yuvarlak, parlak bir ay vardı. Kıralın oğlu doğdu diye Tanrılar göğü bulutsuz, rüzgarı serin, ayı parlak yapmışlardı. Her iş yolunda gidiyordu. Fakat Tutaşil yine memnun değildi. Zaten onun bir defa bile memnun olduğunu gören yoktu ki… Şölen masalarının ortasında sarayın muzıka takımı çalıyor, konukları eğlendiriyordu. Başkumandan, subaylardan bir ikisini daha öteye beriye yolladıktan sonra yanında kalan yaveri ile bahçenin uzak yerlerine doğru yürüdü. Ağır ağır ilerliyerek buradaki sık ağaçları gözden geçirmeğe başladı. Karşıda, ağaçların en çok sıklaştığı yerde birisi duruyordu. Yaver eliyle orasını göstererek: “Kumandanım! İlerde birisi var” dedi. Tutaşil gözlerini dikkatle baktıktan sonra omuzlarını silkerek cevap verdi: “Hantilyas olacak. Gel bakalım. Yanına gidip burada ne aradığını soralım”. Hantilyas, sarayın esrarengiz kadını idi. Yıllardan beri sarayda olduğu halde ne yaptığı, kimin nesi olduğu belli değildi.

Şimdiye kadar, onun bir defa bile güldüğünü kimse görmemişti. Çok kimseler adını bilmez, “gülmez yüzlü kadın” diye anarlardı. Yüzüne, gözlerine, saçlarına bakılırsa bir yabancı idi. Başkumandan da onu yabancı olduğu için sevmezdi. Çünkü o Hatti olmıyan herkesten tiksinirdi. Hantilyas, iki kişinin kendisine yaklaştığını duyunca başını çevirip her zamanki elemli gözleriyle acı acı baktı. Bu bakış genç yaverin içinde bir acıma duygusunu kabartmadı değil. Fakat sert huylu Tutaşil böyle düşünmüyordu. İçinde hiçbir yumuşaklık, hiç zayıflık olmıyan bir sesle sordu: – Burada ne arıyorsun? Kalabalığa karışıp eğlensene… Gülmez yüzlü kadın bu sözlerden şaşalamış gibiydi: – Eğlenip ne olacak? Ölsem daha iyi. Tutaşil’in sesinde alay kıvılcımları parladı: – Ölmek istiyorsan seni alıkoyan yok. Ölümünle Hatti devleti batmaz. Sarayın mahzenlerinde Kıral Murşil çağından kalma fıçılarla zehir olduğunu da biliyorsun. Bundan bir tas içersen dileğine kavuşursun! Hantilyas cevap vermedi. Âdeti üzre hazin gözlerle karşısındaki iki kişiye baktı. Sonra yavaş yavaş uzaklaşarak kayboldu.

Başkumandan bir zaman onun ardından baktı. Sonra yaverine dönerek öfkeli bir sesle: “Hatti ülkesindeki bütün yabancıları mahzene doldurup ağızlarına zehir akıtmalı… Yarı deli bir Hantilyas’tan ne çıkar” dedi. 2- BÜYÜLÜ SU Tan ağarıyordu. Hattilerin kıralı saray kapısının önüne çıkmış, konukların tebriklerini kabul ediyordu. İlk önce prensler ve prensesler kululadılar. Yeni doğan oğlu için tanrılardan uzun yıllar, bahtiyarlıklar, zenginlikler dilediler. Sonra Frikya elçisi geldi. “Büyük kıral! Dost ve kardeş Hatti milleti ile siz, şanlı atalarına sağlıklar, uzun ömürler, zaferler dilerim. Gönülden gelen kutlulamalarımı kabul buyurursanız beni unutulmaz bir bahtiyarlık içinde bırakacaksınız” dedi. Kıralın yakınında yaverleriyle birlikte duran başkumandan Tutaşil bu sözleri işitince yüzünü buruşturdu: – “Alçak Frikyalı! Nasıl da yalan söylüyor” diye mırıldandı. Tam bu sırada gevrek ve şakrak bir kahkaha bahçeyi çınlattı. Bütün başlar sesin geldiği yana çevrildi ve şaşkınlıktan açılan gözler önünde Hantilyas’ın gülerek kırala doğru yürüdüğü görüldü. Başkumandan kılıcına el attı. Sonra yaverine dönerek : “Yakalayın şunu” diye buyurdu. Bütün kalabalık arasında şaşırmıyan bir kendisi vardı.

Bütün sarayın, hatta bütün Hattuşaş şehrinin bildiği bu gülmez yüzlü kadının kahkaha ile gülmesi o kadar umulmaz bir şeydi ki herkes donup kalmış, hatta bunun kıralı tahkir demek olduğunu bile unutmuştu. Yaverler, çıldırmış sandıkları kadını yakalamak için fırladılar. Fakat kıral onlara bağırdı: – Dokunmayın! Gelsin bakalım! Hantilyas gülerek kırala yaklaşıyordu. Yüzü kızarmış, gözleri süzgünleşmişti. O kadar güzelleşmişti ki kıralda istekler uyandırıyordu. Ellerini kırala uzattı: – Büyük kıral Subbiluliyuma! Oğlun doğdu diye yalnız diriler mi kutlasın? İşte bak, ben birölü olduğum halde seni kutlulamağa geldim. Ölüler dirilerden daha öncedir değil mi? Bu sözler ve arkasından kopan yeni bir kahkaha orada bulunanlardan bir çoğunu titretti. İşte bu kadın bir ölü gibi ölümden korkmıyarak, kıralın karşısında aldırış etmezsizin gülüyor, kıralla senli benli konuşuyordu. Ölüyüm diyordu. Fakat tıpkı diriler gibi yürüyor, söz söylüyordu. Kıralın kaşları çatıldı: – Ne dedin? Sen ölü müsün? Daha dün gece sağdın. Ne zaman öldün? Seni kim öldürdü? Hantilyas şakrak bir kahkaha daha attı. Kendisine en keskin bakışlarla bakan Tutaşil’i göstererek: – Buna sor! Bana sen ölürsen Hatti devleti yıkılmaz dedi. Saray mahzenlerinde zehir dolu, git iç dedi. İçtim ve öldüm.

Şimdi seni kutluluyorum. Kıral başkumandana baktı. Tutaşil’in yüzü korkunç bir hal almıştı: – “Evet! Zehir içmesini ben öğütledim. Çünkü ölmek istediğini söylemişti. Fakat görülüyor ki ölmeden delirmiş” dedi. Kadın hala gülümsüyordu: – Taslarla içtim. Kana kana içtim. Yakında güneş tanırsı İştanus beni sofrasına alacak. Siz de benimle birlikte gelmek istemez misiniz? Öldükten sonra her şey güzelleşti. Ey şanlı kıral Subbiluliyuma! Sen bile kocaman burnun ve şaşı gözünle şimdi bana hoş görünüyorsun! Ortalığa buz gibi bir sessizlik çöktü. Yalnız Hantilyas’ın gülüşleri şakrıyor, herkes önüne bakıyordu. Kıral öfkeli bir sesle başkumandana “Bu kadını hemen saraya getiriniz” diye buyruk verdikten sonra geriye doğru döndü. Hızlı hızlı yürüyerek içerde kayboldu. Tutaşil, Hantilyas’ın üzerine kaplan gibi saldırdı. Kolundan yakalıyarak: – “Yürü maskara!… Ben sana bu edepsizliği sorarım” diye tartakladı.

Onun gülüşüne, sözlerine aldırmadan saraya sürükledi. Şaşkınlıktan dilleri tutulmuş olan yaverler biraz geriden geliyorlardı. Kıral önde berikiler arkada olduğu halde mahzene gidiyorlardı. Kıral, kıral olalı buraya ancak bir kere girmişti. O da sarayda neler olduğunu görmek içindi. Mahzene girdikleri zaman Hantilyas hala gülüyordu. Bir köşede sırlanmış olan fıçılar içlerindeki korkunç zehirle asırlardan beri burada bekliyorlardı. Kıral, kadına dönerek bağırdı: – Hangisinden içtin? Nasıl içtin? Hantilyas yere yuvarlanmış olan bir bakır tası eline aldı. Kapağı kaldırılmış bir fıçıya yaklaşarak: – “Buradan içtim şanlı kıral! Bunu da senin için içiyorum” dedi. Tası fıçıya daldırdı. Kızıl, köpüklü bir su ile dolan tası dudaklarına değdirdi. Kıralın, başkumandanın ve yaverlerin hayretle bakan gözleri önünde son yudumuna kadar içti. Onlar, kadının hemen düşüp ölmesini bekliyorlardı. Halbuki onda hiç öleceğe benzer bir hâl yoktu. Gülüyor, adım atarken sendeliyordu.

Kıral sordu: – Söyle Hantilyas! Kaç tas içtin? – Üç tas içtim… Beş tas içtim… Gece yarısından beri on tas içtim… Bu tatlı zehirden sen de içmez misin kıral? Kıral ve başkumandan bakıştılar. Hantilyas tası yeniden daldırmış, kızıl su içiyordu. Kıral yaverlerden birine döndü: “Buraya birkaç esir getir” dedi. Asırlardan beri mahzende duran, değil ağza bir damlası, insanın derisine değmesi bile insanı hemen öldürür diye bilinen bu kızıl su demek ki öldürmüyordu Yanında üç esir olduğu halde dönen yavere kıral buyruk verdi. “Bu içkiden birer tas içsinler” Yaver, tası çekingen bir durumla fıçıya daldırıp bir esire verdi. Ne olduğunu bilmiyen ve canından bezgin bir adama benziyen esir susamış bir insan gibi tası aldı. Âdeta zevkle içti. İkinci esir yüzünü buruşturdu. Üçüncüsü ise içtikten sonra gülümsedi. Kıralın buyruğu ile esirlere birer tas daha verildi. Kıral, başkumandan ve yaverler şaşırmışlardı. Çünkü onlar da ölecekleri yerde Hantilyas gibi gülmeğe, kahkahalar atmağa başlamışlardı. Artık kıralın buyruğunu, yaverin tası vermesini beklemiyorlardı. Tası birbirlerinin elinden kaparak fıçıya daldırıyorlar, kızıl suyu üzerlerine dökerek içmeğe çabalıyorlardı. Hantilyas ise kahkahalar atarak onlara bakıyor, bağırarak daha çok içmeğe kışkırtıyordu.

Kıral şaşkınlıklar içindeydi. Hani bir damlası bile insanı öldüren bu zehire ne olmuştu? Yoksa içenler sonra mı öleceklerdi? Bu sırada esirlerden birinin yere düşmesi şüpheleri halleder gibi oldu. Fakat düşenin üzerine eğilip yüreğinin çarpınışını, soluk alışını dinliyen yaverin: “Yaşıyor, fakat uyuyor” demesi aklını büsbütün karıştırdı. Kıralın yaman bir merak sarmıştı. Birdenbire Tutaşil’e dönerek sordu: – Sen bu zehiri içerek ölmüş kimse biliyor musun? – Hayır! Kıral yavere döndü: – Ya siz? – Hayır! – Ben de bilmiyorum. Öyleyse kim biliyor? Sakın bu boş bir rivayet olmasın? Sonra yaverlerden birine emretti: – Şu tası doldurup getir! Yaver tası getirdi. Kıral yavaş yavaş dudaklarına kaldırarak bir yudum içtikten sonra başkumandana uzatarak: – “Tadına bak. Bu, bir zehire benzemiyor. Zehirde böyle güzel tat olur mu” dedi. Tutaşil, kıralın verdiği tası aldı. Bütün hayatında ölümle karşılaşmanın, ölümden korkmamanın verdiği bir alışkanlıkla bir dikişte içti. Sonra: – “Zehir olamaz. İnsanın içine bir hoşluk veriyor” dedi. Bir müddet birbirlerine bakıştılar. Esirler ve Hantilyas hala gülüp şaklabanlık ediyorlardı.

Başkumandan gülümsedi: – “Büyük kıral! Bu bir zehir değil. Bu içtikçe insana ferahlık veren, insanı güldüren büyülü bir su. Ömrümde gülmiyen şu kadının da bunu içtikten sonra sevince düşmesi gösteriyor ki bu zehir olamaz” dedi. Sonra fıçıya yaklaşarak bir tas daha alıp içti ve ömründe ilk defa olarak yasayı, türeyi unutup kıralın karşısında kahkahalarla güldü

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir