Işıl Ozgenturk – Hikayeler

Ne zaman deniz ölse, denizanaları çoğalır. Kıyı ürkünç peltemsi gövdelerle dolar. Denizin sonsuz öfkesi siner, şiir yokolur. Denizkızları ıssız koyaklarda intihar eder, şarkılar unutulur. Denizanalarının ölüm mühürlü kolları çıldırtıcı bir müzik eşliğinde bir açılıp bir kapanarak son kalan maviyi de yoketmek için il erler. Gene o, o çıldırtıcı dümbelek sesi… düm teke düm tek düm teke düm tek … Günün bu erken saatinde vapurun üst güvertesini kuşatan kızlı erkekli kalabalıktan tek bir ses yükseliyor: düm teke düm tek düm teke … Üç dümbelek saatlerdir amansız, bir yarıştaymışçasına hiç ara vermeden çaIıyor. Güçlükle sıkıştığım köşeden dümbelek sesinin ötesindeki genç insan yüzlerini seçmeye çalışıyorum. Bilinçsizce aradığım bir şeyler olmalı; acıyla kırışmış bir alın, sevecen bakan bir çift göz, doygun bir gövde, içten bir gülüş, soran bir yüz … Boşuna, zavallı bir çaba benimkisi, dümbelek sesinin ötesinde yalnızca bir insan yığını var. Birbirine geçmiş kollar, hacaklar boşlukta uçarmışcasına sallanıp duran gövdeler. Sanki yolunu şaşırmış bir rüzgar kentin varoşlarından vapurun üst güvertesine sürüklemiş onları, dümbelekleri eşliğinde, dümbelekleri eşliğinde … Herşey ilkel bir ayini anımsatıyor. Tarih öncesi çağlardan üst güverteye fırlamış bir denizanası ölümle palazlanmış gövdesini heryere yerleştiriyor, heryere sümüksü bir sıvı bulaşıyor, hayatın özsuyunu emen, onu kuru tan bir sıvı. Bu dev denizanasını görmemek için gözlerimi kapatıyorum. Onun soğuk, tiksinç gövdesini, kör ağız boşluğunu unutmak için sıcak, güzel şeyler düşünmeliyim.


Sıcak, güzel şeyler. Biri bana bakıyor. Gözlerim sımsıkı kapalı, görmüyorum ama hissediyorum biri bakıyor. Usulca gözlerimi açıp onu bulmaya çalışıyorum. Hemen karşımda oturuyor. Çok genç bir adam. Çok genç ! Önünde yaşanacak uzun yıllar var. Kimbilir kaç kez sevdalanacak, kaç kez parasız kalacak, kaç kez hastalanacak. Onun yaşında insan en az ölümü düşünür, onun yaşında hayat serüven dolu eğlenceli bir kitap gibi olmalı, çok gülünmeli, çok türkü söylenmeli. Ben bakınca suçüstü yakalanmış _ bir çocuk gibi utanıyor. Yüzü kızarıyor, başını eğiyor, aynı anda dizlerinin üstünde gevşek, gelişigüzel duran ellerini sımsıkı iki yumruk yapıyor. Onu tedirgin ettiğim için üzülüyorum. Keşke diyorum, aldırışsız davransaydım, bakmasaydım ama bu dev denizanasının yalpalayıp durduğu güvertede birbirimize ihtiyacımız lO var. İçimden bir ses böyle diyor. ihtiyacımız var! Bir yerlerden tanıyorum yüzünü. Sanki bir gün bir çıkmaz sokağın en ucuna birlikte yürümüşüz gibi ya da çok uzun bir yolculukta çok eski zamanlarda kalmış hikayeler anlattık birbirimize, öyle tanıdık yüzü. Elleri dizlerinin üstünde hala sımsıkı iki yumruk, üst dudağı titriyor.

Gözgöze geliyoruz. Derin, bağışlamaz bir acı var gözlerinde, hiç yabancısı olmadığım, acılı yurdumun en ücra köşelerinde, en yıkık yapılarında sessizce katlanılan bir acı, içimdeki ses haklı, birbirimize ihtiyacımız var. Dümbelek sesine şimdi vahşi bir insan sesi de katıldı. Bu ses dünyanın bütün kör kuyularında gezinmiş, bütün çirkinliklerin, bayağıhkların en ince tınlamalarma bulanmış, haykınyor: seksen, doksan, yüz! karada yüz ! denizde yüz ! girsin mi ana m! girsin, girsin! sonuna sonuna kadar! Ne zaman bu gencecik kızlar blucinlerinin kopçalarını çözüp pantolonlannı kasıkianna indirdiler? Ne zaman öğrendiler böyle aç erkek gözleri önünde histeri krizindeymişcesine bel kıvırıp, gerdan bükmeyi, ne zaman oldu bunlar? Ne zaman öldü deniz, denizanaları ne zaman büyüdü? Neyle beslendiler, neyle? yüz, karada yüz, denizde yüz! düm teke düm tek düm teke düm tek … Denizde biri var ! Boğuluyor! Boğuluyor! Kurtulmak için hiçbir çaba harcaınıyar artık, ölüyorl ll Yüzü apaçık seçiliyor şimdi, görüyorum onu, karşıında oturan genç adaının yüzü, dalgaların arasından son bir kez sesleniyor bana: «Ölü bir şehirde çok dolaştığıını söyle insanlara. Kapıları mühürlenmiş bir şehirde. Günlerce sürüklenerek bir kapıdan öteki kapıya gittiğiıni; kapılarının takınaklarına yapıştığıını, elleriın kanayıncaya dek kapılarını çaldığıını söyle ! Kapıları mühürlü bir şehirde, günlerce günlerce … ıı Hayır! Hayır! O ölıneıneli, ölıneıneli! Korkuyla, titreyerek karşı sıraya bakıyoruın. Orada ! inleyerek ağlamak istiyorum, inleyerek. Ne kadar çok korktum, o yeri boş bulmaktan nasıl korktum! Oturuyor, orada, üst dudağı daha çok titriyor şimdi, elleri dizlerinin üstünde sımsıkı iki yumruk. Dümbeleğin sesi ölümcül tınlamalara dönüştü. Bir ölüm ayinindeyiz, provası bir kaç kez yapılmış bir ölüm ayini. Fırlıyorum yerimden, denizanasının kollarını güçlükle aralayıp genç adamın yanına gidiyorum. Uzanıp dizleri üstünde sımsıkı iki yumruk olan ellerini açıyorum, tutuyorum ellerini, tırnakları yok, tırnaklarının yerinde morluklar var. Soğuk bir rüzgar esiyor. Onun tırnaksız, yerlerinde morluklar olan ellerine baktıkça üşüyorum, çok yakıcı güneşte üşüyorum. Birlikte güvertedeki ölüm ayininden bütün yıpranmaları göze alıp geçmek, başka bir dünyanın güneşinde ısınmak istiyorum.

Ona bu kentin bütün kapılarının mühürlü alamıyacağını, olmadığını anlatmak istiyorum ama dümbeleğin sesi çok büyük, sesim duyulmuyor. Elleri elierirnde duruyoruın öylece, birilerinin yardımı gerek bana, birilerinin …

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir