John Grisham – Pelikan Dosyasi

Abraham Rosenberg kendini böyle karışıklık yaratacak biri olarak görmüyordu, ama aşağıda gördüklerinin çoğunun suçlusu olarak görülebileceğini de biliyordu. Bunun bir zararı yoktu. Doksan bir yaşındaydı, felçliydi, tekerlekli bir koltuğa ve oksijen tüpüne bağlıydı. Rosenberg kendisini az daha öldürecek olan ikinci beyin kanamasını yedi yıl önce geçirmesine karşın hâlâ yaşıyordu ve burnunda tüpler olduğu halde diğer sekiz meslektaşından daha etkiliydi. Yüksek Mahkemenin tek kalan efsane insanıydı ve henüz soluyor olması aşağıdaki göstericilerin çoğunu ifrit etmekteydi. Rosenberg, Yüksek Mahkeme Binasının bir bürosunda, küçük bir tekerlekli koltukta oturuyordu. Ayaklarını pencerenin kenarına dayamıştı ve gürültü arttıkça öne doğru eğilip aşağısını görmeye çalışıyordu. Polisten nefret ederdi, ama onların düzenli, sağlam bir sıra oluşturduklarını görmek de insanın içini rahatlatıyordu. En az elli bin kişilik güruhun kan istemelerine karşın onlar yerlerini koruyorlar ve kalabalığın geçmesini önlüyorlardı. Rosenberg pencereden, «Bugüne kadar toplanan en büyük kalabalık bu!» diye bağırdı. Sağır denecek kadar ağır işitirdi. Baş hukuk yardımcısı Jason Kline onun hemen arkasında duruyordu. Ekim ayının ilk Pazartesisiydi; yeni dönemin açılış günü, Anayasanın Birinci Ekinin kutlandığı gün olarak gelenekselleşmişti Olağanüstü bir kutlama Rosenberg zevkten dörtköşeydi. Onun için konuşma özgürlüğü başkaldırma özgürlüğü demekti. Yine bağırarak, «Kızılderililer orada mı?» diye sordu.


Jason Kline sağ kulağına eğildi. «Evet!» «Savaş boyaları var mı yüzlerinde?» «Evet. Ayrıca savaş giysilerini de giyinmişler.» «Dans ediyorlar mı?» «Evet!» Kızılderililer, siyahlar, beyazlar, melezler, kadınlar, eşcinseller, ağaç sevenler, Hıristiyanlar, kürtaj hakkını savunanlar, Ariler, Naziler, dinsizler, vergilere itiraz edenler, ormancılar ve çiftçiler. Müthiş bir protesto denizi vardı aşağıda. Polisler kara coplarını sıkıca kavramışlardı «Kızılderililerin beni seviyor olmaları gerek!» «Sevdiklerinden eminim.» Kline başını sallayarak yumruklarını sıkmış olan küçük, zayıf adama baktı. Rosenberg’in ideolojisi çok basitti: işten önce devlet, devletten önce bireyler, hepsinden önce de çevre koruma. Kızılderililere gelince, onlara da ne isterlerse verilmeliydi. Haykırışlar, dualar, şarkılar giderek artarken polis de saflarını sıklaştırıyordu. Kalabalık geçmiş yıllardakilere oranla daha büyük ve daha gürültücüydü. Büyük bir gerilim vardı ortalıkta Şiddet olayları sıradan günlük olaylardı artık. Kürtaj klinikleri bombalanmıştı. Doktorlar saldırıya uğramış, dayak yemişlerdi. Pesacola’da bir doktorun ağzına tıkaç sokulmuş, bir cenin durumunda bağlanmış, sonra da asit dökülerek yakılmıştı.

Militan eşcinseller kiliselere ve papazlara saldırmışlardı. Beyaz ırkçılar bilinen sekiz on yarı askeri örgüt çatısında toplanmışlar ve zenciler, Đspanyol asıllılar ve Asyalılara saldırılarında daha cüretkâr olmaya başlamışlardı. Amerika’nın en popüler vakit öldürme aracı artık nefret olmuştu. Ve Yüksek Mahkeme de kolay bir hedefti 1990’dan bu yana yargıçlara yöneltilen ciddi tehditler on kat artmıştı. Yüksek Mahkeme polis gücü de üç kat arttırılmış, her yargıca en az iki FBI koruma görevlisi verilmişti. Elli memur da sürekli olarak gelen tehditleri inceliyorlardı. Rosenberg pencereden bakarak, «Benden nefret ediyorlar, değil mi?» dedi Kline neşeli bir tavırla, «Evet, bazıları,» diye yanıtladı. Rosenberg bunu duyduğunda sevinirdi O da gülümseyerek derin bir soluk aldı. Ölüm tehditlerinin yüzde sekseni kendisine gelirdi. Aynı zamanda hemen hemen de kör olduğundan, «Pankartları görüyor musun?» diye sordu. «Birkaç tanesini.» «Neler yazıyor?» «Her zamanki şeyler. Rosenberg’e ölüm. Artık emekli ol, Rosenberg. Oksijenini kesin.

» «Yıllardır hep aynı pankartları sallarlar. Neden yeni bir şey bulmuyorlar ki?» Yardımcısı cevap vermedi Rosenberg yıllar önce emekli olmalıydı, ama onu bir gün oradan ancak sedyeyle çıkaracaklardı. Araştırmaların çoğunu üç yardımcısı yaparsa da, Rosenberg kendi görüşlerini kendisi kaleme almak isterdi. Beyaz bir kâğıt üstüne kalın keçe uçlu kalemle yazdığı satırlar yazmasını yeni öğrenen bir birinci sınıf öğrencinin elinden çıkmışa benzerdi. Bunun çok yavaş olması önemli değildi, göreve yaşamboyu seçilen bir insanın zamanı düşünmesine hiç gerek yoktu. Yardımcıları görüşlerini incelerler ama pek az yanlış bulurlardı Rosenberg kıs kıs güldü. «Runyan’ı Kızılderililerin önüne atmalıydık,» dedi. Kızılderililer ve diğer azınlıkların nefret ettikleri Başyargıç John Runyan sert bir muhafazakârdı. Dokuz yargıcın yedisi Cumhuriyetçi başkanlar tarafından atanmışlardı. Rosenberg on beş yıldır Beyaz Saray’da bir Demokrat bekliyordu. Đstifa etmek istiyordu, istifa etmesi gerekirdi, ancak sevgili makamına sağcı Runyan gibi birisinin geçmesini hazmedemiyordu. Bekleyebilirdi. Orada tekerlekli koltuğunda oturur, oksijen solur ve zencileri, Kızılderilileri, kadınları, yoksulları, sakatları ve çevreyi yüz beş yaşına kadar koruyabilirdi Ve kendisini öldürmedikçe kimse ona karışamazdı. Aslında” öldürülmek de çok kötü bir fikir değildi. Büyük adamın başı öne düştü, sonra sallanıp omzuna yaslandı Yine uyumuştu.

Kline sessiz adımlarla çekilip kütüphanedeki araştırmasının başına döndü. Yarım saat sonra dönüp oksijeni kontrol edecek ve Abe’in haplarını verecekti. Yüksek Mahkeme Başkanlık Bürosu binanın birinci katında olup diğer sekiz yargıcın odasından daha büyük ve süslüdür. Dış büro küçük kabuller ve resmi toplantılar için kullanılır, Başyargıç ise iç büroda çalışır. Đç büronun kapısı kapalıydı ve içerde Başyargıç, üç hukuk yardımcısı, Yüksek Mahkeme polisi yüzbaşısı, üç FBI ajanı ve FBI Müdür Yardımcısı K.O.Levvis toplantı halindeydiler. Odadaki hava ciddiydi ve aşağıdan gelen gürültüleri duymamak için ciddi bir çaba harcanmaktaydı. Başkan ve Lewis son gelen ölüm tehditlerini konuşuyorlar, diğerleri de onları dinliyordu. Yardımcılar not almaktaydılar. Son altmış günde iki yüz tehdit alınmıştı ki, bu bir rekordu. Her zamanki «Yüksek Mahkemeye Ölüm!» tehditlerinin dışında belirli kişilere ve davalara yöneltilen tehditler de vardı. Runyan kaygısını saklamıyordu. Gizli bir FBI raporundan, tehditleri gönderdiğinden kuşkulanılan grup ve kişi adlarını okumaktaydı. Ku Klux Klan, Ariler, Naziler, Filistinliler, siyah ayrılıkçılar ve hatta IRA.

Rotaryenler ve izciler dışında neredeyse herkes bir tehdit mektubu göndermişti. Đranlıların desteklediği bir Ortadoğu grubu Tahran’da öldürülen iki yargıca misilleme olarak Amerikan topraklarında kan dökecekleri tehdidini savurmaktaydı. Cinayetlerin ABD ile bağlantılı olduğu konusunda bir tek kanıt bile yoktu. Yeraltı Ordusu adında yeni ortaya çıkmış yerli bir terörist örgüt, arabasına yerleştirilen bir bombayla Teksas’ta bir federal yargıcı öldürmüştü. Herhangi bir tutuklama yapılmamış olmakla birlikte suikastı Yeraltı Ordusu üstlenmişti. Runyan başını kaldırmadan, «Portorikolu teröristlere ne diyorsunuz?» diye sordu. «Onlar için kaygılanmıyoruz,» dedi K.O.Levvis. «Yirmi yıldır tehdit savurur durur onlar.» «Eh, belki de artık bir şey yapma zamanları gelmiştir. Đklim buna uygun, değil mi?» «Portorikoluları unutun, Başkan.» Runyan kendisine Sayın Başyargıç ya da Sayın Bay Başkan değil de yalnız Başkan denilmesini isterdi. «Herkes tehdit ederken onlar da geride kalmak istememişlerdir, hepsi bu.» «Çok komik,» dedi Başkan gülümsemeden.

«Çok komik.» Runyan raporu masasının üstüne atıp şakaklarını ovuşturdu. «Biraz da güvenlikten söz edelim.» Gözlerini kapattı. K.O.Levvis kendi rapor kopyasını Başkanın masasına bıraktı. «FBI – 10 – Başkanı her yargıca en az dört ajan vermemizin doğru olduğuna inanıyor. Hiç olmazsa önümüzdeki doksan gün boyunca. Đşe gidip gelirken eskortlu limuzinler kullanılacak. Yüksek Mahkeme polisi de bina güvenliğini sağlayacak.» «Ya yolculuklar?» «En azından bu ara yolculuk yapılmaması iyi olur. Müdür yargıçların yıl sonuna kadar başkent dışına çıkmamaları gerektiği düşüncesinde.» «Çıldırdın mı sen? Müdürün mü aklını kaçırdı yoksa? Meslektaşlarıma bu öneriyi kabul etmelerini söylesem hemen bu akşam yola çıkıp bir ay dolaşır dururlar. Saçma.

» Runyan yardımcılarına kaşlarını çatıp bakınca onlar da başlarını salladılar. Çok saçma. Levvis bundan etkilenmiş değildi. Beklenen bir şeydi bu. «Nasıl isterseniz. Bir öneriydi sadece.» «Saçma bir öneri.» «Müdür bu konuda işbirliği yapmanızı beklemiyordu zaten. Ancak güvenliği sağlayabilmesi için bütün yolculuklardan önceden haberdar edilmesini istiyor.» «Yani yargıçlar kent dışına çıkarken yanlarına eskort mu verilecek?» «Evet, Başkan. Planımız bu.» «Đşe yaramaz. Bu insanlar kendilerine dadılık edilmesine alışkın değillerdir.» «Doğru, efendim. Ama izlenmeye de alışkın değillerdir.

Biz yalnızca sizi ve sayın meslektaşlarınızı korumaya çalışıyoruz, efendim Kuşkusuz, ille de bir şey yapmamız gerekmez. Sanırım bizi siz çağırtmıştınız, efendim. Đsterseniz hemen çıkar gideriz.» Runyan koltuğunda ileri geri sallandı, aldığı bir atası düzeltip dümdüz bir tele çevirdi. «Peki, ya burası?» Levvis derin bir göğüs geçirdi, neredeyse gülümseyecekti. «Başkanım, bu binadan bir korkumuz yok. Burasını güvenceye almak kolay. Burada karışıklık beklemiyoruz.» «Nerede bekliyorsunuz peki?» Levvis başını pencereden yana salladı. Gürültü artmıştı. «Orada bir yerde. Sokaklar manyaklar, aptallar ve bağnazlarla dolu.» — 11 — «Ve hepsi de bizden nefret ediyorlar.» «Öyle görünüyor. Bakın, Başkanım, Yargıç Rosenberg bizim için bir sorun oluyor.

Evine adam yerleştirmemizi kabul etmiyor, ajanlarımızı bütün gece sokakta arabaları içinde bekletiyor. En sevdiği Yüksek Mahkeme memurunun – adı neydi? Ha, Ferguson – arka kapısının dışında gece ondan sabah altıya kadar oturmasına izin veriyor sadece. Eve Yargıç Rosenberg ile erkek hastabakıcısından başka kimse giremiyor. Evi hiç de güvenli değil.» Runyan ataşla tırnak içlerini temizlerken kendi kendine güldü Nasıl olursa olsun, Rosenberg’in ölümü herkes için bir rahatlama olacaktı. Hayır, çok görkemli bir olay olacaktı. Kendisi karalar giyip bir nutuk çekecekti, ama yardımcılarıyla kapalı kapılar ardında da kahkahadan kırılacaklardı. Bu düşünce Runyan’ın pek hoşuna gitti. «Önerin nedir?» diye sordu. «Onunla konuşabilir misiniz?» «Bunu denedim. Kendisine herhalde Amerika’nın en nefret edilen adamı olduğunu, her gün milyonlarca insanın ona lanet okuduğunu, onu ölü görmek isteyenlerin çok fazla olduğunu, ona gelen tehdit mektuplarının bize toplam olarak gelenin dört katı olduğunu ve suikast için çok kolay ve kusursuz bir hedef oluşturduğunu söyledim.» Levvis bekledi. «Ee?» «Bana bok yememi söyledi, sonra da uyuyakaldı.» Yardımcılar saygıyla kıkırdadılar, FBI ajanları da espriye izin verildiğini anlayarak kısaca güldüler. Levvis hiç de hoşlanmış görünmüyordu.

«Peki, biz ne yapalım şimdi?» «Siz onu elinizden geldiğince koruyun, aldığınız önlemleri yazılı olarak verin ve gerisini düşünmeyin. Adam ölüm de içinde olmak üzere hiçbir şeyden korkmuyor. O umursamıyorsa siz de umursamayın.» «Ama Müdürümüz umursuyor ve bu yüzden ben de umursuyo-rum, Başkanım. Çok basit aslında. Sizlerden birine bir şey olursa FBI kötü duruma düşecektir.» Başkan sessizce koltuğunda ileri geri sallanmaya devam etti. Dışardaki gürültü artık sinir bozucu boyutlara varmıştı Bu toplantı da gere- — 12 — ğinden uzun sürmüştü. «Rosenberg’i unut,» dedi. «Belki de uykusunda oluverir. Ben daha çok Jensen için kaygılanıyorum.» Levvis elindeki raporun sayfalarını çevirerek, «Jensen bir sorun,» dedi. «Sorun olduğunu biliyorum. Đnsanı güç duruma düşüren biri. Şu anda kendini liberal sanıp çoğunlukla Rosenberg gibi oy veriyor.

Gelecek ay beyaz ırkın üstünlüğüne inanıp ayrı okulları destekler. Sonra Kızılderililere hayran olup Montana’yı onlara vermeye kalkar. Đnsanın geri zekâlı bir çocuğu olması gibi bir şeydir.» «Depresyon tedavisi görüyor.» «Biliyorum. Bana onu da anlatır. Sanki babasının yerine geçmişim gibi. Hangi ilacı alıyor?» «Prozac.» Başkan tırnak diplerini temizlemeye devam etti. «Ya o görüştüğü aerobik öğretmeni? Kadın hâlâ ortalıkta mı?» «Pek değil, Başkanım. Jensen’in kadınlarla pek ilgisi olduğunu sanmıyorum.» Levvis kendinden memnun bir tavırla konuşuyordu. Söylediğinden çok fazlasını biliyordu. Ajanlarından birine bakıp bu dedikoduyu onaylattı. Runyan o konuyu duymak istemiyordu.

«Đşbirliğine yanaşıyor mu?» diye sordu. «Elbette ki, hayır. Bazı bakımlardan Rosenberg’den bile kötü. Bizim apartmanına kadar kendisine eşlik etmemize izin veriyor, sonra da bütün gece park yerinde bekletiyor. Yedinci katta oturduğunu unutmayın. Apartmanın holünde bile oturamıyoruz. Komşuları rahatsız olur-larmış. O yüzden arabada bekliyoruz. Binaya girip çıkmanın en az on yolu var ve kendisini korumak olanaksız. Hep elimizden kaçmaya kalkıştığı için de, binada olup olmadığını bile bilemiyoruz. Rosenberg’in hiç olmazsa bütün gece nerede olduğunu biliyoruz. Jensen içinse’bu olanaksız.» «Çok güzel. Onu siz izleyemiyorsanız bir suikastçı nasıl izleyebilir ki?» Levvis bunu düşünmemişti. Olayın esprisini göremedi.

«Müdür Yargıç Jensen’in güvenliği konusunda çok kaygılı,» dedi. — 13 – «Ama ona pek fazla tehdit gelmiyor.» «Listenin altıncısı, hemen sizin arkanızdan geliyor, Başkanım.» «Oo! Demek ben beşinciyim, ha?» «Evet. Yargıç Manning’in hemen ardından geliyorsunuz, Ha, yeri gelmişken söyleyeyim, Manning bizimle tam bir işbirliği halinde.» «O gölgesinden bile korkar.» Başkan duraksadı. «Böyle konuşmamalıydım. Özür dilerim.» Lewis duymazlıktan geldi. «Aslında Rosenberg ve Jensen dışında işbirliğinden memnunuz. Yargıç Stone çok söyleniyor ama bizi de dinliyor.» «O herkese söylendiği için bunu kişisel bir şey olarak almayın. Jensen’in nereye kaçtığını biliyor musunuz?» Levvis ajanlarından birine baktı. «Hiçbir fikrimiz yok.

» Aniden dışarda büyük bir yaygara koptu. Sanki herkes bir ağızdan bağırıyor gibiydi. Başkan artık bunu duymazlıktan gelemedi. Kalkıp toplantının sona erdiğini bildirdi. Yargıç Glenn Jensen’in bürosu ikinci katta, sokaktan ve gürültüden uzaktaydı. Oda geniş olmasına karşın dokuz odanın en küçüğüydü. Dokuz yargıcın en genci olan Jensen bir büroya sahip olduğu için talihliydi. Altı yıl önce kırk iki yaşında aday gösterildiğinde, kendisini aday gösterenler gibi kesin muhafazakâr görüşleri dan sert bir yasa yorumcusu olarak tanınırdı. Jensen Adalet Komisyonu önünde çok kötü bir savunma yapmıştı. Duyarlı konular üzerinde kararsız kaldığı için iki tarafın da saldırısına uğramıştı. Cumhuriyetçiler şaşırıp kalmışlar, Demokratlar kan kokusu almış gibi üzerine saldırmışlardı. Başkan bütün gücünü kullanmak zorunda kalmış ve Jensen bir oy farkla seçilmişti. Ama sonunda yaşamboyu seçilmişti işte. Mahkemedeki altı yılında bir tek kişiyi bile memnun edememişti. Senato Komisyonunun tavrı karşısında çok ezilmiş olduğundan bundan böyle merhametle karar vereceğini söylemişti.

Bu durum da Cumhuriyetçileri kızdırmıştı. Kendilerini ihanete uğramış olarak görmüşlerdi, hele de Jensen suçlu haklarını savunmaya kalkışınca. Jensen pek bir ideolojik güçlük çekmeden sağı — 14 — . terkedip ortaya geçmişti, oradan da sola atlamıştı. Sonra oradan doğruca sağa geçmiş ve Yargıç Sloan’un kadınlara karşı kararlarından birine katılmıştı. Jensen kadınlardan hoşlanmazdı. Din konusunda tarafsızdı, özgür konuşma hakkına kuşkuyla bakardı, vergi aleyhtarlarına sempatiliydi, Kızılderilileri önemsemezdi, zencilerden korkardı, pornografi yanlılarına karşı sertti, suçlulara yumuşaktı ve çevre korumada her nasılsa bir belirli bir çizgi tutturmuştu. Ve kendisini seçtirmek için kan dökmekten kaçınmayan Cumhuriyetçileri en kızdıran yanı da eşcinsel haklarına gösterdiği sempatiydi. Jensen, Dumond davasının kendisine verilmesinde ısrar etmişti. Ronald Dumond erkek sevgilisiyle sekiz yıl birlikte yaşamıştı. Mutlu bir çifttiler, birbirlerine bağlıydılar ve evlenmek istiyorlardı. Ancak Ohio yasaları buna izin vermiyordu. Dumond’un sevgilisi AiDS’e yakalanmış ve feci bir şekilde ölmüştü. Ronald onu nasıl bir törenle gömeceğini biliyordu, ancak o sırada sevgilisinin ailesi araya girmiş ve kendisini cenaze törenine almamışlardı. Ronald da duygusal ve psikolojik zarar gördüğü gerekçesiyle aile aleyhine tazminat davası açmıştı.

Dava altı yıl boyunca alt mahkemelerde top gibi oradan oraya atıldıktan sonra Yüksek Mahkemeye Jensen’e gelmişti. Konu eşcinsellerin «eşleri»nin haklarıydı. Dumond eşcinsel yanlılarının savaş çığlığına dönüşmüştü. Dumond sözcüğü bile pek çok sokak kavgasının nedeniydi. Ve dava Jensen’e gelmişti. Bürosunun kapısı kapalıydı. Jensen ile üç yardımcısı toplantı masası çevresindeydiler. Dumond üstünde iki saat harcadıkları halde bir yere varamamışlardı. Tartışmaktan yorulmuşlardı artık. Cornell mezunu bir liberal olan yardımcılarından biri eşcinsel eşlere geniş kapsamlı haklar tanınmasını istiyordu. Jensen de aynı şeyi istiyorsa da, bunu kabul etmeye hazır değildi. Diğer iki yardımcı olaya kuşkuyla bakıyorlardı. Jensen gibi onlar da beş oyluk bir çoğunluğun yetersiz olduğunu biliyorlardı. Konuşma başka konulara döküldü. Duke Üniversitesi mezunu yardımcısı, «Başkan sana çok kızmış, Glenn,» dedi.

Kendi odasında ona ilk adıyla hitap ederlerdi. Yargıç çok hoş olmayan bir hitaptı. — 15 — Glenn gözlerini ovuşturdu. «Yeni bir şey mi var?» «Yardımcılarından biri bana Başkanla FBI’m senin güvenliğin konusunda çok kaygılı olduklarını söyledi. Đşbirliğine yanaşmıyormuşsun ve Başkanın çok canı sıkılmış. Benden bu haberi iletmemi istedi.» Yüksek Mahkemede her şey yardımcılar aracılığıyla yayılırdı. «Elbette kaygılanacak, onun işi bu.» «Koruyucu olarak iki FBI ajanı daha vermek istiyor. Bunlar da evince kalacaklarmış. Ayrıca ajanlarla işe gidip gelmeni istiyorlar. Bir de yapacağın yolculukları kısıtlamak niyetindeler.» «Bunları zaten duymuştum.» «Biliyoruz. Ama Başkanın yardımcısı, senin hayatını koruyabilmeleri için, bizlerin FBI ile işbirliği yapmanda seni zorlamamızı istediğini söyledi.

» «Anlıyorum.» «Biz de seni razı etmeye çalışıyoruz işte.» «Teşekkür ederim. Git de Başkanın yardımcısına beni ikna etmeye çalıştığınızı, benim bu çabanızı takdir ettiğimi, ama sözlerinizin bir kulağımdan girip ötekinden çıktığını söyle şimdi. Glenn’in kendini yetişkin biri olarak gördüğünü söyle.» «Nasıl istersen, Glenn. Korkmuyorsun, değil mi?» «Kesinlikle hayır.» ĐKĐNCĐ BÖLÜM Saat on birden önce ders almadığı için Thomas Callahan üniversitenin sevilen profesörlerinden biriydi. Öğrencilerinin çoğu gibi o da çok içerdi ve bu yüzden sabahın ilk saatlerini uyumak ve kendine gelmek için kullanmayı severdi. Saat dokuz ve on dersleri diye bir şey yoktu onun için. Bunun yanı sıra soluk blucin, kolları erimiş tüvit ceket giydiği ve çorapsız dolaşıp kravat takmadığı için de pek tutulurdu. Liberal akademisyen görüntüsü. Kırk beş yaşında olmasına karşın siyah saçları ve — 16 — kalın çerçeveli gözlüğüyle otuz beşinden fazla göstermezdi ve kaç yaşında gösterdiği umurunda bile değildi. Haftada bir kere, yüzü kaşın maya başladığında traş olurdu. Hava soğuyunca da sakal bırakırdı.

Kız öğrencilerine olan yakınlığıyla da ün salmıştı. ‘ Üniversitenin sevilmeyen ama zorunlu dersi olan anayasa hukukunu öğrettiği için de çok sevilirdi. Zekâsı ve serinkanlılığı nedeniyle anayasa hukukunu bile ilginç göstermeyi başarmıştı. Tulane Üniversitesi’ nde bunu başaracak başka kimse yoktu. Zaten buna kalkışan da olmadığı için öğrenciler haftada üç kere saat on birdeki dersinde bulunmaya can atarlardı. Callahan masasının ardında durmuş gözlüğünü silerken altı sırada seksen öğrenci kendisine bakıyordu. Saat on bire beş vardı ve Callahan, henüz pek erken, diye düşünüyordu. «New Jersey-Nash davasında Rosenberg’in itirazını anlayan var mı?» diye sordu. Sınıfta bütün başlar öne eğildi ve kimseden ses çıkmadı. Dün gece çok içmiş olmalıydı. Gözleri kanlıydı. Sabah Rosenberg’le başlarsa, bu epey kötü bir ders olacak demekti. Yanıtlamaya gönüllü çıkmadı. Callahan hepsine tek tek bakarak bekledi. Ölüm sessizliği vardı sınıfta.

Kapının açılmasıyla gerilim sona erdi birden. Sımsıkı blucinli ve pamuklu bluzlu güzel bir kız içeri girdi ve kalabalık sıraların arasından süzülerek üçüncü sıradaki yerine oturuverdi. Dördüncü sıradaki oğlanlar hayranlıkla seyrediyorlardı kızı. Beşinci sıradakiler de görebilmek için başlarını uzatmışlardı. Son iki yıldır hukuk fakültesinin pek az olan zevklerinden biri de kızın uzun bacakları ve çuval gibi kazaklarıyla sınıf ve koridorlara bir zarafet katmasını seyretmekti. O giysilerin içinde müthiş bir vücut bulunduğunu anlıyorlardı. Ama kız bunu gözler önüne serecek biri değildi. Diğer öğrencilerden farksızdı ve fakültenin blucin ve pamuklu gömlekle eski kazak giyimine uyuyordu. Oysa oğlanlar siyah deriden bir mini etek giymesi için neler vermezlerdi. — 17 — Kız yanında oturan oğlana bakıp gülümseyince bir an için Callahan da, Nash davası da unutuldu. Kızın kızıl saçları omuzlarına dökülüyordu. Kusursuz dişleri ve kusursuz saçlarıyla kusursuz bir amigo olduğundan lisede her oğlan en az iki kere âşık olmuştu kendisine. Ve hukukta da en az bir kere.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir