Kemal Güler – Ateş Böcekli Saatim

Pöstekisini kuzinenin hemen arkasına yayan büyük babaannem, sıcağın etkisiyle olsa gerek hemencecik uykuya geçerdi. Meşe odunlarının yanarken çıkardığı “Tıs!” sesine büyük babaannemin puflama sesleri ve kuzinenin üstündeki ibrikte kaynayan suyun ibriğin emziğini yırtarcasına çıkardığı ıslık sesi de eklenince, harika bir orkestra melodileri doldururdu şirin odamızı. Akşama kadar şekerleme yaparak uykusunu alan büyük babaannem sabaha kadar türkü söyler, uykuya geçmemizi geciktirirdi. “Elma attım denize Geliyor yüze yüze Ali’min abası var Sırtında yaması var” Büyük babaannem şanslı idi. Sıcak kuzinenin arkasında yumuşacık tüylerinin içini bazen süt, bazen taze mısır, bazen de ıhlamur kokularının doldurduğu pöstekisinde doksan yılın yorgunluğunu gideriyordu. (Evimizin önündeki o KEMAL GÜLER 8 ATEŞ BÖCEKLİ SAATİM 9 koca meşe ile aynı yaşta koca çınar bu topraklarda ne yıkımlara tanık olmuş! Büyük babaannem genç yaşta kocasını kaybetmiş, at binmiş, silah kuşanmış, yanaştırmamış hanesine kurdu, çakalı.) Ancak bir gün poyraz, bir gün lodos, bir başka gün karayel rüzgârlarına; Karadeniz’in nemine, çiğine, kırağısına, sıcağına uğrayarak büzüşen genleşen büyük babaannemden daha yaşlı serender ne yapsın ki… Çok duymuşumdur aşağıdaki odadan dedemin “Off, anamo off! Artık uyu da biz de uyuyalım.” dediğini. Dedemin büyük babaannem ‒ kaynanası ‒ için söylediği tek yakınma cümlesi de “Of! Anamo of!” olmuştur. Dedem, pamuk şekeri gibi bir adamdı. Hele iki aylık yaz tatilimizi yanında geçirmeye gittiğimizde gözbebekleri mutluluk türküleri söylerdi. Yine büyük babaannemin, tahta tavan döşemelerinden kırılarak dönen türkülerine eşlik eden sert lodosun pencere çerçevelerini kasalarından çıkarmak istercesine yumrukladığı bir gece, büyük bir çatırtıyla – büyük babaannem dışında – yatağımızdan fırladık. Kulakları ağır işittiğinden ya da başını üşütmemek için başının üzerine yığdığı kat kat hırkalardan olsa gerek, büyük babaannem hiç umursamadı; başını bile kaldırmadı emektar yastığından. Telaşla avluya çıktığımızda öteye beriye koşuşan gölgeler, havada gelişigüzel uçuşan yapraklar ve süpürge KEMAL GÜLER 10 otları karşıladı bizi. Yatağımızdan fırlamamıza yol açan o korkunç çatırtıyı avluda uçuşan gölgeler çıkaramayacağına göre bir yerler yıkılmış olmalıydı.


Koca meşenin gövdesini döner dönmez bir de ne görelim? O bizim altı direk üzerine kurulu, yıllardır mevsim değişimlerinin etkisini yan duvar kalaslarının yüzünden okuduğumuz, dedemin kışlık erzak deposu, bizimse yağmurlu günlerde altında evcilik oynadığımız serender, kuvvetli lodosun omuz vuruşuna dayanamamış olmalı ki yeni doğmuş buzağı yavrusu gibi toynakları bedenini taşıyamamış, dizleri kırılmış, hafif sağa doğru yatmıştı. Rüzgâr vuruşlarını artırdıkça çatırtılar artarak devam ediyor, serenderin gövdesi daha da toprağa yaklaşıyordu. Dedemi koltuklarının altına sıkıştırdığı iki direkle barakadan çıkarken gördüm. Serendere doğru iki adım attı ve koltukları altındaki direkler, son bir çatırtıyla iki yana düştü. Serender, toz bulutunun içinde kayboldu. Çatırtı durdu. Yıllardır kuzey rüzgârlarının yıkamadığı dedemin, dizlerinin üzerine çöktüğünü ilk kez o gece gördüm. Bir güney rüzgârı dedemi yerle bir etmişti. Dedemin hayalleriyle birlikte serender ve serenderde sakladığımız kışlık erzak da tahta ve kiremit tozlarıyla birlikte toprağa karışmıştı. Dedemin o halini görünce içimdeki kemiklerin sızladığını hissettim. Sanki birden büyüyüvermiştim. Dedemin haline o kadar kit- ATEŞ BÖCEKLİ SAATİM 11 lenmişim ki babaannemin ne halde olduğunu fark etmedim bile. Babaannem mülayim, metin ve sevgi dolu bir kadındı. Metanetini korumuş olmalı ki onu fark edememişim. Lodos o kadar kuvvetli esiyordu ki evimizin yakınındaki ormandan kökünden sökebileceği bir meşe ağacını ya da ön bahçemizdeki bal armudunu kucakladığı gibi üzerimize deviriverir, yaralanmamıza, dahası ölümümüze bile neden olabilirdi.

Günün ışımasını beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey de yok gibiydi. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama bir süre sonra dedemin dizlerinin üzerinden kalktığını gördüm. Eve girmemiz gerektiğini söylediğini işittim. Dedemin gözleri yaşardı mı bilmem, yaşarmış olsaydı bile sert lodos anında alıp götürmüştür gözyaşlarını. Dedemin uyarısı üzerine eve girdik. Büyük babaannemle birlikte paylaştığım odaya çıktım. Büyük babaannemin dünyadan haberi yoktu hala. Türkü söylemeye devam ediyordu ve ben türküsünü bölmedim. Yatağıma girdim, bir süre debelendikten sonra uyumuşum. Dedem ile babaannem uyumuşlar mıdır hiç soramadım. Büyük babaannem ancak kahvaltı esnasında öğrendi serenderin yıkıldığını. Dedeme, “Üzülme oğul! Yenisini yaparız.” dedi. Hepimizin yüzüne yeni bir serender yapma heyecanı otursa da dedemin bakışları hala üzgündü. Zar zor geçimini sağlayan adam, onca masraf, emek de çabası… KEMAL GÜLER 12 Kötü haber kulaktan kulağa tez yayılmış olmalı ki kahvaltı esnasında komşularımızın kimi tek tek kimileri de kümeler halinde kapımızı çaldılar.

Herkes “Geçmiş olsun.” diyor; dedemin yıkılan hayallerini ve serenderin enkazını bir an önce kaldırabilmemiz için yardım edeceklerini söylüyorlardı. Benimse büyümüş olduğum duygusunun yalnız o kara geceyle sınırlı olduğunu anlamam gecikmedi. Babaannem komşularımıza çay ikram ederken ben de ne gibi oyuncaklar çıkar merakıyla enkazın başına gittim. Boyumun ulaşmadığı raflarda ve kilitli bölmelerde neler olduğunu hep merak etmiş durmuşumdur. Serenderin altındaki kağnı okundan kırılmış, kağnının1 mazı ve iki tekerden oluşan parçası enkazın dışına fırlamış; pekmez düzeneği bacaklarından kırılmış, pekmez düzeneğinin2 zembili rüzgârın etkisiyle incir ağaçlarının oraya savrulmuştu. Kasım yağmurları başlamadan komşularımızın da yardımıyla sağlam kalmış kalaslar, kırılmamış direkler enkazdan çıkarılıp enkazın üst tarafına istifleniyordu. Sağlam pek de bir şey kalmamıştı. Enkaz aralandıkça altından çıkarılan mısır ve buğday taneleri komşu kadınların yardımıyla kalburdan geçirilip tozdan arındırılıyor, 1 Kağnı ve arabalarda iki tekerleği birbirine bağlayan ağaç dingil. 2 Hasırdan örülmüş saplı torba. ATEŞ BÖCEKLİ SAATİM 13 kuyudan çekilen suyla kazanlarda yıkanıp kilimlere serilerek kurutuluyor, çuvallanarak kilere taşınıyordu. Sıkı bir çalışmayla üç gün içinde enkaz kaldırıldı. Bana serender enkazından neler mi çıktı? Yün eğirme çıkrığının sağlam kalan iki tekeri, çubukları kırılmış öreke tekerlekleri ve dedemin kağnısının mazı ve iki tekerden ibaret parçası. İki tekerleğin bağlantısının kopmadığı mazıyı günlerce yuvarladım. Dahası bir gün sol kolumu mazıya kaptırmış olmayım ki sıska bedenimi tuttuğu gibi savurdu ve sol kolumun çıkmasına neden oldu.

Neyse ki köyümüzdeki çıkıkçı Sami amca – bu işin ustası- kolumu sardı ve tez zamanda çıkan kemikleri yerine oturttu. Sami amca mukallit adamdı. Her ilkbaharda “Bu sene kiraz çok olur, inşallah!” diye espriyle karışık dua ederdi de anlamazdım o zamanlar. Kolum çıkınca anladım ki kiraz çok olunca ağaçtan düşen çok olurmuş, o da kırık çıkık işlerinden köşeyi dönermiş meğer. Çoğu zaman para almamıştır ya… Serenderin enkazı kaldırılır kaldırılmaz yine komşularımızın yardımıyla ormandan kesilen koca koca gürgen kütükleri, kağnılara yüklenip gacur gucur mazı sesleri eşliğinde kalas ve beşon yapılmak üzere marangoza götürülüyor, daha kalın kütükler evin önüne çekilip yontu ustası Selahattin amcanın baltasıyla yontularak direğe çevriliyordu. Kalaslar, beşonlar, direkler… KEMAL GÜLER 14 Hazırlıklar biter bitmez ustalar geldiler ve yine altı direk üzerine yeni bir serender inşasına başladılar. Yağmurlu günlerde altında evcilik oynadığımız korunağımız, soğuk kış günlerinde altına tüneyen ve serenderden dökülen buğday ve mısır tanelerini didikleyen kuşların sığınağı, ürünümüzün barınağı heybetle yükseliyordu. Dedeminse eski neşesi yerine geliyordu. 15 TARLADAN HARMANA “Daha uyanmadın mı? Ander1 kalsın uykun! Argesmis tu gooo?2 Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz.” Peş peşe sıraladı Necati. Anlaşılan eşi Fatma uyanamamış, güneş çoktan yarı çıplak meşe ormanlarının üzerinden tarlaları aydınlatmaya başlamıştı. Şafak sökmeden işe başlamalı, yoksa bir çift öküz ve kara sabanla dönümlerce tarla nasıl sürülsün, nasıl ekilsin ki? Mutfağın üstündeki odada yer yatağında yatan Kemal, dedesinin homurtularına uyandı. Onca homurtu arasından aklında kalan tek şey dedesinin son sözleriydi. Yatağında doğruldu, annesinin diktiği çizgili pijamalarının içinde korkuluğu andıran bedenini gerdi. Yüzünü bile yıkamadan mutfağa indiğini ne dedesi ne de babaannesi fark etti.

Babaannesi öteye beriye koşuşturuyor, kah1 Eksik olsun 2 Duymuyor musun kadın? (Gürcüce) KEMAL GÜLER 16 valtı hazırlama telaşı içinde mutfak ile hol arsında mekik dokuyordu. Dedesiyse üzerini giyme telaşı içindeydi; önce kuşağını beline sardı, fanilasını üzerine geçirdi, peşinden pantolonu…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir