Yaşar Kemal – Yasar Kemal Kendini Anlatiyor

Elinizdeki kitabın oluşumuna tanık olmuş talihli insanlardan biri de benim. Alain Bosquet ile Yaşar Kemal aracılığıyla 1978 yılında tanışmıştım. Alain’in Une Mère Russe1 adlı romanı ile şiirlerini2 çevirirken mektuplaştık, telefonla konuştuk. Bu süre içinde onun en yakın ikinci Türk dostu ve arkadaşı oldum. İlk kez 1980 yılının nisan ayında Paris’te karşı karşıya geldik. Alain Bosquet’nin yapıtıyla ilk kez 1965 yılında Paris’te tanışmış, Verbe et Vertige3 adlı poetika kitabını büyük bir dikkatle okumuştum. Bu kitap poetikayla ilgilenmemin başlangıcı sayılabilir. Ama onu gerçekten tanımaya başladığım dönem 1978-1980 yılları arasındadır. Bu süre içinde yayımlanmış bütün kitaplarını okudum, yaşamını öğrendim. Alain Bosquet şair ve romancı olmasının dışında, çok etkili bir yazın ve resim eleştirmeniydi; daha doğrusu, Aydınlanma ve Ansiklopedi anlamında tam bir kültür adamıdır, bir bilgindir. Çok ilginç yaşamı vardır; bu yaşam ona özverili sevgi ve tutkuyu öğretmiştir. Karşı uçtaki duygular da yabancısı değildir Alain Bosquet’nin: Düşman olma sanatını bilir, ödünsüz nefretten kesinlikle ürkmez. Bir anlamda bir aydın kabadayıdır. Kabadayılık bağlamında d’Artagnan’dan çok Robin Hood’a yakındır. Başta Yaşar Kemal olmak üzere yabancı yazarlarla, yaygın olmayan dillerde yazan yazarlarla ilgilenmesi, onların tanınmasına katkıda bulunmak istemesi, sanırım, onun bu adalet ve hakseverlik duygusundan, düşüncesinden kaynaklanmaktadır.


Yaşar Kemal’in de dediği gibi “Burnundan kıl aldırmayan çok sert bir eleştirmendir,” ama bu sertlik yalnızca eleştirmenliğiyle sınırlı değildir, gündelik yaşamında, özel ilişkilerinde de bir tür sertlik gözlemlenebilir. Ne var ki bu sertlik yazar-insanları çok derinden sevmesine, çok anlamlı dostluklar kurmasına kesinlikle engel değildir. Ama onun yazın dünyasında, en yakınlarına bile özel muamele ettiği görülmemiştir. Özellikle sevdiği, dost bildiği yazar ve şairler yapıtlarıyla onu hayal kırıklığına uğrattıkları zaman, kendi deyimiyle “yarı canavar” olur ve o zaman kan gövdeyi götürür. Bulunduğu, konuştuğu yerlerde insanların, yazar ve şairlerin ondan nasıl çekindiklerini, ürktüklerini gözlerimle gördüm. Bu nedenle, düşmanlarının sayısı dostlarının sayısından yüzlerce kat fazladır. Bu “yarı canavar” tam bir Yaşar Kemal hayranıdır. Bu hayranlık onun Yaşar Kemal üzerine onlarca yazı yazmasına yol açmış; Yaşar Kemal’in özellikle bu kitap konusunda tekrarladığı yan çizmelere katlanmasını sağlamıştır. Alain Bosquet’nin Yaşar Kemal’le bir söyleşi kitabı hazırlamak düşüncesini açtığı ilk kişi ben değilsem, Yaşar Kemal’den sonra ikinci kişi benim. Bu nedenle ikisi arasında, mektupla, telefonla ya da sözlü olarak özel ulak görevini yüklendim; Alain Bosquet’nin yakınmalarını, öfkelerini, dahası tehditlerini Yaşar Kemal’e aktardım. Bunlar sıradan çekiştirmeler değildi, Yaşar Kemal’e aktarmam için bana özel olarak söyleniyordu. Bu davranış, Alain Bosquet’nin doğulu yanını ortaya çıkartıyordu. Fransız dilinin en büyük ustalarından biri olan (birkaç gün önce, bütün yapıtlarına Fransa’nın Dili Ödülü verildi) Alain Bosquet bir yanıyla tam bir batılı, bir yanıyla da tam bir doğuludur. Alain Bosquet özel yaşamıyla yirminci yüzyılın en ilginç insanlarından biridir. Ülkemizde Bir Sürgün Ana adıyla yayımlanan ve 1978 yılı “Fransız Akademisi Roman Büyük Ödülü”ne değer görülen yapıtını okursanız, bu okumadan duyacağınız sınırsız estetik hazzın yanı sıra onun ilginç yaşamından kesitleri de öğrenebilirsiniz.

Alain Bosquet, 28 Mart 1919 günü Odessa’da doğdu. Asıl adı Anatole Bisk’tir (bazı belgelere göre Biske). Sanayici, şair ve Rainer Maria Rilke’nin ilk Rusça çevirmeni Alexandre Bisk ile kemancı Berthe Turiansky’nin oğludur. Önce dedesinin, sonra babasının tutuklanıp ölüme mahkûm edilmesi üzerine, ailesi 1920’de Odessa’dan kaçarak Bulgaristan’a sığındı. Dedesi, bütün servetlerinin, mücevherlerinin içinde bulunduğu çantayı yolda yitirdiği için Varna’da yoksul bir yaşam sürmek zorunda kaldılar. Babası çeviri yaptı, annesi keman dersi verdi. Daha önce sözünü ettiğim Une Mère Russe ile L’Enfant que tu Etais (Marcel Proust Ödülü, 1982) adlı romanlarında yaşamının bu bölümünü ele alır. Aile, ailenin bir kanadının yaşadığı Brüksel’e (1925) yerleşti. Okulda çok hırslı, parlak bir öğrenciydi. Almanların Belçika’yı işgal ettikleri gün (10 Mayıs 1940) askere alındı. Belçika ordusunun kısa zamanda teslim olması üzerine Fransız ordusuna katıldı ve yaşamının, yıllarca sürecek olan göçebelik dönemi başlamış oldu. Fransız ordusunun da bozguna uğrayıp silah bırakışmasının imzalanması üzerine bir süre Fransa’nın güneyinde, Montpellier’de oturdu. 1941 yılında Marsilya, Oran (Cezayir), Kazablanka (Fas), Havana (Küba) üzerinden ABD’ye ulaştı. New York’a gelir gelmez (1942) De Gaulle’cü gazete “La Voix de France”ın redaksiyon sekreteri görevini üstlendi. Bu arada André Breton, Saint-John Perse, Marc Chagall, Fernand Léger, Jules Romains, Thomas Mann, Hermann Broch, Piet Mondrian ve Bela Bartok gibi yazar, ressam ve müzisyenlerle tanıştı.

Ve, bu yıl, yazdıklarını yayımlamaya başladı. İlk şiir kitabı yayımlandı. Aynı yıl ABD vatandaşlığına geçti. Orduya katılıp Teksas’ta piyade eğitimi gördü. Daha sonra ordunun haber alma servisine alındı. Londra’ya SHEAF’in 2. Bürosuna atandı ve Normandiya çıkarmasının hazırlıklarına katıldı. 1944 yılında Eisenhower’ın karargâhıyla birlikte Normandiya’ya çıktı. 1945 yılında işgal altındaki Berlin’de, Müttefik Devletler Denetim Kurulu’nda görev aldı. Bu görevde ve daha sonra atandığı Müttefik İlişkileri Müdür Yardımcılığı ve Protokol Şefliği görevlerinde dönemin en önemli müttefik komutanlarını, devlet adamlarını ve politikacılarını tanıdı. Alexander Koral ve Edouard Roditi ile birlikte “Das Lot” adlı Almanca yayımlanan bir dergi kurdu. Gottfried Benn’e göre, yenilgiden sonra Alman edebiyatının en önemli olayı bu derginin yayımlanmaya başlamasıdır. Paul Celan ilk şiirlerini bu dergide yayımladı. Mac Carthy’ciliğin Almanya’ya ulaşması üzerine 1951 yılı nisanında görevinden istifa etti ve üstlerine, yaptığı işle ilgili olarak on yıl açıklamada bulunmamak sözü vererek Paris’e yerleşti, 32 yaşında tekrar öğrenci olup Sorbonne Üniversitesi’ne girdi. ABD’nin eski askerlerine bağladığı küçük bir maaşla geçinmeye çalışarak sıradan bir yaşam sürmeye başladı.

İlk romanı La Grande Eclipse Paris’e yerleştiği yıl Gallimard yayınevi tarafından yayımlandı. 1952 yılında “Combat” gazetesine girdi. 1952 yılında, Langue Morte adlı şiir kitabına Guillaume Apollinaire Ödülü oybirliğiyle verildi. Jean Cocteau bu ödülle ilgili olarak Bosquet’ye şunları söyledi: “Sana bir ödül verildi, bunun nedeninin birazı şiirlerinin iyi olması, ama asıl önemli nedeni tanınmaman, düşmanın yok. Ama üzülme, yarından sonra bir yığın düşmanın olacak, bir yığın düşman kazanacaksın.” Jean Cocteau’nun tahmini doğru çıktı, düşmanları çoğaldı. Ama şiir ve romanları biribiri ardınca ödüllendirildi: Sainte-Beuve Ödülü, Max Jacob Ödülü, Fémina-Vacaresco Ödülü, Broquette Gonin Ödülü, Fondation Jungamann Ödülü, Interallié Ödülü, Fransız Eleştirmenler Sendikası’nın Yılın En İyi Şiir Kitabı Ödülü, Fransız Akademisi Roman Büyük Ödülü, Marcel Proust Ödülü, yapıtının tümüne R.T.L. Ödülü, Fransız Akademisi Büyük Şiir Ödülü, Chateaubriand Ödülü (2 kez) ve bu yıl yapıtının tümüne Fransa’nın Dili Ödülü. Toplam, yanlış saymadıysam 14 ödül. Şimdiye kadar 16 şiir kitabı, 4 anlatı kitabı, bir oyun, bir aforizma kitabı, iki deneme, bir antoloji, 18 roman ve iki çeviri kitabı yayımlayan Alain Bosquet’nin yapıtları aralarında Türkçe de olmak üzere yirmi kadar dilde kitap olarak yayımlandı. Çevirmenleri arasında Samuel Beckett, Lawrence Durrell, Wallace Fowlie, Denise Levertov, Paul Celan, Vasco Popa, Vlada Uroseviç, Yevgeni Vinokurov, Adonis gibi kendi dillerinin en büyükleri arasında yer alan yazar ve şairlerin adlarını anabiliriz. Halen Mallarmé Akademisi 2. Başkanı ve birçok ödül jürisinde üye olan Alain Bosquet tam anlamıyla bir yazın eri, yazın savaşçısıdır.

Pek iyi olmayan sağlığına karşın “Le Monde”, “Le Figaro”, “Quotidien de Paris” gibi gazetelerde, “Magazine Littéraire” gibi dergilerde eleştirilerini ve yazılarını sürdürmekte ve “Nota Bene” adlı çok önemli bir uluslararası dergiyi yönetmektedir. Alain Bosquet, Yaşar Kemal’le olan yakın dostluğu ve onun üzerine yazdığı yazılarla, bu satırların yazarının çevirdiği bir roman ve iki şiir kitabı nedeniyle okurlarımız tarafından oldukça tanınmaktadır. Bildiğim kadarıyla, önümüzdeki yıl, bir romanı (belki iki roman) ve bir anı kitabı (Marléne Dietrich) yayımlanacak ülkemizde. 1980 yılında Fransa vatandaşlığına geçen Alain Bosquet’nin Fransız dilinin yaşayan en büyük şair ve romancılarından biri olması bir yana, günümüzün en saygın uluslararası yazın otoritelerinden biri olduğunu da söyleyebiliriz. Edebiyat ve sanata böylesine bir doluluk ve bağlılıkla bağlanmış pek az yaşam vardır. Elinizdeki kitapta, Alain Bosquet’nin Yaşar Kemal’e sorduğu soruları okudukça, onun çağımızın roman sanatını ve Yaşar Kemal’in yazınsal dünyasını nasıl göz kamaştırıcı bir zekâ ve yürekle kavramış olduğuna sizler de tanık olacaksınız. Yaşar Kemal’e bu soruları soran kişinin Alain Bosquet olması kitabın değerini daha da arttırıyor. Bu çetin sorularla Yaşar Kemal’i yanıtlamaya zorlaması, kitabın oluşması için inatla direnmesi Yaşar Kemal’e duyduğu sevgi ve hayranlığın somut kanıtlarıdır. Alain Bosquet olmasaydı, sanırım, Yaşar Kemal yaşamıyla ilgili ayrıntılara belki de hiçbir zaman girmeyecek ve yazma bağlamında düşüncelerini açıklamak gereksinimini duymayacaktı. Elinizdeki kitap olmasaydı, hiç kuşkunuz olmasın, bizler için de, Yaşar Kemal için de bir eksiklik, bir tamamlanmamışlık söz konusu olacaktı. Bu nedenle her ikisine de engin bir gönül borcu duymamız gerektiği kanısındayım. İki büyük yazarın buluşması çok önemli bir yapıtın yazınsal kalıtımıza eklenmesine yol açıyor. Bu ortaklıktan çıkartılacak birçok yazınsal ve insansal dersler bulunduğunu düşünüyorum. Yazımı, 11 Kasım 1992 günü Atatürk Kültür Merkezi’nde, Yaşar Kemal Gecesi’nde yaptığım konuşmadan bir alıntıyla bitirmek istiyorum: “Cumhuriyet Dönemi’nde Türk dili elbette büyük şairler ve romancılar çıkardı. Bu büyük şairler içinde Nâzım Hikmet bir simgedir, tıpkı Puşkin’in Rus dilinin, Walt Whitman’ın Amerika’nın, Pablo Neruda’nın Güney Amerika’nın, Lorca’nın İspanya’nın, Victor Hugo’nun Fransa’nın simgesi olması gibi, Nâzım Hikmet de Türk şiirinin simgesidir.

Yaşar Kemal de Türk romanının simgesidir; tıpkı Tolstoy ve Dostoyevski’nin, Stendhal ve Balzac’ın, Kafka’nın, James Joyce’un, Virginia Woolf ve Faulkner’ın kendi ülkelerinin ve dillerinin simgeleri olması gibi. Yaşar Kemal çağımızın, bütün roman çağının en büyük yazarlarından, ustalarından biridir. İnsanların çalışmadan, yaratmadan övündükleri, “Türk, öğün, çalış, güven!” sloganına sığındıkları ülkemizde, ulusal ve evrensel düzeyde bir dev yapıt yaratmış olan ve bilinçli yazma eylemini sürdüren Yaşar Kemal’in gerçek büyüklüğüne zihnimizi, vicdanımızı ve dilimizi alıştıralım. Çünkü ‘Büyük’ sıfatı onun yazarlık eylemine yakışmakta ve onun kimliğinde inandırıcılık kazanmaktadır. Türk edebiyatının Yaşar Kemal’in büyüklüğüne gereksinimi vardır; Türk edebiyatı onun büyüklüğünü kavradıkça ve benimsedikçe, onun büyüklüğüne alıştıkça kendine güven kazanacak ve evrensel saygınlığına ve yaygınlığına kavuşacaktır.” Bu büyüklüğün bilincine varmamıza, bu büyüklüğü kavramamıza olanak sağladığı için Alain Bosquet’ye derin bir gönül borcu ve saygı duyuyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir