Konstantin S. Stanislavski – Bir Aktor Hazirlaniyor

Stanislavski’nin dostları, Moskova Sanat Topluluğu’nu kuran yöntemleri, ölümünden sonra gelecek aktörlerle yönetmenlere yararlı olabilecek bir biçimde kâğıt üzerine geçirmeyi arzuladığını nicedir bilip dururlardı. Kendisi bu arzusunu bana ilk açtığında, tasarladığı yapıttan bir aktörlük grameri olarak söz etmişti. Bu konuda, Sanat Yaşamım adlı yapıtında ve yönetimi altında çalışanların benzeri anlatımlarında tümüyle değişik, derine inmeyen, kendi düşüncelerine göre de daha az önemde bir çaba gösterilmiştir. Bu uğraş kılavuzu, bir el kitabı, içinde alıştırmalar bulunan bir yapıt yazmayı düşleyip durmuştu. Bu ise, gerçekleştirilmesi son derece güç bir işti. Çağdaş tiyatronun doğuşundan, yani aşağı yukarı üç yüz yıldan beri toplanıp biriken basmakalıp sahne alışkanlıkları yararlılıklarını yitirdiği gibi, aynı zamanda yeni sanatın, sahne üzerindeki içtenlikli coşkunun yolunda aşılması güç engeller halini almıştır. Moskova Sanat Topluluğu, sahneyi, yapmacıklaşan, bu yüzden de gelişimi önleyen bu alışkanlıklardan kurtarmak, aktörü, yaşamın dış görünüşleri ve bu görünüşlerin içteki yansımalarını inandırıcı psikolojik bir gerçeklikle anlatıma kavuşturmak için kırk yıl çabalamıştır. Bu uzun, bu çetin çaba nasıl yerleştirilecekti bir kitabın içine? Stanislavski, özellikle, Moskvin ile Kachalov’dan en acemilere kadar bütün aktörleri tedirgin eden yanılmaları göz önünde tutarak belli bir konuşma rahatlığına gereksinim duymuş, bu yüzden de romanımsı bir biçim üzerinde karar kılmıştır. Böyle yapmasaydı da eli altındaki aktörlerin adlarını verseydi dilediği konuşma rahatlığından yoksun kalırdı. Kendisi Torstov diye uydurma bir adın arkasına gizlenirse de, bu, görüşü keskin okuyucunun gözünden kolay kolay kaçmaz. Ayrıca, derslerde harıl harıl not tutan ateşli öğrencinin, çağdaş dünyayı en iyi belirtecek yöntemlere doğru yolunu bulmaya çalışan yarım yüzyıl önceki Stanislavski olduğu da besbellidir. Burada yeni bir buluş savı ortaya atılmış değildir. Yazar, daha az esinli, ama anlayışlı öğrencinin öğrenmek zorunda olduğu doğru coşkularla doğru anlatımlardan, Salvini veya Duse gibi dâhilerin kolaylıkla yararlanabileceklerini belirtmek çabasındadır. Stanislavski’nin üstesinden gelmek istediği iş, bir gerçek bulmak değil, fakat bulunmuş gerçeği doğanın tepeden tırnağa donattığı aktörlerle, gerekli sıkı düzen altına girmeye gönüllü yönetmenlere yararlı olabilecek bir biçim içinde ortaya koymaktır. Bu kitapta sanatın genel ilkeleri ile sık sık karşılaşılırsa da, yazarın kendince benimsediği baş ödev, üzerinde günlerce, aylarca çalışılması gereken bu ilkelerin en yalın uygulama örnekleri içinde belirtmektir.


Stanislavski, bu örnekleri, ister Rusya’da ya da Almanya’da, ister Itǚ alya’da, Fransa’da, Polonya’da ya da Amerika’da doğmuş olsun, bütün aktörlerin gereksinimlerine kolaylıkla uygulanabilecek bir biçimde ve her ülkede bulunabilecek coşkulara yakın bir yalınlıkta ortaya koymaya uğraşmıştır. En büyük çağdaş aktör topluluklarının elden geldiğince çok ve geniş ölçüde yararlanabilecekleri böyle bir yapıtın önemi üzerinde fazla söz gereksizdir. Moliere’in kendi piyeslerini nasıl prova ettirdiği konusunda Comedie Français’de yankılanan doğru ya da modası geçmiş provalarla ilgili ayrıntılı notları elde etmek için neler vermezdik? Şöyle diyelim: Fırtına’da, Romeo ve Juliet’de, Kral Lear’de aktörlerini eğiten Shakespeare’in tiyatro içinde o andaki portresini tamı tamına göz önünde canlandırmanın değeri ölçülebilir mi? Elizabeth Reynolds HAPGOOD Bölüm 1 İlk Sınama 1 Bugün, yönetmen Tortsov’la yapacağımız ilk dersi beklerken heyecanlıydık. Tortsov sınıfa girdi, ama bizi daha iyi tanıyabilmek için, seçeceğimiz piyeslerden parçalar hazırlayıp gelmemizi, bu parçaları oynamamızı istediğini bildirdi, o kadar. Amacı bizi sahnede, dekor önünde, taban ışıklarının gerisinde, giysili; makyajlı, tüm aksesuarlı görmekti. Dramatik gücümüzü ancak ondan sonra bir yargıya bağlayabileceğini söyledi. Bu sınama önerisine ilk ağızda yalnız birkaç kişi ilgi gösterdi. Bunların arasında, daha önce bazı küçük tiyatrolarda oynamış olan Grisha Govorkov adında, kısa boylu, sağlam yapılı bir delikanlı; uzun boylu, sarışın güzeli Sonya Veliaminova, gürültücü, can çocuk Vanya Vyuntsov vardı. Bu sınama düşüncesine yavaş yavaş hepimiz alıştık. Pırıl pırıl yanan taban ışıkları giderek daha çekici bir hal aldı. Oyun ilginç, yararlı, hatta gerekli görüldü. Oyun parçalarımızı seçmede ben ve Paul Shustov ile Leo Puschin adında iki arkadaş ilkin alçakgönüllü davrandık. Vodvil ya da haϐif komedi üzerinde düşündük. Ama, çevremizde Gogol, Ostrovski, Chekov gibi hep büyük isimler söylendiğini duyuyorduk. Farkında olmadan isteklerimizde aşırılığa düştüğümüzü, romantik, giysili, şiirle yazılmış parçalar oynamaya yöneldiğimizi anladık.

Ben Mozart’ın tipine vuruldum: Leo, Salleri’nin, Paul de Don Carlos’un tipine. Derken, Shakespeare üzerinde tartışmaya durduk. Sonunda da ben tuttum, Othello’yu seçtim. Paul Iaǚ go’yu oynamayı kabul edince her şey kararlaştırıldı. Tiyatrodan ayrılırken, ilk provanın ertesi gün yapılacağını söylediler. Geç vakit eve geldiğimde Othello’mu raftan indirdim, sedire rahatça yerleştim, başladım okumaya. Ikǚ i sayfa okumuş okumamıştım ki, içim oynamak isteği ile yanıp tutuşmaya başladı. Kendimi tutmaya çalıştımsa da, ellerim, kollarım, bacaklarım, yüzüm, yüz kaslarım ve içimde bir şeyler hep birden harekete geçti. Rolümüyüksek sesle okudum. Derken, ϐildişinden, büyük kitap açacağı gözüme ilişti. Hançer olsun diye aldım, belime soktum. Uzunca tüylüyüz havlum beyaz başörtüsü yerine geçti. Çarşaϐlarımdan bir çeşit gömlek, battaniyelerimden de giysi yaptım. Şemsiyem eğri kılıç görevini yüklendi. Gelgelelim, kalkan bulamadım.

Düşünüp dururken, bitişikteki yemek odasında büyük bir tepsi bulunduğunu anımsadım. Kalkanı elime alınca da kendimi gerçek bir savaşçı gibi hissettim. Ama genel görünüşüm gene de çağcıldı, uygardı. Othello ise, Afrikalı idi, ilkel yaşamdan belirtiler taşımalıydı. Sözgelişi, içine bir kaplan oturmuş olmalıydı. Bir hayvanın yürüyüşünü anımsatmak, andırmak, bellileştirmek amacı ile yepyeni bir sıra alıştırmalara başladım. Bu alıştırmalardan çoğunun üstün derecede başarılı olacağını sezinledim. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan beş saat kadar çalıştım. Bu da bana esinimin gerçek olduğunu göstermeye yetti. 2 Her zamankinden daha geç uyandım. Çarçabuk giyindim, tiyatroya koştum. Beni beklemekte oldukları prova odasından içeri girdiğimde öylesine şaşaladım ki, özür dileyecek yerde, damdan düşercesine, “Sanırım biraz geciktim” deyiverdim. Yardımcı Yönetmen Rahkhmanov ayıplayıcı bakışlarla beni uzun uzun süzdükten sonra dedi ki: “Burada oturmuş bekliyoruz, sinirlerimiz gerilmiş, öϐkemiz kabarmış, sonra da —biraz geciktim sanırım.— Biz hepimiz yapılmayı bekleyen iş için coşkuyla kalkıp geldik. Şimdi ise, sayenizde coşkunluğumuz da, coşkumuz da söndü, darmadağın oldu.

Teşekkür ederiz. Yaratma isteğini uyandırmak güçtür; öldürmekse çok kolaydır. Eğer ben kendi işime engel olursam, acısını kendim çekerim. Ama bütün bir topluluğun işini engellemeye ne hakkım var? Aktör de, asker gibi, demir disipline bağımlı olmalıdır.” Rakhmanov, herkesten hemen özür dilediğim ve bundan böyle tiyatroya provalar başlamadan on beş dakika önce gelmeyi bir kural haline getirdiğim takdirde, beni affedebileceğini, bu ilk suçumun sicilime işlenmeyeceğini bildirdi. Odžzür diledimse de, Rakhmanov, bir aktörün yaşamında ilk provanın başlı başına bir olay olduğunu, bu olaydan elden geldiğince en iyi izlenimi alması gerektiğini söyleyerek çalışmayı sürdürmede isteksizlik gösterdi. Bugünkü prova benim dikkatsizliğim yüzünden altüst oldu; inşallah yarınki prova yolunda gider. * Rolüm üzerinde çalışmaktan korktuğum için bu akşam erken yatmaya niyetlendim. Niyetlendim ama, bir ara gözüme çikolatalı bir pasta ilişti. Pastayı biraz tereyağı ile karıştırdım, kahverengi bir bulamaç elde ettim. Bu bulamaçla yüzümü bulamak, kendimi bir Kuzey Afrikalıya benzetmek hiç de zor olmadı. Aynamın önüne oturunca dişlerimin göz alıcı parıltısına hayran oldum. Dişlerimi nasıl göstereceğimi, akları görününceye dek, gözlerimi devire devire nasıl döndüreceğimi öğrendim. Makyajımı iyice belirmesi için giysimi de giymek zorunda kaldım. Giydim ama, bu çabama hiçbir yenilik de katamadım.

Sadece bir gün önce yaptığımı yineledim. Bu yüzden de rolüm amacını yitirmiş gibi göründü bana. Bununla birlikte, Othello’nun görünüşünün nasıl olması gerektiği konusunda zihnimde bir şeyler arayıp buldum sanırım. 3 Ilǚ k provamız bugündü. Erken erken vardım tiyatroya. Yardımcı Yönetmen sahnelerimizi planlamamızı, oyun donatımlarını (aksesuarları) düzene koymamızı söyledi. Paul sadece Iaǚ go’nun iç yönü ile ilgilendiği için, ne dedimse hepsini kabul etti. Bence dışa ilişkin şeylerin çok büyük önemi vardı. Dışa ilişkin şeyler bana kendi odamı anımsatmalıydı. Bu dekor olmadan esinime ulaşamazdım. Gelgelelim, kendimi kendi odamda bulunduğuma inandırmak için çok çabaladımsa da bütün çabam boşa gitti, inandıramadım. Gösterdiğim bu çaba oyunumu sadece engelledi. Paul rolünü baştan sona ezberlemişti. Bense satırlarımı kitaptan okumak ya da yakıştırıp söylemek zorunda kaldım. Sözlerin bana yardım etmemesi şaşırttı beni.

Hatta canımı sıktı sözler, o derece ki, hiç konuşmadan ya da sözlerin yarısını atarak oynamayı yeğlemek zorunluluğunu duydum. Yalnız sözler değil, ozanın düşünceleri de bana yabancıydı. Kabataslak hale gelen eylem (action) bile, kendi odamda hissettiğim özgürlüğüelimden çekip almaya yöneldi. Daha da beteri, sesimi tanımaz oldum. Ayrıca, ne doktor, ne evdeki çalışma sırasında düzenlediğim plan Paul’ün oyunu ile uyuşuyordu. Söz gelişi, Othello ile Iaǚ go arasındaki oldukça dingin bir sahneye, beni rolümün içine çekip götürecek olan dişlerimin o göz alıcı parıltısını, gözlerimin o devrile devrile dönüşünü nasıl katabilirdim? Bununla birlikte yabanıl olarak tasarladığım yaratığın nasıl oynayacağı hakkındaki yerleşik düşüncemden de; hazırladığım dekordan da vazgeçemezdim. Bunun nedeni, belki de yerlerine koyacak hiçbir şeyim olmamasıydı. Birinin öteki ile ilgisine bakmadan, rolümün metnini okudum, karakterin kendisini oynadım. Sözler oyunu, oyun sözleri engelledi. * * Bugün evde çalışırken, hiçbir yenilik bulmadan, gene eskisini yineledim durdum. Aynı sahneleri, aynı biçimleri ne diye yineleyip duruyorum? Niçin dünkü oyunum tıpatıp, bugünkünün, yarınkinin aynı oluyor? Tasarlama gücüm mütükendi, yoksa yedek gereçten mi yoksunum? Çalışmam başlangıçta o kadar hızla gelişti de sonra neden bir noktada duraladı? Ben bu nedenlere, niçinlere karşılık arayıp dururken, kimileri yan odada çay içmeye toplandılar. Ilǚ giyi üzerime çekmemek için, odanın başka bir köşesine geçmek, orada rolümün sözlerini, işitilmeyecek biçimde, olabildiğince yavaş söylemek zorunda kaldım. Şaşılacak şey, bu ufak değişikliklerle duyuş havam da değişiverdi. Böylece bir giz bulmuş oldum; bir nokta üzerinde aşırılıkla direnmemek alışılmış olanı boyuna yinelememek.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir