Laruel Chandler – Gonul Hazineleri

Evet, Senyorita Burton… Bilmem, derdimi, anlatabildim mi? Jane Burton mavi gözlerini haritalarla dolu masanın arkasında oturan adama dikmiş, içinde kabaran öfkeyi bastırmaya ve mümkün olduğunca sakin görünmeye çalışıyordu. — Oh! Evet, Kaptan Pantalba. Derdinizi çok iyi anlattınız !. Derin bir sessizlik oldu. Teknenin sallandıkça iskeleye çarpmasından doğan gürültüden başka ses yoktu kamarada. Jane belki onuncu kez Üzerindeki koyu mavi tayyörünün İspanya yazı için hayli kalın olduğunu düşündü. Ama bunu La Fortuna’nın kaptanını etkilemek için özellikle giymişti. Oysa şu an bu görüşünde yanıldığını anlıyordu. Çünkü karşısındaki adam onu şımarık bir çocuk yerine koymuştu. , Jane genelde sabırlı bir mizaca sahip olmamasına rağmen, o dakikaya kadar terbiyesini bozmamıştı. Üstelik Yeteneklerinden kuşkulanılmasından da hiç hoşlanmazdı. San Diego’da bir dalma okulunun yöneticiliğini yapmasına ve birçok yüzme şampiyonlukları bulunmasına rağmen, bu genç adam onun yararlı olabileceğine bir türlü inanmıyordu. Bundan daha sinirlendirici bir tavır olamazdı! Kapıldığı öfke duyduğu kaygıyla birleşince genç kadını daha da rahatsız eder olmuştu. Kaygılıydı çünkü dalma okulunun idaresini yaz boyunca amcası Chuck yönetecekti. Okul bir yıldır mali sıkıntı çekiyordu ve bu durumda Jane’in uzaklaşması hiç de iyi olmamıştı.


Ama şartlar bunu gerektirmişti. Amcası Chuck yıllar önce dostu Alejandro de Anza ile birbirlerine yardımcı olacaklarına dair söz vermişlerdi. Ve Alejandro günün birinde çıkagelmiş, ‚yeri¬ni saptadığı bir sualtı hazinesini bulmak için ondan yardım istemişti. Alejandro, Chuck Amca’nın son yıllarda dalgıç oku¬lundan çok sahil barlarında zaman öldürdüğünü nereden bilecektir Yaşlı İspanyol’u rahatlatan tek şey, araştırmaları sürdürecek Francisco Pontalba adında iyi bir kaptan bul¬masıydı. Şu anda da Kaptan Francisco Pontalba koltuğuna gö¬mülmüş, Jane’i seyrediyordu. Arkasındaki duvara Akde¬niz’in dibini gösteren birçok fotoğraf asılmıştı. Bunlardan birinin üzerine kırmızı bir daire çizilmiş ve altına „Aqui“, yani „burada“ yazılinıştı.Belki de hazine gerçekten oradaydı. – Sanırım, ülkenizde beni bu tutumumdan dolayı „gaddar“ olarak vasıflandırırlar ve kadınlarınız da ceza olarak beni lime lime ederlerdi, dedi Pontalba gülümseyerek. – Buna hiç kuşkunuz olmasın, karşılıgını verdi Jane soğuk bir tavırla. Sonra içinden: „Ama yazık olmazmıydı?“ diye düşündü. Öfkesine rağmen böyle düşünmesi onu şaşırttı. Genç adam gerçekten çok yakışıklıydı.Yapılı erkeksi tipinde dikkat çekici soylu bir ifade vardı. Jane onu ilk gördüğünde, çocukluğunda okuduğu öyküleri hatırlamış, kaptanı Amerika’ya ilk çıkan İspanyol fatihlere benzetmişti.

Karşısındaki bu modem maceraperestin üzerinde vücut hatlarını ortaya koyan dar bir yün pantolon ve açık mavi renkte bir bluz vardı. Yüzü bir heykeltraşın elinden çıkmış gibiydi. Açtk alın1ı, düz burunlu,dolgun dudaklı yüzü kadınlarda karşı koyulmaz bir istek uyandırıyor olmalıydı. Jane’i asıl etkileyen yanı, Endülüs ovalarında çakan şimşekler gibi ışıldayan koyu gözleriydi.Zeten öfkesinin patlamasını engelleyen de bu gözler olmuştu. Evet bu etkileyici denizcinin kadınlar tarafından „gaddar“ olduğu için lime lime edilmesi gerçekten yazık olurdu. – Don Francisco? Kapıda sakallı, dazlak bir adam belirlişti. – Si? Francisco ile adam Castilla- lehçesinde bir İspanyolcayla acele bir şeyler konuştular. Jane bundan yararlanarak kafasındaki düşünceleri bir düzene sokmaya çalıştı. Eline de bu adamı yola sokacak bir düzine ye yakın kanıt vardı. Ama genç kadın bunlardan hangisini seçmesi gerektiğini.düşüneceğine gözlerini La .Fortuna’nın kaptanından ayıramıyordu. – Gracias, jefe! Bu sözler üzerine, adam hemen kayboldu. Francisco,Jane’nin meraklı bakışlarını yakalayınca gülümsedi.

– Jefe, patron anlamına gelir. Az önceki adam teknenin makinistidir. Adı Carlos. Carlos kamarada kaldığı sürece Jane’e bir kez olsun bakmamıştı. Kimbilir, belki de burada kadın görmeye alışıktı – Evet, nerede kalmıştık senyorii’a? – Bu araştırmada yükleneceğim görev hakkında konuşuyorduk, kaptan.Unutmayın ki bu işi bana sizin ortağınız teklif etti. Pontalba bir iç çekerek: . – Ah Alejandro! dedi. Beni denetlesin diye yanıma birini göndermesini asla kınamıyorum.;Bu gibi işlerde bir rahibe bile güven olmaz. Ama bu sizin kaprislerinize boyalı eğeceğim anlamına da gelmez! Bir süre genç kadını izledikten sonra devam etti: – San Diego’ da bir dalgıç okulu yönettiğinizi ve birçok yüzme şampiyonluklarınlZ olduğunu biliyorum. Fakat bu bir geii teknesi değiL. Eğlenceye de çıkmıyoruz. İşin ucun-. da milyonlarca dolar var… – Ama ben her şeyin üstesinden… – Sabır Tanrım! dedi kaptan.

Anlamıyorsunuz. Zevk – için dalan Amerikalılar ile benim tayfalanm arasında büyük bir ‚fark var. Bu işi biz meslek olarak yapıyoruz. Alejandro dedi diye size dadılık yapamayız. Bir an durdu, genç kadının omuzlanna dekülen san saçlarını, çekici yüzünü, ince kıvrak vücudunu inceledi.“İnce ve narin yapılı bir kadın olduğumu biliyorum,ama adamlarınızın hepsinden iyi yüzer ve dalarım“ demek isterdi Jane, ama hiçbirşey söylemedi. Karşısındakiadamın kararından dönmeyeceği belliydi.Bu İspanyol keçi gibi inatçıydı.Kaptanın bakışlarını üzerinde hissedince. – Bana birini hatırlatıyorsunuz, dedi kaptan yumuşak bir sesle. Bir şeyler düşünür gibiydi. Aynı tonla devam etti: – Aradığımız geminin pruvasındaki kadın heykeli sizi andırıyor. Bedeni uzun saçlarla sarılı bir denizkızının heykeli bu. Gözleri sizinkiler gibi Akdeniz niavisi. – Ve o gemi günün birinde battı.

Üzerinden çok zaman geçti. Majorca çevresindeki sular çok sıcaktır. XVI. yüzyıldan kalma ahşap bir gemi bu suya dayanamaz. Tahta kurtlannı hesaba katmayacak bile olsak, gemi çoktan parçalanmıştır. Gözleri yeniden daldı. sonra, birden toparlanarak azimli bir tavırla: – Ama ne olursa olsun, o gemiyi bulacağım! dedi. “Ben de size yardım ederim. Lütfen, yardım etmeme izin verin“ diye içinden mınldandı Jane. Kaptan,bu dileği hissetmiş gibi. – Pekala! diye ayağa kalktı. Sesi değişmiştİ. Masanın üzerindeki deniz haritalarını topladı. – Araştırmayı tehlikeye düşüreceğinize ınanıyordum, ama sizi alacağım. Yalnız, La Fortuna’da olduğunuz sürece benim emirlerime uyacaksınız.

İznim olmadıkça dalmak yok. mydestiny 25.11.2006 11:55 Kamaranızda kalmanızı istersem tartışmadan boyun eğeceksiniz. Anlaştık mı? Jane tereddü’t etti. Şimdiye kadar. Kimseden emir almamıştı. Gururunun kırıldığını hissetti. Ama seçim hakkı yoktu ki! ‚ . – Anlaştık! dedi sonunda. Ama yeteneklerimi göstermeme izin verirseniz sevinirim. Francisco Pontalba’nın yüzünde bir gülümseme belirdi.Bu gülümsemede ince bir alay vardı. – Denize açıldığımızda bu fırsatı bol bol bulacaksınız! Jane genç adamın bakışları altında titredi. Avına atlamaya hazır vahşi birhayvanın bakışlarından farksızdı bunlar.

Umursamaz görünmeye çalışarak o da kalktı. – Otelime dönmeden önce bana teknenizi gezdirme lütfunda bulunur musunuz? Bir an önce dönüp dinlenrnek istiyorum. Sabah erkenden yola çıkacağımıza göre, tekneyi şimdiden tanımamda yarar var. – Nasıl isterseniz. Beni taJ,dp edin. Jane kendini hem şanslı hem de hayal kırıklığına uğramış hissediyordu. Şanslıydı, çünkü ertesi sabah hareket edecekleri saate kadar özgürce değerlendireceği bir gün vardı önünde. Günlerce bu teknede yedi erkekle beraber yaşamak pek ferahlatıcı olmasa gerekti. Hayal kırıklığına uğramıştı, çünkü kaptanın kendisini akşam yemeğine davet etmesini, bekliyordu. Bu daveti reddedecek ve böylelikle kırılan gurununu biraz olsun onarma fırsatını ele geçirmiş olacaktı. La fortuna, hayatı arenada son bulmuş ünlü bir matadorun yatıydı. Dul karısı tekneyi Francisco’ya satmış, o da, bunu bir araştırma gemisineçevirmişti. Tekne on beş metrelik boyuyla dokuz kişilik mürettebatı rahat ettirecek nitelikteydi. Sağlam ve manevra kabiliyeti yüksekti. „Servet“ anlamına gelen La Fortuna adı değiştirilmemişti.

Kimbilir, belki de onları Akdeniz’in dibinde yatan servete. O ulaştıracaktı. Francisco kaptan köşkünün kapısını açtı ve Jane’in geçmesi için yol verdi. Jane yüksekçe olan eşiği farketmedi. Ayakkabısının topuğu takıldı ve sendeledi. Altında dar etek olduğu için bir an dengesini bulamadı, düşmek üzereyken beline güçİü bir kol sarıldı. Jane, sıcak ve gliçlü kolun İemasıyla beklenmedik bir haz duydu. Bu kolu itip kendini toparlaması gerektiğini biliyor, ama hiçbirharekette bulunamıyordu. Francisco onu yavaşça çevirdi ve yüz yüze geldiler. O kadar yakındılar ki, genç kadın yakışıklı İspanyol’un soluğunu yüzünde hissediyor, bu da içinde tuhaf duygular uyandırıyordu. Birden, şaşkınlık içinde genç adamın dudaklarının aralandığını ve yaklaştığını farketti. Kendisini öpmek üzere olduğunu anladığında tüm vücudu titrerneye başladı. Arkalarında biri zoraki b-İr şekilde öksürdü. Francisco’nun bakışları değişti ve genç adının belini bıraktı. Gelen Carlos idi.

Francisco bu kez onları tanıştırdı. Adam anlaşılmaz bir İngilizceyle bir şeyler mırıldandı. Yabancı kadının varlığıyla şaşırmış gibiydi. Bir şey demeden uzaklaştı. — Şimdi daha iyisiniz ya? Francisco bunu öyle doğal bir şekilde sormuştu ki, Jane az önceki olayın gerçek olup olmadığına karar veremedi. Ama içinden bir ses „Gerçekti“ diyordu: „Gerçekti ve seni öpeceğini anladığında buna müthiş bir istek duydun.“ Jane iyi olduğunu belirtir bir baş işareti yaptı. — Pekâlâ, gezimize devam öyleyse! . Teğmenin pupasını işaret ederek: o yöne ilerlediler. Sandıkların ve halatların arasından geçtiler. La Fortuna’ da olağanüstü bir hareket vardı. Emesto ile Jose Luis halatları toplayıp sarıyor, Bemardo motoru kontrol eden Carlos’a yardım ediyor ve telsizci Ramon da Bir mesaj çekmekle uğraşıyordu. Francisco Alman kökenli Hans’ı işaret ettiğinde genç kadın tayfanın kendisine düşmanca baktığını farketti. Aynı ifadeye diğerlerinde de rastlamıştı, ama Hans duygularını gizlemekte arkadaşları kadar başarılı olamamıştı. Fakat yine de patronlarının kararını hiçbiri tartışmaya kalkışmamıştı.

Eğer patronları bu kadın gelecek diyorsa, teknede kadın bulunmasının getireceği uğursuzluğu şimdiden kabulleniyorlardı. Jane’i gülerek karşılayan tek kişi aşçı Ricardo oldu. Ufak tefek bir ihtiyardı. Kötü bir İngilizceyle: — Nasılsınız? Diye sordu Jane’e. Benim de Florida’da kuzenlerim var. Nihayet dost bir çehreyle karşılaşan Jane, adamın elini hararetle sıktı. — Teşekkür ederim, iyiyim. Ya siz? Ricardo kızardı. — Ben de iyiyim. Francisco yaşlı adama sempatik bir çehreyle gülümsedi. Sırtına vurarak: —İşe devam, dostum! Dedi. Sonra Jane’ e mutfağı gezdirdi. Altı ocaklı fırını, büyük buzdolabını işaret ederken gurur duyar gibiydi. Buzluğu açarak içindeki et türlerini gösterdi. — Burada her şey bulunur.

Tavuk, dana, domuz. Denize açıldığımızda balık da tutarız. Ricardo şeker dolabını karıştırarak bir paket fındıklı çikolata çıkarıp Jane’e uzattı. — Bu size. Jane gülerek: — Muchas gracias! Dedi. Meksika şivesiyle teşekkür etmesi Ricardo’nun hoşuna gitmişti. — İspanyolca biliyor musunuz? Diye sordu hayretle. Jean omuz silkti. – Çok az, dedi İspanyolca olarak. — Bunu bilmiyordum, dedi Francisco. Bakışlarında belli belirsiz bir saygı seziliyordu. Jane içinden İspanyolcasının birkaç kelimeden oluştuğunu düşündü. Bu diline dereceye kadar konuşabilirdi Lisede İspanyolca okumuştu, ama bu iki yıllık eğitimin verdiklerini hiç kullanmadığı için unutmuştu. Ricardo mutfağın diğer kısımlarını gösterdi. Bıçaklar, tabaklar, tepsiler, bardaklar, hepsi titiz bir düzen içindeydi.

— Patron düzeni sever, dedi. Mutfağa girdi mi, her şeyi yerli yerinde bulmak ister. ,Jane hiçbir şey anlamadan Francisco’ya baktı. Kaptan saklamayı tercih edeceği gizli bir yanının ortaya çıkmasından utanmış gibiydi. Sıkılarak: — Yemek pişirmeyi çok severim, dedi. Jane gülümsedi, içinden „yemek pişirilmenin sadece kadınlara ve yaşlılara özgü bir iş olduğunu düşünüyor“ diye geçirdi. — Doğru, çok güzel yemek pişirir; dedi Ricardo. Francisco daha fazla konuşmasını engellemek için: — Biz işimize bakalım, dedi. Gracias Ricardo! Aşçı, Çinli bilginler gibi iki kat olarak selam verdi. — Gidelim, Senyorita Burton! Jane’in kolundan tuttuğunda, genç kadın yine titredi. Heyecanını belli etmemek için çikolatanın kâğıdını açmaya kalktı, ama elleri titriyordu. „Çıldırıyorum galiba“ diye düşündü. Âşık bir kolejli miyim ben? Yirmi beş yaşında koca insanım ve erkeklerden de etkilenmem.“ — Kendinizi iyi hissetmiyor musunuz? Diye sordu Francisco. Yüzünüz biraz tuhaf da… .

— Size öyle geliyor, diye kendini kurtarmaya çalıştı Jane — Öyleyse mesele yok. Gelin, size kamaranızı göstereyim. Genç kadını bir merdivenin başına getirdi ve basamaklardan aşağı indi. Jane onu izleyip izlememekte tereddüt etti, sonra kararını vererek ilerledi. Kaptan koridorun sonundaki kapıyı açtı. —Pek büyük bir yer sayılmaz, ama rahattır. Sesindeki yumuşaklık Jane’i şaşırttı. Belki de haftalarca sürecek bir yaşamı paylaşacağı kişiyle iyi geçinmek istiyordu. Her neyse, Francisco’nun bu inceliği hoşuna gitmişti. Kamara gerçekten küçüldü, ama her türlü ihtiyacı görecek şekilde düzenlenmişti. Yatak ile koltuğun rahat olduğu belliydi. Raflar genişti. Bir köşeye küçük bir çalışma masası bile konmuştu. Küçük lombozdan, mavi gökyüzü görünüyordu. Francisco saatine bir göz attıktan sonra: — Sağdaki kapı banyoya açılır, dedi Artık sizi otelinize götürebilirim.

Yorgun olmalısınız. —Gerçekten yorgunum, ama bir taksiye binebilirim. Francisco şaşırır gibi oldu. — Saçmalamayın. Sizi ben götüreceğim. Sırtını kapıya yaslayarak Jane’i dikkatle süzdü. — Tahminimden çok daha değişiksiniz Senyorita Burton. Gerçeken değişiksiniz. — Siz de öyle, dedi Jane. Jane oteline dönüp de kendini banyonun ılık suyuna bıraktığında, „tahmin ettiğimden hayli değişik bir tip“ diye düşündü. Buraya gelirken kendini her türlü güçlüğe hazırlamıştı. Alejandro ile Chuck Amca onu her konuda uyarmışlardı, ama kendisini bir ortaçağ ortamında bulacağını hiç aklına getirmemişti. Chuck Amca olmasa, burada bulunmayacaktı. Aslında, o olmasaydı ne olacağı bile belli değildi. Annesiyle babasının ölümüne yol açan kazayla ilgili hiçbir şey hatırlamıyordu.

Gözlerini bir hastane odasında açmış ve başucunda hiç tanımadığı birini bulmuştu. Bu babasının erkek kardeşiydi ve kucağında pembe tüylü oyuncak bir kedi tutuyordu. Jane’in kendine geldiğini fark ettiğinde oyuncağı ona uzatmış ve gözyaşlarını tutamayarak ağlamaya başlamıştı. — Bundan sonra seninle ben ilgileneceğim, Jane! Demişti hıçkırıklar arasında. Sana öz kızım gibi bakacağım. Jane o tarihte on yaşındaydı. Ve dediğini de yapmıştı amcası. Chuck Amca aslında hayalperest biriydi. Yüklendiği babalık görevini sürdürmek için denizlerde dolaşma sevdasından vazgeçmişti, ama aklı hala oralardaydı. Jane yaşadıkları deniz kenarındaki evde akşamları onu dört gözle beklerdi. Chuck Amca geç saatte de olsa, mutlaka eve döner, onu gülüp şarkı söyleyerek kucaklardı. Sonra ondan paltosunun ceplerini karıştırmasını isterdi. Jane kendisine getirdiği şeker ya da. Çikolatayı ceplerinden kendi elleriyle almaktan sonsuz bir’ mutluluk duyardı. Amcasını çok seviyordu, ama zamanla kendisinden başka kimseye güvenmemesi gerektiğini de öğrendi.

Jane banyodan çıkıp bir havluya sarınırken kendisine deniz sevgisini onun verdiğini düşündü. En iyi dostu deniz olmuştu. Chuck Amca ona yüzmeyi öğretmiş, bu dalda ısrarla çalışmasını öğütlemişti. Katıldığı yarışmalar, amcasını bar taburelerinden uzaklaştıran tek nedendi. Jane daha sonra dalmayı da öğrenmişti. Su1tanın renkli ve gizemli dünyası zamanla onun için vazgeçilmez bir tutku olmuştu. Bir kadın böyle bir sevgiyi ancak bir erkeğe duyabilirdi. Erkekler… Kader karşısına öyle erkekler çıkarmıştı ki, Jane bu cinse ilgi duymaz biri olup çıkmıştı. Hepsi Chuck Amca gibiydi. Güvenilmesi imkânsız oynak yaratıklar.Önce kendisini ev kadını yapmaya kalkan Jack’ı tanımıştı. Sonra, patron olmak için her şeyi kabullenmeye hazır dalma öğretmeni Bill… Bazen oturur, ‚yeryüzünde bana göre bir erkek var mı diye düşünürdü. Aslında, bu soruya cevap bulacak pek zamanı da olmadı. Amcası liman işletmesindeki işinden emekli olmuş ve bir dalma okulu açmaya karar vermişti. Sonunda okulu açmış ve yönetimi Jane’in üstüne yıkarak zamanını barlarda içki başında geçirmeye başlamıştı.

Başlangıçta mütevazı bir okul olan işletme, Jane’in günde on iki saat çalışmasıyla San Diego’nun önde gelen isimlerinden biri olmuştu. Sonra bir gün amcası onu çalışma odasına çağırmış ve beyaz saçlı gösterişli, kendi yaşında biriyle tanıştırmıştı. —Jane, bu benim en eski ve en iyi dostum Alejandro de Anza. —Alex, ne demiştim sana? Jane, tüm Califonia’nın en güzel kızı değil mi? Şaşkınlıktan tek kelime etmeyen Jane yabancının elini sıkmıştı. Sonra, iki yaşlı dost karşılıklı oturmuşlar, gençlik günlerinden, birlikte yaşadıkları maceralardan. Söz etmişlerdi. Jane konuşmalardan amcasının Alejandro’yu ispanya’da denize açıldığı dönemlerden tanıdığını çıkarmıştı. O tarihlerde iki arkadaş Akdeniz’de batık peşinde koşuyor, bulacakları hazinenin hayaliyle yaşıyorlardı. Aramaları boşa çıkmış ve hiçbir şey bulamamışlardı. O akşam Jane’i oturma odasında kitabıyla baş başa bırakan iki eski arkadaş çalışma odasına geçmişlerdi. Bir süre sonra Jane amcasının çığlığıyla yerinden sıçramıştı — Ne diyorsun, Alex? Emin misin? Ardından birtakım fısıldaşmalar olmuş ve yeniden amcasının sesi duyulmuştu. — Aman Tanrım! İsterim, ama yapamam Alex. Artik yaşlandım ve… Jane cümlenin sonunu anlayamamıştı, ama hemen sonra Alex’in sesi kulağına gelmişti. —Jane mi? Ama o gencecik bir kız yahu! Francisco onun canına okur. Jane üzerindeki havluyu atıp geceliğini giydi, sonra yatağına oturdu.

Hayır, Francisco canına okuyamamıştı, , ama bunu denemişti. Elinde olmadan gülümseyerek yine o geceye döndü. — Siz İspanyollar gerçekten çok inatçı adamlarsınız, demişti Chuck Amca. Alex hala tereddüt ediyordu. Sonunda, Jane’e dönmüş ve: . — Bak kızım, demişti, bu Francisco denen adamın kendine özgü kuralları vardır. Zor biridir. İspanyol kadınları bu gibi erkekleri nasıl dize getireceklerini’ çok iyi bilirler, ama sen… Bir an duralamış, sonra devam etmişti: ’“ Başına bir şey gelecek olursa kendimi sorumlu tutarım.Sonra Chuck’a dönerek: —Belki de böylesi. Daha iyi olacak, demişti gülerek. —Hem iyi bir dalgıç buldum, hem de güvenebileceğim bir ortak. — Birbirimize destek alacağımıza dair yıllar önce verdiğimiz sözü hatırlasana, Alex. Sana bu gemide güvenebileceğin biri gerek. Ben gelemediğime göre, bu iş Jane’ e düşer. — Hepimiz zengin olacağız, demişti Alex.

Altınlar, zümrütler, yakutlar bizi bekliyor. , Jane de heyecanlanmıştı o akşam. Milyonlarca dolar elde edeceklerdi ve o an paraya da çok ihtiyaçları vardı. —Bana güvenebilirsiniz, Bay Alejandro. Ben her şeye katlanabilirim. —Doğru söylüyor Jane. Onun gözünü korkutacak erkek henüz doğmadı. — Jane düşüncelerinden uzaklaşarak el aynasını alıp yüzünü inceledi. Aklına Francisco’nun bakışları ve ateşli dudakları takılmıştı. – Meraklanma amca, diye mırıldandı. O adamın hakkından Geleceğim! mydestiny 25.11.2006 13:23 O gece Jane yatağında döndü durdu. Rüyasinda korsanlar, korsan gemileri, alevler ve dumanlar arasında zaman zaman ortaya çıkan Francisco’yu görüyordu. Genç İspanyol elinde kılıcı, açık denizde bordaladığı bir tekneye saldırıyor, ölümüne dövüşüyordu.

Jane yatağında doğruldu. Saat sabahın üç buçuğuydu ve en azından yirminci kez saati kontrol ediyordu. Şafak sökmeyecek miydi? Güneşin doğmasına yakın tekrar daldı ve bir süre sonra da saatinin ziliyle titreyerek uyandı. Kahvaltısım bitirdiği anda, kendisini almaya gelen Francisco’yu gördü. Genç adam mavi kadife pantalonu ve üzerinde „Dniversidad de Salamanca“ yazılı tişörtüyle önceki günden çok daha genç görünüyordu. Ama yine de ifadesinde otoriter bir hava vardı. Jane gece gördüğü rüyaları hatırlayarak Francisco’yu bir an korsan olarak düşündü. Gerçekten de, genç adam o tipte biriydi. Tanrım, ne yakışıklı adam bu, diye geçirdi içinden. Varlığından olağanüstü bir etki yayılıyordu çevresine.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir