Lev Nikolayevic Tolstoy – Atesi Kivilcimken Sondurmeli

Köyün birinde, İvan Sçerbakov adlı bir köylü yaşıyordu. Hali vakti yerinde, güçlü, kuvvetli ve köyün en çalışkan adamıydı. Üç oğlu vardı. Bunlardan biri evli, diğeriyse nişanlıydı. Yeni yeni yetişmekte olan üçüncü oğluysa, tarlada atların peşinde çift sürmeye başlamıştı. İvan’ın karısı, ev işlerini adamakıllı yürüten becerikli bir kadındı. Büyük gelini de yine aynı şekilde akıllı ve çalışkandı. Aile düzenleri gayet iyi, işleriyse yolundaydı. Ev halkından sadece, İvan’ın ihtiyar babası çalışmıyordu. Çünkü bu adamcağız yedi yıldır nefes darlığı yüzünden yatağa mahkum bir şekilde yaşıyordu. İvan’ın hayvanları kendilerine yetecek kadar fazlaydı: Üç at, bir tay, bir danalı inek ve onbeş tane de koyun. Kadınlar, ev halkının elbiselerini dikip tarlada çahşıyor9 lardı. Erkeklerse kendi işleriyle meşguldüler. Ekmeklik buğdayları yetiyor da artıyordu bile. Yetiştirdikleri yulafı satıp, hem vergilerini ödüyorlar hem de masrafları karşılıyorlardı.


Sözün kısası, bu halleriyle rahat bir hayat sürebilirlerdi. Fakat yan komşuları Gordey İvanov’un oğlu Topal Gavrilo ile aralarında bir hırgür ve düşmanlık çıkmıştı. İhtiyar Gordey hayattayken ve İvan’m babası da işlerinin başındayken bu iki komşu gayet iyi geçinirlerdi. Kadınlar elek ya da kova; erkekler de çuval ya da acil değiştirilmesi gereken bir araba tekerleği lazım olduğu zaman iki taraf da birbiri için elinden gelen her şeyi yapardı. Diyelim ki birisinin danası diğerinin harman yerine girdi; beriki dana sahibine sadece: “Harmanı henüz kaldırmadık, şu danayı çı-kartıver” derdi. Hayvanı alıkoymak yahut da birbiriyle kavga etmek akıllarının ucundan bile geçmezdi. İhtiyarlar ömürlerini işte böyle geçirmişlerdi. Fakat evlerin idaresi oğullara geçince işin rengi değişivermişti. İncir çekirdeğini doldurmayan şeylerden kendilerine sorun çıkardılar. İvan’m gelininin tavuğu erken yumurtlamaya başlamıştı. Gelin de, Paskalya bayramı için yumurta biriktirmeye karar verdi. Her gün gidiyor, sandıktan yumurtayı alıp biriktiriyordu. Bir gün çocuklar tavuğu ürküttüler, tavuk da çitin üzerinden atlayıp komşunun avlusuna kaçtı. Orada yumurtladı. O esnada kulübede bayram te-mizliğiyle uğraşan genç kadın, tavuğun gıdakladığı-nı duydu fakat “sonra alırım” diyerek ilgilenmedi.

10 Akşam ambara uğradığında sandıkta yumurta olmadığını gördü. Kaynanasına, kaynına sordu, onlar almamıştı. Küçük kaynı Taraska ona dedi ki: “Senin tavuğun komşunun avlusuna yumurtladı; orada gıdaklayıp sonra da dönüp buraya geldiğini gördüm.” Genç kadın, gözlerini yumdu ve horozun yanma çökmüş olan tavuğa baktı. Adeta ona, nerede yumurtladığını sormak istiyordu. Fakat hayvan pek cevap verecek gibi görünmüyordu! Bunun üzerine, o da komşusunun evine gitti. Onu ihtiyar kadın karşıladı: – Buyur kızım, ne istiyorsun? – Benim tavuk sizin avluya girmiş, buraya mı yumurtladı acaba nine? – Tavuğunun yüzünü bile görmedik kızım. Bizim tavuklar da uzun zamandır yumurtluyorlar. Biz kendi yumurtalarımızı biriktiriyoruz, başkasının yumurtasına ihtiyacımız yok. Kızım biz başkasının avlusundan yumurta toplamaya çıkmıyoruz. Genç kadın çok sinirlendi ve ağır konuştu. Komşu kadın da ona ağır ağır cevaplar verdi. Derken kavgaya başladılar. O sırada sudan dönmekte olan İvan’ın karısı da karıştı kavgaya. Dışarıya fırlayan Gavrilo’nun karısı, doğru yanlış bir sürü olay sayarak komşularına söylemedik laf bırakmadı.

Ortalık bir anda curcunaya dönmüştü. Herkes birbirine bağırıyor; kim, kime, ne diyor belli olmuyordu. Yok sen söylesin, yok sen böylesin, sen hırsızsın, sen pissin, ihtiyar kaynatanı açlıktan öldürüyorsun, dinsizsin diyerek birbirlerine söylemediklerini bırakmalı dılar. – Ya sen, sen de dilencinin tekisin, eleğimi çalıp parçalamadın mı! Bizim sırığımızı da çaldın, geri versene! Sırığı kapayım derken suyu döktüler, başörtülerini yırttılar, saç saça baş başa kavgaya giriştiler. Bu arada tarladan dönen Gavrilo da karısından yana çıkarak kavgaya karıştı. İvan ve oğlu da evden koşa koşa gelip kavgaya girdiler. İvan güçlü kuvvetli birisiydi. Herkesi sağa sola savurup Gavrilo’nun sakalından yakaladı ve bir avuç kıl kopardı. Allah’tan halk hemen yetişti de daha büyük bir kavga önlenmiş oldu. İşte aralarındaki düşmanlık böyle başladı. Gavrilo, koparılmış sakallarını bir kağıda sarıp: – Ben bu sakalı, şu çil suratlı Vanka yolsun diye uzatmadım ya, diyerek bucak mahkemesine başvurdu. Karısı da herkesin yanında övünüyor, İvan’ı mahkeme edip Sibirya’ya sürdüreceklerini anlatıyordu büyük bir zevkle. Aradaki düşmanlık böylelikle günden güne artıyordu. Yataktaki hasta ihtiyar, baştan beri onların barışmalarını söylüyor: “Boş yere kavga çıkardınız. Düşünsenize, bir yumurta yüzünden birbirinize düştünüz.

Alt tarafı yumurta bu, belki de çocuklar almıştır, ne çıkar bundan canım? Herkesin rızkını Allah verir. Biri size kötü konuştuysa, ona kızmayın, 12 iyi konuşmasını öğretin. Kavga ettiniz de ne oldu sanki? İlk defa mı oluyor böyle bir şey? Hadi canım barışın artık. Dargınlığı uzatmak iyi değildir.” diyerek sürekli aralarını bulmaya çalışıyordu. Gençler ihtiyarın saçmaladığım düşünerek ona hiç aldırmadılar. İvan komşusuyla barışmaya yanaşmadı: – Ben onun sakalını yolmadım, o kendisi bilerek yoldu. Üstelik, onun oğlu benim üstümü başımı yırttı, düğmelerimi kopardı. Bakın şu gömleğime, dedi. İvan da mahkemeye başvurdu. Hem sulh mahkemelerinde hem de bucak mahkemelerinde davalarına bakılmaya başlandı. Aynı günlerde Gavrilo’nun arabasının, önünü arkaya bağlayan tahtası kayboldu. “Tahtayı İvan’ın oğlu çalmıştır, onu geceyarısı pencerenin önünden geçip arabanın yanına gittiğini gördük.” dedi kadınlar. Başka bir akraba kadınsa, o tahtayı İvan’ın oğlunun çalıp meyhaneciye sattığını iddia etti.

Böylece onlara yine mahkeme yolu göründü. Her geçen gün evler arasında kavga gürültü daha da arttı. Çocuklar da büyüklerden öğrendikleri gibi birbirlerine küfür etmeye başladılar. Kadınlar ırmak kenarında çamaşır yıkarken sürekli ağız dalaşı yapıyorlardı. Önceleri erkekler birbirlerine iftira atıyorlardı fakat zamanla gerçekten bilerek hırsızlığa başladılar. Kadınları, çocukları da kışkırttılar. Hayat gün13 den güne daha da çekilmez oluyordu. Ivan Sçerba-kov ve Topal Gavrilo, gerek köy heyetinde, gerek bucak ve gerekse sulh mahkemelerinde birbirlerinden davacı olarak herkesi bıktırıp usandırdılar. Her gün biri diğerini bir cezaya çarptırıyordu. Birbirlerine kötülük yaptıkça aralarındaki düşmanlık da gittikçe büyüyordu. Köpekler birbirleriyle dalaşırken, ne kadar birbirini ısırırlarsa o kadar kızarlar. Bu arada köpeklerden birine arkadan bir sopa vursanız, öteki köpek yaptı sanarak berikinin kızgınlığı daha da artar. Bu köylüler de adeta bu iki köpek gibi olmuşlardı. Mahkemeye başvuruyorlar, biri diğerini cezaya çarptırıyor, öteki de hemen “Bak gör, ben bunun acısını senden nasıl çıkartacağım” diyerek kinini daha da artırıyordu. Bu şekilde tam altı yıl geçti.

Yataktaki ihtiyar sürekli öğütler veriyordu: – Çocuklar, beni dinleyin. Sizler ne yaptığınızın farkında değilsiniz. Birbirinizle kavga edeceğinize, işlerinizle ilgilenseniz daha iyi olur. Bırakın artık bu eski hesapları. Sonunda yine olan her ikinize olacak. Fakat yine ihtiyarı kimse dinlemedi. Kavganın yedinci yılıydı. Bir düğünde, İvan’ın gelini, Gavrilo’ya herkesin önünde alenen hakaret etti. Onun, atları çalarken nasıl yakalandığını anlattı. Zaten iyice sarhoş olan Gavrilo, kadına öyle bir yumruk salladı ki kadın bir hafta yerinden kımılda-yamadı. Üstelik bir de hamileydi. Bu durum İvan için bulunmaz fırsattı, hemen soluğu sorgu yargıcının yanında aldı. Onu şikayet edecek ve ondan kurtulacaktı. Ya hapse atarlar ya da Sibirya’ya sürerler diye düşünüyordu. Fakat hevesi kursağında kaldı, 14 bundan bir sonuç alamadı.

Çünkü muayene ettiklerinde kadın iyileşmişti. Ortada mahkeme için bir delil kalmadığından sorgu yargıcı davayı geri çevirdi. İvan buradan fayda olmadığını anlayınca sulh mahkemesine başvurdu. Orası da davayı bucak mahkemesine havale etti. İvan, bucakla uğraştı, didindi; başkana, kâtibe şarap içirdi ve nihayetinde Gavrilo’ya meydan dayağı cezası verdirebildi. Mahkeme kâtibi kararı şöyle okudu: Gereği düşünüldü: “Köylü Gavrilo Gordeyev, bucak idaresinin huzurunda, sırtına yirmi değnek vurularak cezalandırılacaktır.” İvan, karar okunurken Gavri-lo’nun halini görmek için ona baktı. Karan dinledikten sonra, Gavrilo’nun yüzü bembeyaz olmuştu. Kendini koridora güçlükle attı. İvan da hemen arkasından çıktı. Atlarını almaya gidiyordu. İvan yolda giderken, Gavrilo’nun: – O bana yirmi değnek vurduracakmış. Varsın vurdursun. Sırtımı yaktıracakmış, yaktırsın. Göreceğiz bakalım, onun neresi yanacak, diye konuştuğunu duydu.

İvan bu sözleri duyar duymaz hemen mahkeme salonuna dönüp: – Sayın yargıçlar, evini yakacağım diye beni korkutmaya çalışıyor, şahitlerim de var. Gavrilo’yu tekrar geri çağırıp: – Söyle bakalım, böyle bir şey söyledin mi? diye sorguya çektiler. 15 Gavrilo: – Hayır, dedi ben hiçbir şey demedim. Beni istediğiniz kadar dövebilirsiniz çünkü yetkiniz var. Görünen o ki sadece ben haksızlığa uğrayıp eziyet çekeceğim, o istediği gibi konuşup hareket edebilecek. Gavrilo bazı şeyler daha söyleyecekti fakat söyleyemedi, yüzü titremeye başladı. Yüzünü duvara döndü. Yargıçlar onun bu halini görünce şaşırdılar. Gerçekten de kötü bir şey yapmasından korktular. İhtiyar yargıç: – Beni dinleyin kardeşler. Sizin için en hayırlısı barışmaktır. Gavrilo söyle, sen bir kadını dövmekle iyi mi ettin? Allah’tan kadıncağıza bir şey olmadı, yoksa katil olmuştun. Doğru mu şimdi bu? Gel suçlu olduğunu kabul et, önünde eğilerek selamla onu. O seni affeder, biz de kararımızı değiştiririz. Mahkeme kâtibi hemen itiraz etti: – Bu iş kanunlara uygun değil.

117. maddeye göre iki taraf da anlaşmayı reddetmişti. Karar verilmiştir, tasdik etmemiz gerekir. Yargıç kâtibe aldırmadı: – Kes sesini, dedi, itiraz istemem. Birinci madde: Allah’ı unutmamalıyız, O barışı emrediyor. Yargıç boşuna uğraşıyordu. Köylülerin barışmaya niyeti yoktu. Gavrilo: – Ben kırk dokuz yaşıma geldim, evli barklı çocuğum var, ömrümde dayak nedir bilmem. Şimdiyse 16 çilli Vanka bana meydan dayağı attırmak istiyor. Varsın attırsın. Ben ondan özür mözür dilemem. Fakat bunun acısını ondan çıkarmazsam bana da Gavrilo demesinler, diye kestirip attı. Gavrilo’nun sesi yine titreyip kısıldı. Arkasını dönüp çıktı salondan. Bucaktan evine kadar on verstlik bir mesafe vardı.

İvan eve geç kaldı. Atı arabadan çözüp yerine bağladı. Evde kimse yoktu. Çocuklar tarlada, kadınlarsa hayvanların yanındaydı, onları toplayıp getirmeye gitmişlerdi. İvan tahta sedire çöküp düşünceye daldı. Mahkeme kararı okunurken Gavrilo’nun yüzünün aldığı şekli gözünün önüne getirdi. Canı sıkıldı. Eğer kendisine bir ceza verirlerse ne kadar kızacağını düşündü. Gavrilo’ya acıdı. Tam bu esnada ihtiyar ve hasta babasının öksürük sesi duyuldu. İhtiyar bin bir güçlükle yatağından doğrulup sürüne sürüne tahta sedire kadar gelip çöktü. Bu kadarcık bir hareket bile onu halsiz bırakmıştı. Öksürdü ve zorlukla masaya dayanarak: – Ne oldu oğul, mahkûm etiler mi? diye sordu. İvan: – Evet, dedi, yirmi değneğe. İhtiyar başını salladı: – İvan kötü yapıyorsun, çok kötü! Ona değil asıl kendine kötülük ediyorsun.

Ne geçecek eline sanki ona meydan dayağı attırınca? – İyi bir ders olur bu ona, bir daha da böyle şey17 ler yapmaz. – Bir daha yapmayacakmış! Onun yaptıkları senin yaptıklarından daha mı kötü? – Daha mı kötü de ne demek! Az daha kadını öldürüyordu. Şimdi de evini yakacağım diye tehdit ediyor. O bunları yapsın, ben de gidip onun önünde eğileyim öyle mi? Yok öyle yağma! İhtiyar şöyle bir iç çekti ve: – İvan, dedi. Sen sürekli gezip dolaşıyorsun fakat ben yıllardır şu yatakta yatıyorum. Her şeyi gördüğünü ve benim bir şeyden haberim olmadığını sanıyorsun. Hayır oğlum, hayır. Asıl sen hiçbir şeyi görmüyorsun, gözlerini kin bürümüş. Başkalarının en küçük bir hatası bile gözüne geliyor fakat kendi büyük hatalarını göremeyecek kadar da körsün. O kötü bir şey mi yapıyor? Eğer kötülüğü yapan yalnız o olsaydı, ortada kötülük falan kalmazdı. İnsanlar arasında kötülük bir kişinin başının altından mı çıkar? En az öldüren kadar ölen de suçludur derler, doğru. Her ikiniz de suçlusunuz. Sadece o kötü olsaydı bütün bunlar başımıza gelmezdi. Onun sakalını yolan kim peki? Ot yığınını çalan, onu mahkemelerde süründüren kim? Sen sanıyorsun ki sadece o suçlu. Asıl suçlu sensin, işte felaketin kaynağı burada.

Bak oğlum, ben böyle değildim, sana da böyle öğretmedim. Biz onun babasıyla iki kardeş gibiydik, yıllarca birbirimize tek kelime kötü laf etmeden komşuluk ettik. Onların unları bitse, karısı gelir: “Biraz un verebilir misiniz?” derdi. Ben de: “Git ambara, istediğin kadar alabilirsin” diye cevap ve18 rirdim. Atlarım getirecek kimseleri yoktu, ben sana: “Haydi Vanka, komşumuzun atlarını getiriver” derdim. Bizde bir şey eksik olunca da gidip onlardan ister: “Gordey amca, sizde şu var mı, bu var mı?” derdin. O da: “Elbette, ne önemi var?” diye getirip verirdi. İşte biz böyle yaşamıştık. O zamanlar sizin de rahatınız yerindeydi. Peki ya şimdi? Az önce bir asker Plevne Savaşı’ndan bahsediyordu. Sanki sizin kavganız bu savaştan daha mı çetin? Sizinkisi de hayat mı? Üstüne üstlük bir de günaha giriyorsunuz. Sen ailenin reisisin, her şeyden sorumlusun. Kadınlara yahut çocuklara kavgadan, küfürden başka ne öğrettin. Az önce küçük Taraska, Arina teyzeye nasıl da küfrediyordu. Annesi de sadece dinleyip, gevrek gevrek güldü.

Bu güzel bir şey mi yani? Bunun sorumluluğu sana ait, bilesin. Elini vicdanına koy Allah aşkına, böyle yaşanır mı hiç? Sen ona bir küfret o sana iki, o sana bir yumruk atsın sen ona iki yumruk… olmaz böyle şey! İsa bize böyle mi yol göstermişti! Sana birisi küfrederse sen karşılık vermeyeceksin, elbette bir gün o adamın da vicdanı sızlar ve pişman olur. İsa bize böyle öğretti. Anlıyor musun oğul, sana birisi tokat atarsa öteki yanağını çevireceksin, isterse bir daha vursun. Onun da vicdanı vardır, vicdan azabını bilir. İsa işte bize bu yolu öğretti, gururlanmayı değil. Niye susuyorsun, haksız mıyım? İvan susuyor, sadece dinliyordu. İhtiyar, şiddetli bir öksürükten sonra zorlukla kendine gelerek devam etti: – İsa’nın bize kötü şeyler mi öğrettiğini sanı19 yorsun. O daima bizim için, iyiliğimiz için uğraştı. Sen, önce kendi hayatına bir bak, aranızdaki bu kavgadan önce mi daha rahat yaşıyordun yoksa şimdi mi? Mahkemeye git, bucağa git, ıvıra harca, zıvıra harca, bir hesapla bakalım. Oğulların büyüdüler, şimdiye kadar çoktan işlerini büyütmüştün, fakat elinde para bırakmıyorsun ki. Peki niye böyle? Hep aynı sebepten elbette, senin gururun yüzünden. Çoluk çocuğunla tarlaya gidip çalışacağına mahkemelerde, surda burda oyalanıyorsun. Zamanında sürüp ekmezsen sonra ne biçeceksin bu tarladan. Bu yıl yulaf yok.

Niye? Ekmek için vakit bulamadın ki. Şehre gidip gelmekten işine mi bakabildin? Peki mahkemede ne elde ettin? Düşmanlıktan başka ne kazandın? Yok oğlum, bu işlerin sonu yok, sen kendi işine bak. Tarlanda ailenle çalış, birisi senin kalbini kırarsa bağışla, büyüklük sende kalsın. Böylelikle hem Allah’ın emrine uymuş hem de işlerini zarara uğratmamış olursun. Şu dünyada ağız tadıyla hayırlı bir ömür sürersin. İvan susuyordu. – Bana bak Vanka! Şu ihtiyar babanı dinle. Hemen arabanı hazırla, gidip bütün şikâyet dilekçelerini geri al. Sabaha da doğruca Gavrilo’ya git, onunla güzelce barış, evimize davet et. Yarın mübarek bayram (Meryem’in doğum günüydü). Semaverin ateşini yakarsın, bir şişe de votka çıkarırsın, bütün dargınlıklarınızı unutur gidersiniz böylece. Bu kararını karına ve çocuklarına da söyle. İvan, derin bir iç çekti. İhtiyarın sözlerinin doğruluğunu biliyordu. Birdenbire rahatlayıp, kuş 20 gibi hafiflediğini hissetti.

Ancak bu işi nasıl yapacağını, nasıl barışacağını bir türlü bilemiyordu. İhtiyar sanki onun içini okumuş gibi: – Haydi Vanka, dedi, git ve bu işi daha da uzatma. Ateşi kryjjcımken söndürmeli, sonra yangının önünü alamazsın. İhtiyar birkaç şey daha söyleyecekti fakat söyleyemedi; içeriye doluşan kadınlar zır zır konuşup gürültü çıkarmaya başlamışlardı. Onların olanlardan haberi vardı. Gavrilo’nun değnek cezası aldığını ve evlerini yakmak için tehditler savurduğunu biliyorlardı. Bütün bunlara bir de kendi marifetlerini ekleyip Gavriloların kadınlarıyla nasıl kavga ettiklerini anlatıp durdular. Anlattıklarına bakılırsa, Gavrilo’nun gelini sorgu yargıcını ileri sürerek onları korkutmak istemiş. Sorgu yargıcı Gavrilo’nin tarafını tutacakmış, işleri değiştirecekmiş. Köyün öğret-meniyse, İvan’m aleyhine Çar’a ikinci bir dilekçe daha hazırlamış. Bu dilekçedeyse arabadan çalınan tahta ile bostan meseleleri anlatılıyormuş. Bundan sonra, tarlaların yarısı Gavrilo’ya geçecekmiş. İvan, kadınların bu anlattıklarını dinleyince barışmaktan vazgeçti. Ev reisinin işleri biter mi hiç? İvan, kadınlarla konuşmayı bırakıp dışarı çıktı, önce harman yerine ardından da ambara uğradı. İşlerini bitirip dönmeye hazırlandığında güneş batıyor, oğulları da tarladan dönüyorlardı.

İvan onları karşılayıp işlerin nasıl gittiğini sordu, takımları yerleştirmelerine yardım etti. Hamutu tamir etmek üzere bir kenara bıraktı, sırık21 lan ambara götürmeyi düşündü fakat hava karardığından ertesi güne bıraktı. Hayvanları yemledi. Gece otlatmak için, Taraska atları dışarı çıkaracaktı, onun için büyük kapıyı açık bıraktı. Sonra da kapıyı kilitledi. “Artık yemeği yiyip yatmalı” dedi kendi kendine. Tamir edilecek hamudu alıp içeri girdi. Gavrilo’yu da babasının dediklerini de unutmuştu. Fakat sofraya oturur oturmaz, çitin arkasından komşusunun sesi geldi. Gavrilo kısık bir sesle birisine küfrediyor: “Cehennemin dibine kadar yolu var, gebertmeli onu” diyordu. Bu sözleri duyar duymaz İvan’m yüreğine bir ateş düştü. Gavrilo’nun bütün küfürlerini dinleyip odaya girdi. Ateş yaktılar.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir