Lucy Gordon – Col Prensi

O tepeden tırnağa her şeyiyle bir prensti. Esmer, uzun boylu, yakışıklı ve mağrur. Prens Ali Ben Saleem, Kamar prensliğinin şeyhi idi. Kumarhaneye girdiğinde tüm gözler ona çevrilmişti bile. Ama bu kadar dikkat çekmesinin nedeni, uzun boyu, yakışıklı olması ya da güç ile zarafetin mükemmel birleşimini yansıtması değildi. Onda herkeste olmayan başka bir şey vardı. Bakışları kendinden o kadar emindi ki, sanki her tuttuğunu koparacağını haykırıyordu. Bu nedenle erkekler ona gıpta ile kadınlar ise hayranlıkla bakıyorlardı. Frances Callan’da diğerleri gibi prensi süzüyordu ama onun bakışları daha dikkatliydi. Çünkü o buraya Ali Ben Saleem’i incelemek için gelmişti. Frances serbest gazeteciydi ve zengin kişilerle yaptığı röportajlarla tanınıyordu. Gerçekten bu konuda çok yetenekliydi. Yayıncılar, konu büyük paralara sahip kişiler olduğu zaman, onun yazdıklarından iyisinin olmayacağını iyi bilirlerdi. Ve Ali’de dünyanın en zengin adamlarından biriydi. “Şuraya bir bakar mısın?” Joey Baines, nefesini tutmuş, Ali’nin masalara doğru heybetle ilerleyişini seyrediyordu.


Joey özel dedektifti ve Frances onu yardımcı olarak yanında getirmişti. “Bakıyorum, zaten.” Fran mırıldandı.”Bir efsane gibi yaşıyor, değil mi? Şu görünüşüne bak.” “Efsanenin gerisinde neler var acaba?” “Ucu bucağı olmayan, nerden gelip nereye gittiği belli olmayan bir parça” “Ama biz paranın nereden geldiğini biliyoruz.” Joey itiraz etti. “Çöldeki kuyulardan petrol fışkırıyor.” “Ve birçoğu böyle yerlerde yok olup gidiyor.” Fran adama baktı. “Hey Fran neşelen biraz. Bu akşamı para makineleri arasında geçirirsek nasıl olur. Hem bunu yapmak için iyi bir nedenimizde var.” Fran ciddi görünüyordu. “Bu adam kendi ile ilgili sorulara hiç cevap vermiyor. Sakladığı ne acaba?” Joey bir parmağını boynuna götürüp yakasının içine soktu.

Siyah kravat ve dar ceketi içinde rahat görünmüyordu. “Buraya çalışmak için geldiğini sanıyordum ama sen bir tanrıça gibi giyinmişsin.” Joey kadının zarif vücuduna baktı. Soluk teni ve kırmızı altın saçlarıyla çekici bir görüntüsü vardı. “Bu akşam buraya aitmiş gibi görünmeyelim.” Genç kadın aslında amacına ulaşmıştı. Gerçekten oraya aitmiş gibi görünüyordu. Saf altın görüntüsündeki elbisesi parıl parıl parlıyordu. Kalçasına kadar derin yırtmacı, ince ve uzun bacaklarını ortaya çıkarıyordu. Elbiseyi kiralarken fazla seksi olduğu için tereddüt etmişti ama şimdi yaptığı işten memnundu. Londra’nın en ünlü kumarhanesi Altın Şans’ın havasına uygun elbise seçmişti. Aynı yerden kiraladığı parıltılı mücevherlerde elbiseye iyi uyuyordu. Sallantılı küpeleri, boynuna kadar geliyor, altın görünümündeki bileziği ağırlığı yüzünden kolunu aşağıya çekiyordu. Kolyesi iki göğsünün arasına seksi bir şekilde dalıvermişti. Zengin bir adamın metresine benzediğine düşündü.

Haline kendiside şaşırıyordu. Ancak çevresindeki kadınların hepsi aynı tarz giyinmişlerdi. Ali’nin çevresi kadınlarla doluydu. Adamın dikkatini çekebilmek için yarış ediyorlardı adeta. Prensin bir gülümsemesi veya parmak uçlarına kondurduğu bir öpücük bile onlar için büyük ödüldü. Gördükleri Fran’ı çok rahatsız ediyordu. “Çok havalı… Çok” Joey yüzünü ekşitti. “Kıskanıyor musun yoksa?” “Sadece ben değil. Çevrene bir bak. Erkeklerin hepsi onun yerinde olmak istiyor. Kadınların hepsi de onunla yatmak istiyor.” “Hepsi değil… Ben hariç.” Ali çevresindeki kadınlardan kurtulup masalardan birine oturmuştu. Fran’da aynı masaya ilişti. Fazla ilgili görünmeden adamı incelemeyi düşünüyordu.

Ali büyük oynuyordu. Kaybedince fazla umursamıyor, sadece omuz silkiyordu. Fran adamın kaybettiği toplam miktarı fark edince yutkundu. Diğer bir fark ettiği de, adamın oyuna başlayınca kolundaki kadını tamamen unutmasaydı. Kadınlarla sadece bir dakika flört eder gibi hali vardı. Fran’ın rahatsızlığı büyüyordu. Ali oyununu bitirdikten sonra tekrar eski havalı haline dönüyor, kadınlar yine koluna girmeye çalışıyorlardı. “Görüyor musun?” Fran yanına gelen Joey’e fısıldadı. “Neden kimse şu adamın yüzüne tükürmüyor?” “Sen denesene. Yüz milyar doların yüzüne tükürmüş olursun.” Joey cevap verdi. “Ne kadar kolay olduğunu gör. Bu kadar sofu olmak zorunda mısın, Fran?” “Elimde değil. Yetiştirilme tarzım böyle. Bir adama sadece parası için bu kadar yağ yapmak, doğru bir şey değil.

” Ama Prens Ali’nin sadece parası yoktu. Doğumundan itibaren her şey kucağına getirilmişti. Babası, eski prens bir İngiliz kızıyla evlenmiş ve ölene kadar ona sadık kalmıştı. Ali onların tek oğluydu. Küçük prensliği ona henüz yirmi bir yaşındayken kalmıştı. Ve ilk işi dünyanın dev şirketleri ile olan anlaşmaları iptal edip yeni sözleşmeler imzalamak olmuştu. Böylece Kamar dünya petrol gelirlerinden daha büyük bir dilim alacaktı. Şirketler önce buna karşı çıkmışlardı ancak sonunda Ali’nin dediği olmuştu. Çünkü Kamar’ın petrolü çok kaliteliydi. Ali böylece ilk on yılında, ülkesinin zenginliğini ona katlamış oluyordu. O iki dünya arasında göz kamaştıran bir hayat yaşıyordu. Biri Londra’da, diğeri New York’ta iki evi vardı ve özel jetiyle ikisi arasında, dev anlaşmalara imza atmak için mekik dokuyordu. Batıdaki hayatından sıkıldığında ya sarayına dönerdi ta da Wadi Sita’ya giderdi. Wadi Sita çöl ortasında bir yerdi ve Ali’nin bir tür gizli sığınağı olarak bilinirdi. Burası için çok dedikodular çıkmıştı ama o bunları yalanlamadığı gibi, doğrulamıyordu da.

Gazeteciler bu gizli sığınakta neler olup bittiğini öğrenmek için neler vermezdi. “Howard bu akşam burada olduğunu biliyor mu?” Joey sordu. Howard, Fran’ın zaman zaman beraber çıktığı adamdı. “Tabi ki bilmiyor. Bilse kesinlikle izin vermezdi. Aslında bu hikâyeyi yapmamada karşı çıkıyor. Ona Ali hakkında bildiklerini sorduğumda bana, onun çok önemli bir adam olduğunu ve Kamar’ın da çok önemli bir dost ülke olduğunu söylemişti. Sonra ben ona, orada birçok gizli kapaklı şey döndüğünü hatırlattığımda, yüzü bembeyaz olmuş ve “Tanrı aşkına, onu kızdırma “ demişti. “Ne korkak adammış.” “Howard korkak değildir. Sadece çalıştığı bankanın iyiliğini düşünüyor.” “Sen bu adamla evlenecek misin?” “Öyle bir şey demedim.” Fran çabucak cevap verdi. “Ama olabilir. Belki… Bir gün.

” “Ah, anladım. Senin başını döndürmeyi başarmış, değil mi?” “Aklımızı burada olma nedenimize versek, daha iyi olmaz mı?” “Bahisler, lütfen!” Ali önündeki fişlerin büyük bir bölümünü kırmızı yirmi bire yatırdı. Fran rulet çarkının içinde dönen topu izlerken elinde olmadan dişlerini sıkmıştı. Topun dönmesi yavaşlamaya başladı. Bir kırmızı, bir siyah derken sonunda durdu. “Kırmızı yirmi bir!” Krupiye Ali’nin önüne bir tomar fiş yığdı. Prens sevinmemiş gibiydi. Kaşları çatık olarak, diğer oyuna koyacağı miktarı düşünüyordu. Fran sürekli adamı inceliyordu. Ve Ali birden başını kaldırdı. Göz göze gelmişlerdi. Fran’ın nefesi kesilecek gibi oldu. Adam sanki gözleri ile onu hapsetmişti. Kımıldayamıyordu bile. Sonra Ali gülümsedi.

Bu genç kadının gördüğü en çekici gülümsemeydi. Birden kendini gülümseyerek cevap verirken buldu. Neden ve nasıl olduğunu bilmiyordu ama bu gülümseme birden ağzında belirivermişti, sonra gözlerinde, sonra tüm vücudunda. Sağduyusu Fran’a prensin onu hissettiğini söylüyordu. Onca kadının gözleri adamın üzerindeyken, onu fark etmesi başka türlü nasıl açıklanabilirdi ki? Ali uzanıp elini masanın karşı tarafına uzattı. Genç kadın hipnotize olmuş gibiydi. O da zarif elini uzatıp adamınkinin içine bıraktı. Hala göz gözeydiler. Ali Fran’ın elini alıp yavaşça dudaklarına götürdüğünde genç kadın tuttuğu nefesini bıraktı. Adamın nefesi sıcak bir rüzgâr gibiydi. Tenini yalayıp geçti. Bu çok küçük bir dokunuştu ama kadının şehvet ve tehlikeyi aynı anda hissetmesine yetmişti. “Bahisler, lütfen!” Ali Fran’ın elini bıraktıktan sonra önündeki fişlerden bir kısmını siyah yirmi birin üzerine itti. Ancak adam ne yaptığının farkında değildi sanki. Çark döndüğünde o diğer kadınları tamamen unutmuş sadece Fran’a bakıyordu.

“Siyah yirmi bir!” Krupiye fişleri önüne iterken Ali daldığı hayallerden uyanmış gibi irkildi. Bu oyunda kazandığı para tüm zararının karşılayacak kadar çoktu. Beyaz dişlerini belli edecek şekilde gülümsedi. Fran gözleriyle onu izliyordu. Adamın başıyla onu yanına çağırdığını fark etti. Yavaşça bulunduğu yerden ayrılıp adama doğru yürümeye başladı. Diğer kadınların somurtmaya başladıklarını hissediyordu. Sanki bir rüyaya doğru gidiyordu. Ancak işini unutmaması gerekiyordu. Şans yüzüne gülmüştü ve bu mükemmel fırsatı iyi kullanmalıydı. “Sen bana şans getirdin,” Fran adamın yanındaki sandalyeye henüz oturmuştu. “Hep yanımda ol ki, şansım devam etsin.” “ Batıl inançların var demek,” Genç kadın gülümsedi. “Şans bir gelir bir gider. Bunun benimle bir ilgisi yok.

” “Ben aksini düşünüyorum.” Sert ses tonu, tartışmayı bitirmek istediğini gösteriyordu. “Sadece bana şans vermeni istiyorum. Diğer erkeklere değil. Bunu unutma.” “Kibirli hayvan!” Fran içinden söylendi. “Bahisler, lütfen!” Ali Fran’a eliyle onun için oynamasını işaret etti. Genç kadın fişleri kırmızı on beşin üzerine koyduktan sonra, heyecanla çarkın dönmesini izlemeye başladı. Yine dişlerini sıkıyordu. “Kırmızı on beş!” Herkesin bakışları Fran’a dönmüştü. Bir kişi hariç. Sadece Ali’nin bakışları genç kadına dönmemişti. Çünkü o zaten sürekli olarak Fran’ı izliyordu. Hem de hayranlıkla. “Buna inanamıyorum.

” Fran şaşkınlıkla itiraf etti. “Bunu sen başardın. Ve yine başaracaksın.” “Hayır. Sadece şans. Artık durmalısın. Kazandıklarını al, bitir…” Ali’nin gülümsemesi, sadece küçük adamların para için endişeleneceğini anlatıyordu. “Oyna… Hepsini.” Fran şaşkınlıkla bakıyordu. Elleri fişe gitti. “Karar veremiyorum.” “Doğum günün ayın kaçında?” “Yirmi üçünde.” “Kırmızı mı siyah mı, seç.” “Siyah olsun.” Kadın huzursuzdu.

“O zaman siyah yirmi üç.” Çark dönmeye başladı. Fran sancılar içindeydi. “Bakma,” Ali gülümsüyordu. “Sadece bana bak. Her şeyi küçük tanrılara bırak.” “Bunu sadece zevk için mi yapıyorsun?” Genç kadın fısıldadı. “Zevkim için her şeyi yaparım.” Çark durdu. “Siyah yirmi üç.” Fran’ın sırtı karıncalanmaya başlamıştı. Bu esrarengiz bir şeydi. Ali onun ürkek bakışlarını görünce güldü. “Büyü bu.” Kahkaha attı.

“Sen gördüğüm en güzel cadısın.” “Ben… Ben… Buna inanamıyorum.” Kadın kekeliyordu. “Ben bunu nasıl yapabildim?” “Yapabildin çünkü sen sihirlisin. Ve ben sihre karşı koyamam.” Ali eğilip Fran’ın elini avucunun içine aldı ve yavaşça öptü. Heyecan Fran’ın içini tuhaf bir şekilde ısıtmıştı. Önce teninde hissetti, sonra tüm vücuduna yayıldı. Kafasının içinde çalan alarmla kendine geldi. Elini geri çekti. Bu beceriksiz hali, oynadığı role hiç uymuyordu. Eli erkekler tarafında her gün öpülmeye alışık bir tavırla gülümsedi. “Ben bırakıyorum.” Ali masaya doğru konuştu. Görevli fişleri sayıp toplam miktarı hesap ederken Ali Fran’ın elinden tutup ayağa kaldırdı.

“Şimdi birlikte yemek yiyeceğiz.” Fran tereddüt ediyordu. Eski görüşe göre, yarım saat önce tanıştığı bir erkekle yemeğe çıkması normal değildi. Fakat amacına ulaşmak için adamı, daha ilk teklifinde kırmamalıydı. Ayrıca restoran yeteri kadar kalabalık olmalıydı. Kumarhaneden çıkarlarken Fran Joey’i gördü. Joey ağzı açık onları izliyordu. Ona bir göz kırparak prensin koluna girdi. Rolls Royce kapıda bekliyordu. Şoför kapıyı açmıştı bile. Ali genç kadını arka koltuğa bindirdikten sonra yanına oturdu. Şoför herhangi bir talimat beklemeden arabayı çalıştırdı ve hareket ettiler. Ali cebinden iki kutu çıkarıp açtı. Birinde inci bir kolye, diğerinde ise elmas bir kolye vardı. “Hangisi?” Adam sordu.

“Hangi…” “Biri senin. Seçimini yap.” Fran şaşkınlıktan ölecekti neredeyse. Bu kadar değerli mücevherleri cebinde mi taşıyordu bu adam? Sanki başka bir gezegende yaşıyordu. “Elmas olanı alıyorum.” Ağzından çıkan sesi kendide tanıyamadı. “Arkanı dön de, şu altın kolyeni çıkarayım. Bu ucuz zinciri hediye eden adam, senin değerini bilmiyormuş.” Ali kolyeyi çıkarıp, elmas olanı taktı. Bunu yaparken parmakları boynuna sürünmüştü. Genç kadın ürperdi. Nerdeyse titremeye başlayacaktı. Bunu belli etmemeye çalışıyordu. Sonra başka bir temas daha oldu. Yumuşak bir temas.

Fran bunun ne olduğunu anlayamamıştı. Acaba prens ensesini mi öpmüştü? Buna nasıl cesaret edebilmişti ki? Adama doğru döndü. “Bunlar senin için yapıldı. Kadınlara en çok elmas yakışır.” “Bu konuda çok deneyimli olmalısın.” Ali sadece güldü. Utanmış ya da incinmiş bir hali yoktu. “Düşündüğünden çok daha deneyimliyim. Ama bu gece diğerlerinin hiçbiri yok. Dünyada sadece sen varsın. Şimdi bana ismini söyle.” “İsmim…” Birden aklına bir şey geldi. “İsmim Elmas.” Adam gözlerini kaldırdı. “Akıllı birisin.

Ama gece sona ermeden gerçek ismini öğrenmek isterim.” Fran’ın sol elini elleri arasına almış inceliyordu. “Yüzük yok. Evli ya da sözlü değilsin. Ya da bir erkeğe ait olduğunu belli etmeyi küçümseyen bir karakterin var.” “Ben hiçbir erkeğe ait değilim. Kendime aidim ve hiçbir erkek bana sahip olamaz.” “Demek aşkı tanımıyorsun. Tanıdığın zaman bu fikirlerinin tamamen saçma olduğunu göreceksin.” “Peki, sen kime aitsin?” Prens Ali yine güldü. “Bu başka bir konu. Ama bir milyon kişiye ait olduğunu söyleyebilirim.” Kamar’ın nüfusu bir milyondu. “Hayatımın hiçbir bölümü tamamen bana ait değildir. Hatta kalbim bile tamamen benim sayılmaz… Bana şu yanındaki küçük adamdan bahset.

Sevgilin mi o?” “Senin için fark eder mi?” “Seni benden korumaya çalışmadıkça pek fark etmez.” “Senden korunmaya gerek var mı ki?” “Acaba bir gün herkesten korunmamız gerektiğini öğrenebilecek miyiz?” Ali düşünceli bir şekilde konuşmuştu. “Kim bilir?” Fran mırıldandı. Tam rolünün gerektirdiği ses tonuyla konuşuyordu. “Her şeyden zevk almasını bilmek gerek. Sen zevk için yaratılmışsın.” Fran nefesini tuttu. Duyduğu kelimelerden etkilenmişti. “Çeşit çeşit zevk var.” “Bizim için değil. Sen ve ben için bir çeşit zevk olabilir… Arzunun ateşi erkek ve kadın tarafından paylaşılmalı.” “Arzudan bahsetmek için biraz erken değil mi?” “Gözlerimizin birleştiği o anda ikimiz de arzu duyduk. Bunu inkâr etmeye çalışma.” İnkâr edeceği yoktu zaten. Gerçek şaşırtıcıydı ama hala gerçekti.

Arabadan atlayıp kaçmak istedi ama adam elini sıkıca tutuyordu. Sonra Ali parmak ucuyla yüzüne dokundu. Teninin üzerinde dolaştırmaya başladı. Bir sonraki hareketi tahmin ediyordu. Adam uzanıp dudaklarının üzerine bir öpücük kondurdu. Bu hissettiği en hafif öpücüktü. İkinci öpücük yanağınaydı. Diğeri çenesine, sonra yine dudağına. Fran adamın sıcaklığını vücudunda hissetmeye başladı. Durum alarm vericiydi. Kendini koruyabileceğini düşünüyordu ama Ali yetenekli bir sanatçı ustalığı ile hareket ediyordu. İtiraz etmek imkânsızdı. Adamın yüzüne baktı. Yüzündeki ifadeyi görmek istiyordu ancak karanlık arabanın içinde tam olarak seçemedi. Araba Londra’nın tenha ancak en lüks semtlerinden birinde yol alıyordu.

Durduğunda Ali genç kadının elini bıraktı. Şoför inip kapıyı açtı. Fran dışarı çıktığında fark etti ki araba bir restoranın değil bir evin önünde durmuştu. Ali onu evine getirmişti. Hemen kaçıp gitmeyi düşündü ama hangi tür bir gazeteci tehlikeyi daha ilk fark ettiğinde kaçıp giderdi ki? Kendini avutmaya çalıştı. Elbette tehlikeli bir durum yoktu. Nereden gelmişti bu aklına? Malikânenin bütün odalarının ışıkları yanıyordu. Giriş katındaki kristal avizeler açık perdeler arasından parıldıyordu. Ön kapı yavaşça açıldı. Arap giysisi içinde, sarıklı uzun boylu bir adam belirdiğinde Prens Ali Ben Saleem’in sesini duydu. “Evime hoş geldin.” Konu Başlığı: Ynt: Çöl Prensi – Lucy Gordon Gönderen: michelle üzerinde Mart 28, 2007, 03:13:07 am İKİNCİ BÖLÜM Fran eve girerken bakınmaya başladı. Geniş bir holdeydiler. Karşılarına gelen dev merdiven dönerek üst kata çıkıyordu. İki tarafta iki ayrı çift kapı vardı.

Ayaklarının altındaki seramikler eve egzotik bir hava veriyordu. Bu şaşırtıcı ancak muhteşem bir şeydi. Hole açılan kapıların hepsi kapalıydı. O sırada kapılardan biri yavaşça açıldı ve bir adam belirdi. Adam Ali’nin yanına giderek kadının anlamadığı lisanda bir şeyler anlatmaya başladı. İki adam konuşurlarken Fran açılan kapıdan içeri bir göz attı. Burası bir ofisti. Duvarları grafikler ve haritalarla kaplıydı. Masalarda üç tane faks makinesi ve sıra halinde telefonlar vardı. Bilgisayarlar Fran’ın daha önce hiç görmediği kadar kapsamlıydı. Ali genç kadının ofisin içine baktığını fark ederek adamını sertçe uyardı. Adam hemen kapıyı kapatırken o kolunu Fran’ın omzuna dolayıp uzaklaştırdı. Çok nazikti ve gülümsüyordu. “O benim çalışma ofisim. Orada senin ilgilenmeyeceğin son derece sıkıcı şeyler yapıyorum.

” “Kim bilir? Belki de, ilgimi çekerdi.” Ali güldü. “Güzel bir kadın erkeğini memnun etmek için sadece nasıl daha güzel olabileceğini düşünmelidir.” Buna ne denirdi şimdi? Fran, tarih öncesinde kalmış bu fikirden rahatsız olmuştu. Ali bir diğer kapıyı açtı. Burası lüks döşenmiş geniş pencereleri olan bir odaydı. İki kişi için hazırlanmış bir masa hemen göze çarpıyordu. Tabakların en iyi porselen yapılmış olduğu belli oluyordu. Çevreleri altınla kaplanmıştı. Son derece pahalı kristal bardaklar ve saf altın çatal bıçak takımı göz kamaştırıyordu. “Çok güzel,” Genç kadın mırıldandı. “Senin için hiçbir şey yeteri kadar güzel değildir.” Ali gülümsedi. Benim için mi, yoksa eve attığın kadın kimse onun için mi? Fran düşünüyordu. Ama aklını kullanması gerektiğini unutmamıştı.

Şöyle dedi. “Çok naziksin.” Ali sandalyelerden birini nazikçe çekerek genç kadının oturmasını bekledi. Fran eğlenmeye başladığını hissetti. Ama tüm gazetecilik içgüdüleri alarmdaydı. Hiçbir detayı kaçırmaması gerekiyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir