Marguerite Duras – Yeşil Gözler

Mektuplarınızı yeniden okuyorum. Saklıyorum o mektupları. Hiçbir şey yapmıyorum. Her gece ya Yvelines kahvelerindeyim, ya da birilerinde. İçiyorum. Temmuz sonuna otuz dakikalık bir film yapmayı kabul ettim; bunu, yazmak için yapıyorum. Size N. Night’ı ve Vera Baxter’ın asıl yorumunu yollayacağıma söz vermiştim, yollamadım. Vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorum, hiçbir şey yapmıyorum. Cesareeyi, Les Mains negatives’i (Negatif Eller) ve temmuz sonuna ısmarladıkları o daha başlığı bile olmayan metni kotarmam gerekiyor. Yazdıklarımı okumanızı istiyorum, size yeni, taze yazılar vermek istiyorum, taze umutsuzluklar, şimdiki yaşantımın umutsuzlukları, size. Gerisi, odamın mavi dolaplarında sürünenler er ya da geç nasıl olsa yayımlanacaklar; ölümümden önce veya sonra, tabii yeniden paraya ihtiyacım olursa, ölümümden önce. Şu an bahçede doksan bin gül var ve bu da beni öldürüyor. Yazı sevmiyorum. R’de ne yapacaksınız bilmiyorum, bana sık sık o şehre gittiğinizi söylüyorsunuz, ben de meraklanıyorum.


Charente kıyılarındaki o adalardan birinde eviniz olduğunu söylediler. 16 Temmuz’la 20 Temmuz tarihleri arasında La Pagode sinemasında sizin için bir Cesaree, bir de Negatif Eller gösterimi düzenleyeceğim. Ağustos’ta, Trouville’deki o deniz gören eve gideceğim. Bir gün size o evin anahtarlarını yollayacağım, şimdiki karınızla gideceksiniz oraya. Ben yurtdışında, uzakta bulunduğum sırada olacak bu, hiçbir şekilde karşılaşmamamız için. Göreceksiniz, denizin üstünde asılı bir kat. Fırtınalı havalarda, insanın uykusunda denizin gürültüsü dolar odalara. Her seferinde uzunca kalmayı düşünürüm; hiç değilse kışa kadar; yazmak için, hfila. Hala bu. Sürekli. Eğer yazmayı başaramazsam, size yazacağım; mektuplar yazacağım; o mektupları size yollayacağım. Yirmi tane. Yüz tane. Size yazmak, bana göre, yazmak demek; beni size bağlayan o alabildiğine şiddetli aşktan ötürü bu böyle. Artık olamıyor ve siz de, bunu siz de anlıyorsunuz; tutarlı bir öykü yaz13 mak, sonunu getirmek, bir konuyu bahane edip başından sonuna kadar bütün sonuçlarını irdelemek.

Bitti artık. Bunu size daha nasıl anlatayım, bilemiyorum. Ancak şunu diyebilirim; sözgelişi size bunu anlatmaya kalkışmam için yazıyı, yazının yapısını oluşturan zamanları gözle görülecek biçimde parçalamam, daha da önemlisi, yazıyı oluşturan öğelerin yönünü sürekli olarak değiştirmem gerekir. Mesela birden şuraya atlamam gerekir: Saat öğleden sonra üç, yazın oturduğum büyük salondayım, camın öte yanında o gül ormanı ve üç günden beri, gözlerini gözlerimden ayırmadan, camdan bana bakmaya gelen o cılız, beyaz kedi, ürkütüyor beni, kaybolduğunu haykırarak bir yerde kalmak istiyor, belki de burada, bense, hayır, kara kedi Ramona’nın, dostum, kız kardeşim, aşkım, benimkinin tıpkısı bir arabanın altında can verince arkasından günlerce ağladığım Ramona’nın ölümünden beri kedi istemiyorum buralarda – söylediklerine göre, o cuma akşamı her hafta sonu geldiğim evime gelmeyeceğimi sanmış. Şimdi kendi adını taşıyan bir çınar ve kestane ormanında gömülü. Size ulaşmak ve ikimizi el ele dünyanın toplamına ve ortak umutsuzluğumuza yaklaştırmak için benim de o sıska, beyaz, çılgın, insanı rahatsız eden, dikkate değer öteki kediden, kedinin çevresindeki kıpırtısız gül ormanından, köy çocuklarının pislettiği, bu yıl da taşlar atıp öldürmeye çalıştıkları kurbağalarla dolan havuzdan geçmek zorundayım. Unutuyordum, bahçe kuşlarla dolu, beyaz kedi açlıktan delirecek gibi, bense ona hiçbir şey vermeyeceğim, istemiyorum, elden ne gelir? Belki de öyle olur, size mektuplar yazarım. Siz de, mektupları ne yapmanızı istiyorsam öyle yaparsınız, yani kendi istediğinizi yaparsınız. Yazınca ölmüyorum. Kim ölür ben yazınca? Artık gecelerimi içerek geçirmeme/iyim, ölmemek için size uzun mektuplar yazabileyim diye erkenden yatmalıyım. Size o gezintiden, Barneville mezarlığından, çocuklardan, güneşte çocuk mezarlarından, korkup kaçan Julien’le öteki çocuktan, kızdan da söz edebilirim. Sonra kıyı boyunca geriye dönüşten. Denizin güzelliğinden. Yumuşaklığından. Bu yumuşaklığın ağırlığıyla örtülmüş gibiydi deniz.

Çöken geceyle birlikte, artık yazıp yazamayacağımı düşündüm. Yazın başıydı. 14 Size yazabileceğim mektuplar, zamanın karanlığında yanlışlıkla çakan birer ışık, günlerin yoğunluk ve hantallığında, karanlığın yeniden örttüğü, ama yine de hep bir şeylerin kaldığı birer oyuk gibi görünüyor gözüme; denizin yumuşaklığı üstünde birer gölge, yürekte bir sıkışma, güneşte focuk mezarlarını unutmuş olmanın acısı, 29 Haziran 1979’da Barneville la Bertran’da çocuk mezarlarının üstündeki yazıları okuyan küçük bir kız. Cecil’di adı. Kafasının içinde yer etmiş bir düşüncenin ardına düşmüş, gidiyordu. Ayrılmak istemiyordu mezarlıktan. Tek başına, dikkatle ölü çocukların öykülerini okuyordu. 1 5 SİYASİ KAYIP Çoğu kimseye göre siyasi bakımdan gerçek anlamda yönünü kaybetmek, bir parti yapısının içine girerek bunun yasa ve kurallarına boyun eğmektir. Yine çoğu kimseye göre apolitiklik dendi mi, her şeyden önce ideolojik bir kayıptan, bir eksiklikten söz ediliyordur. Siz ne düşünüyorsunuz bilmem. Bana göre siyasi kayıp, her şeyden önce kişinin kendini kaybetmesidir, tatlılığı kadar öfkesini de, sevme yetisi kadar nefret etme yetisini de, nefretini de kaybetmesidir; ölçülülüğü kadar dikkatsizliğini de, tedbir kadar aşırılığı da, çılgınlığı, saflığı, cesareti kadar korkaklığını da, her şey karşısında duyduğu güven kadar kapıldığı dehşeti de, gözyaşları gibi sevincini de elden bırakmasıdır. Benim düşüncem bu. 16 ÇALIŞMAMA Hayır, tıpkı bunun gibi, yazmanın da bir iş olduğuna inanmıyorum. Uzun süre inandım öyle olduğuna, artık inanmıyorum. Bunun bir çalışmama olduğuna inanıyorum.

Çalışmama katına ulaşmak olduğuna inanıyorum. Metin, metnin dengesi, yeniden bulunması gereken kendinde bir alandır. Bu noktada artık tutumluluktan, biçimden söz edemeyiz, hayır, ancak bir güç ilişkisinden söz edebiliriz. Bundan daha fazlasını söyleyemeyiz. Birdenbire oluveren şeye söz geçirmeyi başarmamız gerekir. Yutulup giden, yakalamak zorunda olduğumuz, yoksa bizi aşıp, kaybolup gidecek bir güce karşı savaşmamız gerekir. Yoksa, o eşi benzeri olmayan, karmakarışık tutarlılığını bozup mahvedeceğimiz bir güce karşı. Hayır, çalışmak, öngöremediğimiz şeyin, apaçık ortada olan şeyin gelmesine fırsat tanımak için bir boşluk yaratmaktır. Bırakmak, sonra yeniden ele almak, geriye dönmek, hem o fırsatı tanımaktan, hem de elden bırakmaktan ötürü teselli bulamamaktır. Kendini ayak altından çekmektir. Zaman zaman da yazmaktır, evet. Hepimiz, kişinin kendinden uzaklara çekildiği o anlan, kendi içinde, kendine karşı büyüttüğü o meçhuliyeti ararız. Bilmeyiz; bütün bu yaptıklarımızla ilgili bir şey bilmeyiz. Yazı, her şeyden önce bu bilisizliğe; orada, çalışma masası denen o masanın başına oturmuş, olmasını beklediğimiz şeye; henüz dokunulmamış sayfada, harfleri biçimlendirecek gereçle, bir masanın başına oturmuş olmanın, bu somut olayın doğurduğu şeye tanıklık eder.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir