Meltem Arikan – Yeter Tenimi Acitmayin

“First be a Woman… First be a Woman…” Dağdaki ev, müziğin ritmi ile güne uyandı. Sude, şarkının sözlerini bağıra bağıra tekrarladı. “First be a Woman… First be a Woman…” Çığlıkları beyaz teninde, uyarılmış bedeninin ıslaklığında, siyah saçlarında… Yeni gelecek kadınların heyecanı, büyüyen mavi gözlerinde. Sude anılarıyla ağırlaşmış bir halde masasının başına geçti. Masif masa yolculuklarının şahitliğini yapan çizgilerle doluydu. Elinde aynı hat üzerinde defalarca gidip gelmekten körelmiş kalemi, müziğe takılmış, kontrolsüz hareket etmekteydi. “First be a Woman… First be a Woman…” Birbirini kesen, birbirinin içinden geçen derin çizgiler ve çukurlar, heyecanını, öfkesini, coşkusunu şekillere dönüştürüyordu. Bileği masayı çizmekten yorulana kadar müziğin ritmine uydu. Masanın üstü, yontulmuş kısımları ile hem engebeli, hem de gökyüzündeki yıldızların hareketlerini gösteren haritalar gibiydi. Masasının üzerindeki doğal kayıtlardan, teknolojik kayıtlara yönelmek için bilgisayarını açtı. Hem heyecanlı hem de yorgundu. Üstelik yorgun olmaya hakkının olmadığını bile bile yorgundu. Bilgisayarındaki dosya isimlerini okurken düşüncelere daldı.


Ada, Derin ve Çakıl’ın ilk notlarından başlayarak, diğer kadınların notlarıyla çoğalan içsel dosyalar… Yıllar sonra okunduğunda, yazanları bile hayrete düşüren, kişisel yazılar… Toplanan, toplandıkça çoğalan, çoğalırken besleyen yazılar… Bugün yeni kadınlar gelecek, yeni yolculuklar başlayacak, yeni varoluşların kapıları aralanacaktı. Ama Sude, pencereden görünen dağlar kadar yorgundu… Dağ önce dağdı Çam ağaçları ile Irmakları ve kuşları ile Dağ önce dağdı Üstünde bulutları ve güneşi ile Şimşekleri ve yağmuru ile Dağ sonra volkan oldu Boşalan enerji Eriyen kayalar Dağı dağlıktan çıkardı Kaya ırmakları Kaya tozlarından bulutları Kayalaşmış kuşları ve ağaçları Göğe çıkan kaya şimşekleri _____________________________________________________________________ WWW.MAXIMUMBILGI.COM Yeter Tenimi Acıtmayın Meltem Arıkan ___________________________________ 4 __________________________________ Denize kadar aksa da dağ Soğuyunca Gene de dağ Yeni dağ Eski dağ… Geçmişin kirli gerçekleri içinde adım adım nefes almaya, yaralarını sarmaya çalışan eski Sude’yi düşündüğü için yorgundu. Gerçekleri kanıra kanıra kabul etmiş olsa da, yeni gelecek kadınlarla yaşanacakları bildiği için yorgundu. Yorgundu, çünkü gelecek yeni kadınlar yanlarında yeni acılar, yeni gözyaşları, kaldırılmayı bekleyen yeni kabuklar da getirecekti. Kadınların pandora kutularını açarken, hepsini kendi içinde hissedeceğinden emin olduğu için yorgundu. Süregiden iki yüzlü acımasız düzene karşı duyduğu öfke onu yorgun düşürüyordu. Çocukları büyütenin, anne ve babaları değil, korkuları ve nefretleri olduğunu bildiği için yorgundu… Yorgundu ama gülümsüyordu. Acı çekeceğini biliyordu ama umutluydu. Öfkeliydi ama sakindi. Yıllar önce tek başına başladığı yolculuğuna, başka kadınlar katıldıkça, dalga dalga çoğalacaklarından ve sonuçta, düzene en ağır darbeyi vuracaklarından emindi. Ona ve kızlarına bıyık altından gülen herkese zaman, gereken yanıtları verecekti. “First be a Woman… First be a Woman…” Sude aralarında çok fazla yaş farkı olmamasına rağmen, Ada, Derin ve Çakıl’ı hem dostça, hem de anne şefkatiyle seviyordu. Bu üç kadının her biri onun hem can yoldaşı, hem ortağı, hem dostu, ama en çok da kızıydı. Kadın olabilme cesaretini gösterebilen kızları… Onları tek tek düşündüğünde aklına ilk gelen Ada oldu. Kızıl dalgalı uzun saçları, kahverengi badem gözleri, incecik keskin çizgilerle çizilmiş dudakları ve uzun bacakları ile Ada… ilk gençlik sancılarını, gelecek kaygılarını paylaşan iki yakın arkadaştı onlar.

Ada’nın evlenip İzmir’e yerleşmesinden sonra da ilişkilerini sürdüren iki eski dost. Dostunun her boğuluyorum çığlığında İzmir’e koşmuş, boşandıktan sonra onu İzmir’den İstanbul’a getirmişti Sude. Sonra da Ada, Sude’yi Derin’le tanıştırmıştı. Ada’nın İzmir’deki can yoldaşı mimar Derin. Omuzlarına dökülen, koyu kestane saçları, parlak ela gözleri, ufak tefek ama biçimli bedeni ile peri kızı Derin… Sude ile tanıştıktan sonra Ada’yı daha iyi anlamaya başlamış, bir süre sonra onlardan biri olmuştu, İstanbul’da bizimle çalışır mısın’ sorusuna düşünmeden evet demişti Sude’nin ortanca kızı Derin. Ve Sude’nin Uzakdoğu seyahatinde uçakta tanıştığı Çakıl. Açık kumral, uzun, düz saçları, kocaman yeşil gözleri, kalın uzun kirpikleri ve incecik beli ile Çakıl… İstanbul’da Sude’nin yanından hiç ayrılmamış, Ada ve Derin’le tanıştığında kendini onlara hemen sevdirmişti Çakıl. Sude’nin küçük kızı Çakıl… Sude onları düşünürken bir yandan da kadın olmadıkları halde kadın diye adlandırılan yeni gelecek yolculara imzalatacakları metni buldu bilgisayarında. Altı satırlık ezbere bildiği yazıyı bir kez daha okudu: _____________________________________________________________________ WWW.MAXIMUMBILGI.COM Yeter Tenimi Acıtmayın Meltem Arıkan ___________________________________ 5 __________________________________ Hangi gerçeklikse tanımlanan, hangi hayalse uğruna yıllarımızı verdiğimiz, hangi duruş ise kendiliğinden gelişen, hangi sevgi ise daha tadını bile bilmediğimiz, hangi ben ise karşılaşmaya korktuğumuz… Artık başladı… Geriye dönüş yok… Kabul ediyorum. Yeni gelecek kadınlara farkındalıklarının bilincinde ol-, maları için imzalatılan metinden dört tane çıktı aldı. Bu evde yapacakları, kendi içsel yolculuklarının tek somut göstergesi olan sembolik kâğıtlar, imzalamaları için hazırdı. İnsanlık, binlerce yılda edindiği ve biriktirdiği bazı bilgileri, ataerkil kültürün baskıcı yönetimleri nedeni ile özgürce kullanamıyordu. Statükocu güçlerin denetimindeki bilim adamları, popüler bilim şemsiyesinin altında yer alırken, radikal yaklaşan bilim adamları ise çalışmalarını daha dar bir kitle ile paylaşıyordu.

Her iki grubun da sınırları dışında kalan bu ev, burada uygulanan teknikler, çeşitli enstitüler ile yapılan görüşmeler, bazı tekniklerin kullanımı için alınan izinler şimdilik gizli tutuluyordu. Sadece eve gelen kadınların bildiği… Kadından kadına aktarılan… Açık olan pencereden teklifsizce içeri dolan rüzgâr, bedenini okşarken Sude’nin içi ürperdi. ‘Okşamak, okşanmak için bunca çırpınırken ellenmenin kuraklığında tükenmiş, dört kadına daha merhaba…’ diye düşündü. Rüzgârı içine çekti ve derin derin nefes aldı. Uzun siyah saçlarını toplarken, iyi ki kızlar var dedi kendi kendine. Çoğu zaman konuşmalarına bile gerek kalmadan anlaşabiliyorlardı. Hem profesyonel iş hayatlarında ortak, hem de bu evin ayrılmaz parçalarıydılar. Evin kadınları… Sude’nin düşünceleri, İstanbul’daki ofislerine kaydı. ‘Benim sık sık ortadan yok olmama alıştılar, ama dördümüzün aynı anda on gün boyunca ortada olmayışımıza hâlâ alışamadılar,’ diye geçirdi içinden. Bugün yine ortalık karışacak ve zavallı Saba hem işleri, hem çalışanları, hem de müşterileri idare edebilmek için kendini paralayacaktı. Ofiste, bir tek Saba onların niçin ve nerede olduklarını biliyordu. Ortak bir arkadaşları Saba’yı ona getirdiğinde, “Lütfen yardımcı ol, çok zor durumda,” demişti. Şu anda ofislerinin vazgeçilmezi olan Saba, eşinden yıllar önce boşanmasına rağmen kendi ayakları üstünde duramayan, çocuğunu küçükken babasına bırakmayı göze aldığı için bastırdığı vicdan azabıyla yüzleşmekten korkan, işsiz kalmış, huysuz bir aymazdı… Kadın kimliğimizle, bağımsız, erkek gibi olmadan, iş dünyasında var olmayı başaran biz kadınlar ve iş dünyasının temsilcisi İstanbul… Koca koca çocuk erkeklerin, kendilerini adam sanan iktidarsızların, sahtekârlığın, ayak oyunlarının, para hırsıyla ruhlarını iki kuruşa satan ruhsuzların, kendi kendilerine bile doğru dürüst yapamadıkları mastürbasyonlarını başkalarını kullanarak yapmaya çalışanların ele geçirdiği İstanbul… _____________________________________________________________________ WWW.MAXIMUMBILGI.COM Yeter Tenimi Acıtmayın Meltem Arıkan ___________________________________ 6 __________________________________ İşlerine gelince, sadece serbest piyasada, rekabetçi koşullarda profesyonelce çalışılabileceğini iddia edenlerin, işlerine gelmeyince Türkiye’nin özel şartlarını bahane göstererek, tekelci kapitalizmin tüm vahşi kurallarını uygulayanların yaşadığı, kaypak iş dünyasının eskimiş sahnesi, İstanbul… Kızlarla birlikte kurdukları danışmanlık şirketinin yükselişine, direnerek şahit olan İstanbul… Oyunun kurallarının yazıldığı ve belki de her gün bozulup yeniden yazılacağı İstanbul… İçinde büyüdüğümüz halde ona karşı çalıştığımız, onunla var olduğumuz halde, varoluşunu sarsmaya çalıştığımız İstanbul… İşte yine senden uzakta ve sana karşıyız… Geniş kare avlunun etrafına L şeklinde yerleştirilmiş taş ev, bütün vadiyi kucaklıyordu.

Yoldan bakıldığında ön cephesini kaplayan, yörenin kesme taşları ve küçük pencereleri içerisi hakkında hiçbir ipucu vermiyordu. Evin giriş kapısındaki sarı bronz dökme kapı tokmağı çalındığında vadiyi de çınlatıyordu. Kapının sol yanında yeşil yaprakların arasında mor meyvalarını saklayan incir ağacı, kendiliğinden büyümüştü. Ahşap kapıdan girildiği anda birbirine akan hacimler, avluya açılan büyük cam kayar kapılar içerisini şeffaflaştırıyordu. Giriş kapısından görünen mutfak, Ada’nın hazırladığı kahvaltı sofrası ile güne merhaba diyordu. Yeni toplanmış taptaze sarı kır çiçekleri ve yeşil yapraklı bitkiler, irili ufaklı kaplar içinde yerlere, masalara ve hatta tavanlara bile yerleştirilmişti. Demek ki bugünün rengi sarıydı… Ada için her günün bir rengi vardı. Sabahlan açık havaya çıktığında, önce o günün rengine karar verir ve ne yapar eder mutlaka o renkte çiçekler toplardı. Yeşil yapraklı bitkileri ise pazartesi günleri köydeki seradan alırdı. Bir önceki günün çiçeklerini ve kuruyan yeşilliklerini ise doğal gübre üretmek için oluşturduğu çukura atar, ıslatarak çürümelerini sağlardı. Sadece kendisinin bildiği bazı maddeleri de katıp hoşaf diye adlandırdığı doğal gübreyi elde ederdi. Bu gübre de tekrar çiçek, sebze veya ağaç yetiştirmek için kullanılırdı. Doğanın, geri dönüşümlü dengesine uyumlu olmak ve bunun farkındalığını yaşamak, bir tek Ada’nın değil tüm kadınların hoşlarına gidiyordu. Masada herkes için, limon dilimi konulmuş ılık su dolu kocaman bardaklar vardı. Sabahları önce ılık sularını içer, sonra sıcak çaylarına iltifat ederlerdi.

Bardakların renkli camlarında oynaşan ışıklar, güneşin her sabah doğudan doğduğunu hatırlatıyordu. İlkyaz, gelir gelmez, öncelikle mutfağın doğuya bakan pencerelerini siler, güneşin mutfağa özgürce yayılmasına bayılan kadınlara jest yapardı. Üstlerine çeşitli baharatlı yağlar sürüldüğü için, terlemiş gözüken sıcak ekmek dilimleri… Bugün için seçilmiş gül ve kuşburnu reçelleri… Yörenin keçi ve sepet peynirleriyle hazırlanan peynir tabağı… Temiz havaya karışan yeni demlenmiş çayın kokusu, kahvaltı yapma zamanının geldiğini söylüyordu. _____________________________________________________________________ WWW.MAXIMUMBILGI.COM Yeter Tenimi Acıtmayın Meltem Arıkan ___________________________________ 7 __________________________________ Kahvaltı yapmak, hepsi için güne başlamanın en önemli adımıydı. Lezzeti önce damaklarında hissetmek, sonra doyumlarının farkında olmak, sonra gevşemek ve yüzlerine yerleşen tebessüme baka baka ayılmak. Güne keyif alarak başlamak… Ada bardaklara çayları koyarken, Çakıl ve Derin yeni gelenlerle ilgili konuşmaya başlamıştı bile. Çakıl kaşla göz arasında, sofradaki domatesten bir dilimi ağzına atıp biraz da eğlenerek sordu: “Kahramanlarımız birbirini tanımıyor değil mi?” Çay servisini bitiren Ada, Sude’nin yanına otururken her zamanki koordinatör edasıyla yanıtını soruyla verdi: “Aysu ile Fidan’ın Ankara’da, Beyza’nın İstanbul’da, Seniha’nın da Bodrum’da yaşadığını ve buraya gelmeden önce onları birbirleriyle tanıştıramadığımızı bilmiyor musun?” Çakıl, işbirlikçisi Derin’e kaçamak bir bakış fırlatınca, Derin devam etti: “Türkiye’nin, yani pardon, dünyanın koordinatörü, Çakıl daha dün Kazakistan’dan geldi ve ancak bu sabah konuşabiliyoruz. Belki sen geçtiğimiz üç gün içinde onları tanıştırmayı da koordine etmiş olabilirdin değil mi?” Sude, çatalını sapladığı zeytinlerin ikisini birden ağzına attığında, zeytinin tadında Ateş’i özledi. Ateş zeytini, ama en çok buraların zeytinini severdi. Dakikalarca yutmamak için ağzında döndürdüğü zeytini ezip çekirdeğini çıkardı. Ateş’i çok ama çok özlemişti. Bir süre daha onu göremeyeceğini düşündükçe buna dayanma gücünün her geçen gün tükendiğini hissediyordu. Boğazı düğümlendi.

Ateş’i özledi… Kızlar masadaki kahkahalarına rağmen, Sude’nin soğuk, sıcak, sevimli, nefret dolu, istediği gibi bakabilen, buz mavisi gözlerinin dolduğunu görünce sessizce bakıştılar. Sude’nin Ateş’i ne kadar özlediğini, onsuz geçen günlerde ne kadar acı çektiğini öğrenmişlerdi. Ateş uzaklarda olduğunda ya da birbirlerini görmeden geçirdikleri süre biraz uzadığında, Sude’nin gözleri parlaklığını kaybetmeye başlar, suskunlukları artar, nedensiz gözyaşları, gözlerinin ayrılmaz parçaları olurdu. Kızları, Sude’nin Ateş’e kavuşma isteğini anladıkları gibi şimdi de Sude’nin aklından geçenleri tahmin edebiliyorlardı. Derin ortamı canlandırmak için, Sude’ye sütlü kahve hazırlarken Ada da, “Kızlar, oyalanmadan yapılacak işleri tekrar gözden geçirelim,” diyerek Sude’nin düşüncelerini Ateş’ten koparmaya çalıştı. Sude, Ateş’i bir süre daha görmezse, dayanma gücünü yitirirse, güçlü olmaya nasıl devam edebilirdi? İki gün önce okuduğu kitap geldi Sude’nin aklına. “Önce var olmak, sonra âşık olmak, daha sonra aşk olmak ve nihayet aşk içinde yok olmak…” Nedense kalakalmaktan hiç söz etmiyordu o satırlar. Var olmak, âşık olmak ve bazen kalakalmak… Ateş’i sadece bir saat görmek için, Sude bir ay önce Viyana dönüşünü İngiltere üzerinden yapmıştı. Onunla havaalanında geçirdiği iki saatin doyumu ve özlemi Sude’nin içinde büyüyen bir ejderha gibiydi. Her nefes alışında içini alevleriyle yakan dev bir ejderha… _____________________________________________________________________ WWW.MAXIMUMBILGI.COM Yeter Tenimi Acıtmayın Meltem Arıkan ___________________________________ 8 __________________________________ Ateş, her zamanki sakin ses tonu ile, “Az kaldı,” demişti. Sude ise ağlamaklı, “Biliyor musun,” diye karşılık vermişti, “biliyor musun, ben senin yıllardır aradığın ama bulamadığın kadın olduğum için, bana on senedir âşıksın ve senin için çok ama çok kıymetliyim. Ben senin için dünyanın en pahalı elmasıyım. Ona sahip olduğunu bilmek sana yetiyor.

Onu evde bıraksan da, aylarca görmesen de, senin olduğunu ve hep sana ait olduğunu bilmek sana yetiyor. Oysa ben seninle büyüdüm, seninle kadın oldum, varoluşumu sana borçluyum. O nedenle de sen benim için su gibisin. Seni görmezsem, seni içmezsem, sesini duymazsam varoluşum tehlikeye düşüyor, anlıyor musun?” Ejderhanın alevi… Ateş, Sude’nin ne demek istediğini, aslında Sude’nin de onun için su kadar vazgeçilmez olduğunu çok iyi biliyordu. Biliyordu ama yine de bu duygusunu kontrol etmeyi tercih ediyordu. Tercih ediyordu çünkü her şeyin bir zamanı olduğuna inanıyordu. Zaman ve özlem… Şu anda Ateş ondan çok uzaklardaydı, ne sesini duyabiliyor, ne ona dokunabiliyor, ne tenini doyurabiliyor, ne de kahkahalarını kovalayabiliyordu. Şu anda Ateş ondan çok uzaklardaydı!. Bekleyiş… Sabah uyandığından beri kafasını bunlara takmamak için çabalıyordu. Ancak zeytin tanelerini ağzına atar atmaz Ateş, seksen kiloluk vücudunun o muhteşem görüntüsüyle bilincini gasp etmişti. Sude kızların sözlerini hayal meyal duyar olmuştu. Ne zaman umurundaydı, ne nerede olduğu, ne de gerçekler. Ejderha içini yakıyordu. Sadece alevleri algılıyordu. Alevler… Bardağında duran sıcak sütlü kahvesi, yanında oturan Ada’nın çaresiz bakışları, karşısında oturan Çakıl’ın ve Derin’in endişeli bekleyişi, güneşin mutfakta yaptığı ışık dansı, şu anda her şeye yabancılaşmıştı.

Çakıl, “Ben hayattaki sabrını neşesi ile birleştiren bir Sude hatırlıyorum, kendisi acaba şu anda Küçükkuyu’da mı, yoksa Londra’ya mı bağlandı?”diye sordu masanın altından Derin’in bacaklarına vurarak. Sude, “izninizle, bir süre için Londra’dayım,” derken kızlara göz kırptı. Ellerini hoşça kal yapar gibi salladı. Heathrow Havaalanının içindeki beş masalık küçük kafede, sabahın o erken saatinde, ikisinden başka hiç kimse yoktu. Sabahın alacakaranlığı, havaalanı aydınlatmasının sahteliğinde onlardan çok uzaktaydı. Kahve servisini yapan genç garson, Sude’nin gözlerinden akan yaşlara merakla bakmıştı. Ateş sigarasından bir nefes çekerek, Sude’nin elini sıkı sıkı tutmuş konuşuyordu. “Yaşamın olasılıklar bütünü olduğunu en iyi sen biliyorsun ve yüzde bir bile ciddiye alınması gereken bir olasılıktır, çünkü böyle bir olasılığın var olduğunu gösterir.” Sude, onu dinlerken sadece yorgunluğunu hissediyordu. Alacağı yanıtı ezbere bildiği halde, yine de sordu: “Yani ne zaman tamamen döneceksin?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir