Murat Gökhan Dalyan – Amerikan Misyonerlerin Hakkari Günlüğü 1830-1870.

Bu çalışmanın amacı Amerikan misyoner kaynaklarında XIX. yüzyıl Hakkari ve çevresinde yaşanan olaylara nasıl yer verildiğini gözlere önüne sermek ve incelemektir. Bu nedenle aktarılan bilgilere küçük açıklamalar dışında pek fazla dokunulmayacaktır. Nasturi yerleşim yerlerinin adları herhangi yanlış anlamaya mahal vermemek için biliniyorsa günümüzdeki adlarıyla birlikte yoksa sadece İngilizce versiyonlarıyla verilmiştir. Eser oluşturulurken hem misyon raporları hem de misyonerlerin kendi yazdıkları veya hazırladıkları biyografik eserleri kullanılmıştır. Zaman zaman konu gereği Musul ve çevresine değinilmiş ise de asıl konumuz Hakkâri bölgesi olduğu için bu bölgelerdeki misyonerlik faaliyetlerine ayrıntılı olarak değinilmemiştir. Bazı bölümlerde konu bütünlüğünü bozmamak adına kronolojik sıra görmezden gelinmek durumda gelinmiştir. Kendi dinlerini ve mezheplerini yaymak için XIX. yüzyılda Ortadoğu’ya gelen misyonerler, bulundukları ortamdan en iyi şekilde yararlanmak adına her türlü gelişmeyi ve yapıyı büyük bir özveriyle incelemişlerdir. Bu özellikleri ve gözlemleriyle misyonerler, tarihçiler için oldukça önemli zengin kültürel içerikler sunmaktadırlar. Ancak misyonerler kaynakları kullanılırken onların aldıkları eğitim ve politik durumlarının eserlerine taraflı olarak yansıdığı göz önüne bulundurularak incelenmelidir. Çünkü onlar yapıtlarında politik olayları kendi bakışlarına göre ve menfaatlerine göre düşünerek yazmışlardır. Nitekim Thomas Laurie’nin 1853 yılında kaleme aldığı Doktor Grant’ın hayatını konu alan eserinde bu durumu görmek mümkündür. Bunun nedenleri arasında faaliyet gösterdikleri alanlarda neden oldukları çatışma ve yaşanan tatsız olaylarda kendilerini mazur göstermek istemeleridir. Nitekim aynı eserin sayfa 345’te faaliyetlerinin tamamının 1 XIX.


Yüzyılda Amerikalı Misyonerlerin Hakkari Günlüğü 2 misyonerlik anlayışınca yapıldığını belirtmektedir. Yine unutulmamalıdır ki, bu eserlerin yazılış amaçlarından biri de misyonları için yardım topladıkları insanları aydınlatmak ve yaptıkları işin doğruluğunu ispatlamaktır Nasturilik Nedir Ortadoğu’nun en eski halklarından biri olarak bilinen Nasturilerin ırksal kökeni tam olarak bilinmemektedir1 . Bunun en büyük nedeni ise XIX. yüzyıla kadar Nasturilerin etnik kimlikten daha ziyade dini kimliği kullanmaları ve adı geçen yüzyıla kadar dini kimliğe yapılan vurgudur. Ancak XIX. yüzyılda dalga dalga yayılan milliyetçilik akımı Nasturileri de etkilemiş; bunun sonucu olarak onlar da ortak bir geçmiş ve kimlik arayışına yönelmişlerdir2 . Ancak onların etnik kimliklerinin şekillenmesinde kendilerinden daha çok yabancı güçlerin etkisi olmuştur. Bu konuda milliyetçilerin iki farklı görüşü bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Nasturilerin konuştukları dilden dolayı Arami kökenli olduğu diğer ise onların Asur kökenli olduğudur. Ancak son dönemlerde özellikle batılı seyyahlar ve misyonerlerin Osmanlı Devleti’nin doğusuna yaptıkları yolculuklar ve misyonerlik faaliyetleri sırasında karşılaştıkları farklı, unutulmuş bu küçük Hıristiyan toplumuna siyasi ve dini bir kimlik kazandırmak ve onları bir araya getirmek amacıyla kullandıkları Asur kavramı ön plana çıkmış ve bu Nasturilerce de benimsenmiştir. Ancak bunun böyle olmadığı sadece misyonerlerin Avrupa’daki yardım toplama faaliyetlerinde halkın aklında kalan sapkın mezhep anlayışının önüne geçerek daha fazla para toplamaktır. İngiliz misyonerlik kurumlarından olan Canterbury’un yöneticisi A.C. Tait, “Asur” terimini kullanan ilk kişilerin başında gelmiştir3 . Bunu misyonerlerin kendileri de bilmelerine rağmen yine de misyonerlik gereği kullanmaya devam etmişlerdir.

Nitekim onlara göre de Süryaniler ve Nasturiler aslında ırksal kökeni bölgedeki çeşitli ırkların bir melez karışımına dayanmaktadır. 1 Salahi R. Sonyel, The Assyrian of Turkey Victims 0f Major Power Policy, TTK., Ankara 2001, s. 1-2. 2 Bülent Özdemir, Süryanilerin Dünü Bugünü I.Dünya Savaşı’ında Süryaniler, TTK, Ankara 2008, s. 10-11. 3 David Gaunt, Katliamlar, Direniş, Koruyucular: I. Dünya Savaşında Doğu Anadolu’da Müslüman- Hıristiyan İlişkileri, Çev. Ali Çakıroğlu, Belge Yay., I.Baskı, İstanbul Ekim 2007, s. 45. XIX.

Yüzyılda Amerikalı Misyonerlerin Hakkari Günlüğü 4 Bizzat Asur terimini kullanan İngiliz misyonerleri bile Bunu itiraf etmekten kendilerini alamamışlardır. Bu kişilerden Wigram “…geride gerçek Asurlar kalmamıştı. Sadece ardı ardına çeşitli topluluklardan yapılan evliliklerin meyvesi olan melez bir ırk kalmıştı….” şeklinde ifade etmektedir4 . Din adamlarına göre Nasturiler, Mezopotamya’da yaşamış olan ırkların Hıristiyanlığın kabulünden sonra din potasında erimesinden oluşan halktır5 . Bu nedenle Nasturileri saf bir ırk olarak nitelemek mümkün görülmemektedir. İlkçağ medeniyetlerinden arta kalan toplulukların bir mezhep şemşiyesi etrafında toplanmış halk olarak tanımlamak daha akla yatkın görülmektedir. Nasturi kavramı, Anadolu ve İran kuzey batı coğrafyasındaki insanların Hıristiyanlığın kabulünden sonra M.S 431 yılında Efes Konsülü ile birlikte başlayan dinî tartışmalar ve mezhepsel görüş farklılıklardan dolayı İstanbul Patriği Nastur’un görüşlerine inanan halka verilen isimdir. Doğduğu V. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Hıristiyan dünyasında ve Doğu Hıristiyanlığında Ariusçu anlayıştan sonra en fazla sarsıntıya yol açmış mezhep Nasturilik olmuştur. Çünkü Ariusçuluğun mahkûm edilerek teslis inancının temellendirildiği ve İsa’nın tanrılığının tescillendiği 325 İznik ve 381 İstanbul konsüllerinden sonra tartışmalar bu defa, kaçınılmaz olarak Meryem’in şahsiyeti üzerine kaymıştı. Bu tartışmalar etrafında kendisini yüceltmeye matuf olarak Meryem için Theotokos (Tanrı anası) deyimi kullanılmaya başlanmıştı. 428 yılında İstanbul piskoposluğuna getirilen Nastoryus’un, Antakya’dan yanında getirdiği arkadaşı Anastasius adlı keşiş bir vaaz esnasında bu anlayışın küfür olduğunu, bunun yerine Hristokos (Mesih’in annesi) deyiminin kullanılmasının gerektiğini söylemesi ve Nastoryus’un da onu desteklemesi, Hıristiyan kilisesini ve Roma İmparatorluğu’nu sarsan yeni bir tartışma başlatmıştı. Nastoryus, sonradan diofizit anlayış olarak adlandırılacak olan bu düşüncesini şu sözleriyle açıklıyordu: “Mesihte iki doğa ve iki uknum vardır.

Meryem, gövdelenen kelamı değil, insan olan ve tanrısallıkla ilgisi olmayan saf bir insan doğurmuştu. Daha sonra 30 yaşında Mesih vaftiz olurken, 4 W.A.Wigram-Edgar T.A.Wigram, İnsanlığın Beşiği Kürdistan’da Yaşam, Çev. İbrahim Bingöl, Avesta Yayınları, I.Baskı İstanbul 2004, s. 111; Murat Gökhan Dalyan, XIX. yüzyılda Nasturiler (İdari-Sosyal-Yapı ve Siyasal İlişkiler), Süleyman. Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Isparta 2009, s.6-7. 5 Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Oya Matbaası, Diyarbakır 1970, s. 71. XIX.

Yüzyılda Amerikalı Misyonerlerin Hakkari Günlüğü Giriş 5 üzerine Tanrı’nın kelâmı inmiştir. Bu yüzden Meryem’e Theotokos, Tanrı anası denemez. O, tanrının değil ancak Mesih’in anasıdır”. Bu tartışmalar, imparatorun isteği doğrultusunda 431 ve 449 yıllarındaki Efes Konsillerinde diofizit görüş olanak adlandırılan, İsa’nın Baba ile aynı özden olduğunun yeniden onaylanması ve birleşmeden sonra İsa-Mesih’te tek doğa ve tek uknum olduğunun karara bağlanmasıyla Nastoryus’un görüşü mahkûm edilmiş Meryem’in Thetokos olduğu görüşü resmiyet kazanmıştı. Ancak bu gelişme, bir aşamadan sonra Süryanilerin denetimine geçen Antakya kilisesinde ilk büyük bölünmenin önünü açmıştır. Kilise içinde başlayan tartışmalar sırasında tasfiye edildikten sonra çalışmalarını Urfa’da devam ettiren Nastur yanlıları, İmparator Zenon tarafından İran içlerine sürülünce faaliyetlerini burada sürdürmüşlerdir. Bu baskılarda Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki çekişmeler ve üstünlük mücadelesi önemli bir amil olmuş ve Nasturi Kilisesi, diofizit anlayışı bahane gösterilerek sindirilmek istenmiştir. Ancak 498 yılında patrikliğe getirilen II. Babay’ın patrikliğinin İran hükümdarı tarafından onaylanmasıyla Nasturilik olarak adlandırılacak yeni mezhebin kurumlaşması tamamlanmış oluyordu. Böylece Antakya Süryani Kilisesi monofizit görüşü temsil eden Süryani Kadim/Yakubi Kilisesi ve diofizit anlayışı temsil eden Doğu Asur/Nasturi Kilisesi olmak üzere ikiye ayrılmıştır. İran’da kendi bağımsız kiliselerini (Nasturi Kilisesi [Doğu / Asur Kilisesi]) kurarak –bazı dönemler belli baskılara maruz kalmış olsalar dagüçlü manastır yapılanmasına dayalı olarak özellikle Asya ve Arabistan yönlerinde Hıristiyanlık adına çok önemli gelişmeler göstermişlerdir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir