Necati Tuncer – Ordaki Köyün Adı Var Trafalgar

Ben o Ģehre, sezonun yaklaĢması dolayısıyla okul kırtasiyecilerine pazarlama yapmaya gidiyordum ve birkaç saat içinde iĢimi bitirip bir baĢka Ģehre geçmem gerekiyordu. Yanımda oturan ve otobüse bindiği andan itibaren uyuyan delikanlının oralı olduğunu bildiğimden, ki bana daha yolculuğumuzun baĢında hangi mahalleden olduğumu sormuĢtu; sağa sola dönerken uyandırdım onu. – Levhada Trafalgar köyü yazıyordu, adı biraz Fransız geldi. Delikanlı gözlerini oğuĢtururken, bir yandan da kendine herĢeyi biliyor havasını vermekten de geri kalmadı. – Öyledir. Fransız köyüdür orası. Levhanın gösterdiği yamaçta yayılan aklı karalı keçi sürüsünü de parmağıyla iĢaret etti. – Onlar da Mösyö Söğen’in keçileri. 7 ġimdiye kadar bize, Fransız köylerinin bir tatil köyü olduğunu ve sahillerimizde tel örgüler içinde bulunduğunu öğretmemiĢler miydi? ġaĢırdım! – Burada Fransız köyünün iĢi ne? Göçmen mi bunlar? Bu soruyu sorarken, bizim Yugoslav göçmenlerimizin arasına karıĢıp gelmiĢ iĢsiz Fransızların, burada farkedildik-lerinde yerleĢmelerinin sağlandığı, onlara bir köy verildiği gibi bir ihtimal mi gelmiĢti aklıma? – Çok önce gelmiĢler. Kimileri diyorlar ki, Sultan Süleyman zamanında gelmiĢler. Fakat hepsi Türkçe konuĢur. Fransızca’yı unutmuĢlar. – Peki Fransa’yla hâlâ bir bağları var mı? – Olmaz olur mu beyim? Hatta muhtarın’ karısı, Fransa BaĢkanının karısıyla akraba imiĢ. Aynı sülaleden geliyorlar-mıĢ. – Kim diyor bunları? – Muhtarın madamı biliyor canım.


Ġnsan akrabalarını tanımaz mı? Gazeteler de yazdı. Resimlerini yanyana bastılar. Birbirlerine acayip benziyorlar. Fransa BaĢkanının madamı ikide bir neden geliyor bu ülkeye? Sen gazete okumuyor musun? Delikanlı bu soruyu sorarken, gözü, önümdeki koltuğun filesine koyduğum birkaç gazeteye takılmıĢtı. Aslında demek istediği, siz gazete okuyorsunuz ama, her Ģeyi biz biliyoruz, bizden öğreniyorsunuz du. ġehre yaklaĢmıĢtık, yolumuz az kalmıĢtı. Daha çok sorular sorarak iĢin aslını öğrenmek istiyordum. Belki delikanlının tekrar uyumasına engel olacağım ama, benimki de merak iĢte. 8 – Kim ortaya attı, bunların Fransız olduğu iddiasını? – Ġddia değil gerçek. Gazeteler kaç gün yazdılar. Bir gazeteci araĢtırıp bulmuĢ bunların Fransız olduklarını. Köye gelip resimler, filmler çekmiĢ. Köyde büyük bir bina harabesi varmıĢ. Buranın tavanı çok yüksekmiĢ. Köylüler buraya develik diyorlarmıĢ.

Altta develer kalırken, yan duvarlara tutturulan tahta ranzalarda da deveciler kalırmıĢ. Tabii çok eskiden kalırlarmıĢ. ġimdi deve mi kaldı, deveci mi? Gazeteci burayı görünce demiĢ ki: Burası Sen Josef kilisesidir. Atalarınız vaktiyle burada oturmaya mecbur edilince, bu kiliseyi yaptırmıĢlar. Fakat zamanla siz ortama uyunca, kiliseyi deve ahırı yapmıĢsınız. Bu tarihe ihanettir demiĢ ve gazeteye de öyle yazmıĢ. – Peki, sonra ne oldu? – N’olucak? Ankara’dan geldiler, develiği onardılar, kilise oldu. – Köylü karĢı çıkmadı mı, köylerine kilise yapılmasına? – Neden karĢı çıksınlar canım? Atalarının malı. Hem sonra köy kalkınmaya baĢladı. Yani o kilisenin yüzünden biraz önce gördüğüm o yol yapıldı, sağlık ocağı açıldı. Bizim buradaki devlet hastanesinin iki doktorundan birini oraya gönderdi hükümet. – Hiç karĢı çıkan olmadı mı? – Öğretmenler baĢta karĢı çıktılar ama, sonunda onlar da memnun oldular. – Onlar da mı kabul ettiler köylülerin Fransızlığını. Delikanlı, yüzüme öyle bir bakıĢ baktı ki, ben ne anlatıyorum, sen ne anlıyorsun der gibiydi. – Ona kimsenin itirazı yok.

Yani onların itirazı Ģehirden 9 köye gitmeyeydi. Lojman yapıldığını duyunca hepsi razı oldular. – Öğretmenlere lojman mı yaptılar? – Okulu yıkıp yeniden yaparlarken, bir apartman da lojman yaptılar. Çocuklar Fransızca okuyacaklar artık. Okulun hiçbir eksiği yok. Hatta Fransızlara ayıp olmasın diye hastane laboratuvannın mikroskobunu bile bağıĢlatmıĢlar okula. – Yani Fransızlara derken, köylülere ayıp olmasın demek istedin. – Yok canım. Hakiki Fransızlara ayıp olmasın diye. Okulun yapılıp bittiği sırada, bir heyet gelmiĢ, bir otobüs dolusu… Ta Fransa’dan duyup gelmiĢler. Ġçlerinde oranın Kültür Bakanı bile varmıĢ. Ben de gördüm. Bizim Kültür Bakanı’nın yanında oturuyordu kilisedeki tören sırasında. Delikanlı öyle açıklamalar yapıyordu ki, ben açıklamalarına ĢaĢırırken, o da benim bunları nasıl olup da bilmediğime hayret ediyordu. – Ne töreni? Bizim Kültür Bakanı da mı geldi? – Siz de hiçbir Ģey bilmiyorsunuz beyim.

Bilmem ki gazetelerin neresini okursunuz! Adamlar yanlarında papazlarını da getirmiĢler haliyle. Hem okulun, hem kilisenin açılıĢı yapıldı o gün? Eski develiği öyle bir yapmıĢlar ki, onların Kültür Bakanı, bizim notur damına benzemiĢ demiĢ. Ne demekse gayri. – Fransa’daki bir kilisenin adıdır. Notre Dame… – Bak gördün mü? Gerçekten FransızmıĢ bizimkiler. Demek kiliseleri de benziyor. – BaĢka ne oldu törende? – Bizim bakanlar filan konuĢtular. Tarım Bakanı, Trafal-10 gar köylüsünün tüm borçlarının silindiğini; Ġmar Bakam, herkese karĢılıksız ev kredisi verileceğini; ÇalıĢma Bakanı köyde hiç kimsenin iĢsiz kalmayacağını; Sağlık Bakanı herkesin koyu yeĢil kartının olacağını söyledi. – Peki bu dediklerin oldu mu? Yaptılar mı? – Tabii! Köyün yaslandığı çıplak dağa orman bile diktiler. – Kültür Bakanı ne dedi? O sadece kiliseye mi gitti? – Kiliseye hepsi gitti. Papaz hepsine okumuĢ. OkunmuĢ su içirmiĢ. – Öyle Ģeyler anlatıyorsun ki inanılır gibi değil. Nasıl olur da hiç karĢı çıkan olmaz? Ben Fransız değilim diyen olmaz. – Neden desinler ki? Gazeteci araĢtırmıĢ, Fransız olduklarını bulmuĢ ya onların.

Fransızlar büyük millet. Adamlar boĢuna Avrupalı olmamıĢlar. Bizim buradaki köyleri bile kalkındı. Herkesin iĢi var Ģimdi. Evlerini yıkıp yeniden yapmaları da iĢin cabası. Ha bir de köyde her ailenin Fransız otomobili var. Bir defaya mahsus gümrüksüz geçirilip, her köylüye verilmiĢ krediylen. – Peki, köyün camisi yok muydu? Ġmamı filan. – Kültür Bakanı önce kitaplarını yaktı onun. Sonra da baĢka yere tayin ettirdi. Siyaset yapıyormuĢ herhalde. – Kitaplarını mı yaktı dedin? – Kilisenin açıldığı gün biri ihbar etmiĢ. Evinde gerici kitaplar var diye. Jandarmalar, Kültür Bakanı, Kaymakam filan ani baskın yapmıĢlar eve. Adamın evi kitap deposu gibiymiĢ.

Köy meydanına getirip yakmıĢlar. Kültür Bakanı çakmağı çakmadan önce birkaç tanesini herkese göstermiĢ. 11 Bakın demiĢ: Bunlar Arapça, Osmanlıca kitaplar. Aralarında hiç Fransızca yok. Bu devirde kim okuyup kim anlayacak bunları demiĢ. Zaten çoğu da elle yazılmıĢmıĢ. – Kitaplar el yazması mıymıĢ? – Evet! Öyle diyorlar. Kültür Bakanı demiĢ ki: Bunların elle yazılmıĢ olmalarından belli gerici kitaplar olduğu. Niye matbaada bastırmamıĢlar bunları? Çünkü devlet gelip her an toplayabilir korkusuyla.Matbaalar kontrolümüz altında ama, böyle uzak köylerde, hücre evlerde hâlâ bu kitapları okuyanlar var. Gençleri bunlara zehirletmeyeceğiz deyip çakmağı çakmıĢ. Artık Ģehre giriyorduk. Selvi ağaçlarının gölgelediği yolda ilerlerken, aralarından bahçe çapalayan kadınları görüyordum. Kafam allak bullak olmuĢtu. Daha çok soru olmasına rağmen dilimin ucunda, delikanlıyı bıktırırım diye soramıyordum.

Ne de olsa sabah uykusunu uyutmamıĢtım ona. Fakat ondaki çene de hiç kapanacak gibi değildi. Sevinerek sürdürdüm dinlememi. – ġimdi diğer köylerin de geçmiĢi araĢtırılıyor. Onların atalarının kim olduğu bulunmaya çalıĢılıyor. Surda, yukarda bir köy var. Aralarında para toplayıp Ankara’da bir Prof a vermiĢler. Aslımızı bulsun diye. ġehirliler onlara, aslınız Ġngiliz filansa yaĢadınız, ya Yunan çıkarsa… Diye takılıyorlar. Otobüsümüz garaja kıvrılırken, bir yandan inmek için hazırlık yapıyor, bir yandan da delikanlıya bakıyordum. Acaba baĢka diyeceği kaldı mı? – Yolumuz olsaydı, Trafalgar’a göçmek isteyenleri de derdim ama gayri geldik. – Öyleyse sana son bir kapanıĢ sorusu. Trafalgar köyünün adı önce ne idi? 12 – Hocalar köyü diyorlardı. Çok eskiden hocaları meĢ-hurmuĢ oranın. Bu Ģehre gelen savcıları hep uğraĢtırmıĢlar.

Bir tek kitapları yakılan imam var ya, o kalmıĢtı, onu da gönderdiler iĢte. – Trafalgar adı nereden geliyormuĢ? – Fransa’dan… O gazeteci ile kaymakam bey, sözlüğe bakarak bulmuĢlar. Otobüsümüz durduğunda yerimizden kalkarken, teĢekkür ettim delikanlıya. Anlattıklarında beni ilgilendiren bir-Ģey de vardı. Bu yolculuğa baĢlamadan kafamda olan bir soruyu aydınlatmıĢtı delikanlı farkında olmadan. Kitapçıların, neden çok fazla Fransızca kitaplar, kasetler istediğini… Garajdan çıkıp caddeye yönelirken artık emindim; bu Ģehrin kitapçılarına en fazla benim satıĢ yapacağımdan. Buna sevinmeye hazırlanırken, yakınlardaki bir ilkokulun sabah töreninden yükselen çocuk sesleri, -ne olduklarını ve nasıl mutlu olduklarını bağıra çağıra duyuran çocuk sesleri-kulağıma ulaĢtığında, içimi bir hüznün kaplamıĢını önleye-medim

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir