Necla Yaramis – Mavi Kelebek

Çocuklarımın ısrarı ile hatıralarımı yazmaya karar verdiğimde, nereden başlayacağımı bilemiyordum. Şimdiye kadar, hiçbir şey yazmamıştım. Ben, “Ya başaramazsam” dediğimde, çocuklarım bana, “Başaracaksın, biz buna inanıyoruz” demişlerdi. Ben de bu sözlerden cesaret alarak, bu öykümü kaleme almaya karar verdim. Belki çok hatalarım olacak çünkü ben bir yazar, bir edebiyatçı değilim. Sadece her şeyi içimden gelen duygularla, gerçeklerin dışına çıkmadan yazdım. Bu kitabı yazarken belki bir yerden bir yere atlayacağım. Bunu siz, bir yazarın dediği gibi, nisan yağmuruna benzetin; gelip geçici, ıslatıcı. Ardından güneş bir açıyor, bir kapatıyor, yani bir konudan bir konuya atlıyorum. Siz bu kitabın manevi yönlerini alın, size bir fikir verirse sonuna kadar devam edin. “Ana babalar çocuklarının servet sahibi olmaları için değil, büyüklere saygı duymayı öğrenmeleri için dua etsinler.” Eflatun Kitap geçmişi geleceği bağlayan en güzel köprüdür. Bu köprüden sizinle maziye bir geziye çıkıyoruz. Her şeye hazır olun. Yolu benimle beraber yürümek zorundasınız.


Bu öykümü okurken bazen üzüleceksiniz. Ama olsun, benimle beraber hayatıma girip yaşayacaksınız. Kendi inançlarınıza ve fikirlerinize inanmakla, kendinize verdiğiniz değeri de yükseltmiş olursunuz. Okumasını bilirsen her insan bir kitaptır. En büyük eser insanları uyandırmaktır. Bir insanın yaşama sevincini, yaşama arzusunu, damarlarında duyduğu müddetçe yaratabileceğine inandım. Bu satırlar bana yaşama, yaratma gücü vermiştir. İnanç ve ruh güzelliği insanı insan yapar. Herhangi bir şeye sahip olmanın tek nedeni onu başkalarına vermektir. Doğru olanı yaptım ben. Dünyaya bir bütün olarak verebileceğin en büyük hediye sizsiniz. Buna gerçekten inanın. Şimdiden size sabır diliyorum. Benim canlarım. Sizlere kitabımda birçok gelmiş geçmiş büyük insanların, kelâm incilerini bir araya getirip sunacağım.

Sizlere ışık tutabilirsem ne mutlu bana. Necla Yaramış Adana, 2006 I Soluk bir Eylül günüydü. Burası Toros dağları eteklerinde,kilometrelerceyeşil,orman,tepeler arasında kurulmuş bir yayla. Yılın bu mevsimi en sevdiğim dönemdi. Eylül ayı çok sakin ve huzurlu olurdu. Vadinin sessizliği ve huzur veren havası üzüntülerimin kaybolmasını sağlamıştı. Temiz havaya, sükûnete, dinlenmeye ihtiyacım vardı. Çam ağaçlarının ve göz alan bir yeşilliğin ortasında, bir yuva gibi konan tek katlı binadayım ve her şey öylesine dinlendirici ki. Pencerenin yanına gidip, camı açarak biraz hava almaya çalıştım. Dışarıda kasvetli bir hava vardı. Gökyüzü kalın bulutlarla kaplıydı. Her an yağmur yağışı bekleniyordu. Kafamı kaldırıp baktığımda, bulutların alçaldığını gördüm. Zaten yağmur da hafiften başlamıştı bile. Çevrede garip bir sessizlik hüküm sürüyordu.

Hayranlıkla çevredeki manzaraya bakmaya başladım. 10 Yılın bu mevsiminde, ağaçların renk değiştirmesi, olağanüstü güzellikteydi. Ağaçların kuru yaprakları, fırtına ve yağmurla beraber nasılsa savrulup terasa kadar gelmişlerdi. Bir an öylece durdum. Yazın o kadar güzel olan bahçe, şimdi son derece ıssız görünüyordu. Fırtına ve yağmur öğle saatlerinde dindi. Fırtına bütün bulutları dağıtmıştı. Tüm pencereleri açtım. Açık pencerelerden içeriye tatlı bir güz esintisi ve hemen ileriki koruluktan cırcır böceklerinin sesi girdi. Cırcır böcekleri hep yaz sonuna doğru ortaya çıkar, yazın sona erdiğini haber verirler. Ağaçların arasında cıvıldaşan kuşların sesi de insanın içine anlatılamayacak bir huzur veriyordu. Neredeyse akşam olmak üzereydi. Geniş pencereden gelen kızılımsı ışık odayı daha da sıcak bir havaya büründürüyordu. Daha sonra pencereyi kapatıp, ocağı yaktım. Şöminede alev alev yanan odunlar, odaya bambaşka bir renk ve canlılık veriyordu.

Yerde el dokuması büyük bir halı vardı. Sıcak, pembe, kırmızı ve mavi tonlarıyla odayı canlandırıyordu. Evin içinde amaçsızca dolaşmaya başladım. Boş odanın yarattığı iç sıkıntısına kendimi kaptırmak istemiyordum. Kitap okumak veya geçmişi düşünmek şu anda bana çok çekici geliyordu. Şöminenin karşısında, alevlere bakarak, geçmişten parça parça şeyler hatırlamaya başladım. Belleğimde anılar birer birer canlanıyordu. Olaylar kafamın içinde bir sinema şeridi gibi geçiyordu. Düşüncelerimi yazıya dökmek gibi bir alışkanlığım vardı.Defterimi alıp, 11 duygularımı sayfalara dökmeye başladığımda, içimden bir ses, “cesaretini kırma” diyor, başaracağımı söylüyordu.Ben de bu sesi dinleyerek öyküme başladım. II Hayat bir sürü şeyi, özellikle de acı veren şeyleri göğüslemektir. Aradan bunca zaman geçmesine rağmen olayları düşündükçe ne kadar zor olsa da unutmak istiyorum. Bazı şeyler var ki, ancak belli bir yaşta anlaşılabiliyor, daha önce değil. Bu gerçeği, uzun ve acı deneyimler sonucunda öğrenmiştim.

Gözlerimi yumup kendi iç dünyama daldım. Düşüncelerim geçmişe kaydı. Çocukluğum, yaşadığım şehir ve İstanbul’da yaşadığım yıllarımı en ufak ayrıntılara kadar hatırlamaya çalıştım. Çocukluğum çok gerilerde kalmıştı. Nasıl anlatsam, nereden başlasam. Kendimden başlamalıydım, evet ama, neresinden? Tarihî ve doğal güzelliklerin, tatlı bir uyumla kucaklaştığı, güneyin en güzel ilçelerinden biri olan Tarsus’ta dünyaya gelmişim. Büyük bir konakta, varlıklı bir ailenin tek evlatları olarak büyüdüm. Bütün zenginliğimize rağmen, hiç de şımarık olmayan nazik, tatlı bir kızdım. Davranışlarım o kadar doğal ve rahattı ki zenginliğimiz insanlara batmıyordu. Etrafımda hizmetkârlar ve bir bakıcı (dadı) olmasına rağmen, ben zenginliğimizin farkında 12 bile değildim. Tek evlatları olmama rağmen, hiçbir şımarıklık ve kapris yapmadan büyümüştüm. İleri görüşlü, tasavvufa âşık bir annenin ihtimamıyla geçen çocukluğum, bende sökülmez bir din duygusu ve yıkılmaz bir ahlak prensibi bırakmıştı. Bir çocuğun sahip olacağı en iyi anne ve babaya sahiptim. Huzurlu bir ortamda büyümem kendime güven duymamı sağlamıştı. Huzur ve mutluluk yüzümden okunuyordu.

Annem olağanüstü bir insandı. Tanrı’ya sarsılmaz inançla bağlı olan bir kadındı. Babam da anneme karşı çok kibardı ve her zaman “hanım” diye hitap ederdi. Birlikte harikaydılar. Dışardan bakanlar bu mutluluğa gıptayla bakardı. Babam hayatı boyunca kendi kararlarını kendisi verdi. En zor koşullarda bile cesaretini hiç yitirmemiştir. “Keşke” ve bazı konularda “hayır” yanıtını asla kabul etmezdi. Bu kelimeleri hiç kullanmadı. Başarılı bir iş adamıydı. Çırçır fabrikası vardı. Babam yakışıklı olmakla beraber son derece de çapkındı. Yeşil gözleri, hanımların yüreğini hoplatacak kadar güzeldi. Uzun boylu değildi. Ama çarpıcı bir yakışıklılığı vardı ve ben babamı çok severdim.

O da beni sever, ne istesem kesinlikle hayır demezdi. Sevgi bir insana verilebilecek hediyelerin en değerlisidir. Ben bunu fazlasıyla almıştım. Gelecekte beni nelerin beklediğini düşünemeyecek kadar gençtim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir