Nicole Martinez – Çingeneler

Eski Di,inya sakinlerinin çeşitli dönemlerde kitleler halinde göçettikleri bütün Avrupa ülkelerinde ve anakaralar üzerinde -Kanada, Birleşik Devletler, Latin Amerika, Güney Afrika, Avustralya gibi- belli bir geleneğin ve Batı’ya özgü ortak bilincin, kesin olarak tek bir göçebe kökene bağladığı gezgin topluluklar yaşamaktadır. “Çingene araştırmalan uzmanlarının”da benimsetmesiyle, günümüzde kullanılan etnik adlar -Çigan ya da Çingene- ancak. 19. yüzyılın sonundan itibaren bu son biçimlerini alırlar. Bu tanım hemen hemen aynı dönemde Romanlar için de geçerlidir, birbirini izleyen ya da aynı zamanda kullanılan çeşitli adlandırmalann ardından Doğu ülkelerinin etkisiyle, Roman, 1968 yılından beri, yukarıda adı geçen adların yerini alma eğilimindedir. Orta-Doğu ve Uzak Doğu toplumlannın da içinde varolan benzer topluluklar, bu toplumlar içinde en azından düşsel düzeyde çok değişik bir yere sahiptirler: “işte “Çingene” olgusunun temeli burada yatar. İlk şaşkınlık bu “göçebeler”in Batı’da üstlendikleri rollerin incelenmesiyle doğar. Bunlar görünürde çok çelişkili rollerdir ve çelişkili göründülderi kadar şiddetli bir biçimde, karşılıklı tutkuları uyandırmak içindirler: hiçbir varolma hakkı tanınmamacasına uzaktan savuşturolan korku, nefret motifi, biricik, değişmez, sonsuz olduğu söylenerek kıskançlıkla korunmak istenen aşk, arzu motifi ger7 çekleri daha iyi örtrnek için ayncalıklı bir edebiyat konusu olur. Çingenelerin durumu, gelişimi, tarihi ve “gelenekleri”, ba�mlı olduklan toplurnlara gönderme yapmadan açıklanamadı�nda, toplumsal düşgücü bu topluluklann incelenmesinde önemli bir yer tutar. Ortak betimlemelerde çingeneler her şeyden önce ve “oldum olası” göçebe olarak göıiinürler. Gerçekten de hiçbir zaman bir “avare”den, “serseri”den ya da günümüzdeki anlamıyla “gezgin”den sözedilemez. Tarihsel araştırmalar, varolan durum ve biografiler üzerinde yapılan incelemeler, bu terminolojinin ona borçlu olduğu büyük payı düşsel olana teslim eder. 1970’lerde göçmen işçi dalgasıyla birlikte süıiilen Yugoslav göçebe, ya da daha sonralan Polonyalı göçebe büyük şehirlerin varoşlanndaki “o yerde” içinde yaşadıkları barakalan çağrıştırırlar. Ortaçağ”da Orta ve ‘Batı Avrupa’da yaşamış olan göçebe toplulukları Türkler tarafından Ege adalanndan kovulmuşlardı. Bu adalara, bir olasılıkla Venedikliler tarafından getirilmiş ve Franklarca kullanılan dönemin ithal işgücü Asengani’ler (Acingani) yerleştirilmişti.


19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa üzerinde yayılan “göçebeler” in bazılan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde sürekli köle olarak kullanıldılar, bu kölelik, bazan Romanya’da olduğu gibi üç yüz yıl, Rusya’da ise 1861’e kadar sürer. Yaşam öyküleri “gerçek” göçebeleri yerleştirilmiş göçebelerden ayıran ölçütlerin bulunmasındaki zorluğu daha açık bir biçimde ortaya koyar. Hepsi değişkenlikle belirlenen ortak bir yaşam süi-er, bazan çok uzun sürebilen yerleşik evreler devingen dönemleri izler. Bir yaşam biçimi olan göçebelik, hiçbir zaman ortaya bir kültür tanımı koymak için yeterli olmamıştır. 8 Orta Asya steplerinden Batı Sahara’ya kadar uzanan anayol üzerinde yaşayan -ya da yaşamış olan- hayvan yetiştiricilerin göçebeliğiyle, sözü edilen bu topluluklar arasında çok büyük bir ayrım görürüz. ‘Jean Servier’nin de belirttiği gibi, göçebeler ve yerleşik topluluklar çoğunlukla değişmeyen çekirdeğiyle tutarlı bir birlik oluşturan aynı kültürü paylaşırlar: “Kuzey Afrika’da, siyasi örgütlenmenin temeli göçebe yorumuyla, kent, yani kabiledir. Her iki durumda, benzer toplumsal yapılar aynı ikili düşünceyi ifade ederler.” Bunları avcı da değildirler. Düne kadar çiftlik alanlarından köylere, bir şehirden bir başkasına dolaşan, bugün ise çoğunlukla kent sınırlarında ve kent merkezlerinin kınk-dökük yapılarında yerleşik konuma geçen bu topluluklar, “bir toplumsal hücre (isolat social) ya da bir etnik azınlık mı oluştururlar?” “Toplumsal hücre” ya da toplumsal tecrit (isolat social) tanımı, bu göçebelerin, kültürleri dünyanın bir ucundan ötekine benzeşen tek kökenli bir topluluk olarak sayılmaları için yetersiz kalır. Burada giderek azalan toplumsal hareketliliğe göre bir tanım içe kapanınayla beraber, uzun tarihsel yolların birbirinden ayrıldığı düşüncesini de çağnştınr. Reddedildikleri toplumların kıyısında yaşayan büyük sayıdaki bu göçebeler, diğer toplumların kültürlerinin karmaşık taklitlerinden ibaret olan alt kültürlere sahiptirler. Benzer bir toplumsal konum da ortak psikolojideki yine çok özel ortak çizgileri, davranışları açıklar. Etnik azınlık tanımı ise kültürel ögelerle birlikte,· ortak tinsel, sanatsal, özdeksel özelliklerle bir birliği ve devamhlığı akla getirir, ki bunlar toplumsal değişimlerin, çevre kültürlerinin, 9 özellikle büyüyen toplumsal hareketlili�n yokedemeyece� özelliklerdir.

Her geleneksel kültür, “de­ �şmeyen gerçek kültürel özellikler oluşturan yapısal örgütlenme ilkeleriyle” kendini gösterir. Kutsal olanla toplulukla olan baglar “tek bir parçasının bile aynştınlamayacagı bir bütün oluşturur.” Dünyadaki alışılagelen geleneksel toplurolann kültürlerinde bulunan bu “evrenseller” (universaux) gözönüne alındıgında, etnolojinin yeterince özgül global bir yaklaşım oldugu görülür. Karşılaştırmacı bir anlayışa temellendirildiginde, eger çalışmanın konusu ve amacı yalnızca “göçebeler” ve onların çocuklan ile sınırlıysa, etnoloji uygulanamaz duruma gelir. Çünkü bu topluluklar, tözlerini ve bir kültür mozayiginin ögelerini aldıklan degişik toplumlarla çok sıkı bir ortak yaşam sürmektedirler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir