Nuzhet Senbay – Soz ve Diksiyon Sanati

Öyle güzel konuşanlar vardır ki, bildikleri konu üzerinde düşüncelerini, duygularını düzgün tümceler kurup etkili sözcükler bularak söyler, dinleyenleri hayran bırakırlar. Belki de bu kişiler, bu konuşmalarını aynı güçte yazamazlar. Ama onlar Tanrı vergisi olarak, kolay, düzgün ve etkili konuşma yeteneğine (talâkat=Êlocution) sahiptirler. Eğer sizde de böyle bir yetenek varsa, size, bu yeteneğinizi geliştirmeyi öğüt vermekten başka bir şey söyleyemeyiz. Yalnız, konuşmalarınız, konferanslarınız, kısa söylevleriniz üzerinde bilgi toplayıp bir plan yaparak, diksiyonunuzu, jest ve mimiklerinizi, verdiğimiz öğütlere uyarak, düzenlemeniz gereklidir. Eğer böyle, duygu ve düşüncelerini kolaylıkla, düzgün, etkili bir biçimde anlatabilen kişilerden değilseniz, o zaman size şu öğütleri verebiliriz: Günlük yaşamınızda kendinizi söz söyleme sanatına hazırlayabimek için, düşüncelerinizi, duygularınızı, izlenimlerinizi zihninizde tasarlayarak söz söyleme kolaylığını kazanmak için çaba harcamalısınız. Herhangi bir konuyu, bir olayı, bir işi düşünüp zihninizde planlaştırarak, düzgün tümceler ile anlatmaya alışmalısınız. Birçok durumları imgeleyip, bunların topluluk karşısında size ne gibi olanaklar sağlayabileceğini gözünüzün önüne getirmelisiniz. Sadece belleğinizi çalıştırarak geliştirmek size yetmez. Çalışırken kendiniz ile başbaşa kalıp hazırlık yapmanız gereklidir. Böylece odanızda veya açık havada, söylemek istediğiniz sözleri tekrarlayıp tümcelerin düzenli olmasına çaba harcayarak söz söyleme kolaylığını kendinizde yaratmaya çalışınız. Bu harcadığınız çaba boşa gitmeyip tekrarladığınız sözler belleğinize yerleşmiş olur. Hiçbir konuşmacı önce kendi fikirlerini düzenlememişse dinleyicilerin üzerinde egemen olup onları arkasından sürükleyemez. Şunu unutmayınız ki, Demosthenes tarihe geçen ünlü hatiplerden biri oluşunu bu konuda bıkmadan, yılmadan sürekli olarak çalışmasına borçludur. Bu yolu tutarak başarıya ulaşan pek çok ünlü hatip sayılabilir.


Konuşacağınız konu üzerinde iyice düşünmeden, araştırma yapmadan ve hazırlanmadan dinleyici karşısına çıkmayınız. Gelişigüzel, tekdüze sürüp giden bir konuşma dinleyiciyi sıktığı gibi, size “Geveze bir konuşmacı” adını da taktırabilir. Lakırdının perlesengi denilen, konuşurken dile dolanan, gerekli gereksiz tekrarlanan “efendim”, “efendime söyleyeyim”, “uzatmayalım”, “yani”, “anlatabildim mi” gibi sözlerin konuşma sırasında sık sık söylenmesi dinleyeni rahatsız eder. Bu kusuru gidermeye çalışmalısınız. Sonra yine bazı kimselerin, konuşmalarına bir bayağılık katan ve yerli yersiz söylenen “tamam mı”, “tamam”, “oldu”, “boş ver” gibi sözleri kullanmamaya çalışınız. Bu sözler bir ağız alışkanlığı durumuna gelebilir. Bir de bazı kişilerde sözcükleri güçlükle ansımaktan doğan “şey”, “işte”, “hım”, “hı” gibi sözler sık sık tekrarlanarak dinleyeni sıkar. Buna benzeyen kusurları düzeltmek, arkadaşlarınız ile, dostlarınız ile olan ilişkilerinizde de böyle konuşmaktan vazgeçmek, özellikle topluluk karşısında konuşurken bu kusuru yenmek için gereklidir. Söz söylemek istediğiniz salonda deneme yapmak, sözlerinizin anlaşılıp anlaşılmadığını öğrenmek bakımından çok yararlıdır. Bir arkadaşınız sizin söylediklerinizi salonun gerisinde bulunan koltuklardan birine oturarak dinlemeli ve anlayamadığı sözleri bir kâğıda yazarak sizi uyarmalıdır. Siz de ona göre bu anlaşılmayan sözcükleri daha iyi boğumlandırmaya çalışarak bu yanlışın önüne geçmiş olursunuz. Söz söylediğiniz salona kusur bulmayınız. Kendi konuşmanızın anlaşılmadığına, o kusurun boğumlandırmanızda olduğuna inanınız. Konuşma kusurlarınız üzerinde dikkatle durup alıştırmalar yaparak çalışmaya başlayınız. Kuruluşundan beri, Banka hizmetleri yanında, Türk sanat ve kültürüne de hizmeti milli bir görev sayan, bu amaçla Türk sanat ve kültürüne büyük katkılarda bulunan Yapı ve Kredi Bankasına şükran borçlu olduğumu ifade etmek isterim.

Bu kitap, devam eden sanat ve kültür hizmetleri zincirine de bir katkıda bulunursa pek mutlu olurum. N. Ş. “İnsan konuşa konuşa, hayvan koklaşa koklaşa anlaşır” demişler. Biz insanları hayvanlardan ayıran en yüce nitelik, düşünerek, düzgün, anlatımlı konuşmamızdır. Yoksa, konuşmak, ağzına geleni saçma sapan, düşünmeden, gelişi güzel söylemek demek değildir. Bunun için de söylenmiş bir atasözümüz vardır. “Boğaz dokuz boğumlu” derler. Önce düşünmek, zihinde tasarladıklarını gerekiyorsa söylemek yerinde olur. İşte bu nedenle de “Söz söyleme sanatı” ilk çağlardan beri toplumlar arasında bir meslek haline gelmiştir. Kuşkusuz, konuşmayı oluşturan ses, dilin doğmasında temel bir eleman olup Tanrının insanlara bağışladığı olağanüstü bir armağandır. İnsan düşünce, duygu ve coşkularını kendi vücudunda bulunan ses aracının yardımıyla söze dönüştürerek başkalarına anlatabilir. İnsanın maymundan geldiği veya onunla yakınlığı olduğu söylenir. Bu pek uzak bir olasılık da değildir. Maymunun organlarını incelediğimiz zaman insanda bulunan gırtlağı, boğazı, dili ve hatta beyin kıvrımlarını onda da buluruz.

Ama Tanrının bizlere bağışladığı konuşma üstünlüğünü kazandıran “Ses kirişleri” adını verdiğimiz, o küçücük duygun organ maymunda yoktur. Onun için ilkel, cırtlak sesler çıkarır da konuşamaz. Biyoloji bilginlerinin inceleme ve araştırmalarından da öğrendiğimize göre, ilk insan soydaşlarıyla anlaşmak için “Ses aleti”ni kullanmasını bilmiyormuş. Ancak onu “Sindirim aygıtı”nın bir parçası gibi, doğal olarak da, yaşayabilmesi için soluk alma, yemek yeme aracı yerine kullanıyormuş. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra, yalın sesler çıkarmaya ve o seslerle de birçok kavramları anlatmaya çalışmış. Ve böylece epeyce bir zaman onun üzerinde uğraşarak, çıraklık dönemini atlattıktan sonra, söz söyleme mutluluğuna kavuşmuş. Görülüyor ki, söz insanın doğal bir anlatım aracı değildir. Nasıl ki bir müzik aletini çalmak için nota ile o aletin üzerinde çalışıp bir emek ve çaba harcamak gerekirse toplum karşısında söz söylemeyi öğrenmek için de öylece metinler üzerinde çalışıp bir emek ve çaba harcamak gerekir. Eskiden aydınlar konuşurken düzgün, açık tümce kurmaya dikkat ederler ve özellikle “İstanbul söylenişi” üzerinde titizlikle dururlar, onu Osmanlı dilinin konuşmasında “Doğru Söyleniş” olarak kabul ederlerdi. Hatta o kadar ki, taşradan gelen okumuşların yeteneklerini “İstanbul Söylenişi”ni kavrayıp kavrayamadıklarıyla ölçerler ve “Bu kadar yıl İstanbul kaldırımı çiğnemiş de yine de dilini düzeltememiş!…” diye ayıplar ve o kimsenin yeteneksizliğine yüklenirlerdi. Topluluk karşısında konuşmak için, sesi eğitme bakımından “İstanbul söylenişi”nin sağladığı önemli bir yarar da, sesin “Maske” denilen yüzün, yanak ve dudaklar bölgesine yerleştirilmesinin kolaylığıdır. Halbuki taşra söylenişinde, daha çok “Boğaz sesi” olan geri ve tınlamasını boğazda yapan ve ses kirişlerini zorlayıp sesin kısılmasına neden olan bir sakınca ortaya çıkar. Onun için Diksiyon çalışmalarımızda, özellikle, bu “Doğru Söyleniş” üzerinde durulur. Yalnız, tüm uygar dillerde uygulandığı gibi, bizim de bir Sesbilim alfabemiz bulunmadığından, ancak “Doğru Söyleniş”i kulaktan çözümlemeye çalışıyoruz. Günün birinde bilim kurumlarımız “Deneysel Sesbilim” yoluyla Türkçemizin seslerini ayırır ve saptarsa biz de ondan yararlanma mutluluğuna kavuşuruz.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Söz Söyleme Sanatının ilk kez ders olarak okulda uygulanması, Ahmet Cevdet Paşa’nın 26 Haziran 1880’de açtığı Hukuk Mektebi’nde “Belâgat-i Osmaniye” ile “Hitabet Dersleri”ni vererek başlamıştır. Yine o yıllar içinde Abdürrahman Süreyya Beyin de aynı okulda ders verdiğini Mizanü’l-Belâga ve Sefine-i Belâgat adlı kitaplarından öğreniyoruz. O zamanlar İstanbul’da aileler arasında yeni yetişenlerin konuşurken yaptıkları söyleniş yanlışları üzerinde durulurdu. Bugün dilimizde kullandığımız, Fransızca’dan geçmiş olan “Diksiyon” konuşma sanatının temel elemanıdır. Ve şöyle tanımlanabilir: Söz söylerken duygu ve düşünceleri üslûbuna uygun olarak belirtmek için sesin uyumunu, söylenişi, jesti, mimiği, alınacak tavırları yerinde, aynı zamanda güzel kullanma sanatıdır. Oysa bir konuşmacı, bir avukat düşüncelerini, duygularını iyi anlatabilmek için uygun, inandırıcı sözcükler, tümceler seçtiği gibi, doğru bir ses, düzgün bir söylenişe de sahip olmalıdır. Bu bakımdan dinleyiciler karşısında söz söyleyen herkesin “Diksiyon Sanatı”nı bilmesi gerekir. Okullarımızda Türkçe derslerinde Dilbilgisinin yardımıyla iyi yazmak ve düzgün tümce kurmak üzerine çalışılır. Fakat düzgün ve doğru söz söyleme konusunda hiç durulmaz. Bu nedenle öğrencilerin konuşmaları, gelişi güzel, bağıra çağıra söz söyleme geleneğine uymalarına bırakılmıştır. Halbuki gençlerimizin doğru ve anlaşılır bir tarzda konuşmaya alışmalarının, ilerideki çalışma yaşamlarında kendilerine büyük kazançlar sağlayacağı gözönünde tutmak gerekir. Şimdi bu kitapta Diksiyon sanatıyla Konuşma sanatını birlikte yürütmek istiyor ve onu şu temel bölümlere ayırarak açıklama yapmayı uygun buluyoruz: Konuşmacı, konu, konuşma üzerinde temel çalışmalar (diksiyon). Böylece bölümlere ayırdıktan sonra onları açıklamaya geçelim.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. çok teşekkür ederim .