Ozgur Akman – Drizzt Do’urden’in Maceralari

Drizzt parmaklarım panter heykelciğinin detaylı kıvrımları üzerinde dolaştırdı. Heykelciğin kara oniks yüzeyi, kaslı boyun kısmında bile pürüzsüz ve hatasızdı. Guenhvvyvar’a çok benziyordu, onun mükemmel bir tasviriydi. Şimdi iri panteri bir daha asla göremeyeceğinden emin olan Drizzt ondan ayrılmayı nasıl kaldırabilirdi? “Elveda, Guenhvvyvar,” diye fısıldadı drow kolcu. Heykelciğe bakarken yüz ifadesi hüzünlüydü, hatta neredeyse acınacak haldeydi. “Bu yolculukta seni yanıma almayı vicdanıma sığdıramam, zira başıma geleceklerden korktuğumdan daha fazla senin kaderinden korkuyorum.” Duruma razı olarak derinden iç geçirdi. O ve dostları bu huzur dolu yaşamı elde edebilmek için uzun ve zorlu savaşlar vermiş, büyük fedakarlıklarda bulunmuşlardı. Yine de Drizzt bunun yanlış bir zafer olduğunu anlamıştı. Bu durumu reddetmek, Guenhvvyvar’m heykelciğini kesesine geri koymak ve en iyisini umarak yoluna körlemesine devam etmek istedi. Drizzt, yaşadığı kısa zayıflık anını iç geçirerek üzerinden attı ve heykelciği buçukluk Regis’e uzattı. Regis, gördüklerine inanamaz bir halde uzun bir süre sessizce Drizzt’e baktı. Drovvun ona söylediği ve ondan yapmasını istediği şey karşısında şoka uğramıştı. “Beş hafta,” diye ona hatırlattı Drizzt. Buçukluğun bir oğlan çocuğunu andıran yüz hatları bu-ruşuverdi.


Eğer Drizzt beş hafta içinde geri dönmezse, Regis, Guenhvvyvar’m heykelciğini Catti-brie’a verecek ve hem ona hem de Kral Bruenor’a Drizzt’in nereye gittiğini anlatacaktı. Drowun somurtgan yüzünü gören ve kasvetli sesini duyan Regis, Drizzt’in geri dönmeyi ummadığını anladı. Aniden içine bir his doğan Regis, heykelciği yatağının üzerine bıraktı ve boynundaki zincirini çıkartmaya uğraştı, fakat zincirin kopçası buçukluğun uzun ve kıvırcık buklelerine takıldı. En sonunda kopçayı çözmeyi başardı ve ortaya kolyesinin taşını çıkarttı. Kocaman, büyülü yakut süs, zincirin ucunda sallanıyordu. Şimdi şaşırma sırası Drizzt’deydi. Regis’in mücevherinin değerini ve buçukluğun yakut süse duyduğu aşırı sevgiyi biliyordu. O anda Regis’in mizacına aykırı davrandığını söylemek bile inanılmaz derecede yetersiz kalırdı. “Bunu alamam,” dedi Drizzt, değerli taşı kenara doğru iterek. “Geri dönmeyebilirim ve o da kaybolmuş olur…” “Al şunu!” diye emretti Regis. “Bana, hepimize yaptığın bütün iyiliklerden sonra bunu kesinlikle hakkediyorsun. Guenh-wyvar’ı geride bırakmak ayrı birşey -eğer panter senin şeytani ırkından birinin eline geçerse hakikaten de bir facia olur- ama bu sadece büyülü bir kolye taşı, canlı bir varlık değil. Ayrıca yolculuğunda sana yardımcı olabilir. Palalarını aldığın gibi bunu da yanına al.” Buçukluk duraksadı ve sevecen bakışlarını Drizzt’in menekşe renkli gözlerine kenetledi.

“Dostum.” Regis birden parmaklarını şıklattı ve kendisini yere fırlatıp birşeyler aramaya başladı. Çıplak ayaklan soğuk taş üzerinde ‘şap şap’ ediyor ve geceliği de hışırdıyordu. Bir çekmeceden başka bir nesne çıkarttı. Bu, oldukça gösterişsiz bir maskeydi. “Onu geri aldım da,” dedi. Drizzt’in de tanıdığı bu nesneyi geri alış hikayesinin tamamını anlatmak istemiyordu. Aslında Regis, Mithril Salonundan dışarı çıkmış ve Artemis Entreri’yi dar koyağın yan duvarındaki çıkıntılı bir kayaya asılı bir halde bulmuştu. Regis, kiralık katili çabucak soyup soğana çevirmiş ve sonra da Entreri’nin pelerinini dikiş yerinden kesmişti. Regis, bilinci pek yerinde olmayan yara bere içindeki adamı havada tutan tek nesnenin, yani pelerinin yırtılmasını zevkle izlemişti. Drizzt büyülü maskeye uzun bir süre baktı. Bir yıldan fazla bir süre önce bu nesneyi bir bansheenin ininden almıştı. Maskeyi takan kimse görünüşünü baştan aşağı değiştirebiliyor ve kimliğini gizleyebiliyordu. “Bu, içeri girip çıkmana yardımcı olur,” dedi Regis umutla. Drizzt hâlâ renk vermiyordu.

“Onu almanı istiyorum,” diye ısrar etti Regis, drovvun tereddüt sebebini yanlış anlayarak ve maskeyi Drizzt’e doğru itiştirerek. Regis, bu maskenin Drizzt Do’Urden için taşıdığı anlamı farketmemişti. Drizzt bir keresinde kimliğini gizlemek için onu takmıştı, zira dünyanın yüzeyinde dolaşan bir kara elf büyük bir tehlike içinde olurdu. Kullanışlı olmasına rağmen Drizzt bu maskeyi bir yalan olarak görmeye başlamıştı ve şimdi, her ne kadar kendi yararına olacak gibi görünse bile onu bir daha takmayı kendisine yediremiyordu. Yoksa yedirebilir miydi? Drizzt bu hediyeyi reddedip edemeyeceğini düşünüp tarttı. Eğer bu maske görevinde Drizzt’e yardımcı olacaksa -ki bu görev muhtemelen geride bıraktığı kimseleri etkileyecekti- o zaman onu takmayı nasıl reddedebilirdi? ‘Hayır,’ diye karar verdi en sonunda, ‘maske benim görevim için o kadar da gerekli değil.’ Şehrinin dışında geçirdiği otuz sene uzun bir zaman dilimi sayılırdı ve Drizzt görüntü itibarıyla o kadar da değişik biri değildi. Ayrıca kolayca tanınmasını sağlayacak büyük bir şöhrete sahip değildi. Elini kaldırıp hediyeyi reddetti ve Regis bir kere daha ikna etmeye çalıştıktan sonra küçük omuzlarını silkerek maskeyi kaldırdı. 5 Drizzt tek bir kelime daha etmeden odadan ayrıldı. Şafağa kadar epey zaman vardı; Mithril Salonunun üst katmanlarında meşaleler loş yanıyordu ve etrafta pek az cüce mevcuttu. Salonlar müthiş bir sessizlik, müthiş bir huzur içinde gibiydi. Kara elfın zarif parmaklan hafifçe dokunarak ve hiç ses çıkartmayarak ahşap bir kapının üzerinde gezindi. Kapının ar-dındakini rahatsız etmeye hiç niyeti yoktu, fakat kızın uykusunun huzur dolu olduğundan da şüpheliydi. Drizzt her gece onun yanına gidip onu teselli etmek istemiş, fakat yine de bunu yapmamıştı.

Zira söyleyeceği sözlerin Catti-brie’ın kederini dindirmeye pek yaramayacağını biliyordu. Bu kapının önünde çaresiz bir muhafız olarak dikilip durduğu diğer birçok gecede olduğu gibi, kolcu en sonunda yine taş koridor boyunca loş meşale ışıklarının gölgeleri arasında yürüyerek uzaklaştı. Önce parmak uçlarını sonra topuklarını basarak attığı adımları tıkırtı bile çıkartmıyordu. Başka bir kapının, yani en yakın cüce dostunun kapısının önünde de az bir süre duraksadıktan sonra Drizzt kısa zamanda odalar bölümünden çıktı. Mithril Salonu Kralının elçileri ağırladığı resmi toplantı salonlarına geldi. Burada birkaç tane cüce vardı- bunlar muhtemelen Dagna’nın askerleriydi. Ama bu cüceler sessizce geçip giden drowu ne gördüler ne de duydular. Savaşbaltası Klanı cücelerinin en kıymetli hazinelerini sakladığı Dumathoin Salonunun önüne gelince Drizzt yine du-raksadı. Yoluna devam etmesi, klan uyanmaya başlamadan önce bu mekandan çıkıp gitmesi gerektiğini biliyordu. Ama kalbini sıkıştıran o duyguları reddedemezdi. Drowlar salonlardan kovu-lah beri geçen şu iki hafta içinde bu oyuk salona hiç gelmemişti, ama en azından bir kez olsun bakmazsa kendisini asla affetmeyeceğini biliyordu. Kudretli savaş çekici Aegis-fang, şaşaalı salonun tam merkezindeki yüksek bir kaidenin, yani en büyük onur mevkiinin üzerinde asılı duruyordu. Bu görüntü Drizzt’in menekşe renkli gözlerine oldukça münasip geliyordu. Zira Aegis-fang diğer bütün eserlerden çok daha üstün görünüyordu; parlak 6 zırhlardan, uzun süre önce ölmüş kahramanların kocaman baltalan ve miğferlerinden, efsanevi bir demir ustasının örsünden çok daha görkemliydi. Drizzt, bu savaş çekicinin bir cüce tarafından kullanılmamış olduğunu düşünerek gülümsedi.

Drizzt’in dostu olan Wulfgar’ın, sıkı arkadaş grubunun diğer fertleri hayatta kalabilsin diye kendi canını seve seve feda eden kişinin silahıydı bu. Drizzt kudretli silahın, yaşadığı birçok şiddetli savaşa rağmen hâlâ üzerinde tek bir çizik bile bulunmayan, cüce tanrısı Dumathoin’in sembolleri mükemmel bir şekilde üzerine kakılmış parlak mithrilden kafasına uzun uzun baktı. Drovvun bakışları yavaşça çekiçten aşağıya, silahın kurumuş kanla kaplı koyu adamant sapına kaydı. İnatçılar inatçısı Bruenor o kanın temizlenmesine izin vermemişti. Uzun ve güçlü, altın saçlı ve altın derili Wulfgar’ın yanında savaştığı zamanların anıları drovvun zihnine bir sel gibi hücum etti, dizlerinin bağını çözdü ve kararlılığını zayıflattı. Zihninin içinde Drizzt yine, Wulfgar’ın kuzey göğünün mavisine sahip, her zaman heyecan dolu bir kıvılcımla parlayan berrak gözlerine bakıyordu. Wulfgar sadece bir çocuktu. Ruhu acımasız dünyanın sert gerçeklerine karşı yılmıyordu. Sadece bir çocuktu, ama dostlarım dediği kimseler için herşeyini dudaklarında bir şarkıyla birlikte feda etmişti. “Elveda,” diye fısıldadı Drizzt ve oradan ayrıldı. Bu sefer koşuyor, fakat tıpkı yürüdüğü zamanki gibi hiç ses çıkartmıyordu. Birkaç saniye içinde bir balkonu geçip bir merdiven inerek geniş ve yüksek tavanlı bir odaya çıktı. Taş duvara heykelleri oyulmuş olan Mithril Salonunun sekiz kralının koruyucu bakışları altında yoluna devam etti. Bu büstlerden en sonuncusu, yani Kral Bruenor Battlehammer’a ait olanı en heybetlisiydi. Bruenor’un çehresi sertti, alnından çenesine kadar uzanan bir yarayla ve kör olmuş sağ gözüyle, haşin bakışı daha da yoğunluk kazanmıştı.

Drizzt, Bruenor’un gözünden çok daha önemli yaraları olduğunu biliyordu. Kaya kadar sert ve dayanıklı olan cücenin vücudundan çok daha fazlası yaralanmıştı. Bruenor en büyük 7 acıyı ruhunda çekiyordu, oğlum dediği bir delikanlının ölümüyle birlikte açılan derin bir yara vardı orada. Cücenin ruhu da vücudu kadar dayanıklı mıydı? Drizzt cevabı bilmiyordu. O anda Bruenor’un yaralı yüzüne bakarken, Drizzt burada kalması ve dostunun yanında oturup yaralarını iyileştirmesine yardım etmesi gerektiğini hissetti. Bu çabucak geçip giden bir düşünceydi. ‘Cüce daha fazla yara alabilir!’ diye hatırlattı Drizzt kendisine. ‘Cüce ve hayatta kalmış olan diğer dostlarım!’ * * * Her gece -daha doğrusu bitkinliği uyumasına izin verdiği gecelerde- olduğu gibi, yine o kader anını yeniden yaşayan Catti-brie, yatağında dönüp kıvranıyordu. Wulfgar’ın savaş tanrısı Tempus’a söylediği şarkısını duyuyor, kudretli barbarın gözlerindeki o huzurlu bakışı görüyordu. Bu bakış onun acıyı reddetmesini, ağır granit kayalar çökmeye başlamış olsa bile gevşek taşlardan oluşan tavana darbeler indirmesini sağlıyordu. Catti-brie, Wulfgar’ın feci yaralarını, kemiklerinin beyazını görüyordu. Kaburgalarının üzerindeki derisi yochlolun -başka bir düzlemden gelen, yarı erimiş bir muma benzeyen, yapış yapış, çirkin ve şeytani yaratığın- köpekbalığını andıran dişleri tarafından deşilip kopartılmıştı. Tavan kısmı aşkının üzerine çökerken çıkan gümbürtü, Catti-brie’ın sıçrayarak uyanmasına, kestane renkli gür saçları boncuk boncuk terlerle yüzüne yapışmış bir halde karanlığın içinde doğrulup oturmasına sebep oldu. Nefesini kontrol etmek için uzun bir zaman harcadı. Bunun bir rüya ve feci bir hatıra olduğunu, ama eninde sonunda yaşanıp geçmiş bir hadise olduğunu kendisine tekrar tekrar hatırlattı.

Kapısının kenarlarından sızan meşale ışığı onu sakinleştirdi ve rahatlattı. Sadece ince bir gecelik giyiyordu ve yatakta debelenmesi sebebiyle battaniyesi yere savrulmuştu. Ürpertiden dolayı kolunda küçük noktacıklar oluşan Catti-brie titredi. Üşümüştü, 8 sırılsıklamdı ve sefil bir haldeydi. Kalın battaniyelerini hızla yerden aldı ve boğazına kadar sıkıca örtündü. Sonra sırt üstü yatıp kaldı ve karanlığa baktı. Birşeyler ters gidiyordu. Birşeylerin epey yanlış olduğunu hissetti. Mantığıyla düşünen genç kadın kuruntu yaptığını, gördüğü rüyaların onu tedirgin etmiş olduğunu kendisine telkin etti. Dünya şu sıralar Catti-brie için iyi değildi, hatta berbattı. Ama Mithril Salonunda bulunduğunu ve etrafının bir ordu dolusu cüceyle kaplı olduğunu kendisine şiddetle hatırlattı. Kendisine kuruntu yaptığını söyledi. * * * Güneş doğduğunda, Drizzt Mithril Salonundan epey u-zaklardaydı. Bugün adeti olduğu üzere oturup da şafak vaktinin tadını çıkartmamıştı. Doğan güneşe bile pek bakmadı, zira şimdi güneş ona olmayacak dualara amin demek gibi görünüyordu.

Güneşin ilk şiddetli parıltıları geçtiğinde drow güneydoğuya, çok uzaklardaki dağlara doğru baktı ve hatıralara daldı. Eli boynuna, Regis’in ona verdiği hipnotize edici yakut süse doğru gitti. Regis’in bu mücevhere ne kadar çok bel bağladığını ve onu ne kadar çok sevdiğini biliyordu. Buçukluğun yaptığı bu fedakarlığı, ancak gerçek bir dostun yapacağı fedakarlığı yeniden düşündü. Drizzt gerçek dostluk nedir biliyordu; Buzyeli Vadisi adındaki mahzun diyara gidip Bruenor Battle-hammer ve onun evlatlık kızı Catti-brie ile tanıştığı zamandan itibaren hayatı çok zenginleşmişti, ikisini de bir daha göremeyeceğini düşünmek Drizzt’e acı veriyordu. Fakat drow büyülü mücevheri aldığı için memnundu. Zira o nesne onun bazı cevaplar alıp dostlarının yanına geri dönmesini sağlayabilirdi. Ama ayrılış sebebini Regis’e söyleme kararı konusunda epey suçluluk hissediyordu. Bu seçim Drizzt’e bir zayıflık, bu karanlık zamanda ona pek fazla yardımı dokunmayacak olan dostlarına bel bağlama ihtiyacı gibi geliyordu. Fakat 9 bunu, geride bırakacağı dostlarının güvenliği için gereklilik olarak düşünüp bir mantığa dayandırabiliyordu. Regis’e eğer yolculuğu başarısız olursa beş hafta içinde gerçeği Bruenor’a söylemesi talimatını vermişti. Böylece Savaşbaltası Klanının üzerlerine kapanacak olan karanhğa hazırlanmak için en azından biraz zamanı olacaktı. Bu mantıklı bir davranıştı. Ama Drizzt, Regis’e söylemesinin asıl sebebinin buna ihtiyaç duyması, yani birisine söylemek zorunda olması olduğunu kendisine itiraf etmek zorundaydı. ‘Peki ya büyülü maske?’ diye düşündü.

‘Yoksa onu reddetmekle de zayıflık mı ettim?’ O güçlü nesne Drizzt’e, dolayısıyla da dostlarına yardımcı olabilirdi. Ama onu takacak, hatta ona dokunacak gücü bile kendisinde bulamamıştı. Şüpheler drowun zihninde dolaşıyor, gözlerinin önünde uçuşuyor ve onunla alay ediyordu. Drizzt iç çekti ve yakut süsü narin, kara elleriyle ovuşturdu. Ne kadar iyi kılıç kullanırsa kullansın, ne kadar azimli ve prensip sahibi olursa olsun, ne kadar kolculuk sabrı gösterirse göstersin, Drizzt Do’Urden’in dostlarına ihtiyacı vardı. Mithril Salonuna doğru dönüp baktı ve kendi iyiliği için bu görevi gizli ve özel bir şekilde üzerine almakla doğru bir iş yapıp yapmadığını düşündü. ‘Bir zayıflık daha,’ diye karar verdi inatçı Drizzt. Yakut süsü ellerinden bıraktı, zihninde dönüp duran şüpheleri bir kenara itti ve bir elini orman yeşili yolculuk pelerininin içine soktu. Ceplerinden birinden bir parşömen çıkarttı. Dünyanın Omurgası Dağları ile Büyük Çöl Anauroch arasında kalan toprakların bir haritasıydı bu. Drizzt, sağ alt köşede bir nokta belirledi. Bu nokta bir zamanlar yüzeye çıkmış olduğu ve şimdi onu yurduna geri götürecek olan mağaraydı. 10 KISIM 1 GÖReVİNE SADIK 11 Diyarlar’da intikam kelimesinin anlamını drowlardan daha iyi bilen başka bir ırk yoktur. İntikam onların günlük s of r alarmdaki tatlıdır, sanki en leziz zevkmiş gibi dudaklarını şapırdatarak tattıkları şekerlemedir. Drowlar benim için de oldukça aç bir şekilde geldiler.

Wulfgar’ın ölümü için ve kıymet verdiğim dostlarımın benim karanlık geçmişim yüzünden çektiği acılar için duyduğum hiddet ve suçluluktan bir türlü kurtulamıyorum. Catti-brie’ın güzel yüzüne her ne zaman baksam, orada olmaması gereken derin ve ebedi bir hüzün, bir kız çocuğunun kıvılcımlar saçan gözlerinde yeri olmayan ağır bir yük görüyorum. Onun kadar yaralanmış olduğum için onu avutacak sözleri bulamıyorum ve teselli getirebilecek herhangi bir sözün olabileceğinden de şüpheliyim. Öyleyse benim çizdiğim yol şudur; dostlarımı korumaya devam etmeliyim. Wulfgar ‘in kaybı için kendi adıma duyduğum kederin ötesine, Mithril Salonu cücelerini ve Konaktaşı ‘nın sert insanlarını saran acının ötesine bakmam gerektiğini farkettim. Catti-brie ‘in o kader savaşı konusunda anlattıklarına bakılırsa, Wulfgar ‘in savaştığı yaratık bir yochlol, yani Lloth ‘un birinci elden bir hizmetkarıydı. Bu acı bilgiyi edinmişken şu 13 andaki hüznümün ötesine bakmalı ve yaşanmasından korktuğum daha fazla acıyı düşünmeliyim. Örümcek Kraliçenin kaotik oyunlarını anlamıyorum -hatta şeytani yüce rahibelerin bile o feci iblisin esas mahiyetini bildiklerini sanmıyorum- ama bir yochlolun gelmiş olmasının önemli olduğunu, ben bile, yani dro\v dini dersinde en berbat öğrenci olan ben bile farkediyorum. Hizmetkarın ortaya çıkışı, o akının Örümcek Kraliçe tarafından kutsanmış olduğunu gösteriyordu. Ve yochlolun savaşa karışmış olması gerçeği, Mithril Salonunun geleceği için pek parlak değil. Bunların hepsi tabii ki de varsayım. Ablam Vierna ‘nın, Menzoberranzan ‘daki diğer karanlık güçlerden herhangi biriyle ittifak içinde çalışıp çalışmadığını bilmiyorum. Ya da Vierna’nın, yani ailemden geriye kalan en son kişinin ölümünden sonra, drow şehriyle benim aramdaki bütün bağlantıların kopup kapmamış olduğunu da kestiremiyorum. Catti-brie ‘m gözlerine ve Bruenor ‘un yaralarına bakınca bu umut dolu varsayımların oldukça cılız ve tehlikeli olduğunu hatırlıyorum. Şeytani ırkım bir dostumu benden aldı.

Daha fazlasını alamayacak. Mithril Salonunda bu sorulara cevap bulamam. Kara ciflerin hâlâ benden intikam almak isteyip istemediğini bilemem, tabii kafama konulan ödülü kazanmak için başka bir birlik Menzoberranzan ‘dan çıkıp da yüzeye gelmediği takdirde. Bu gerçek omuzlarıma bir yük gibi binerken nasıl olur da Gümüş-ay ‘a veya yakınlardaki başka bir kasabaya gidip de hayatıma normal bir şekilde devam edebilirim? Kara ciflerin kısa süre sonra geri döneceği ve bir kez daha dostlarımın tehlike altında olacağı korkusunu kalbimde taşırken nasıl olur da huzur içinde uyuyabilirim? Mithril Salonunun görünürdeki dinginliği, o düşünceli sessizliği, bana drovların gelecek için tasarıları hakkında hiçbir şey göstermeyecek. Yine de, dostlarımın iyiliği için o karanlık maksatları bilmek zorundayım. Korkarım ki cevapları bulmak için bakmam gereken tek bir yer var. 14 Wulfgar, dostları yaşayabilsin diye kendi hayatını feda etti. Vicdanımın tartısında benim yapacağım fedakarlık bundan daha azı olabilir mi? -Drizzt Do’Urden 15 SOLÜM 1 HIRSLI Paralı asker, drowlarm şehri Menzoberranzan’ın en kuzeyinde bulunan Breche Yükseltisinin geniş merdivenlerini destekleyen ana sütuna sırtını yasladı. Jarlaxle, geniş siperlikti şapkasını çıkartıp pürüzsüz kel kafasını bir eliyle sildi ve sessizce birkaç tane küfür savurdu. Şehirde bir sürü ışık vardı. Doğal dikit sütun dizileri arasına oyulmuş olan evlerin yüksek pencerelerinde meşaleler parıldıyordu. Drow şehrinde ışıklar vardı! Özenle inşa edilen binaların birçoğu çok uzun zamandan beri peri ateşinin hafif parıltısıyla, çoğunlukla mor ve mavi tonlarında süslenirdi. Ama bu farklıydı. Jarlaxle yana doğru döndü ve vücut ağırlığı yeni yaralanmış olan bacağına binince acıyla yüzünü buruşturdu. Paralı 16 askerin yarasını Arach-Tinilith’in matron hanımı, yani şehirdeki en üst kademe rahibelerden biri olan Triel Baenre iyileştirmişti.

Fakat Jarlaxle o şeytani rahibenin bile bile işini tam olarak yapmadığından, kaçak Drizzt Do’Urden’i yakalama konusunda gösterdiği başarısızlığı hatırlatmak için bacağı bir parça acı verecek şekilde bıraktığından şüpheleniyordu. “Bu aydınlık gözlerimi acıtıyor,” diye iğneleyici bir ses geldi paralı askerin arkasından. Jarlaxle arkasını döndüğünde Matron Baenre’nin en yaşlı kızını, yani bahsi geçen Triel’i gördü. Kadın çoğu drowdan daha kısa boyluydu, Jarlaxle’dan neredeyse otuz santim kısaydı, ama yadsınamaz bir saygınlık ve heybete sahipti. Jarlaxle onun gücünü (ve tabii fevri mizacını) çoğu kişiden daha iyi biliyor ve bu minyon dişiye karşı son derece ihtiyatlı davranıyordu. Triel, kıstığı gözleriyle şehri izleyerek, daha doğrusu ters ters bakarak paralı askerin yanına geldi. “Lanet olsun bu ışığa,” diye mırıldandı. “Bu senin matronunun emriydi,” diye hatırlattı Jarlaxle. Açıkta olan gözünü çevirip kadının bakışlarından kaçındı; diğeri ise kafasının arkasına bağlı olan bir göz yamasıyla kapatılmıştı. Büyük şapkasını kafasına geri taktı ve kadının sinirle yüzünü buruşturuşu karşısında sırıtışını saklamaya çalışarak şapka siperliğini öne doğru indirdi. Triel annesinin davranışlarından memnun değildi. Matron Baenre, yaptığı planlar konusunda ipuçları vermeye başladığı andan itibaren, Jarlaxle bunun böyle olduğunu biliyordu. Triel, muhtemelen Örümcek Kraliçenin rahibeleri arasında en fanatik olanıydı ve şehrin ilk matron anası olan Matron Baenre’ye karşı çıkmazdı- tabii Lloth kendisine emretmedikçe. “Gel benimle,” diye hırladı rahibe. Kadın arkasını döndü ve Drow Akademisindeki üç binanın en büyük ve şaşaalı olanına doğru Breche Yükseltisi boyunca yürüdü.

Bu bina devasa bir örümceğe benzetilmiş kocaman bir yapıydı. Jarlaxle ilerlerken manalı bir şekilde inledi ve topallayarak attığı her adımda kadından geride kaldı. Fakat birazcık daha iyileştirme büyüsü alabilmek için yaptığı girişim başarısız 17 oldu. Zira Triel sadece büyük binanın kapısının önünde durdu ve karakterine hiç uymayan bir davranış sergileyerek sabırla onu bekledi. Jarlaxle bunu biliyordu, zira Triel hiçbir şey için asla beklemezdi. Paralı asker tapınağa girer girmez tütsülerden tutun en son kurbanın kuruyan kanına kadar her türlü esansı ihtiva eden farklı farklı kokular duydu. Ve geçtikleri her kapı eşiğinden dualar yükseliyordu. Triel onların hiçbirine aldırış etmedi; onu koridorda yürürken görünce eğilip reverans yapan birkaç müridin yanından umursamaz bir şekilde geçti. Gözü dünyayı görmeyen Baenre rahibesi okulun hoca hanımlar için ayrılmış olan üst katlarına çıktı ve küçük bir koridor boyunca yürüdü. Bu koridorun zemininde örümcekler geziniyordu (hatta birkaç tanesi Jarlaxle’m dizine gelecek boydaydı). Triel, karşılıklı duran ve aynı derecede süslü olan iki kapının ortasında durdu ve Jarlaxle’a sağ taraftaki odaya girmesini işaret etti. Paralı asker duraksadı ve şaşkınlığını gayet iyi sakladı, ama Triel bunu bekliyordu. Jarlaxle’ın omuzuna yapıştı ve onu kendisinde doğru sertçe döndürdü. “Daha önce buraya gelmişsin!” diye suçladı. “Sadece savaşçılar okulundan mezun olduğum zaman gelmiştim,” dedi Jarlaxle, omuzunu silkip kadından uzaklaşarak, “Melee-Magthere’den mezun olan herkesin yaptığı gibi.

” “Üst katlara çıkmışsın,” diye hırladı Triel, dosdoğru Jarlaxle’a bakarak. Paralı asker güldü. “O odaya girmeni işaret ettiğimde tereddüt ettin,” diye devam etti Triel, “Çünkü benim özel odamın sol taraftaki olduğunu biliyordun. Yani girmeyi beklediğin oda oydu.” “Buraya çağrılmayı bile beklemiyordum,” diye karşılık verdi Jarlaxle, konuyu değiştirmeye çalışarak. Triel’in kendisini bu kadar yakından incelemesi karşısında gerçekten de biraz hazırlıksız yakalanmıştı. Yoksa rahibenin, annesinin en son planlan konusundaki kaygılarını hafife mi almıştı? Triel dişlerini sıkarak gözlerini hiç kırpmadan uzun uzun ve dik dik ona baktı. 18 “Benim güvenilir kaynaklarım var,” diye en sonunda itiraf etti Jarlaxle. Uzun bir süre daha geçti ve Triel yine hiç gözünü kırpmadı. “Gelmemi rica etmiştin,” diye ona hatırlattı Jarlaxle. “Emrettim,” diye düzeltti Triel. Jarlaxle, şapkasını çıkartıp aşağı doğru savurarak yerlere kadar eğildi ve abartılı bir reverans yaptı. Baenre evladının gözlerinde hiddetli şimşekler çaktı. “Yeter!” diye haykırdı. “Asıl senin oyunlarına yeter!” diye lafı yapıştırdı Jar-laxle.

“Akademi’ye, yani rahat olmadığım bir yere gelmemi sen istedin, ben de geldim. Soracak soruların var ve bende de muhtemelen cevapları.” Son cümlesinde yaptığı vurgu Triel’in gözlerini kısmasını sağladı. Jarlaxle’ın her zaman için ketum bir rakip olduğunu drow şehrindeki herkesten daha iyi biliyordu. Kurnaz paralı askerle birçok defa iş yapmıştı ve bu işler sonucunda kâr ve zararının eşit olup olmadığını bile kestiremiyordu. Döndü ve Jarlaxle’a sol taraftaki odaya girmesini işaret etti. Paralı asker ise nazik bir reverans daha yaptıktan sonra, gür bir halı ve bolca mobilyayla döşeli, hafif bir büyülü ışıkla aydınlatılmış olan odaya girdi. “Çizmelerini çıkart,” diye talimat verdi Triel ve pelüş halıya basmadan önce kendi ayakkabılarını çıkarttı. Jarlaxle kapı eşiğinde kilimlerle süslü olan duvarın yanında durdu ve tereddütle çizmelerine baktı. Paralı askeri tanıyan herkes o çizmelerin büyülü olduğunu bilirdi. “Pekala,” diye kabul etti Triel. Kapıyı kapatıp Jarlaxle’m yanından hızla geçti ve kocaman, şişkin bir koltuğa oturdu. Kadının arkasında çok sayıdaki duvar kilimlerinden birinin önünde büyük bir çalışma masası duruyordu. Bu masanın üzerinde devasa bir yüzey elfinin bir ordu dolusu danseden drow tarafından kurban edilişi tasvir edilmişti. Yüzey elfinin üzerinde neredeyse yarı saydam bir suret daha vardı.

Yarı drow, yarı örümcek şeklinde olan bu suretin yüzü güzel ve huzurluydu. 19 “Annenin ışıkları hoşuna gitmiyor mu?” diye sordu Jar-laxle. “Kendi odanı büyüyle aydınlatmışsın da.” Triel alt dudağını ısırdı ve gözlerini bir kez daha kıstı. Çoğu rahibe büyü ve dua kitaplarını okuyabilmek için kendi özel dairelerini hafif bir ışıkla aydınlatırdı. Isı algılayan enf-rarujlu görüş yeteneği bir sayfadaki rünik harfleri görme konusunda pek başarılı değildi. Farkedilebilir derecedeki ısıyı birçok sene boyunca koruyabilen bazı mürekkepler vardı tabii, ama onlar da Triel kadar kudretli biri için bile oldukça pahalı ve zor bulunur nitelikteydi. Jarlaxle, Baenre evladının sert bakışlarına karşılık verdi. ‘Şu Triel de her zaman birşeylere hiddetlenir,’ diye düşündü paralı asker. “Işıklar annenin planladığı şey için oldukça uygun görünüyor,” diye devam etti. “Gerçekten de öyle,” diye belirtti Triel, iğneleyici bir ses tonuyla. “Peki sen annemin niyetlerini anladığına inanacak kadar küstah mısın?” “Mithril Salonuna geri dönecek,” diye açıkça belirtti Jar-laxle, Triel’in de uzun süre önce aynı sonuca varmış olduğunu bildiği için. “Öyle mi yapacak?” diye sordu alaycı bir şekilde. Bu üstü kapalı cevap paralı askeri afallatt». Daha az yastığı olan başka bir koltuğa doğru bir adım attı.

İnanılmaz derecede gür ve yumuşak olan halının üzerinde yürüyor olsa bile topuklarından sert bir çatırtı sesi çıktı. Büyülü çizmelerden hiç etkilenmeyen Triel sırıttı. Jar-laxle’ın her türlü zeminde istediği kadar gürültülü ve istediği kadar sessiz yürüyebildiğini herkes bilirdi. Adamın üzerindeki bol miktarda mücevherat, bilezikler ve incik boncuk da aynı şekilde tılsımlı gibi görünüyordu, zira paralı askerin dilediği zaman şıngırdayıp çınlar, istediği zaman da mükemmel bir sessizlikle dururlardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir