Paulo Freire – Ezilenlerin Pedagojisi

Ezilenlerin pedagojisinin gerekçesi. Ezenlerle ezilenler arasındaki çelişki ve bu çelişkinin nasıl aşılacağı. Ezme ve ezenler; ezilme ve ezilenler. Özgürleşme: Ne bir armağandır, ne kendi kazanacağınız bir şeydir, karşılıklı bir süreçtir. 2. BÖLÜM: 46 Ezmenin aracı olarak “bankacı” eğitim modeli, bu modelin varsa-yımlan ve eleştirisi. Özgürleşmenin aracı olarak problem tanımlayıcı eğitim modeli, bu modelin varsayımları. “Bankacı” model ve öğretmen-öğrenci çelişkisi. Problem tanımlayıcı model ve öğret-men-öğrenci çelişkisinin aşılması. Eğitim, karşılıklı bir süreçtir ve dünya aracılığıyla gerçekleşir. Yetkinleşmemiş bir varlık olduğunun bilincindeki yetkinleşmemiş bir varlık olarak insan ve onun daha tam insan olma gayreti. Diyalogculuk: Özgürlüğün praksisi olarak eğitimin özü. Diyalogculuk: ve diyalog. Diyalog ve program içeriği arayışı. İnsan – dünya ilişkisi, “üretken konular” ve özgürlüğün pratiği olarak eğitimin program içeriği. “Üretken konu”larm araştırılması ve metodolojisi. Eleştirel bilincin “üretken konular”ın araştırılması yoluyla uyanışı. Araştırmanın çeşitli aşamalan. 61 3.BÖLÜM: 4. BÖLÜM: 96 Kültürel eylemin karşıt teorilerinin zeminleri olarak diyalog karşıtlığı ve diyalogculuk. Ezmenin aracı olarak diyalog karşıtlığı ve özgürleşmenin aracı olarak diyalogculuk. Diyalog karşıtı eylemin kuramı ve özellikleri: Boyun eğdirme (fetih), böl ve yönet, mani-pülasvon ve kültürel istila. Diyalogcu eylemin kuramı ve özellikleri: İşbirliği, birlik, örgütlenme ve kültürel sentez. – EKl: ELEŞTİREL PEDAGOJİ HAKKINDA YENİDEN DÜŞÜNMEK: PAULO FREİRE/Donaldo Macedo 150 – EK 2: KİTAPTA GEÇEN TERİMLER 181 Ezilenlere ve onlarla acı çeken, onların safında mücadele edenlere. ÇEVİRİ ÜSTÜNE Elinizdeki kitabı Dilek İngilizce’den Türkçe’ye çevirdi. Ancak , metnin Portekizce’den İngilizce’ye çevrilmiş bir metin olması işini zorlaştırdı. İngilizce metindeki bazı pasajları muğlak, birden fazla anlama çekilebilir baldu. Terimler de yeterince tanımlanmış görünmüyordu. Bu nedenle, metnin bir de Aldanca çevirisinden karşılaştırılması gereğini duydu. Almanca çevirisinde tarafından onaylanma çeviri” ibaresi güven vericiydi. Bu nedenle ben işe koyul^duğumda Almanca’sına biraz daha fazla itibar ettim. Özellikle Freire’in kendine özgü terimleri Almanca metinde daha kesin bir şekilde tamamlanmış ve sırurları çizilmiş görünüyordu. Yine de, İngilizce metin ile Almanca metin birbiriyle çeliştiğinde, Türkçe çeviriyi Almanca metne uygun hale getirme yanlısı davranmadım. Almanca metin tereddütlerimizi ve İngilizce metindeki belirsizlikleri gidermemize yardıma oldu. Bu çaba. sonucunda, terimleri büyük ölçüde yazarın özgün ^^wmına uygun şekilde yeniden ürettiğimize (Dilek ile çekişerek yaptık bunu) inamy^um. Freire’in terimlerinin hayli kendine özgü tanımları var. Bu nedenle kitabın sonunda yer alan terimler sözi^üğünü hazırlama gereğini duyduk. Terimlere yabana olan okur, bu sayede kolaylıkla terimleri kafasında yerli yerine oturtabilecektir. Ayrıca konuyla daha yakandan ilgili olan okurlar, sözkonusu terimin niçin bir başkasına tercih edildiğinin açı^^^nı ve İngilizce ve Almanca karşıhklarını da bulabilecektir. Erol Özbek duruma “gömülmüş” halde tutuluyorlardı. Ve eğitim sisteminin, bir bütün olarak bu sessizlik kültürünün sürdürülmesinin başlıca araçlarından biri olduğunu açıkça gördü. Eğitim sorunuyla hayli hayati bir tarzda yüzleşen Freire, dikkatini yönelttiği bu alanda çalışmaya başladı. Yıllarca girdiği araştınna ve düşünme sürecinin ürünleri, eğitim felsefesi alanında hayli yeni ve yaratıcı eserler oldu. Yeni bir dünyanın yaratılması için erkekleri ve kadınları özgürleştirme mücadelesi içerisinde dolaysız olarak yer alma konumundan hareketle konumları ve felsefi görüşleri çok farklı kişilerin düşünce ve deneyimine uzandı: Kendi sözleriyle, “Sartre ve Mo-unier’e, Erich Fromm ve Louis Althusser’e, Ortega y Gasset ve Mao’ya, Martin Luther King ve Che Guevara’ya, Unamuno ve Marcu-se’e.” Bu kişilerin bakış tanlarından, tamamen kendine ait ve Latin Amerika’nın somut gerçekliklerine cevap venneye çalışan bir eğitim perspektifi geliştirmekte yararlandı. Eğitim felsefesi konusundaki düşüncesini ilk kez 1959’da Recife Üniversitesindeki doktora tezinde ifade etti. Sonra aynı üniversitede Eğitim Tarihi ve Felsefesi Profesörü olarak çalıştı. Aynı kentte okuma yazma bilmeyenleri eğitme deneyleri de bu yöndeydi. Geliştirdiği metodoloji Brezilya’nın kuzeydoğusunda Katolikler ve diğerleri tarafından okuma yazma seferberliklerinde yaygın olarak kullanıldı ve eski düzen tarafından öylesine tehdit edici olarak algılandı ki, Freire 1964’teki askeri darbeden sonra derhal hapsedildi. 70 gün sonra serbest bırakıldığında ülkeden sınırdışı edildi ve Şili’ye gitti. Orada 5 yıl kaldı; UNESCO ve Şili Tarım Reformu Enstitüsü’nde yetişkin eğitimi programlarında çalıştı. Sonra Harvard Üniversitesi’nin Eğitim Oku-lu’nda danışman olarak görev yaptı, kırsal ve kentsel bölgelerde yeni eğitim deneyleriyle ilgili bir dizi grupla yakın işbirliği içinde çalıştı. Freire halen Cenevre’deki Dünya Kiliseler Birliği Eğitim Bürosu’nda özel danışman olarak çalışıyor. Freire, Portekizce ve İspanyolca pek çok makale yazdı. İlk kitabı Educaçao Como Pratica da Liberdade (Özgürleşme Pratiği Olarak Eğitim)l967’de Brezilya’da yayımlandı. Son ve en olgun eseri olan Ezilenlerin Pedagojisi, Freire’in ülkemizde (ABD’de, ç.n.) yayımlanan ilk eseridir. . Bu kısa giriş yazısında, yazarın sayfalar boyunca geliştirdiği düşünceleri birkaç paragrafta özetlemek imkânsız. Bu, Freire’in düşüncesinin zenginliğine, derinliğine ve karmaşıklığına bir saldırı olurdu. Gençler kendi sözlerini söyleme haklarının kendilerinden çalınmış olduğunu ve bu hakkı tekrar kazanma mücadelesinden daha önemli pek az şey olduğunu kavrıyorlar. Ve aynca bugünkü eğitim sisteminin -anaokulundan üniversiteye- onların düşmanı olduğunu da kavrıyorlar. Tarafsız eğitim süreci diye bir şey yoktur. Eğitim ya genç kuşağın bugünkü sistemin mantığına entegrasyonunu kolaylaştırmakta, sisteme uygunluk sağlamakta kullanılan bir araç olarak işler, ya da erkeklerin ve kadınların gerçekliği eleştirel ve yaratıcı olarak ele aldıkları, dünyalarının dönüştürülmesine nasıl katılacaklarını keşfettikleri bir araç, “bir özgürlük pratiği” haline gelir. Bu süreci kolaylaştıran bir eğitim metodolojisinin gelişmesi, bizim toplumumuz içinde de kaçınılmaz olarak bir gerilime ve çatışmaya yol açacaktır; fakat aynca yeni bir insanın oluşumuna katkıda bulunabilir ve Batı tarihinde yeni bir dönemin başlangıç işareti olabilir. Bu göreve kendilerini adayanlar ve bu deneyin kavram ve araçlarını arayanlar için, Paulo Freire’nin düşüncesi önümüzdeki yıllarda da önemli bir katkı sağlayabilir. ÖNSÖZ/Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisine girişi oluşturan bu sayfalar, siyasi sürgünde geçen son altı yıl boyunca yaptığım gözlemlerin sonucudur. Bunlar, Brezilya’daki eğitim faaliyetlerim sırasında edindiğim gözlemlerle zenginleştirilmiştir. Hem conscientizaçao’nun 1 rolünü analiz eden eğitim kurslarında, hem de gerçekten özgürleştirici bir eğitimin fiili deneylerini yürütürken, kitabın birinci bölümünde tartışılan ‘özgürlük korkusu’yla karşılaştım. Eğitim kursuna katılanlann kendi özgürlük korkularını açığa vuran bir tarzda ‘conscientizaçao tehlikesi ‘ne dikkat çekmeleri hiç de ender değildi. ‘Eleştirel bilinç anarşiktir’ diyorlardı. Kimileri buna, eleştirel bilincin kargaşaya yol açabildiğini ekliyordu. Bununla birlikte kimileri de şunu itiraf ediyordu: Niye inkar edeyim? Özgürlükten korkuyordum. ^Artık korkmuyorum! Bu tartışmalardan birinde grup, insanların belirli bir haksızlık durumuna ilişkin conscientizaçao’sunun onları ‘yıkıcı fanatizm’e veya ‘dünyalarının tamamıyla çöktüğü duygusu’na yöneltip yöneltmeyeceğini tartışıyordu. Tartışmanın ortasında uzun yıllar fabrika işçisi olarak çalışmış bir adam söz aldı: “Belki de burada işçi sınıfı kökenli tek kişi benim. Şimdi söylediğiniz her şeyi anladığımı söyleyemem, ama bir şey söyleyebilirim bu kursa başladığım zaman ben saf (naif) birisiydim ve ne kadar saf olduğumu fark ettiğim zaman eleştirel olmaya başladım. Fakat bu keşif beni fanatik yapmadı; ayrıca hiçbir çöküş duygusu içinde de değilim.” Conscientizaçao’nun muhtemel etkilerine kuşkuyla yaklaşılması, kuşkuyla yaklaşanın her zaman açıkça ifadelendirmediği bir önermeyi içinde barındırır: Haksızlık kurbanları için kendilerini böyle kabul etmemek daha iyidir. Bununla birlikte gerçekte conscientizaçao, insanları ‘yıkıcı fariatizm’e yöneltmez. Tersine, insanların sorumlu özneler 2 olarak tarihi sürece girmelerini mümkün kılmak suretiyle, conscientizaçao onları kendine güven arayışına sokar ve böylece de fanatizmi önler. “Eleştirel bilincin uyanması, sosyal hoşnutsuzlukların ifade edilmesinin yolunu hazırlar, çünkü bu hoşnutsuzluklar baskıcı bir durumun gerçek bileşenleridir. ” 3 Özgürlük korkusu, ki korkuyu taşıyanın farkında olması şart değildir, kişinin hayaletler görmesine yol açar. Böyle bir birey için, özÖnümüzdeki sayfalarda giriş niteliğindeki anahatlan sunulan ezilenlerin pedagojisi, radikaller için bir görevdir; bu görev sekterler tarafından yerine getirilemez. Bu eserin okuyucuları arasında hataları ve yanlış anlamaları düze-letecek, iddiaları derinleştirecek ve benim kavrayamadığım yönlere parmak basacak ölçüde eleştirel olanlar varsa, memnun olurum. Kimilerinin, devrimci kültürel eylemi, yani hiçbir somut tecrübemin bulunmadığı bir konuyu tartışma hakkımı sorgulamaları mümkün. Bununla birlikte, devrimci eyleme kişisel olarak katılmamışhğım olgusu, bu tema üzerinde düşünme olasılığımı önlemez. Kaldı ki, halkla diyalog kuran ve problem tanımlayıcı bir eğitim kullanan bir eğitimci olarak beni, bu kitaptaki iddiaları ortaya atma riskine girmeye cezbedecek ölçüde zengin malzeme topladım. Bu sayfalardan hiç değilse iki şeyin kalıcı olacağını umuyorum: Halka duyduğum güven ile, insanlara ve içinde sevmenin daha kolay olacağı bir dünyanın yaratılmasına duyduğum inanç. ■ Burada, eserime gösterdiği anlayış ve teşvik için karım ve ‘ilk okuyucum’ Elza’ya şükranımı ifade etmek isterim. Bu kitap bana olduğu kadar ona da aittir. Aynca elyazmalanm üzerinde yaptıkları yorumlar için arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum. Bazı adların eksik kalması riskini göze alarak, Joao da Vega Coutinho, Richard Shaull, Jim Lamb, Myra ve Jove Lino Ramos, Paulo de Tarso, Almino Affonso, Plinio Sampaio, Emani Maria Fiori, Marcela Gajardo, JosĞ Luis Fiori ve Joao Zacarioti’yi anmak şart. Buradaki savlarımın sorumluluğu elbette ki, sadece bana aittir. BÖLÜM Değer yargısal bir bakış açısından insanlaşma problemi daima insanin temel ‘problemi olageldiyse de, artık kaçınılması imkânsız bir mesele niteliğini kazanmak:tadır\ İnsanlaşma kaygısı öncelikle, insandışılaş1. Günümüzün direniş hareketleri, özellikle de gençlik arasındakiler, doğal olarak içinde oluştukları ortamın özelliklerini yansıtırlar, ama öz olarak, insanı ve dünya içindeki, dünya ile birlikte bir varlık olarak insan için duyulan kaygıyı belirtirler; insanın ne “olduğu” ve nasıl olabileceği kaygısıdır bu. Tüketim uygarlığını kınamakla, her türden bürorkasiyi eleştirmekle, üniversitelerin değişmesini talep etmekle (özellikle önem verdikleri’ şey, katı kurallı öğretmen- öğrenci ilişkisini değiştirmek ve bu ilişkiyi gerçekliğin genel bağlamı içindeki yerine oturtmaktır), gerçekliğin ta kendisinin değişmesini istemekle (ki, üniversitenin gerçekten yenilenmesi buna bağlıdır), eskimiş yönetmeliklere ve yerleşik kurumlara saldırmakla, insanın kararın öznesi olduğunu göstermeye çalışırlar. Böylelikle de tüm bu hareketler insan-merkezli olmaktan çok antropolojik olan çağımızın tarzını yansıtırlar. liimde ayrıntılı olarak tartışılacaktır). Ezen, böylesi bir eleştirel müdahalenin kendi yararına olmayacağını gayet iyi bilir. Onun yararına olan insanların kendilerini ezen gerçeklik karşısında aciz halde, gö-mülmüşlük durumunda yaşamayı sürdürmesidir. Bu bakımdan Lu-kacs’ın devrimci partiye uyarısı önemlidir: “… (Parti) Marx’ın ifadesiyle, kitlelere (kitlelerin, ç.n.) kendi eylemlerini açıklamak zorundadır; böylelikle sadece proletaryanın devrimci deneyimlerinin sürekliliğini sağlamış olmakla kalmayıp, bu deneyimlerin geliştirilmesini de bilinçli ve aktif olarak ilerletmiş olur.” 4 Kuşkusuz, zorunluluğu vurgularken Lukacs, eleştirel müdahale problemini tartışma gündemine getirir. “Kitlelere kendi eylemini açıklamak”, bu eylemi, hem ortaya çıkmasına yol açan nesnel olgularla ilişkisi bakımından, hem de hedefleri bakımından açıklamak ve aydınlatmaktır. İnsanlar, kendi dönüştürücü eylemlerinin nesnesi olması gereken, bu meydan okuyucu gerçekliği ne kadar deşifre ederlerse, bu gerçekliğe o kadar eleştirel şekilde nüfuz etmiş olurlar. Bu şekilde deneyimlerinin “geliştirilmesini de bilinçli ve aktif olarak ilerletmiş olur”lar. Nesnel gerçeklik olmasaydı, insanın “ben olmayan”ını (öteki, ç.n.) oluşturan ve onu tavır almaya zorlayan dünya olmasaydı, insan eylemi de olmazdı; tıpkı insan bir “tasarı” olmasaydı, kendini aşma, kendi gerçekliğini kavramak ve dönüştürmek üzere anlama yeteneği olmasaydı, insan eyleminin olmayacağı gibi. Diyalektik düşüncede dünya ve eylem ayrılmaz biçimde karşılıklı bağımlılık içindedirler. Fakat eylem ancak sadece bir uğraş değil ayrıca bir düşünme de olduğu zaman, yani düşüncenin karşı kutbuna ko-nulamadığı zaman insanidir. Düşünme, ki eylemin temelidir, hem Lu-kacs’ın “kitlelere kendi eylemini açıklama” görevinde, hem de bu açıklamaya atfettiği, “bu deneyimlerin geliştirilmesini de bilinçli ve aktif olarak ilerletmek” hedefinde de içkindir. Bununla birlikte bizim görevimiz, insanlara kendi eylemlerini açıklamak değil, eylemleri hakkında onlarla konuşmaktır. Ne de olsa, hiçbir gerçeklik kendi kendine dönüşmez 5 ve Lukacs’ın devrimci parbaskı/ezme durumu kurulunca, bu, içinde hapsolmuş olanların hepsi için bir hayat ve davranış tarzı doğurur- ister ezen ister ezilen olsunlar. Her iki grup da bu durumun içine gömülüdür ve her ikisi de ezilme durumunun damgasını taşır. Ezilmenin varoluşsal durumlarının analizi, ezme/ezilmenin -iktidar sahiplerinin gerçekleştirdiği- bir şiddet edimiyle başladığını ortaya koyar. Bu şiddet, bir süreç olarak, hem şiddetin varisleri haline gelen hem de şiddet ikliminde biçimlenen ezenler arasında kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu iklim, ezenin içinde güçlü bir sahip olma bilinci -dünyaya ve insanlara sahiptir- yaratır. Dünyanın ve insanların doğrudan, somut, maddi sahiplenilmesi olmasa ezenlerin bilinci kendini anlayamaz, hatta varolamazdı. Fromm, bu bilincin, böylesi bir sahiplenme olmaksızın “dünyayla bağlantısını kaybedeceğimi söyler. Ezenlerin bilinci, kendisini çevreleyen her şeyi egemenliğinin bir nesnesine dönüştürme eğilimindedir. Yeryüzü, toprak, üretim, insanların yarattıkları, insanların kendileri, zaman, her şey onun tasarrufundaki nesneler statüsüne indirgenir. Sınır tanımaz sahiplenme tutkuları içinde ezenler, her şeyi satın alma güçlerinin nesnelerine dönüştürmelerinin mümkün olduğu kanısına varırlar; katı materyalist nitelikteki varoluş kavramlarının kaynağı budur. Para her şeyin ölçüsüdür; kar, başlıca amaçtır. Ezenler için değerli olan, daha fazlasına sahip olmaktır -daima daha fazlasına- hatta ezilenlerin daha azına sahip olması veya hiçbir şeysiz kalması pahasına. Onlar için, olmak, sahip olmaktır ve “sahipler” sınıfı olmaktır. Bir ezilme durumundan ç^ar sağlayanlar olarak ezenler, sahip ol-tmak., olmanın bir koşulu ise, bunun tüm insanlar için zorunlu bir koşul olacağını algılayamazlar. İşte bu yüzden yüce gönüllülükleri sahtedir. İnsanlık bir ‘şey’dir ve onlar insanlığa, sadece kendilerine özgü bir hak olarak miras aldıkları bir mülk olarak sahiptirler. “Ötekiler”in, halkın insanlaşması, ezenlerin bilincine, insanlığın kazanılması olarak değil, (düzeni) yıkıcılık olarak görünür.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir