Peter Le Page Renouf – Mısır’ın Ölüler Kitabı

Ölümsüz Mısır! Bilinen en eski uygarlıklardan biridir. Geçmişteki büyük uygarlıkların büyük bir kısmı bize teknik sanatları hakkında çok az belge bırakmışken, arkeologlar Mezopotamya ve Orta Amerika’daki kumların, çürümüş bitki ve sarmaşıkların altında saklanmış eski şehir kalıntılarını araştırıp birkaç iz bulmaya uğraşırken, Mısır’da eşi görülmemiş bir uygarlığın varlığını tanımak, ölülerin bir hediyesi gibi onu almak çok daha kolay ve gizemlidir.Bu, 6000 yıl yaşamış bir Mısır’dır ve sizi hemen kabul eder, kendine hayran bırakır. Ona temas edince, Göksel Nil nehri gibi başı ve sonu olmayan, ebediyetin ümitsiz, mumyanın dokunulmaz oluşundan zevk alanların adsız yaşamını paylaşırsınız. Veri elde etmek için gerçek tapınakların sütunlarına elleriniz değmeden, Douat’ın sırlarının, Gece’nin 12 Kapısının, ölü ruhlarını yemek için araştıran timsah ağızlı Büyük Yiyicinin, Vadi Engereğinin, tanrıların saraylarında serseri gezegenler arasında kaynaşan canavarların derin sırlarına ermeden, Ölümsüz Mısır’ın yaşam ve sıcaklığından bir şeyler ruhunuza sokuluverir. Çünkü ölümsüz Mısır, özellikle de Nil boyunca sıralanmış dağlardaki dağınık mezarlardadır. Tapmaklar gizli kitaplardır ve büyük kapıların gerisinde, tavanlarını sütunların tuttuğu dev salonların gölgesinde, eşsiz bir gökyüzünün saflığı ve parıltısı ile yumuşamış tanrı nehirlerinin okşayışı gibi, geçmiş yüzyılların var olma mucizesi heyecan vericidir. Mısır tarihi, dünyanın yaratılışının karışıklıklarına, aynı zamanda da ilk firavunlar olan kardeş katili tanrıların azgınlıklarına bağlanır. Nil krallarının yaklaşık M.Ö. 4000 yılında tahta çıkışı ile, 3500 yıl sonraki, Teb’i yıkan Asurbanipal’in yıllıklarının değindiği, kokuşmuş Sait soyu arasındaki Eski Mısır tarihi, bütün uygarlıkların, arasında kültür yönünden olduğu kadar maddi açıdan da en şaşırtıcı “başarı” olarak görünür ve bu evren, zamanın belleğinde ve uzayın soğukluğunda bir anı olarak kalmadıkça böyle sürüp gidecektir. Biliyoruz ki ilk başlarda, yalnız inisiyelerin bildiği yaşamı koruyan nefese, üreme gücüne ve korkunç büyüsel güçlere sahip olarak, Memphis Döneminin tören metinlerinde tanımlanan kabile toteminin (ka) koruyuculuğuyla, klan mutlu bir şekilde gelişmektedir. Bu totem sonraları Nom’un (Eski Mısırda idari kesim) tanrısı ve öteki tanrılar arasında en ustası, ulusal tanrı olacaktır. Abydos un Kral Tabletleri, Tinit soyunun, merkez olarak Abydos yakınındaki Thinis yerleşim yerini seçtiklerini kaydetmektedir. Eski Mısır Uygarlığının ilk beşiği orası oldu.


M.Ö. yaklaşık 3315’te “Kuzey ve Güney Mısır topraklarını dengelemek için” firavun Menes “Krallık Şehri’ni kurdu ve bu başkenti “Mennefer Memphis” diye adlandırdı. Kendinden sonra gelecekler, bundan sonra tanrısal babalarının elinden çift tacı, kudretlerinin büyüsel sembollerini alacaklar, Ho Ra ve Osiris’le özdeşleşecekler, kıtaların, soylarının yaşamının, bitkilerin öz sahibi olacaklar; tanrıların, Büyük Büyübazlar’ın hizmetkarları, en tartışılmaz despotlar olacaklardı. Böylelikle ankh, onza, senb; yani sağlık ve güç kendileri olacaktı. Memphis’in büyük yaratıcıları ile Piramitler Döneminin başladığını görüyoruz. Bu gösterişli döneme, IX. hanedanın kurucusu, Ranın ortağı firavun Zoser’in ve vekili, mimar, Kral Büyüsü Sırlarının Şefi İmhotep’in kişilikleri egemendir. Libya’nın o Arabistan çöllerinin rüzgarlarıyla aşınmış yüksek falezleri üzerinde, Osiris’in ölümsüzlüğünü ve eşi bulunmaz bir egemenliğin parlaklığını doğrulayan, yıkılıp çökmez dev anıt, basamaklı, şaşırtıcı Sakkara Piramidi yükselir. Bu mezarı kıskanan Zoser’den sonra gelenler daha büyüklerini yaptırdılar. Bunlar Büyük Piramitleridir. Anlaşıldığı kadarıyla bu dev yapılar, firavunun mumyalanmış ölüsü önünde dirilme ayinlerinin erişilmez bir sırrın derinliklerinde gerçekleştiği küçük ölü odasını korumak ve halkın hayranlığını kazanmak için yapılmıştı. Sfenks bu devasal mezarları hep gözetler ve sadece güneşin doğduğu noktayı seyreder. O kral mumyalarının yasak eşiklerinin sadık bekçisidir. Gezegenlerin söylediği şarkıları dinler; ebediyetlerin kıyısında bütün olanları ve olacakları gözetir.

Uzaklarda Göksel Nil’in akışına, güneş kayıklarının ilerleyişlerini seyreder. O, Harmakhis’tir; Doğu ufkunun Horus’udur; hatta hayal edilmiş tanrıların yüzüdür. Sonraları Beşinci Hanedanın dindar firavunları zamanında (M.Ö. 2680-2540) Mısır, güneş tapınakları, dikilitaşlar, astronom rahipler, rasathaneler, Büyük Görücüler de denen Ra’nın büyük rahipleri için özel tapmaklar ile dolmuştur. O zamana kadar tanrı ile bütünleşmiş olan firavun insanlaşmıştır. Kuşkusuz her zaman Ranın eşitidir. Ondan türemiştir. Fakat otokrat atalarının halka uyguladığı mutlak krallık rejimini de yumuşatmıştır. Nomarklar (Nom Başkanları) Libya ve Sudanla ticaret yaparak, firavunların muhteşem yaşantılarını besleyen bazı masalsı zenginlikleri getiren kervan başları ile ortaklıklar kurarak zenginleşmişlerdir. Yeni kentler, büyük tapınaklar inşa etmişler, etrafını büyük bir memurlar ordusuyla doldurmuşlardır. D’etr el Baharideki kraliçe Hatcheshpout’un freskleri bize, Mısır askerlerinden önce bu para düşkünü korsan kervancıların baskınlarından birinin hikayesini anlatmaktadır. Gerçekten doyumsuz hale gelmiş olan firavunlar, Quaouat ülkesini ve Libyalılar’ın kafasını ezmek için ordularını göndermişlerdir. Bu, sömürgelere doğru genişleme dönemini belirleyen zaferlerin ve kıyımların can sıkıcı ayrıntılarına değinmeye gerek yoktur. Doksanbeş yıl hüküm süren H.

Pepi zamanında bu, tanrı firavunlardan sonra, bütün dünya tarihindeki en uzun süreli saltanattır Osiris sırlarının korkunç bilgilerini ellerinde bulunduran bu rahipler, rejimin tek sahibi olmuşlardır. Hiç vergi vermedikleri gibi, büyük bir güç de kazanmışlardır. Böylece, Orta İmparatorluk Döneminin arifesinde, politika ve din hukuku arasında akıl almaz bir kargaşa hüküm sürmüştür. Devlet işlerinin yönetilmesinde gittikçe daha ayrıcalıklı bir sınıf haline gelen rahipler, istediklerini bütünüyle elde ettikten iki yüzyıl sonra, o güne kadar hiç görülmemiş toplumsal bir başkaldırı bütün ülkeyi temelinden yıkmıştır. Uzun süren suistimallerin ve tacizlerin aşırılığı, vergilerin adaletsiz dağılımı, vergi toplayıcıların zulümleri, efendilerin kayıtsızlığı, işsizlik, açlık, salgın hastalıklar, görünmezliklere gizlenmiş olan firavunun apaçık yetersizliği, kaçınılmaz bir şekile anarşi durumu yaratmıştır. Bu hareket kontrol edilemediğinden, gittikçe daha kötüleşen bu durum halkın zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu olaylar, çocukluğundan beri deli olan ve bir timsahın dişleri arasında can veren firavunun kurduğu, meşru olmayan Herakleopolis firavunlarının egemenliği dönemine rastlar: Böylece Eski Mısır halkı, Avrupa’dakilerden 3200 yıl önce bütün şiddet hareketleri, dogmatik aşırılıklar ve kanlı iç savaşları sayesinde egemenliği tanımıştır. Son Herakleopolis firavunu ile birlikte bu hareket neredeyse kaybolacaktı. M.Ö. 2000 yılına doğru Tebliler, Nil’in bereket getirici taşma doğrultusunun tersine, güneye yönelen devrim dalgasını durdurmayı başarmıştır. Yönetimi tamamen ellerine geçiren bu özgürlükçü firavunlardan oluşan yeni bir hanedanın hakimiyeti tanınmıştır. İç politikalarını bir sosyal devlet yapısına kavuşturmuşlardır. Bu sistem daha alt tabakadan gelen sınıftan kişilerin de din ve devlet görevi almalarını sağlamıştır. Böylece halk her şeye karom, kaba zaferinden bir şeyler koruduğuna inanmıştır.

Ülkeye gelince, yavaş yavaş ekonomik ve toplumsal dengesini bulmuştur. Tıpkı hiçbir kum tanesinin yerinde durmayışı gibi, en eski çağlardan beri, hiçbir millet de gayretinin meyvelerinden rahatça faydalanmayı ümit edemez. Neredeyse ülkeyi yok edecek devrimin acılarından henüz kurtulurken, yeni ve daha büyük bir felaket Nil Vadisinin üzerine çökmüştür: Bu felaket, Asya’nın vahşi yaylalarından, Güney Rusya’nın steplerinden, Mezopotamya’nın taşlık kırlarından, vatanlarını yitirmiş yığınların kovalamasıyla kaçan Hyksos Atlılarının istilası! Ancak yabancı egemenliğine karşın, hiçbir Mısırlı, ülkenin yazgısına olan güvenini yitirmemiştir. Kutsal ateşler söndürülmemiş, XVIII. Teb Hanedanı (M.Ö. 1580-1320) Asyalılar’ı kovmak için inatçı, karışık, güç bir savaşa girişmiş ve kahraman, cesur, heyecanlı bir halkın tamamını yanında bulmuştur. III. Tohoutmes, talihi açık bir fatih olmuştur. Tel Amarna tabletleri, onun zaferlerini anlatmaktadır. İmparatorluğu Libya vahalarından Suriye çöllerine kadar yayılmıştır. Yazıcıları, doğu dillerini bilen Basillilerdir. Bu, Mısır’ın en parlak dönemidir; uygarlık en yüksek noktasındadır ve egemenliği bütün Yakın Doğuya yayılmıştır. Teb, Asyalılar kovulduktan sonra dünyanın en zengin ve en kalabalık kenti olmuştur. Amon’un şehrinin her yerinde bazı zamanlar mezar olarak kullanılan tapınakların dev kapılarının önünde çifte dikilitaşlar yükselmektedir.

Eski Mısır’da tahta çıkan tek kadın, ünlü kraliçe Hatcheshpout, kendinden sonra gelecek ve onu kötüleyeceklere şöyle demiştir: “Teb’de yüzlerce güneş dikilitaşı dikilmiştir; çünkü Teb, dünyanın başlangıcında göğü yerden ayırmak için tanrıların yerleştirdiği kutsal tepedir.” Pruvaları süslü gemiler, Nil Nehri’nde birbiri ardına süzülmeye başlamıştır. Tapınaklara uzanan yollan korumak için, diz çökmüş koçbaşlı sfenkslerin en güzel binlercesi yapılmıştır. Aynı tapınakların avlularında nöbet tutmaları için, 500 ton ağırlığındaki anıtsal firavun kabartmaları yerleştirilmiştir. Bu arada, Aton dinsel reformunu uygulayan firavun Akhenaton’un saltanatına da değinmek gerekir. Bu, güçlü Teb rahiplerine zorla kabul ettirilen tek ve evrensel Tanrı’dır. Yirmi yıl boyunca, Akhenaton tapınaklardaki ve mezarlardaki ilkel tanrı suretlerini yıktırmıştır. Bedeni kaçınılmaz bir hastalık yüzünden çürürken, metafizik kurgularda yetenekli olan bu firavun bir iç ateşle kavrulmuştur. Bir yandan acı çekerken, bir yandan da tek bir tanrıya tapan yeni bir insanlığın hayallerini kurmuştur. Bu Tanrı evrensel ve iyidir. Ondan çıkan ışıkların okşayıcı elleri vardır. Akhenaton, aşırı mistik düşüncelerinde samimi davranmıştır. Bu ıstırap çeken yalnız adam, sayısız tanrıların basit hizmetkarları olup, hiç de saf ve ilhamlı kişiler olmayan, krallığın iktidarı için kötü etkiler taşıyan, aşırı zenginleşmiş Amon rahiplerinden Mısır’ı kurtarmak istemiştir. Her yerde Aton’un isminin istekle anılmasını dilemiştir. Çünkü Aton, şefkat ve ışık tanrısıdır; şefkatini ve ışığını bedenlere ve ruhlara aktarır.

Yalnız Akhenaton, Aton’un, evrenin kesin şekli olduğunu beyan etmiştir. İsa gibi o da Tanrının kelamı olmuş ve havariler bulmuştur. Putlarla ve çok güçlü rahiplerle dolu Teb’i bırakarak, bugünkü Tel Amarna’nın bulunduğu yerde, artık geride hiçbir izi kalmamış olan yeni bir başkent kurmuştur. Buradan sadece “Tel Amama Resimleri” denen şaşırtıcı resimler kalmıştır. Bunların orijinal, taze, dinsel olmayan sade güzellikleri, Kahire Müzesinin salonlarından birinde hayranlıkla seyredilebilir. Ciddi, kanaatkar ve tutucu olan bu kralın saltanatı Daniel Rops onu “Tanrı Sarhoşu Kral” diye pek güzel adlandırmıştır bize uzak, anlaşılmaz, kıvılcımlar saçan bir peri masalı gibi gözükmektedir. Kendinden sonraki kral, Toutankhamon olmuştur. O, çifte tacı giydiği günde, çocukluğunun tanrısı Aton’u inkar etmiş, sarayı ve devlet dairelerini M.Ö. 1348de yeniden Teb’e taşıttırmıştır. Bütün Mısırda yeniden Amon kültünü ve kutsal Teb üçlüsünü kabul ettirirken, kayınpederince kovulan rahiplerin ayrıcalık ve güçlerini de ünlü emirnamesi ile iade etmiştir. Fakat Toutankhamon çok genç ölmüştür; bir söylentiye göre de öldürülmüştür. Mezarı Krallar Vadisi’nde özenle saklanmıştır. Ve kabul etmek gerekir ki bu mezar, Teb mezarlarında firavunlara ayrılmış yerlerin dışında kazılmıştır. İyice saklanmış olduğunu da itiraf etmemiz gerekir; çünkü 3500 yıl boyunca, mezarların topografyasını çok iyi bilen kral mezarı soyguncuları bile oraya erişememişlerdir.

Bu mezar, 1923 yılında Lord Carnarvon tarafından bir tesadüf sonucu keşfedilmiştir. Bu keşfin ve dünyada yarattığı yansımaların ne kadar büyük bir ilgi uyandırdığı bilinmektedir. Yüzyıllar yüzyılları kovalarken, Ramses’lerin egemenliğinde (M.Ö. 1310-1080) Mısır daima kendi ni dinleten, güçlü bir ülke olmuştur; kültürel ve siyasal açıdan yüksek bir prestij sürdürmüştür. I. Ramses ve ondan sonra gelenler, yıkıntıları hala devasa olan yapılar inşa etmişlerdir. Örneğin Karnak’taki Büyük Amon Tapınağının tavanı sütunlarla desteklenmiş salonu, 30.000 ton yontulmuş taş gerektirmiştir. I. Seth’in Gournah’taki cenaze tapınağı ve yüzlerce işlenmiş sütun; Abydos’taki Osiris, İsis ve Horus’a adanmış tapınak ve hafif kabartmalar halindeki harika boyalı heykeller sayesinde, Osiris in günlük güneş kültürü ayinlerinin nasıl olduğunu, bitirildiği günkü gibi canlılıkla anlatan yedi paralel mihrap; Libya’daki, faleze oyulmuş Ebu Simbel Mihrabı; Herodot tarafından Mısır’ın en büyük ve en ağır (1200 ton!) heykeli olarak tanımlanmış olan, II. Ramses’in pembe granitten yapılmış heykeli. Fakat Ramses Hanedanının inşaatlar konusundaki bu ani alevlenmesi, firavunların birbirinden daha büyük anıtlar yaptırmaktaki endişesi, öleceklerini hissedenlerin yüzyılları aşacak son ve gösterişli bir parlaklık bırakmak isteyenlerin yarattığı bu kalabalık Mısır, ölümsüz Mısır’ın son şarkısıdır. Zaferlerin zamanı geçmiştir ve yıkım yakındır. İşgalci yeniden belirmiştir; düşman çeşitli adlar altında gözükmüştür, fakat hastalık hep aynıdır.

Ve felaketlerin ardı arkası kesilmemiştir; o kadar uzun zaman boyunca insan uygarlığının ruhu olmuş olan bu toprakların her yerinde, zamanların sonuna kadar uzayan o korkunç gürültü işitilmiştir: Yıkılan tapınakların ve yüzleri parçalanmış tanrıların çökerken çıkardığı gürültüler! Düşman uluslar her taraftan üşüşmüştür. Nil boyunca uzanan muhteşem güzellikteki şehirler ateşe verilmiştir. Bu şehirleri yıkanlar, Asur kökenli kahramanlar, bilinmez ormanlarda doğmuş Libya beyleri, Tebdeki Amon’u bir Habeş tanrısı haline getirmişlerdir; M.Ö. 661 yılında, Memphis’i kırk gün boyunca yağmaladıktan sonra, 100 kapılı Teb önünde gözüken ordu, Asurbanipal’in Ninive halkından oluşmuştur. Burada Eski Mısır tarihi bitmiştir. Çünkü Asurlular’ın kendilerine özgü yöntemleriyle uyguladıkları şiddet sonucunda Teb’in yıkılması, Doğu halkının bütün dengesini bozmuştur. A. Moret, Teb’in yıkıntılarını kazarken, 2600 yıl önceki yapılarını hala koruyan sivri uçlu Asur miğferleri bulduğunu yazmıştır. Bu da bize şehrin yıkım süresi ve korkunçluğu hakkında bir fikir vermektedir. Akdeniz halkının hayret ve dehşeti hala o kadar canlıdır ki 50 yıl sonra Peygamber Nahum, hiçbir zaman pişman olmamış, doymamış, küstah ve zalim Ninive’yi şiddetle suçlayacak ve yakın yıkımı hakkında kehanette bulunacaktır. Amon’un kral şehrinin korkunç yazgısını hala hatırlamaktadır. O, peygamberlere özgü sezgileriyle şöyle haykırmıştır: “Hatırla ey Ninive! Eskiden Nil’in bağrında oturmuş Teb’den daha mı kuvvetlisin? Hatırla ey Ninive, bir zamanlar dünyanın mihveri olan Teb’i; kibrini, ululuğunu, yüzyıllar süren güzel yüzünü! Hatırla! Artık tanrıları tapınaklarında oturmuyor; rahipleri ve soyluları zincire vuruldular, halkı kayboldu; hatırla ki Teb çocukları her sokak köşesinde ezildiler; onlarca Teb gecesi, bütün o geceler, dehşet geceleri idi!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir