Raymond Geuss – Kamusal Şeyler Özel Şeyler

Bu kitabın orijinal, ciltli baskısının bazı okurları kitabın dahil olduğu nispeten geniş entelektüel bağlam, kitapta kullanılan yöntem ve ileri sürülen argümanın nihai sonuçları olarak gördüğüm sonuçların kafalarını bir miktar karıştırdığını ifade etmişlerdi. Özellikle Almanca baskısının1 editörü Dr. Bernd Stiegler, kitaba bu kafa karışıklığını gidermek üzere bir miktar malzeme eklememi ve konuya yaklaşımımı Alman entelektüel dünyasında öne çıkan bazı özelliklerle ilişkilendirmemi rica etti. “Princeton University Press”in bu yapıttan sorumlu olan son derece becerikli ve cömert editörü lan Malcolm, bu yeni malzemenin kitabı İngilizce okuyacak olanlara da ilginç gelebileceğini öne sürdü ve incelik göstererek bu malzemenin burada, bir “Karton Kapak Baskıya Önsöz” olarak sunulması için gereken düzenlemeleri yaptı. Kamusal/özel ayrımı, liberalizmin Batı Avrupa ve Kuzey Amerika siyasi düşünümüne uzun zamandan beri hâkim olan türünün önemli bir parçasını oluşturmakta; bu kitapsa, liberalizmi eleştirme yönündeki daha büyük bir projenin bir parçası.2 Ancak ben projenin bu bölümünü kimilerine oldukça sıra dışı gelen bir tarzda yürüttüğüm için, kullanmaya çalıştığım “meto doloji”yi açık bir şekilde tartışarak etrafa estetik ve entelektüel dehşet saçmam belki mazur görülebilir. Genel amacım, kendini bilhassa sistematik bir yaklaşım olarak sunan, ama bana göre ancak soyutlamacı olan3 ve üzerinde mutabık kalınmış yerel efsaneleri [fables convenues] genel bir biçimde tekrarlayan belirli bir siyaset felsefesi yaklaşımından uzaklaşmak. Yani, siyaseti tam olarak anlayabilmek için tarihi anlamanın şart olduğunu ve daha da önemlisi, tarihi incelemenin bir eleştirel içgörü kaynağı olabileceğini iddia etmek istiyorum. Gerçek anlamda tarihsel bir yaklaşım göreci olmak zorunda değildir. Bu kitabın esas kısmı, kamusal ve özel arasındaki ayrımın “değiştirilmiş soykütüğü” olarak adlandırılabilecek kısım. O halde önce “soykütüğü” ile ne kastettiğimi açıklamaya çalışacağım, sonra bu kitabın soykütüğü yaklaşımını ne yönden değiştirdiğini açıklayacağım.4 Nietzsche ve Foucault’nun kullandığı anlamıyla “soykütüğü”, tarihsel bir açıklamadır – Foucault’nun “şimdinin tarihi” olarak adlandırdığı şeydir. Tipik bir soykütüğü, günümüze ait çok köklü, yerleşik bir eşya veya görüngüyü inceleme nesnesi olarak ele alır; bu nesne, bütün parçalarının rahatça ve doğallıkla birbirine uyması anlamında kendini bölünmez ve tutarlı bir bütün olarak sunan bir uygulama, bir kurum veya bir kimlik olabilir — Hıristiyanlık, demokrasi, hapishane sistemi, tıbbi araştırma ve bakım uygulamalarını düzenleyen “klinik” sistem, vb. Söz konusu öğe kendini, nispeten anlaşılır bir biçimde değerlendirilebilmesini sağlayacak tek, belirgin ve bölünmez bir mantıksal temele sahip bir nesne olarak sunar.5 Böylece toplumun üyeleri, söz konusu görüngüye yönelik az sayıdaki değerlendirmeci yaklaşımdan birini veya diğerini benimsemeye hem davet hem de kuvvetle teşvik edilirler.


Bu yaklaşımlar, kuvvetle onaylamaktan “demokrasi, herkese karşı savunmamız gereken iyi bir şeydir” başlayıp, temkinli bir umursamazlıktan (yirmi birinci yüzyıldaki çoğu aydınlanmış kişinin Hıristiyanlık, İslam ve Yahudilik karşısında takındığı tutum) geçerek temel özellikleri sorgulanmayan bir sistemde iyileştirmeye gidilmesi için yapılan ılımlı çağrılara (hapishane reformu) veya güçlü, kategorik redde (ecrasez l’infame* tutumu) kadar uzanan bir yelpaze oluşturacaklardır. Bir soykütüğünün ele aldığı merkezi toplumsal görüngülerin başka bir özellikleri de var: Bu tür görüngülerin karmaşık ve hareketli birer tarihçeleri olmuş olsa da, insanlar, onları tanımlayan asıl özelliklerin geriye doğru sürekli iz sürülerek varılacak tek bir bölünmez noktadan kaynaklandığını varsaymaya eğilimlidirler. Dolayısıyla Hıristiyanlık hizipleşmelerden, sapkınlıklardan, din savaşlarından, dış ve iç baskı türlerinden mustarip olmuş olsa da, “özünde”, Filistinli İsa’nın iki bin yıl önceki üniteryen, yerli Sinnstiftung**undan kaynaklanan bir din olarak görülebilir; demokrasinin pek değişken bir tarihçesi olmuş, iki bin yıldır modası geçmiş vs olsa da, demokrasi “idea lin in kökleri yine de, Kleisthenes’in Atina meclisini oluşturmasında yatmaktadır. Daha ufak ölçekte, kliniğin Fransız Dev rimi zamanında yapılmış-tarihlenebilir- bir reformlar dizisinden ortaya çıktığı düşünülebilir; temel sosyal kurumlar için de benzer şekilde tarihsel açıklamalar yapılacaktır. Foucault ve Nietzsche, tarih hakkında bu şekilde düşünmenin tamamıyla yanlış olduğu görüşündeler. Soykütüğü, nesnesinin tarihçesinin izlerini, o nesnenin çeşitli dallara ayrılmış ataları üzerinden geriye doğru sürerken, asla tek, doğal, asli ve kesin bir başlangıç noktasıyla karşılaşmaz. Önemli sosyal görüngülerin tek kökeni diye bir şey yoktur; bir “kökend en söz etmek, söz konusu amaca uygun olan ama mutlak bir duruşu olmayan tek bir noktayı öylesine seçmek demektir. Zaman içinde ne kadar geriye gidilirse, o kadar çok farklı kökle karşılaşılır ve (ilgili) köken noktaları da o oranda farklılık gösterir. En erken aşamasında Hıristiyanlık bir yanda kendileri de hiçbir şekilde bölünmez bir bütün oluşturmayan, son derecede karmaşık ve kendi içinde farklılaştırılmış dini geleneğin vârisleri olan bir grup Yahudi reformcu ve devrimciyle, Yunan düşüncesi incelemelerinin farklı biçimlerinin entelektüel üstünlüğünün ve Roma’mn siyasi gücünün hüküm sürdüğü bir dünya arasındaki karşılaşmanın sonucu olan ve çok farklı sistemleri birleştiren ve harmanlayan bir olguydu. Erken Hıristiyanlığı gerçek bir tarihsel görüngü olarak en asgari düzeyde anlayabilmek bile, Stoacılığı, Roma hukukunu, İbrani yazıtlarını, Roma iktidarına direncin iç politikasını, mesihliğe ve münzeviliğe ilişkin çeşitli itici güçlerin antik Yakındoğu’da oynadığı rolün çeşitli biçimlerini vs kavramış olmayı gerektiriyor. Stoacılığın M.Ö. birinci yüzyıldan önceki tarihinin izini sürmek, İbrani yazıtlarının tarihini incelerken takip edilenlerden tamamıyla farklı yönlere sevk edecek bir iş üstlenmek anlamına gelir. Tarihte ne kadar geriye gidilirse, Hıristiyanlığın “kökleri” veya “kökenleri” de o derece birbirinden uzaklaşır. Benzer şekilde, “kamusal” ve “özel” arasındaki modern ayrım da, aslında birbirinden tamamıyla farklı öğelerin – “kamusal” ve “özel” e ilişkin modern anlayışı oluşturan (değiştirilmiş biçimdeki) bileşenlerin- zamanla birleştirildiği karmaşık bir tarihsel sürecin sonucudur.

Bu öğeler asli bağlamların­ da çoğunlukla tamamıyla farklı temellere sahiptiler. Bu kitabın 2. ve 4. bölümleri arasındaki kısımda amacım, modern ayrımda bir araya gelen öğelerin bağlamlarının ne kadar farklı ve çeşitli olduğunu -bundan dolayı da olası anlamlarında ortaya çıkan derin farklılıkları- gözler önüne sermek. Bir “soykütüğü”nün ilgilendiği geçmiş, “yaşayan” bir geçmiştir; yani kapanmış, “ölü” bir geçmiş değil, içinde bulunduğumuz zamanın gerçeğinin önemli bir kısmını halen oluşturagelen bir geçmiştir. Tarih, eskinin basitçe silinip tamamıyla yok edilmediği, aksine, ele alınıp değiştirilmiş bir biçimde korunduğu bir daimi dönüşümler dizisidir. Modern dünyada kendini son derecede radikal, insanlık tarihinde yepyeni bir başlangıç sayan siyasi bir rejim bile, eğer bir şekilde hayatta kalacaksa, evvelden varolan sağlık sistemini, eğitim kurumlarını, cezai uygulamaları ve yasaları devralmak zorundadır. Böyle bir durumda yeni rejim, kendi hedeflerini mevcut sosyal yapının bütününe işlemeye çalışır. Ancak belli bir zamandaki bir sosyal yapı, kendine ait bir içsel yapısı veya direnç güçleri olmayan bir tabula rasa değildir; mevcut güçler yapıda mevzilenmiştir -içlerinde gerçekleşebilecek etkileşim türlerini şekillendiren ve sınırlandıran [eskiye ait] binalar, geçmişe kök salmış belli tekniklerin ve davranış biçimlerinin eğitimini almış insanlar- ve iktidarda olanların projesi varolan sosyal enerjileri seferber ederek onları “doğru” addettikleri hedeflere yeniden yöneltmek olacaktır. Tarihe bakmanın en doğru yolu, onu, tarihe mal olmuş güçler ile onları yeniden yönlendirme çabaları -hastane koğuşlarındaki hemşireler ile hastane idarecileri, hapishane gardiyanları ile reform yanlıları, öğretmenler ile müfettişler- arasındaki mücadele olarak görmektir. Bu mücadeleler ve bu mücadelelerin sürdürülmesine araç olan semantik, kavramsal, değerlendirici ve maddi Öğeler bugüne izlerini bırakıyorlar. Bu tür mücadelelerin sonucunu belirleyen, herhangi bir “mantık” türü değil, çıplak olgulardır – mevcut belli kişilerin ve grupların gerçek gücü ve becerisi ve birbirleriyle karşılaştıkları sırada geçerli olan koşullar. Yaşayan geçmiş çok büyük ölçüde, kaba tarihsel olumsallığın alanıdır.6 O halde, uzun bir tarih boyunca varlığını bugüne kadar sürdürmeyi başarabilmiş önemli, insani herhangi bir görüngünün, parçaları aslında çok farklı dönemlerde türemiş, çok katmanlaşmış bir bileşik görüngü olduğunu tahmin edebiliriz. Bu parçaların her birinin asli varoluş gerekçesi, birbirinden tamamıyla farklı (geçmiş) eylem bağlamlarına yöneltilmiş olacaktır.

Sonuç olarak, bu parçaların birbirleriyle ilişki içinde bulundukları özel yapılaşma, o görüngüyü doğuran tarihsel güç oyunundan derinlemesine etkilenmiş olacaktır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir