Robert Musil – Niteliksiz Adam 2

Konsilde henüz bir sonuca ilişkin en ufak bir işaret bile fark edilmezken, Kont Leinsdorf ’un sarayında Paralel-Eylem hararetli ilerlemeler kaydetmekteydi. Gerçekte olup bitenlerin ipleri sarayın elindeydi, ve Ulrich de haftada iki defa oraya gidiyordu. Hiçbir şey, Ulrich ’i mevcut derneklerin sayısı kadar şaşırtmıyordu. Arazi dernekleri, sularla ilgili dernekler, ölçülü yaşama ve içki dernekleri, kısacası dernekler ve karşıdernekler başvuruda bulunmaktaydı. Bu dernekler kendi üyelerinin çabalarını desteklerlerken, öteki derneklerin üyelerinin çabalarını örselemekteydiler. Ortada sanki her insan en az bir derneğin üyesiymiş izlenimi vardı. “Ekselansları,” dedi Ulrich hayretle “buna artık öyle alışılageldiği üzere zararsız dernek tiryakiliği denemez; burada, bizim icat ettiğimiz düzenerkil devlette her insanın aynı zamanda bir haydut çetesinin de üyesi olması gibi korkunç bir durum var…!” Oysa Kont Leinsdorf ’un derneklere karşı özel bir düşkünlüğü vardı. “Düşünün ki,” diye yanıt verdi “ideologların politikalarının olumlu bir noktaya götürdüğü, şimdiye kadar hiç olmadı; biz, gerçek anlamda politika yapmak zorundayız. Kuzininizin çevresindeki aşırı tinsel çabaları neredeyse belli bir tehlike saymaktan kendimi alamadığımı söylemeliyim!” “Ekselansları bana biraz ipucu verebilirler mi?” diye rica etti Ulrich. Kont Leinsdorf, Ulrich ’e baktı. Açmak istediği konunun kendisinden daha genç ve tecrübesiz olan bu insana biraz ağır gelip gelmeyeceğini düşündü. Ama ardından kararını verdi. “Peki, bakın,” diye başladı dikkatle “şimdi size, genç olmanız nedeniyle belki henüz bilmediğiniz bir şey söyleyeceğim; gerçek anlamda politika, insanın özellikle asıl istediğini yapmamasıdır; buna karşılık küçük dileklerini yerine getirerek insanları kazanabilirsiniz!” Ulrich, gururu okşanmışçasına gülümseyen Konta hayretle bakmaktaydı. “Öyle değil mi,” diye sürdürdü açıklamalarını Kont “şimdi söylediğim, gerçek anlamda politikanın düşüncenin gücünden değil, fakat pratik ihtiyaçlardan kaynaklanmak zorunda olduğuydu. Güzel düşünceleri elbette herkes gerçekleştirmek ister, bu kendiliğinden anlaşılır bir şey.


O halde insan, özellikle asıl yapmak istediğini yapmamalı! Bunu, daha önce Kant da söylemişti.” “Doğru!” dedi kendisine ders verilen, şaşkınlıkla. “Ama yine de insanın bir hedefi olmalı, öyle değil mi?” “Bir hedef mi? Bismarck, Prusya kralını büyük bir kral olarak görmek istiyordu: Buydu onun hedefi. Ama bunun için Avusturya ve Fransa ’yla savaşacağını ve Alman İmparatorluğu ’nu kuracağını başlangıçta bilmiyordu.” “Yani Ekselanslarının söylemek istedikleri, Avusturya ’yı büyük ve güçlü görmek istememiz, bunun dışında başka bir şey istemememiz gerektiği mi?” “Daha dört yıl zamanımız var. Bu süre içersinde her şey olabilir. Bir halkı ayağa kaldırabilirsiniz, ama daha sonra yürümek o halka düşer. Anlıyor musunuz beni? Ayağa kaldırmak, bunu yapmak zorundayız! Bir halkın ayakları ise onun yerleşik kurumlarıdır, partileridir, dernekleridir ve bunun gibi şeylerdir, yoksa sözü edilen şeyler değil!” “Ekselansları! Bu, her ne kadar kulağa tam olarak öyle gelmese de, gerçek anlamda demokratik bir düşünce!” “Evet, ama belki aynı zamanda da aristokratça bir düşünce, her ne kadar aynı sınıftan olduğum kişiler beni anlamıyorlarsa da. Yaşlı Hennenstein ile büyük toprak sahibi Türckheim, bana bütün bunların sonunda ortaya sadece berbat bir durumun çıkacağı karşılığını verdiler. O halde adımlarımızı dikkatli atalım. Küçük küçük adımlarla ilerleyelim, bize gelenlere iyi davranın.” Bu nedenle Ulrich, sonraki günlerde kimseyi geri çevirmedi. Örneğin bir adam, Ulrich ’e uzun uzun pul biriktirmekten söz etti. Bu uğraş, ilk olarak uluslararası bir bağlayıcılığa sahipti; ikinci olarak mülkiyete ve saygınlığa yönelik çabalar bağlamında doyum sağlıyordu, ve bu çabaların toplumun temelini oluşturduğu inkâr edilemezdi; üçüncü olarak bu uğraş yalnız bilgi değil, fakat neredeyse sanatsal denebilecek kararların verilmesini de gerektiriyordu. Ulrich, adama baktı, karşısındakinde bir hırpalanmışlık ve zavallılık ifadesi vardı; ama görünüşe bakılırsa adam, onun bakışındaki soruyu yakalamıştı, zira yanıt verirken pulların aynı zamanda çok değerli bir ticari meta olduğunu, bunun küçümsenmemesi gerektiğini, bu alanda milyonluk ciroların yapıldığını söyledi; büyük pul borsalarına bütün önemli ülkelerden tüccarlar ve koleksiyoncular gelmekteydiler.

İnsan, zengin olabilirdi. Ama kendisi bir idealistti; şu anda kimsenin ilgi duymadığı, çok özel bir koleksiyonu tamamlamak için çalışmaktaydı. Tek isteği, jübile yılında büyük bir pul sergisinin açılmasıydı, orada, kendi özel alanının ne olduğunu insanlara bildirme fırsatını yakalayacaktı! Ulrich ’e gelen bir başka adam da şunları anlattı: Yollardan geçerken –ayrıca bu işi elektrikli tramvayla giderken yapmak çok daha heyecan vericiydi–, yıllardır dükkân tabelalarındaki büyük Latin harflerinde kaçar kiriş bulunduğunu saymakta (örneğin A üç, M de dört kirişten oluşmaktaydı) ve bunların toplam sayısını harflerin sayısına bölmekteydi. O güne kadar ortalama sonuç, hep iki buçuk olarak aynı kalmıştı; ancak bu sonuç asla daha da bölünemez değildi ve her yeni caddeyle değişebilirdi: Böylece insan, hesaptan sapmalarda büyük kuşkuları, hesabın doğru çıkması halinde de büyük sevinçleri yaşardı, ve bu da tragedyaya atfedilen arındırıcı etkilere benzer bir şeydi. Buna karşılık yalnızca harfler sayıldığında, ki istediği takdirde Ulrich bunu kendisi de deneyip görebilirdi, üçe bölünebilirlik ancak büyük bir şans işiydi, bu yüzdendir ki çoğu tabela yazıları geride neredeyse bir tatminsizlik duygusu bırakırdı, ve insan bunu açıkça fark ederdi; kitlesel harflere, yani örneğin WEM ’de olduğu gibi, dört kirişlik harflere gelince, bunlar her koşulda insana özel bir mutluluk verirdi. Peki sonuç, diye sordu Ulrich ’in ziyaretçisi. Sonuç, yalnızca şuydu: Halk Sağlığı Bakanlığı, firma adlarında dört kirişlik harflerin seçilmesini destekleyen, buna karşılık O, S, I, C gibi tek kirişli harflerin kullanılmasını olanaklar ölçüsünde güçleştiren bir genelge yayınlamalıydı, çünkü bu sonuncular, verimsizlikleri yüzünden mutsuzluğa yol açıyorlardı! Ulrich karşısındaki insana baktı ve onunla arasındaki mesafeyi korudu; ama adam aslında bir akıl hastasıymış izlenimi uyandırmıyordu; seçkince bir çevreden gelme, otuzlarında, zeki ve sevimli görünüşlü bir insandı. Sakin bir ifadeyle açıklamalarını sürdürerek, kafadan hesap yapabilmenin bütün meslekler için varlığı kesinlikle gerekli bir yetenek olduğunu, eğitimi bir oyun biçiminde vermenin modern pedagojiye uygun düştüğünü, istatistik biliminin çoğu defa derin bağlamları, bu bağlamların açıklaması bulunmazdan çok önce görünür kıldığını, okumaya dayanan eğitimin verdiği büyük zararların bilindiğini, ve son olarak da kendi saptamalarının o güne kadar o saptamaları tekrar etmeye karar vermiş herkeste uyandırdığı büyük heyecanın durumu zaten yansıttığını söyledi. Halk Sağlığı Bakanlığı ’nın onun bu buluşunu sahiplenmesi sağlandığı takdirde, başka devletler de hemen aynı yolu izleyeceklerdi, ve böylece jübile yılı da insanlığın esenliğine dönüşebilecekti. Ulrich, böylelerine şunu öğütlüyordu: “Bir dernek kurun; bunun için önünüzde daha neredeyse dört yıllık bir zaman var, ve bunu başardığınız takdirde, Ekselansları hiç kuşkusuz sizin için bütün nüfuzunu kullanacaktır!” Ama çoğunun zaten bir derneği vardı, ve o zaman olay biraz farklılaşıyordu. Örneğin bir futbol derneği, yeniçağın bedensel kültürünün öneminin belgelenmesi amacıyla sağ açıkta oynayan oyuncusuna profesör unvanının verilmesinin iyi olacağı yolunda görüş bildirdiğinde, durum nispeten kolaydı; çünkü o zaman ne de olsa karşı tarafta bir destek verileceğine ilişkin bir umut yaratılabilirdi. Buna karşılık kendini üst düzey kalem memuru diye tanıtan, elli yaşlarındaki bir adamın ziyareti gibi durumlarda iş biraz daha güçleşiyordu; alnında çilecilere özgü bir hale taşıyan adam, “Öhl” adlı stenografi derneğinin kurucusu ve başkanı olduğunu açıklayan adam, büyük vatanseverlik eyleminin sekreterinin dikkatini “Öhl” adlı kısa yazı sistemine çekmek istediğini söylemişti. Öhl adlı kısa yazı sistemi, diye açıklamıştı, bir Avusturya buluşuydu, ve bu da sistemin yaygınlaşamamasının ve destek bulamamasının nedenini yeterince açıklıyordu. Adam, karşısındaki beyefendiye bir stenograf olup olmadığını sormuştu; karşısındaki buna olumsuz yanıt verince de ona bir kısa yazının tinsel ayrıcalıklarını anlatmaya başlamıştı. Bir defa zaman tasarrufu ve tinsel enerjinin tasarrufu vardı; beyefendi acaba bu gereksiz ayrıntılara, kesinlikten yoksunluklara, benzer bölük pörçük imgelerin kafa karıştırıcı tekrarlanışlarına, gerçekten bir şeyler anlatan, belirleyici yazı öğeleri ile, artık klişeleşmiş ve kişisel-rasgele öğelerin birbiriyle kaynaştırılmasına her gün ne kadar tinsel çabanın boşuna harcandığını biliyor muydu acaba? – Ulrich, şaşkınlıkla günlük yaşamda kullanılan zararsız yazıyı ölümcül bir nefretle yerin dibine batıran bir adamla tanışmıştı.

Tinsel çabanın tasarruf edilmesi açısından kısa yazı, acele bir tempoyla ilerleyen insanlık için yaşamsal bir konuydu. Ama ahlâk açısından da bu sorun, kısa ya da uzun vadede önem taşımaktaydı. Üst düzey kalem memurunun anlamsız ilmiklerinden ötürü acı bir ifadeyle uzun kulak yazısı diye adlandırdığı normal yazı, kesinlikten yoksunluğa, gelişigüzelliğe, israf tutkusuna ve zaman açısından değerbilmezliğe sürüklerken, kısa yazı insanı kesinlik, iradeyi bir noktada yoğunlaştırma ve erkekçe tutum alma konularında eğitmekteydi. Kısa yazı, gerekli olanı yapmayı, gereksiz olandan, amaca hizmet etmeyenden de kaçınmayı öğretiyordu. Acaba beyefendinin kanısına göre de bu noktada özellikle Avusturyalı için çok büyük önem taşıyan bir tutam pratik ahlâkın varlığından söz edilemez miydi? Öte yandan konu, estetik bakış açısından da ele alınabilirdi. Gereksiz ayrıntılara sapmayı çirkinlik saymak, haksız mı olurdu? En üst düzeydeki amaca uygunluk doğrultusunda şekillendirilmiş söylem, en büyük klasik yazarlarca da güzelliğin önemli bir öğesi sayılmamış mıydı? Fakat halk sağlığı açısından da –diye devam etmişti üst düzey kalem memuru– yazı masasının başında iki büklüm oturma süresinin kısaltılması olağanüstü önemliydi. Kısa yazı konusu ancak bu yörüngede ve Ulrich ’in şaşkınlığı içersinde başka bilimler açısından da tartışıldıktan sonradır ki, ziyaretçi karşısındakine Öhl sistemininin öteki bütün sistemlere göre sonsuz üstünlüğünü anlatmaya başlamıştı. Adam bu bağlamda Ulrich ’e, belirtilen bütün bakış açılarından sonra başkaca her kısa yazı sisteminin yalnızca kısa yazı düşüncesine karşı bir ihanet olacağını gösterdi. Ve daha sonra acılarının tarihçesini sergilemeye girişti. Eski ve daha güçlü sistemler, olası bütün parasal yararlarla ilinti kurmaya zaman bulmuşlardı. Ticaret okulları kuş karnı sistemini öğretmekteydiler ve her türlü değişikliğe karşı da direniyorlardı, tüccar sınıfı da –eylemsizlik yasası doğrultusunda– doğal olarak bu direnişe katılmaktaydı. Ticaret okullarının reklamlarından, herkesin görebileceği üzere, bir sürü para kazanan gazeteler, bütün reform önerilerine kapalıydılar. Peki ya Eğitim Bakanlığı? Onun durumu neredeyse acı bir alay gibi! – demişti Bay Öhl. Beş yıl önce, stenografi dersinin ortaokullarda zorunlu ders olarak konulmasına karar verildiğinde, Eğitim Bakanlığı tarafından seçilecek sisteme ilişkin bir anket düzenlenmişti, ve bu ankete doğal olarak ticaret okullarının, tüccarların, gazete muhabirleri ile içli dışlı olan parlamento stenograflarının temsilcileri katılmış, ama onların dışında kimse katılmamıştı! Bu durumda kuş karnı sisteminin kabul edileceği belliydi. Öhl Stenografi Derneği, halkın çok değerli bir varlığına karşı işlenen bu suç karşısında uyarıda bulunmuş ve durumu protesto etmişti! Ancak derneğin temsilcileri elbette bakanlığa sokulmayacaklardı bile! Ulrich, böyle durumları Ekselanslarına bildiriyordu.

“Öhl mü?” diye sormuştu Kont Leinsdorf. “Ve kendisi memur, öyle mi?” Ekselansları uzun süre burnunu ovuşturmuş, fakat bir karara varamamıştı. “Belki de amiri olan saray müşaviri ile bir konuşmanız iyi olur, hani adamda bir iş var mı diye…” dedi biraz sonra, ama ardından, yaratıcılığını kamçılayan bir keyif içersinde olduğundan, bu düşüncesinden vazgeçti. “Hayır, biliyor musunuz ne yapalım? Bir dosya açalım bu konuda; görüşlerini bildirsinler!” Ve karşısındakine bilgi vermeyi amaçlayan, mahrem bir şey de ekledi. “Böyle konularda işin içinde bir saçmalık olup olmadığı önceden bilinemez” dedi. “Ama size bir şey söyleyeyim mi, sayın Doktor, önemli bir şey de hep onu önemsediğinizde ortaya çıkar! Bunun örneğini yine gazetelerin peşinde koştuğu Dr. Arnheim ’da görmekteyim. Çünkü gazeteler başka şeylerle de ilgilenebilirlerdi. Ama şimdiki gibi yaptıklarında elbette Dr. Arnheim da önemli oluyor. Bay Öhl ’ün bir derneğinin olduğunu söylemiştiniz, değil mi? Ama bu, doğal olarak hiçbir şeyi kanıtlamaz. Fakat öte yandan da, hani hep söylendiği gibi, insan modern düşünmeli; ve çoğu kişi bir şeyden yana çıktığında, o şeyden bir şey çıkacağından da epeyce emin olunabilir!” 82 Clarisse, Bir Ulrich-Yılı Talep Eder Hiç kuşkusuz Ulrich ’in Clarisse ’yi ziyarete gitmesinin tek nedeni, Clarisse ’nin Kont Leinsdorf ’a yazmış olduğu mektuptan ötürü onun kafasının içini biraz düzeltmek istemesiydi; Clarisse ’nin son ziyareti sırasında bunu tamamen unutmuştu. Ama yolda giderken yine de aklına Walter ’in onu kesinlikle kıskandığı ve, öğrenir öğrenmez, bu ziyaretten ötürü duygularının kamçılanacağı geldi; fakat Walter ’in buna karşı yapabileceği bir şey yoktu, ve erkeklerin çoğunun içinde bulundukları bu durum, aslında gerçekten de komikti; erkekler, kıskanç oldukları takdirde, ancak iş saatleri sona erdikten sonra karılarına göz kulak olmaya zaman buluyorlardı. Ulrich ’in yola çıkmaya karar verdiği saat, Walter ’le evinde karşılaşmasını muhtemel kılmıyordu. Öğleden sonrasının çok erken bir saatiydi.

Ulrich, ziyaretini telefonla bildirmişti. Kar yüzeylerinin beyazı camlardan içeriye öylesine güçlü yansıyordu ki, pencerelerde sanki perde yokmuş gibi gözüküyordu. Her şeyi kuşatan bu acımasız ışıkta duran Clarisse, odanın ortasından gülümseyerek dostuna bakmaktaydı. İnce bedeninin yassı kavisinin pencereye yönelik kısmı güçlü renklerin parlaklığı içersindeydi, buna karşılık gölgeli kısım salt mavikahverengi bir sisti; alın, burun ve çene, keskinliğini rüzgârın ve karın sildiği bir karlı sırt gibi bu sisin içersinden yükselmekteydi. Clarisse, bir insandan çok yüksek dağların kışın bir hayaleti andıran yalnızlığında, buz ve ışıkla gerçekleşen bir karşılaşmayı çağrıştırıyordu. Ulrich, Clarisse ’nin bazı anlarda Walter üzerinde kaçınılmaz biçimde yaratmış olabileceği büyülü etkinin bir kısmını kavradı, ve dostuna karşı olan bölünmüş duygularının yerini kısa süre için hayatlarına belki de her şeye rağmen yabancı olduğu iki insanın birbirleri karşısında sergiledikleri görüntü aldı. “Kont Leinsdorf ’a yazdığın mektuptan Walter ’e söz ettin mi, bilmiyorum,” diye başladı Ulrich “ama buraya seninle yalnız konuşmak ve gelecekte böyle girişimlerde bulunmaman konusunda seni uyarmak için geldim.” Clarisse, iki sandalyeyi iterek yanyana getirdi ve onu oturmaya zorladı. “Bu konuda Walter ’le konuşma,” diye rica etti “ama bana neden karşı çıktığını söyle. Herhalde Nietzsche Yılı ’ndan söz ediyorsun, öyle değil mi? Peki şu senin kontun ne dedi bu konuda?” “Ne söylemiş olabileceğini sanıyorsun ki?! Bu konu ile Moosbrugger arasında kurduğun bağ, neredeyse delice bir şeydi. Ve Kont, mektubu zaten bu olmasaydı da fırlatıp atardı.” “Öyle mi?” Clarisse, büyük bir düş kırıklığına uğramıştı. Ardından: “Neyse ki bu konuda sen de biraz olsun söz sahibisin!” dedi. “Sana resmen deli olduğunu söylemiştim!” Clarisse gülümsedi ve bunu bir övgü olarak aldı. Elini dostunun koluna koyarak sordu: “Avusturya Yılı ’nı saçma buluyorsun, değil mi?” “Elbette!” “Ama bir Nietzsche Yılı, iyi bir şey olurdu; peki o zaman herhangi bir şeyi bizim kavramlarımız bağlamında da iyi olduğu için istemekten kaçınmanın gereği nedir?!” “Bir Nietzsche Yılı nasıl olmalı sence?” diye sordu Ulrich.

“O senin sorunun!” “Komiksin!” “Hiç de değil. Tinsel bağlamda ciddiye aldığın bir şeyi gerçekleştirmek sana neden komik geliyor, söyler misin?” “Memnuniyetle söylerim” diye karşılık verdi Ulrich ve kendini Clarisse ’nin elinden kurtardı. “Ayrıca Nietzsche olması şart değil, İsa ya da Buda da söz konusu olabilir.” “Ya da sen. Bir Ulrich Yılı düşünsene bir defa!” Clarisse bunu tıpkı daha önce ondan Moosbrugger ’i serbest bıraktırmasını istediği zamanki sakinliğiyle söylemişti. Ancak bu kez Ulrich ’in kafası dağınık değildi ve Clarisse ’nin söylediklerini dinlerken onun yüzüne bakıyordu. Karşısındaki yüzde yalnızca Clarisse ’nin o alışıldık gülümsemesi vardı; bu gülümseme aslında hep istemeden küçük, neşeli, bir zorlamayla, yüzün yukarıya doğru buruşturulması gibi ortaya çıkmaktaydı. “Neyse,” diye düşündü Ulrich “kötü niyetli değil.” Ama Clarisse yeniden ona yaklaştı. “Neden bir Senin-Yılın düzenlemiyorsun? Sanırım şimdi bunun için yeterince gücün vardır. Daha önce de söylediğim gibi, Walter ’e bundan ve Moosbrugger ’le ilgili mektuptan hiç söz etmemelisin. Seninle bu konuda konuştuğumu da asla söylememelisin! Ama inan bana, bu katil, müziğe yatkın bir insan; sadece beste yapamıyor. Her insanın bir gökkürenin odak noktasında durduğunu gözlemlediğin olmadı mı hiç? Yerinden ayrıldığında, küre de onunla birlikte gidiyor. Müziği de işte böyle yapmak gerekir; vicdanı hesaba katmadan, insanın altında bulunduğu gökküre kadar yalın!…” “Ve sence benim yılım olarak buna benzer bir şey düşünmeliyim, öyle mi?” “Hayır” diye yanıtladı Clarisse kesin bir ifadeyle. İnce dudakları bir şeyler söylemek istediyse de sustu ve gözlerden sessizce alev fışkırdı.

Böyle anlarda Clarisse ’den gelenin ne olduğu söylenemezdi. Sadece insanın kor halindeki bir şeye yaklaşması gibi, yakıcı bir şeydi. Şimdi ise Clarisse gülümsüyordu, fakat bu gülümseme, gözlerindeki ateş söndükten sonra geriye kalan kül gibi dudaklarında beneklenmişti. “Ama ben ancak böyle bir şey düşünebilirdim” diye yineledi Ulrich. “Yalnız korkarım sen benim bir darbe yapmam gerektiğini söylüyorsun!” Clarisse biraz düşündü. “Peki o halde diyelim ki bir Buda Yılı” dedi Ulrich ’in itirazına değinmeksizin. “Buda ’nın ne istemiş olduğunu bilmiyorum: Sadece tahmine dayanan bir bilgim var; ama böyle bir şeyi fazla düşünmeksizin benimseyelim, ve önemli bulunduğu takdirde gerçekleştirilsin de! Çünkü bir şey ya ona inanılmasını ya da inanılmamasını hak eder.” “Güzel, ama dikkat et şimdi: Nietzsche Yılı dedin. Peki Nietzsche ne istemişti aslında?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir