Sabrina Jeffries – Bir Prense Asik Oldum

Genç bir hanımefendi’nin vekili yüz kızartıcı hadiselerden uzak durmalıdır. Eğer ailesi de bu tür olaylara daha önceden dâhil olmuşsa, aile kendisini ithamlardan uzak tutmayı sağlayacak sağduyuya sahip olmalıdır. Bayan Cicely Tremaine, ideal Şaperon, Büyük Hanımlar için Davranış Biçimleri, Eşlik Biçimleri, Genç Hanımlar için ipuçları. Bulunduğu yerden hiçbir şey görülmüyordu. Marcus North, VI. Vikont Draker, oturduğu mermer banktan kalkıp geniş terası boydan boya geçerek, cam kapılara doğru yürüdü. Buradan görüş açısı çok daha iyiydi. Ama işin kötü tarafı, burada duramazdı. Biri onu görebilirdi. Fransız ajanları gibi sinsi sinsi dolaşırken enselenmek istemiyordu. “Tanrı aşkına, burada ne yapıyorsun?” diye bir ses geldi hemen arkasından. Marcus arkasını döndü ve üvey kardeşini, kasabada yeni inşa ettirdiği yazlık evinin bahçesinin merdivenlerinden çıkarken gördü. Kaşlarını çatmış ona bakıyordu. Iversley Kontu, Alexander Black, verandaya yöneldi. “Castlemaine’deki eve doğru saatler önce yola çıktığını düşünüyordum.


” “Çıkmıştım.” Marcus mermer banka doğru ilerledi ve üzerine bırakmış olduğu Maderia şarabı dolu kadehini aldı. “Ama daha Hertfordshire’a varmadan geri dönmeye karar verdim.” 3 “Neden?” Marcus şarabı kafasına dikmişti. “Her şeyin yolunda gittiğinden emin olmak için.” “Öyle olmadığını var sayalım. Ne yapacaksın, içeri dalıp işin icabına kendin mi bakacaksın?” “Olabilir.” Marcus, şimdi geniş cam kapılardan Iversley’in balo salonuna bakıyordu. Misafirler odaya doluşuyordu, tam ortalarında ise Marcus’un üvey kız kardeşi vardı. Marcus nefesini tuttu. Kıymetli Louisa’sının tek görebildiği yeri başıydı. Son günlerde hayli moda olan deve kuşu tüyleri ile bezenmiş ve özenle taranmış saçlarıyla kız çok güzel görünüyordu. Ne yazık ki çok da olgun. İri gözleri ve siyah saçlarıyla, annesinin bir kopyası gibiydi ve bu pekiyi bir şey değildi aslında. Marcus kadehindeki içkiden bir yudum daha aldı.

Iversley ve karısı genç bir kızı topluma tanıtmak konusunda ne bilirlerdi ki. Hele tarafından dışlanmış ve adı iğrenç dedikodulara karışmış bir ağabeyi olan kızı. Bakışlarını kapılardan güçlükle alabilmişti. “Louisa’nın kabinedeki sunumu nasıldı?” “Çok iyiydi. Katherine’e göre her genç kızın en büyük korkusu olan kıyafet seçimi konusunda bile sorun yaşamadı.” Marcus, kalabalığın arasından kardeşinin dekoltesini gördüğünde, onun kasabaya gelmesine izin verdiği güne lanet okudu. Kız bu kıyafetle on dokuz yaşında bir genç kıza değil, yirmi beş yaşında evli bir kadına benziyordu. “Kadınları olduğundan büyük gösteren giysilerden nefret ediyorum.” “Bugünlerde kadınlar gece giysilerinin açıklıkları konusunda oldukça cüretkâr davranıyor. Onlarla kıyaslandığında Louisa’nın oldukça tutucu davrandığı bile söylenebilir,” dedi tanıdık bir ses. “Lanet olsun, sen burada ne arıyorsun?” diye sordu Marcus, Gavin Byrne’e. Gavin Marcus’un diğer üvey erkek kardeşiydi. İlerledi ve kendine bir kadeh şampanya aldı. “O benim kız kardeşim, senin değil.” Byrne omuzlarını silkti.

“Louisa’nın sosyeteye tanıştırılma işi, Kraliyet Piçlerinin Kardeşliği’ni kurduğumuz gün hepimizi ilgilendiren bir konu oldu. Elimden hiçbir şey gelmese de, en azından katıldığı ilk baloya gelmem gerekir diye düşündüm…” Marcus’a küçümser gibi baktı, “…kendi ağabeyi katılmayı reddettiği için.” “Lanet olsun, yapamam, bunu biliyorsun bu her şeyi mahveder. ” “O zaman Tanrı aşkına buralarda sinsi sinsi dolaşmayı kes. Ya pimpirikli bir öküz gibi davranmayı bırakıp içeri gir ya da evine git ve buradaki işleri Iversley ve bana bırak.” Marcus gülümsedi ama öfkelendiği belliydi. “Iversley’e, güvenirim ama sana…” “Hadi beyler, bu akşam hepimiz biraz gerginiz. Ama en kötü kısmı atlattık, endişelenmemiz için bir neden kalmadı.” Iversley çok biliyordu. Konu kız kardeşi ise Marcus her zaman endişelenecek bir şey bulurdu. Marcus camdan içeri doğru baktığında, kız kardeşinin tanıştırılmakta olduğu iblise utangaç bir biçimde gülümsediğini gördü. “Kim bu namussuz?” 4 “Sakin ol,” dedi Iversley. “Bana güven, oldukça saygın ve uygun biri. Simon Tremaine, Foxbilmem ne dükü.” “Foxmoor?” Marcus bunu adeta hırlayarak söylemişti.

“Katherine onu bu dükle mi tanıştırıyor.” “Nesi var? Genç, zengin ve bekâr bir adam…” “O adam, prensçiğin yakın arkadaşı.” diyerek araya girdi Byrne. Marcus’un yanına gelerek izlemeye koyuldu. “Ne kadar ilginç değil mi?” Iversley gözlerini kırpıştırdı. “Üzgünüm, bilmiyorduk, ikimiz de bu tür dedikodulara pek kulak asmadığımız için bilemezdik.” Byrne, Marcus’a baktı. “Başka şeyler yapmakla o kadar meşguller ki?” “O dediğin şeylerle meşgul değildik,” diye homurdandı Iversley. “Katherine’in daha iki ay önce anne olduğunu hatırlatırım.” “Ah, evli bir adamın hayatı.” dedi Byrne kendini beğenmiş bir tavırla. “Bekâr bir adam’ın en kötü gününü yeğ tutarım, ne dersin Draker?” “Kesinlikle” Ama Marcus içten içe Iversley’in sevimli karısı ve küçük bebeği ile kurduğu hayata imreniyordu. Sahip olduğu bütün mal varlığını böyle bir mutluluk için feda etmeye razıydı. Ama bunu asla yapamazdı. Bunu artık kabul etmeliydi.

Foxmoor’un Louisa’yı dans pistine doğru götürdüğünü görünce, gözleri kısıldı. “Prensçiğimiz bugün sarayda mıydı?” Iversley tiksindiğini belli eden bir ses çıkardı. “Orada olduğunu duydum. Ama her nedense lanet olasıca babamızı göremedim.” “Daha önce onunla hiç tanışmadın, değil mi?” diye sordu Byrne, Iversley’e. “Hayır. Aslında tanışsam da bir şeyin değişeceğini sanmıyorum. Benim gayri meşru çocuğu olduğumu bile düşündüğünü sanmıyorum. Sen?” “O’nu daha önce bir kez tiyatroda gördüm, o zaman ufak bir çocuktum. Annem onu bana sahne arkasından göstermişti.” diyerek omuzlarını silkti Byrne. “Beni fark edebilmesi için annem çabalarını hiçbir zaman esirgemedi, tabii bunu gizlice yaptı. Elbette Prens sıradan İrlandalı bir aktristen çocuk sahibi olduğunu kabul etmektense ölmeyi tercih ederdi. Yoksa o lanet arkadaşları ne düşünürdü?” Marcus’a doğru bir bakış fırlattı. “O sadece gerçek beyefendilerin saygın karılarından peydahladığı çocukları kabul eder, tıpkı Marcus’u ettiği gibi.

” “Güven bana,” dedi Marcus, sesi fısıltı halindeydi. “Prensin hayatında olması hayatta isteyeceğin en son şeydir. Bunca yıl boyunca Louisa’yı ondan ne için uzak tuttum sanıyorsun?” Iversley şaşırmıştı. “Louisa da mı Prens’in çocuğu?” Sen sadece kendinin onun çocuğu olduğunu söylemiştin, şayet o da bizim üvey kardeşimizse.” Marcus öfkeyle gürledi “Sadece benim. Louisa Prens’in evlendiği yıl doğdu, annem ve Prens o yıl birbirlerini hiç görmediler. Louisa, vikontun kızı olmasına rağmen, Prens kıza birden ciddi bir ilgi duymaya başladı. O iblis geçen ay ‘Louisa’nın geleceğini konuşmak’ için bir toplantı 5 yapmak istediğini belirten bir davetiye gönderdi. Haberciyi davetiyeyle birlikte gerisin geriye gönderdim.” Byrne’ın tek kaşı havaya kalkmıştı. “Prens bizim bilmediğimiz bir şey biliyor olmalı. Yoksa kabullenmek zorunda olmadığı hiçbir gayri meşru çocuğu üstünde hak iddia etmez.” “Louisa onun değil,” diye gürledi Marcus. “Louisa’nın doğduğu yıl belki de prensin evimize uğramadığı tek yıldı. Bunun yanında Louisa’nın ona ait olduğunu düşünseydi, onun vasiliği için benimle çok daha önceden savaşa tutuşurdu.

Tıpkı birkaç yıl önce Minney denen şu kızda yaptığı gibi. Kont Louisa’yı kendi kızı olarak kabul etti, toplum onu vikontun kızı olarak biliyor, sizin ağzınızdan bunun aksini iddia eden bir şeyi duymak istemiyorum.” “Ama Louisa senin prensin oğlu olduğunu biliyor olmalı.” “Biliyorsa bile bundan hiç bahsetmedi. Sizin de ortada hiçbir neden yokken, Louisa’nın kafasını, babasının kim olduğuna dair şüpheye düşürecek soru işaretleriyle doldurmanızı istemiyorum. O yüzden lanet çenelerinizi kapalı tutun, anladınız mı?” “Peki,” diye mırıldandı Byrne. “Bu konuda neden hassas davrandığını anlayabilmiş değilim. Prens’in gayri meşru çocuğu olduğunu bilmenin ona bu kadar zarar vereceğini düşünmüyorum. Onun gayri meşru çocuğu olduğunu öğrenenler bununla başa çıkmayı bildiler ve onun işbirliğinden faydalandılar. Şayet herkesin gözü önünde ona kafa tutmayıp anneni Castlemaine’den kovmasaydın, bunu sen de başarabilirdin.” Bu yaptığı ona pahalıya patlamıştı, onun toplumun gözünde küçük düşmesine neden olmuştu. Annesinin intikamı daha da korkunç olmuştu, onun arkadaşlarına söylediği yalanlar yüzünden adı sonsuza kadar lekelenmişti. Bunların hepsi o lanet olası şehvet düşkünü prens yüzünden olmuştu. “Prens yaptığım her şeyi hak etti.” Draker’in içindeki öfke kazanı kaynamaya başlamıştı.

“Annem de öyle. Babamın ölümünün üzerinden bir hafta geçmeden kendilerini birbirlerinin kollarına atıverdiler. “Ne olmuş yani?” Byrne’in kadehi boşalmıştı. “Vikont buna hiçbir zaman itiraz etmedi. Sen neden edesin ki? O öldü, tanrı aşkına, hatta o adam senin baban bile değildi.” “Ama bana babam gibi davrandı. Bana bunca yıl babalık eden birisine az da olsa saygı göstermeleri gerekiyordu.” Byrne iç geçirdi. “Karısının kendisini boynuzlamasına izin verdi.” “Ağzından çıkan laflara dikkat et,” diyerek patladı Marcus. “Zorla evlendirilen bir kocaysan, yatakta karına eşlik etmen gerekmez.” Byrne’in mavi gözleri buz gibiydi. “Bana bak, seni kendini beğenmiş…” “Bu kadar yeter, her ikinize de söylüyorum.” dedi Iversley camdan içeriye bakarken. “Şu an için düşünmemiz gereken tek şey Louisa.

Sizce Foxmoor’u ondan uzaklaştırmalı mıyız?” “İyi olur. Bundan sonraki gideceğimiz yerlere davet edilmemeli.” “Ona engel olamazsınız, Prens’e de öyle. Bir şekilde ona yakınlaşmanın yolunu bulacaklardır.” Marcus boş kadehinin dibinde mücevher gibi parıldayan damlalara bakmaktaydı. 6 “Evet, olabilirim,” dedi Iversley. “Ona zarar verebileceğini düşündüğüm kimsenin onun yanına yaklaşmasına izin vermem. Louisa, ilk defa toplum içine çıkacağı güne hazırlanmak için buraya gidip geldiği aylar içerisinde, Katherine ve ben kıza çok alıştık ve onu sevdik. Onun Prens’in entrikalarına kapılmasını istemeyiz.” “İkiniz de büyük ihtimalle boşuna endişeleniyorsunuz” Byrne şarabını kafasına dikti. “Foxmoor’un onunla dans etmesi, Prens’in kıza kafayı taktığı anlamına gelmez. Her şeyden önce o çok güzel bir kız.” “Bu doğru, ama ne yazık ki beni sinir etmeye yetiyor.” Belki de yıllardan beri ilk defa, Marcus iğrenç dedikodulara kulak asmadan, nefretle bakan gözlere aldırmadan, toplum içine karışabilmeyi diliyordu. Daha büyük, daha iğrenç dedikodulara neden olan, yüzündeki yarayı gizleyen sakallarını kesebilmeyi istiyordu.

Kendisi hakkında ne dedikleri umurunda değildi ama Louisa… Ona eşlik ederek onu lekeleyemezdi. Ne kadar istese de, kızdan Castlemaine’de onunla birlikte kalmasını da talep edemezdi. Louisa daha iyisini hak ediyordu. Iversley’in ve tabii ki karısının sözüne bakılırsa, bunu elde etmesinin tek yolu kızın onlarda kaldığı süre içerisinde, o partiden bu baloya, bu balodan şu suareye gitmesiydi. Onsuz. Marcus tekrar camdan içeri bakmaya koyuldu. “Umarım, sen ve Katherine, Louisa için yaptıklarınızı takdir ettiğimi biliyorsunuzdur.” “Senin bizim için yaptıklarından sonra en azından izin ver bunu yapalım, Marcus.” Iversley bunu söylerken sesinden duygulandığı belli oluyordu. “Ben hiçbir şey yapmadım,” diye geçiştirdi Marcus, kendisine teşekkür edilmesine alışık değildi. Hele kendisine teşekkür eden arkadaşlara kardeşlere hiç. Iversley boğazını temizlemeden önce kısa süreli, rahatsız edici bir sessizlik yaşandı. “Ben misafirlerimle ilgilenmeye dönsem iyi olacak sanırım. Siz ikiniz koca geceyi burada dikilerek geçirmeyi mi planlıyorsunuz?” “Marcus, Louisa kendisinin hoşlanmadığı birisiyle dans edecek olursa homurdanabilsin diye mi?” diye yanıt verdi Byrne. “Kesinlikle buna katlanamam.

Biz Mavi Kuğu’ya gidiyoruz.” Marcus, Byrne’e sert bir bakış fırlattı. “Senin pis kumarhanendeki ayyaşların sakalımla, geçmişimle ilgili dedikodular yaparken oturabileceğimi hiç sanmıyorum.” “Byrne’in mekânına pis dediğine göre, demek oraya daha önce hiç gitmemişsin.” diye araya girdi Iversley. “Özel müşterileri için özel odaları bulunduğundan eminim.” “Ayrıca hiçbir kaçakçının bulamayacağı en iyi kalite Fransız brendisinin de bende bulunduğunu hatırlatmadan geçemeyeceğim,” dedi Byrne. “Hadi koca oğlan. Bu lanet balonun sona ermesine daha saatler var, balonun sonuna kadar burada pusuya yatıp kıçının donmasını istemeyiz.” Marcus bunu kabullenmekten nefret etse de, Byrne haklıydı. “Eve gitmeyi düşünüyordum aslında.” Ama Castlemaine’e dönüp Louisa’nın yokluğunun yarattığı boşlukla yüzleşmeye hazır değildi. “Gerçekten özel odaların var mı?” 7 “Elbette var.” Byrne’in yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi. “Eğer arzu edersen, bize eşlik etmeleri için hanım arkadaşlar da çağırabilirim.

Hatta hepsinin parasını kendim ödeyeceğim söz veriyorum.” Marcus bu gece gerçekten acı çekiyordu. Aslında hiçbir zaman kendisine bir metres tutmamıştı, ara sıra fahişelerle beraber olmayı tercih ediyordu, ama bu gece vicdanını dinlemek için uygun bir gece değildi. Gün ışığında dönerse, Castlemaine’de daha az yalnızlık duyacağından emindi. “Hadi Draker, onunla git.” diye üsteledi Iversley. “Biz kardeşler birbirimize daha yakın olmalıyız.” Kardeşler. Marcus’un göğsünde hissettiği ağırlık artmıştı. “Tamam, geliyorum.” “Mükemmel,” Byrne, Maderia şişesini kaptı ve Marcus’un kadehini doldurduktan sonra şişeyi Iversley’in eline tutuşturarak kadehini kaldırdı. “Kraliyet Piçlerinin Kardeşliği’ne.” Hep birlikte bu sözü tekrarlayarak kadehlerini kaldırdılar. Iversley şişeyi kafasına dikmişti. Sonra Marcus bir kez daha kadehini kaldırdı.

“Ve asil babamıza. Cehennemde çürür umarım.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir