Sadık Yalsızuçanlar – Hiç

Fatih camiinden düşen ezanla uyandı Hattat. Pazardı. Dün kurulan semt pazarının artıklarını topluyordu çöpçüler. Pencereyi açtı. Yıkanma zamanı gelmiş olan perdenin biri havalandı. İçeri çürük meyve sebze geceden kalma pis bir insan bayat balık deniz ve lağım kokusu doldu. Geceleri serinliyordu hava. Yüzüne soğuk bi yel vurdu. Esnedi. Dağınık eşyalar arasından geçerek banyoya gitti. Lavabo pisti. Suyu akıttı bir süre. Aynaya baktı. Pas lekelerinin arasından traşsız, yorgun çehresini gördü. Yüzüne suyu birkaç kez çarptı.


Ayaklarını yıkamak için biçimsiz, yüksek lavaboya güçlükle kaldırdı. Nemli, ter kokulu el havlusunu aldı, salona döndü. Evi balkonsuz, bitişik düzen eski Fatih kagirlerinden birinin üçüncü katında, bir oda bir salon ve içinde iki kişinin güçlükle durabildiği kilerden ibaretti. Salonda geçiriyordu gününü. Kamışlar kalemler divitler kamışların ucunu kestiği incelttiği keskiler yarım jiletler küçük çakılar maktalar kayısı erik veya şeftali ağaçlarının reçinesine is katıp sulandırarak elde ettiği yazı maddesinin bulunduğu nun harfine benzeyen bakır çanak çini mürekkep kırmızı ve mavi mürekkep şişeleri kopya kağıtları meşk için kullandığı beyaz renkli kartonlar çay ile renklendirdiği çizim kağıtları eski hattatların çizimlerinden kopyalar hat kolleksiyonları albümler çeşitli romanlar şiir kitapları hat tarihine ilişkin birkaç kitap şeyh hamdullah ve özyazıcı’nın simetrik hiç hatları çeşitli istifli rik’a hiçleri esed’in tefsirli meali sahih-i buhari’den yaptığı çevirinin birinci cildi haydar dümen’in cinsel sorunlarımız’ın genişletilmiş yirmisekizinci basımı mehmed kırkıncı’nın kader nedir’i sarı gülü koyduğu ortasından kesilmiş bir litrelik pınar şaşal şişesi içindeki kirli su üzeri muşamba kaplı katlanabilir masa poğaça kırıntıları kanepenin yanında sürekli çay demlediği küçük tüp yanında yerde birkaç damla çay artığı bulunan su bardakları öğrenciliğinden kalma alüminyum çaydanlık birkaçı yere saçılmış küp şeker kutusu, radikal gazetesinin spor eki kadirli’nin azaplı köyünde yaşayan annesinin ördüğü eprimiş altı delik patikler kokusu odaya sinmiş olan dolu mika küllük boş dolu sigara paketleri kibrit kutuları beypazarı maden suyu şişesi sigara dumanından sararmış duvarda divani yazıyla istifli edeb ya hu ve rik’ayla yazılmış besmele kopyaları miro’dan kurbağa yavrularına benzeyen iki tıpkıbasım bir hafta öncesinde kalmış diyanet takvimi antep işi fildişi süslemeli aynalı kandil rafı karşıda duvara yaslanmış eski yemek masası üzerinde naylon sürahi su bardağı birkaçı kullanılmış vermidon tablet, kağıt peçeteler toshiba marka küçük, kapağı kırık teyp yanında erkan oğur’un anadolu beşik albümü yanında ekranı tozdan ağarmış siemens marka otuzyedi ekran televizyon üzerinde iki alüminyum çanaklı küçük portatif anten,birkaç sandalye saldalyede tek kişilik başyastığı kenarında dantel işlemesi üzerinde salya kiri alelacele katlanmış cami desenli seccade yerde keçi kılından yörük kilimi ayakkabılıktan sızmış kurumuş çamur parçaları saç kılları toz toprak makta ve bütün bunlara ayrı ayrı sinmiş yalnızlık…Havluyu bıraktı sandalyeye, pencereyi kapadı, sıvanmış kollarını düzeltti, seccadeyi serdi, namaza durdu. Sünneti kıldıktan sonra çaydanlığı doldurup tüpü ateşledi. Farzdan sonra kanepeye oturdu, ism-i azamı mırıldanmaya başladı. Yacemiluyaallah 3 Hiç – Sadık Yalsızuçanlar Yakebiruyaallah Yağaniyyuyaallah.derken bir ritim tutturdu, sallanmaya başladı, her ismi iki kez okudu sonra üç dört beş…kez tekrar etti, ettikçe ettiği ismin harflerinin çözüldüğünü hissetti…çözülen harfler dağılıyor, boşluğa savruluyordu, savrulduğu boşlukta yeniden birbirini bularak yeni sözcüklere dönüşüyor yeni duygular keşfediyor isimle varolan değişen büyüyen kırılan küçülen dağılan yeniden yapılan nesnelerin üzerindeki örtü havalanıyor örtüsü kalkan nesnenin içgüzelliği beliriyordu. Söyledikçe ve harfleri savurdukça boşlukta olduğunu farketti. Duvardaki Şeyh Hamdullah hiç’ine baktı. Güzel he ile ye’nin bitişmesini gördü. Çe sonda gereksiz gibiydi.hii diye okudu. Sonra ç dedi ç.

Çe demedi, kapalı e’yi söylemeden, sadece ç, e veya i’siz, iyeliği olmaksızın, ç diye sondaki sesliyi yuttu. Yutunca biten hiç başlamayan bir şey oldu. Boşluk gibi bir şey. Yokluk gibi. Olmayan, olmamış olan gibi. Yokluğun varlığın öteki yüzü olduğunu düşünürdü hiç yazmayı her düşündüğünde. Varlığın içyüzü. Varlığın içi dışa çevrilince yok oluyordu. Varolan birşeydi yokluk. Varlığı boşluklayan bir şey. Amaaan diyerek kalktı. Başı ağrıyordu. Çay demledi, iki hap içti. Paketi aldı açtı boştu attı sehpanın üzerine, ötekini aldı, sigara çıkardı, kibritte aynı sorunu yaşamadı, çakınca ateş…altı mavi üstü sarı ortada yanan çubuğun kararıp kuruması, yandıkça biten bittikçe boşluğa düşen bir şey. Biri bitti.

Parmağı yandı, emdi parmağını, üfürdü üfürdü. Gidip suya tuttu. Suda kaldı bir süre. Su gibi akıcı şeyde. Dışarda dünya ışıyordu ağır ağır…yavaş yavaş…giderek…zaman içinde…zamanla birlikte…zaman altında…ona bağlı olarak…zamanın içinde…dışında olmayan…olmayan yani…Geldi yeniden yaktı kibriti, sigarasının ucunu yaklaştırdı, kibritin dumanı bitince yaklaştırdı, çekti, çekince sigara parladı, küçük, zayıf bir alev, bir daha, yandı ucundan dumana dönüştü ağzından burnundan çıktı, çıkınca biçim değiştirdi, parmağı yanıyordu, tekrar suya tuttu…Su akıyor, kibrit yanıyor, hava ışıyor, şehrin sesleri artıyordu. Su kaynayınca demledi. En çok demlikteki çay artığını dökmeyi, demliği temizlemeyi sevmiyordu. Yere döküyor silmek zorunda kalıyor, çöp bidonu olmadığından mutfak kapısının koluna astığı naylon poşete döküyor, yırtık poşetten yere çay artığı sızıyor, sızarken çöpün kokusunu da sızdırıyordu. Perdeyi açtı, gün ışımıştı. Simit, poğaça satıcıları, esnaf, çöpçüler, kamyonet homurtuları, kamyon gürültüleri, ekmek süt dağıtıcıları, kumruların tekdüze ötüşleri, kepenk sesleri…Şehrin sesleri çoğalıyordu. Çoğaldıkça karışıyor, uğultuya dönüşüyordu. Kanepeye döndü. Çayı döktü bardağa. Üzerinde taneler. Haşlanmış gibiydi.

Bir sigara daha yaktı. Başındaki ağrı hafiflemişti. Yeni gün başlıyordu. Birazdan uyumak üzere yatağa dönecekti. Şehir uyanınca Hattat uyuyordu. Hattat uyuyunca rüyalar uyanıyordu. Öğleye kadar uyuyacaktı. Birkaç kez uyanacak, gürültünün uyumasına izin vermediğinde kalkacaktı. Kalktı. Yerden maktayı aldı. Kalem yuvasına baktı uzun uzun. Ayrı bir nesne olarak kalemin ucundan kesildiği yuva. Kalem evi. Onun da evi olduğuna göre yersiz yurtsuz bir nesne var mıydı? Mekanı olan her nesne gibi kalemin de zamanı var. Zamansallığı aşmak üzere hokkaya, nun harfine dalıyor oradan aldığı mürekkeple yine ayrı bir nesne olan kağıda yokluktan harfler düşürüyor.

Harfler varolurken kendisi ve kağıt yok oluyor. Kalemle harf varlığın iki yüzü. İçi ve dışı. Kalem, mürekkep ve kağıt dış harfler iç. Varlığın özünü taşıyor kağıda. Bıraktı maktayı masaya. Makta…kesilen yer…kesilen biten yer. Burada kesiliyorsa biryerlerde başlıyordu kalem. Kalem kesilmeden başlayan bir şey değildi. Maktayı biryerlerden hatırlıyordu, maktayı matlayı. Beyitle ilgili bir şey. Evle. Divan dersleri almıştı bir dönem okulda. Sahi okulu vardı bir zamanlar. Beyazıt meydanına bakan görkemli bir kapısı.

Beyazıt camiine, meydana, Hiç – Sadık Yalsızuçanlar 4 meydandaki çınara, çınarın yanından girilen sahhaflar çarşısına bakan. İki yanında polis bekleyen. Uzun saçlı, blucinli ve başı örtülüleri içeri almayan. İtiraz edenleri coplayan bir okulu vardı. Portalinde arapça yazılar yazardı. Fetihle İstanbul’la ilgili şeyler. Ne olduğunu girip çıkanların anlamadan mezun olduğu. Olup bitenlere anlam veremeden geçip gidildiği. Kapıdan girilirken polisin girilince rektörün ardından dekanın ardından bölüm başkanının nöbet tuttuğu. Bir komiserliğe bağlı. Hayatta en hakiki mürşidin ilim olduğu. Hakiki’nin nemli bunaltıcı yaz sıcaklarında buharlaştığı. Mürşid’in nemli kış soğuklarında donduğu. İlim’in şiddetli güz lodoslarında yitip gittiği. Rektör bey derhal Çin’e gidip ilim alınız geliniz.

Emredersiniz paşam. Bu delikanlıların böyle şallap şullap girip çıkmalarına oturup kalkmalarına öyle yırtık pırtık giyinmelerine hocalarına öyle hürmetsiz edepsiz cevap vermelerine ellerinde pankart asayişi bozmalarına ilmin birinci şartı olan itaati terkedip her tatbikatı protesto sadedinde kazan kaldırmalarına asla müsaade etmeyiniz. Kolluk kuvvetleri ne güne duruyor. Bu güzide ilim yuvasında huzuru bozanların derhal kellesi koparıla. Emredersiniz sultanım. Bakınız rektör efendi biz sizi oraya mukaddes öğrenim hakkını muhafaza etmeniz ve talebeleri devlete yararlı ve itaatkar kişiler haline getirmeniz için tayin ettik. Vazifenizi biliniz ki talebeler de hadlerini bilsinler. Emredersiniz efendim. Ha şöyle herkes haddini bilmeli efendim. İçeride bindolarlar verildiğinde verenin çıkarı doğrultusunda mütalaalar yazan hukuk profesörlerinin olduğu bir okulu. En çok çevre hukukunu severdi. En az onda kafası şişerdi. En çok medeni hukuku sevmezdi. Medeni olanla başı hoş değildi. Kütüphanesi yıkılan, kitapları çöplüğe atılan bir okulu vardı.

Kendini tabur komutanı gibi gören bir rektörü, bölük başçavuşu olarak düşünen bir dekanı vardı okulunun. Bölümde okula gitmesine, sınavlara, derslere girmesine neden olan birkaç hoca da vardı. İyi ki vardılar. Biri, sokak kedilerine her gün ciğerler, dalaklar getirir, kapı önünde, naylon kaplarda onlara paylaştırır, kolları sıvalı, elleri kanlı koridorda dolaşırdı. Bir başkası, yoksul öğrencilere harçlık verir, herkesin hukukunu gözetir, alanıyla ilgili yeni yayınları izler, birkaç dil bilir, yaratıcı zekaya sahip, üretken ve onurlu bir adam. Onun da kedilerle, sokak köpekleriyle başı hoştu, o da mutad yiyecek getirirdi onlara. Bir keresinde rektörlükten bir uyarı yazısı gelmiş, ‘bahse konu olan kedi, köpek vesair sokak hayvanlarının ve onlara sunulan çeşitli tegaddi nesnelerinin bölümü ve bilhassa bölüm girişini kirlettiği, buna sebebiyet verenler hakkında soruşturma açılacağı’ belirtilmişti. Hoca, bunun üzerine, özel kalem müdürünü aramış ve ‘rektörünüze söyleyin bölüm girişindeki kedi ve köpekler başörtülü değil’ demişti. Altı yılda bitirmişti hukuğu. Bitirmişti ya staj bile yapmamış, hukukla ilgili kitap ve notlarını mezun olduğunun ertesi kışında sobada yakmıştı. İşe yaramıştı sonunda kitaplar. Özel hukukla ilgili olanları özellikle kazancı yayınevininkiler gecenin en soğuk anlarında ısıtmıştı sigara küf yalnızlık kokan odasını. Hamamböcekleri de özel hukuk kitaplarını çok sevmişti. Poğaça kırıntılarıyla özel hukuk doktora tezleri hamamböceklerince çok sevilirdi. Hattat, dersliklerde de rastlıyordu böceklere.

Böcek kelimesini, borçlar hukuku dersinde kitaplarıyla yetinmeyip onlardan çıkardığı not teksirlerini dağıtan hocası beşir beyin mastürbasyonla ilgili geyiğini dinlerken teksirin ilk sayfasına iris celi hattıyla yazmış ve böcek biçiminde istiflemişti. Beşir beye benzemişti yazı. Böcek bey diye fısıldadı. Sesi, hocanın yorgun ama ihtiraslı sesine karıştı. Kondom kullanmanın mahzurlarını anlatıyordu borçlar hukukunda. Eldivenle mastürbasyon yapmak gibidir prezervatif kullanmak, demişti hoca. Bu kez bilinç ve iradeden çok zaaf ve incelikle yazılan talik hatla bir prezervatif yazdı kağıda. Böcek. Be ile ce’nin arasına zarif bir vav çizdi, kef’le bitirdi. Kef’in kuyruğunu Hiç – Sadık Yalsızuçanlar 5 yukarı uzattı kıvırarak. Kuyruklu böcek. Prezervatife benzedi böcek bu kez. Prezervatif bey diye fısıldadı. Sesi biraz yüksek çıkmış olmalı ki yanındaki çiçek yanığı suratlı arkadaşı baktı. Bence de diye ünledi.

Lebdeğmez söyleyen ozanları düşündü. Be patlak ünsüz müydü? Hem ünü yok hem patlak. Patlak prezetvatifle ilgili temel fıkrasını anlatıyordu hoca şimdi borçlar hukukunda. Hocam bizi kendinize çok borçlandırdınız. Bunu nasıl ödeyeceğiz size prezervatif bey? Talik yazıyla. Talik yazısı bir uyum hattıdır. Ötekine uyan devlete uyan girdiği yere uyan birbirine uyan yönetime uyanların hattı. Hattat’ın talik biçimleriyle dışavurmak istediği, çizgilerin orantı ve uyumudur. Çizgilerin müziği…Efendim musikide olduğu gibi talik hattında da çizgiler, güzellik ve uyumla çıkan sonsuz seslerin birleşimidir. Birleşmeden önce diyordu hoca mutlaka hangi prezervatifin uygun olacağı ehlince belirlenmelidir. Ama bana sorarsanız…Sana sormuyoruz hocam dedi. Bu kez sesi biraz fazla çıkmıştı, hoca duymamıştı ama hayli duyan olmuştu. Gülüşmeler olunca hoca kürsüye vurdu. Vurunca sessizlik oldu. Hoca, şimdi ilk istikrazla beraber alacaklının…diye konuya girdi.

Girince zili bekledi. Beklerken boşluk oldu. Boşluklar sıklaşmıştı. Sıkı boşluk varlığın özüne doğru bir yol açıyordu Hattat’ta. Oradan varlığın yüreğine sızıyor sızdıkça göğsündeki sızı derinleşiyordu. Boşlukta hem kimsesizlik hem hiçlik. Hiçlikte kimse olmadığından kimsesizlik de yoktur. Bu yüzden zili bekliyor ve çıkıyordu. Okulun en çok çıkışını severdi, çıkış kapısını. Hem ucuz giysi ve kitap bulabildiği bir pazar kuruluyordu hem de çınaraltında taze çay içip insanları seyredebiliyordu. İnsanları hatta bulaşmasının sekizinci yılında artık harf gibi görüyordu. Şu çizgili gravatlı, koyu vişneçürüğü takımelbiseli genç adam sessiz harflere ulanan elif’e, şu beli bükülmüş ya eşini yitirmiş yalnız veya evinde durdurmayan bi sıkıntıyı yaşayan yaşlı adam dal’a, şu kafasında tilkiler dolaşan, ucuz antika avına çıkmış, üstten kesilmiş ince bıyıklı, sağ yanağında iri et benli, öğretmen emeklisi adam re’ye, az önce getirdiği çay fincanının boşalmasını bekleyen güneydoğulu delikanlı noktalarını yitirmiş şın’a, camiin kuzey kapısında bağdaş kurmuş oturan bu şişman, ortayaşlı kadın ayn’a, yaslanmış uyuyan çocuğu mim’e, üçtekerli arabasında çorap satan şu bıyıklı kasketli adam cim’e, değerli ama ucuz kitap arayan şu kitapkurdu yaşlı adam fe’ye benziyordu. Çınar daima lamelifti. Ne zaman baksa elifle lam’ın birleştiği lamelifi görüyordu çınarda. Çınardan habersiz bir insan ırmağı akıyordu yerde.

Yerde ayaklanmış harfler kaynıyordu. Onlardan dilediğini alıp kağıtta birleştirebiliyordu. İlkin heceler çatıyordu onlardan. Hece çatmanın keyifli olduğu kadar güç bir yanı vardı. Keyifli yanı dilediğinde birleştirebilmesinden, güçlüğü onların kendi başlarına bir anlam ifade etmemesindendi. En çok yoksul insanların benzediği harfleri seviyordu. Onlar daima dal, zal veya re gibi eğik, boynu büküktüler. Kimsesiz ve açtılar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir