Sami Demirkiran – Pkk

PKK, tarihin en kanlı örgütüydü. Fakat kendi ekmeğiyle hainler sürüsü oluşturan ve onları besleyen tek ülke T.C. olmuştur. Hem de Osmanlı Devleti gibi kutsal bir mirasa karşı iç yıkımın temellerini atan ihanet şebekelerinin ortaya koyduğu pratik faaliyetler gözler önünde bulunmasına rağmen. Düşünebilir misiniz, içinizden, hem de ekmeğinizle beslenen bir şahıs çıkacak, tek başına, bozuk tabanca efsanesi gibi teorilerle kendisini Kürt insanının (haşa) Allah’ı olarak tayin edecek ve dini duygularını rencide ederek, yüce yaratıcımız Allah’u Teâlâ’ya “Meho, İsmail” gibi vb. isimler takacak ve yine de bu kişi çok önemli sayıda silahlı, silahsız taraftar bulacak; yetmedi, binlerce masum, zavallı insanın kanına girecek… Dökülen nice kanlar, bağrı yanan nice analar ve talan edilen nice değerler geride bırakılırken PKK’nın önderi olan Abdullah Öcalan da misyonunu tamamlaması dolayısıyla sözde Avrupalı dostları tarafından gözden çıkartılmış ve adeta paketlenerek yıllar boyu savaştığı Türk devletine hediye edilmişti. Aslında bu son, bizce de henüz yıllar öncesinde görülmüş kaçınılamaz bir gerçekti. Apo yakalandı; PKK, taktik ağırlıklı geri manevra yaparak şiddete ara verdi. Ama sorun yine aşılamadı. Çözümsüz kalındı. Suni meselelerle asıl gerçekler örtbas edilmeye çalışıldı. Peki neden? Bu noktadan sonraki bölümleri okurken lütfen hiddetlenmeyin; suçu, biraz da kendinizde arayın! Özeleştirinizi yapın ve iyice düşünün! Çünkü; gençlik dün olduğu gibi yarınlarda da tehlikededir. Ve buna engel teşkil etmek biraz da halkımızın elindedir. Henüz yıkılan koca imparatorluğun mirasını kurtarmak endişesi yaşarken altına imza konulan Sevr Anlaşması, gereğinin yerine getirilemeyişinin bir neticesi olarak patlak veren 1925 tarihli Şeyh Sait ayaklanması tarihte yeni bir sayfa açtı. Ve ayaklanmalar zinciri bu tarihten itibaren belirli aralıklarla devam etti. 2000’li yıllara değin bütün şiddetiyle uzandı. Bu noktada iki önemli faktör vardı: Birincisi ihaneti yaşayan unsurlardı. İkincisi ise; bilinçli veya başka nedenlerden Ötürü ihaneti yaşatan, karanlık diye nitelendirilen aslında birer kukladan başka hiçbir fonksiyonları olmayan sözde güçlerdi. Bugün ülkemizin içinde bulunduğu ve şahsımı da içine çekerek vuku bulan olaylar zinciri, aslında yıllar öncesinden teşhisi konulmuş, süreç içerisindeki sistematik düşmânsı tavırların sonucuydu. 1905’li yıllarda Siyon liderlerinin toplanarak aldıkları kararlar incelenir ise, karşımıza çıkacak olan ilk sorun, mutlak Yahudiliğin dünya üzerine egemen olması için izlenen bastırmacı, yıldırmacı, bölücü ve asimilasyona dayalı işlev olacak idi. Zira önemli olan da buydu! Teoriden ziyade pratik baz alınmaktaydı. Siyon protokolleri pratiksel ehemmiyeti olan, felsefeleri itibariyle; “dünya üzerinde bulunan her Yahudi bir ajan ve her bir ajan Yahudi olmayanlar için büyük bir tehlikedir”, sonucuna varmak mümkündü. Nitekim 1905’li yıllarda ortaya atılan Siyonizm’in dünyanın efendisi olması düşüncesinin özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde önemli bir etkinliğe sahip olduğu ve aktüel bir çok olayların bu ana so- -6- rundan kaynaklandığı aşinaydı. Siyon protokollerinde neler bulunmuyordu ki. İşlenen tema itibariyle esas hedef bakınız kendi ağızlarından nasıl ifade ediliyordu: “Bizler Yahudiliğin yeryüzüne hakim olması için Yahudi olmayanları birer köle yapacağız. Onları hizmetimizde çalıştıracağız… Tüm dünya devletlerinin Önemli merkezlerine yerleşeceğiz. Birtakım devletlerin yönetimini ele geçireceğiz… Şayet bunu beceremez isek, Yahudi olmayanları propagandalar ile kışkırtacağız… Düşüncelerini dahi satın alacağız. Gençliği yozlaştırıp yok edeceğiz… Sürekli Yahudi olmayan devletleri etnik sorunlar ile içte güçsüz duruma düşüreceğiz. ” Bu tümceleri kaleme almamdaki neden, asıl konumuza yani iç ihanete giriş yaparken zihnimizi çok yönlü kullanabilmemiz ve sorunların temelinde hangi fraksiyonel nedenlerin yattığının kanıksanması içindi. Daha 1905’li yıllarda temeli atılan ve sonraki yıllarda belirli noktalarda toplanan Siyon liderlerinin istediği dünya oluşumu esas itibari ile gerçekleşti ve günümüzde bu zihniyet ağırlığını iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Gençlik, fuhuş ve eroin sektöründe birer meta olmaktan kurtulamadı. Bölücü, irticai faaliyetlerde yerli işbirlikçiler her dönem önemli bir yer edindi. Esasen bunlar, duygularını ve düşüncelerini Siyonizmin hizmetine sunan zayıf şahsiyetli kimselerden olmuşlardı. Hakim sınıf, yönetici kadrosu değil, yozlaştırmayı en çabuk gerçekleştiren medya sınıfı oldu. İşin çıkmaz ve acı taran tüm bunları kollayan denetleyici ajan kesim bürokrasiyi de avucuna aldı. Ve insanların düşünceleri dahil her şeylerim maddeyle satın almak mümkün oldu. Evet, bunların yaşandığı, yaşatıldığı ülkelerden biri de Türkiye Cumhuriyeti Devleti idi. İşte bu kitap, artık yeterince tanınan, sıkıştığı vakit ateistken Hıristiyan, Hıristiyan görünürken Müslüman olduğunu söyleme cüretkârlığını gösteren Apo’yu ve onun özünde kendi ellerimizle güçlendirdiğimiz ihanetçilerin ihanetlerini anlatmakta ve belgelemektedir. Yani Siyonist felsefenin çizgisi doğrultusunda maddi çıkar karşılığı düşüncelerini, duygularını pazara çıkartan yerli işbirlikçileri ele almaktadır. Neden? Çünkü, maalesef yargı bu noktada tıkanmıştır. Şahsıma düşen görev ise, hem tarihi bir önem kazanmış ve hem de belgeleri ve bilgileri kamuoyunun taktirine sunmam hayati bir gereklilik taşıdığından ağır bir vefa borcu olarak karşıma dikilmiştir. Sami DEMİRKIRAN BİRİNCİ BÖLÜM Tarih her dönem ihanetlere sahne olmuştur. Bir çok imparatorluk bu yüzden yokoluşa sürüklenmekten kurtulamamıştır. Zaten, savaşların en zorunu iç sorunlardaki ihanetlere karşı verilen mücadele yöntemleri teşkil etmektedir. Osmanlı da bu talihsiz örneklerle fazlasıyla karşı karşıya kalmıştır. Ve Osmanlı’nın mirası Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde de, aynı tezgahlar sürekli kurulmuştur. Tabiidir ki, jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti de buna bayağı müsait konum teşkil etmiştir. -7- Ekmeğini yiyip, suyunu içtiği vatanını, şunun bunun kuklası olarak menfaat uğruna satmaktan kaçınmayan çıkar grupları süreç içerisinde ortaya çıkmış ve netice itibari ile ülke içerisinde oldukça tahribatlar oluşturmuşlardı. Bunun en belirgin örnekleri 68 kuşağı olarak isimlendirilen sözde sosyalist gruplar içerisinden çıkmış, yeşermiş ve günümüze değin uzam vermişlerdi. Gerçekten de o dönemlerde MİT’in işlevinden daha etkin çalışan gruplar ve liderler ortaya çıkmıştı. Doğu Perinçek bu örneklerden önemli bir isim olarak öne çıkartılabilecekler listesinden sadece biri idi. Bir dönem solun misyoneri durumunda bulunan Doğu Perinçek, gerçekte Türk toplumu açısından gizem dolu bir kişilikti. Devleti düşünen bir imaj oluşturmasına karşın kişiliği kozmopolit, icraatları ise daima bölücü ve tahripkâr girişimlere hizmet etmişti. 1970’li yıllarda Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi gibi illegal bir örgütün başını çeken Perinçek, Yılmaz kod adıyla pratik faaliyetlerini sürdürürken, PKK’nın Karker yani işçi adım kullandığı gibi, kendisi için işçileri kale olarak seçmişti. Bu da proleteryanın illegalite içerisinde kullanılmaya nedenli müsait olduğunun kanıtı niteliğini taşımaktaydı. Doğu Perinçek, TİİKP’nin yandaşlarından Ayşe kod adlı Şule Perinçek ile de aynı süreç içerisinde tanışmış ve arkadaşlıklarını bu vesile ile evlilik ile noktalamışlardı. Sonraki yıllarda TİİKP davasından yargılanan, ancak delil yetersizliğinden serbest kalan Doğu Perinçek, TİP, SP ve en son olarak İP ile siyasi faaliyetler içerisinde bulunmuştu. Fakat her icraatın perde arkasında gizli bir ilişki ve bölücü, provakatif bir emel yatıyordu. CIA, MOSSAD, KGB bağlantılı, MİT üstü ajan diye kamuoyunda intiba oluşturan Perinçek, kendi girişimleri sonucu oluşturduğu kuvvetlerle devletin bekasına yönelik saldırılarını idame ettirirken, Öte yandan temeli 1973’de atılan ve 27 Kasım 1978’de kurulan PKK ile de gizli bir diyalog sürecine başlamıştı. Perinçek, zamanla çıkan söz konusu olduğunda PKK’nın lideri Abdullah Öcalan ile cılız sürtüşmelere girişmiş, ancak idealleri bir olduğundan bu tür sürtüşmeler geçici olmuştu. 15 Ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla silahlı ve yeni bir dönemeç yaşayan Apocu PKK devletin zaafiyetlerinden ve halkın irade boşluğundan faydalanarak kısa sürede büyümüş ve “Türk’ün düşmanı benim dostumdur” anlayışı neticesinde birçok dünya ülkesinin desteğini kapmıştı. Sözde Kürdistan haritaları çizilmiş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri Garzan, Serhat, Botan, Gap, Amed ve Behdinan gibi eyaletlerle bölünerek bu yerlere silahlı güç dağılımı yapılmıştı. Eylemlerde iyiden iyiye yoğunlaştırıldıktan sonra PKK’ya verilen gizli destek açık desteğe dönüşmüş, kitlesel hareketlenmeler, kepenk kapatmalar birbirinin ardı-sıra yaşanır olmuştu. Doğal olarak bu olaylar Öcalan’a da duyulan güveni daha bir güçlendiriyordu. Ve yıllar sonra, ancak güçsüz duruma düşen Apo’nun arkasından terörist diyen gazeteci dalkavuklar, yıllar öncesinde Apo’nun propagandasını yapmaktan geri kalmamışlardı. Bekaa’ya ziyaretler açıktan yapılıyordu. PKK’ya Kürtlerin temsilcisi, ARGK militanlarına gerilla yakıştırılması yapılıyordu. Abdullah Öcalan’ın ayağına gitme şerefine ilk nail olan gazeteci 32.! gün TV program yapımcısı Mehmet Ali Birand idi. Birand, hep gizlemeye çalıştığı olumlu -8- tavrını PKK çatısı altında dışa vurmaktan geri kalmayan bir zat idi. Aynı zamanda cesaretinden dolayı Apo’nun taktirini kazanan ilk ve tek gazeteci idi de. 1991 yılında Güneri Civaoğlu ile Ramazan Öztürk’ü ağırlayan Abdullah Öcalan, Med TV’nin kuruluşunda yardımları yapan ve HADEP’ten milletvekili adayı olmak istediğini belirten İsmet İmset’i de kabul etmişti. En son 1998 tarihinde İtalya’da, Türkiye’de Bam Teli isimli TV programı yapan Tayfun Talipoğlu ile görüşen Öcalan’ın; “Talipoğlu bana dosttu1 , demesi olayların tüm çıplaklığı ile görülmesini sağlıyordu. Apo’ya bebek katili demelerine rağmen onunla bir araya gelen, çayını yudumlayan, bölünmüşlüğe çanak tutmaya yarayacak siyasi çözüm formüllerini aktüel bir olay haline getiren gazetecilerden Cengiz Çandar -ki bu şahıs eski militanlardan idi-, İsmet İmset ve Mehmet Ali Birand, Güneri Civaoğlu 1993 yılında Türkiye ile PKK arasında elçilik yapmışlardı. Sıkıştıkları vakit ülkelerini satmaktan kaçınmayanlar listesinde bulunanların yaptığı gibi Doğu Perinçek de maalesef mevcut gerçekler göz önünde bulundurulduğunda görülecektir ki üstlendiği misyonu PKK’ya karşı layıkıyla yerine getirmiştir. İlk kez 1989 tarihinde Apo’yu ziyaret eden Perin-çek, ona geçmiş sürtüşmelerin unutulmasını ve bundan sonraki süreçte ikili mücadele koordinasyonunun sağlanmasını önermişti. Ancak Öcalan, Perinçek’e, düşünmesinin şart olduğunu, bununla birlikte kendisi ile birliktelik sağlamasını şahsının da çok istediğini belirtmekle yetinmişti. 1991 yılında Öcalan’in ayağına kadar giden Perinçek, bu kez daha geniş görüşme yapmayı başardı. Bu O’nun Apo ile olan ikinci görüşmesîydi. Perinçek’in yapmış bulunduğu bu girişimler tamamen kanunlara aykırı olduğu için kendisim siyasal misyonu olan bir lider olarak değil, 2000*6 Doğru dergisinin çalışanı olarak lanse ediyordu. Bu vesile ile gittiği Bekaa Kampı’nda Örgüt militanlarını denetlercesine hepsi ile tokalaşmıştı; eğitim kampının önemli yerlerini gezmişti. Apo ile yukarıda görüldüğü üzere al gülüm ver gülüm fotoğraf çektirmeler, bu talihsizliği takip eden gelişmeler arasında bulunuyordu. Doğu Perinçek’in 1991 yılında gerçekleştirdiği ikinci ziyaretin perde arkasında yatan asıl gerçek PKK ile bütünleşme sürecini hızlandırmaktı, Bu girişim Apo’dan randevu almak koşuluyla sonuca ulaştı. Bekaa’da bulunan Mahsun Korkmaz Akademisi militan yetiştirme kampında gerçekleşen Apo-Perinçek görüşmesinde bir nevi Sosyalist Parti-PKK ittifakı gerçekleşti. Bütünleşmenin temel hedefleri halkı devlete karşı kışkırtmak, PKK’yı legalleştirmek, halkı, PKK’nın verdiği mücadelede haklı olduğuna dair ikna etmek, iş adamlarının örgütü finanse etmeleri için ahenk ortamına iştiraklerini temin etmek, örgütün eylemlerini haklı l aştırmak, Avrupa’ya, PKK’nın ve Apoist düşüncenin olumlu ve cezbedici kriterlerde aşılanmasını sağlamak ve her şeyden önemlisi PKK’nın verdiği mücadeleyi Ulusal Kurtuluş Hareketi olarak kabul ettirmek amacına yönelik faaliyetlerde bulunmak olmuştu. Perinçek, PKK’lı olmasa da mücadele anlayışı içerisinde PKK nezdinde ve Apo’dan sonra gelen jlanci fakat gizli lider idi. Böylelikle ütopya dahi olsa Apoizmin düşünsel hizmetine giren Perinçek, deşifre oluncaya değin PKK’ya hizmet sundu.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir