Samuel Laydor – Simyacı

Değerli talebelerim, her biriniz bir diğerinden değerlidir benim için. Çün· kü hepiniz huzuruma gelerek benden bilgelik sanatını öğrenmek istediniz. Bugün içinizden birine postumu terk etmek istiyorum. Uzun bir gün olacak. Size yaşadığım hayatı anlatacağım. Bilge olabilmek için bir örs üzerinde çe· kiçle nasıl dövüldüğümü … Kolay olmadı benim için hiçbir şey ama her yaşadığım zorluktatı,b� qers, daha da önemlisi bir tat almayı başarabildim. · · ;,.: – Siz Canaanlı yurttaşlarım ve başka diyarlardan gelen tale�lerim! Şeni tanırsınız, benim atalarımı da tanırsınız. “Ben Canaan Hortus, · soylı,ı bir Canaanlı aileden geliyorum. 22 nesilden beri ailemizin bilgelik ve sanatt ile ilgilendiği, ailemizin soyağacı kitabında yazmaktadır. Ben de ailenin sonuncu bilgesiyim, çünkü bir evladım olmadı ve zürriyetim yok. Bu değerli mirası bı· rakabileceğim kendi kanımdan biri olmadığı. için içinizden birine bırakacağım yerimi. Bu, kesinlikle hak edenin olacak. Bugün hepinizi huzuruma çağırdım.


Kiminiz yıllar önce bana talebelik etti, belli bilgelik seviyesine ulaştıktan sonra kendi yurduna döndü ve orada iyi işler yaptı. Kiminiz de hala benim talebemdir. Beni bilirsiniz, yurduma dönmeden önce uzun yıllar sürgün hayatı.yaşa· dım. Size sürgün yıllarımda yaşadıklarımı ve aldığım dersleri sizlere anlatacağım ve sizin de bana sorular sormanızı istiyorum. Karşılıklı sohbet, tek taraflı konuşmaktan daha faydalıdır. Ben, bu serüvenden çok ders çıkardım, bakalım sizler ders çıkarabilecek misiniz? Bu sürgün yıllarımda sadece bilgelik ve şifacılık yapmadım elbette. Sürüklendiğim her yerde hayata tutunabilmek için başka işler de yaptım. Tüccarlık da bu işlerden biriydi. Değişik illerden aldığım mallan, kervanlarla başka kentlere götürdüm ve bu sayede büyük bir servet yaptım. Affedilmem ve tekrar Canaan topraklanma dönmem servetim sayesinde oldu. Çünkü servet ve altının çekiciliği karşısında kurallar ve yasalar, hatta büyük inanışlar bir kez bile olsun değişir. Altın ile kazandığım saygınlı· ğım Canaan kralını da etkilemişti. Canaan’dan beni sürgün etmesine rağmen, kralımdan, efendimden asla nefret etmedim, ona düşmanlık yapmadım. Çünkü nefret sadece sahibine zarar verir.

Nefret edilen, bundan hiç etkilenmez. Düşmanlık ise bir bile olsa, gücü olmayanın bir krala yapacağı bir iş değildir. Bundan insan kendisi zarar görür. Güçlü bir düşmanı kendine dost edebilmeyi sağlamak en büyük başarıdır. İnsan o zaman iki defa kazanır. Hem bir düşmanından kunulmuş olur hem de güçlü bir dost kazanır. Erki olana düşman olmak, akıllı adamın işi değildir. Efendimiz, kralımız beni sürgün etmiş olmasına, beni yaptığım bir hata yüzünden ağır bir şekilde cezalandırmış olmasına rağmen ben ona olan bağlılığımı hep sürdürdüm. Ticaretim sırasında elde ettiğim en nadide değerli taşlan, en nadide kitapları, en kıymetli eserleri güvenilir adamlar ile kralımız efendimize yolladım ve ona armağan ettim. O başlangıçta armağanlarımı reddetmesine rağmen ben yılmadım, ona daha değerli hediyeler gönderdim. Durmaksızın akan bir suyun karşısında hangi kaya sağlam kalır? Kralım da ısrarım ve armağanlanmın değerlerinin reddedilemeyecek bir hale gelmesi karşısında yumuşadı ve onlan kabul etmeye başladı. Bilgelik ve büyülüğün yetmediği yerde söz, altına geçer. Altının yetme­ “t, diği yerde ise söz, bilgelik ile büyücülüğe … Şimdi bende hepsi vardı ve tek dile,ıirn, doğduğum ülke olan Canaan’da yeniden yaşamaktı. Umutla yıllarca affedilmeyi bekledim. Tüccar olmaya karar verişim kolay olmadı elbette.

Ben bilgeliğe ve büyücülüğe alışmış bir insandım ve başka bir işten anlamadığımı düşünüyordum. Bilgeliğin ve büyücülüğün başka her şeyden, hatta krallıktan bile daha üstün olduğunu düşünüp kibre kapılmıştım. Daha gençtim o zamanlar ve perdeli gözlerim, bilmediklerimin ne kadar çok olduğunu görmüyordu. Bildiklerimi yeterli görüyordum. Kibir şeytanın tohumudur ve o tohum her zaman insanın içincjedir, sadece sulanmayı bekler. Biraz başarı, kibrin sulanması için yeterlidir. Tüccarlığa, acılı günlerin ardından başladım. Öyle kentlere gitmiştim ki, büyücülük ve bilgelik ayağa düşmüştü. Kentlerin ahalisi, artık bu adamlara değer vermiyordu. Her köşe başında bir bilge bir yer tutmuş, bir dilim ekmek için müşteri bekliyordu. Müşteriler ise, “O kadar akıllıysan, niye açsın, o kadar biliyorsan, burada bir dilim ekmek için bilgelik yapacağına, bildiklerinle zengin ol.” diyorlardı. Adamlar haksız sayılmazdı. “Kendisi himmete muhtaç bir dede, kime him· met eyleye?” lafını boşa söylememişler. Bir iş ayağa düştüğü zaman ondan uzak duracaksın.

İşte hayata tutunmaya çalıştığım böyle bir kentte mesleğimi icra edecek durumda değildim. Şükür o sıralar bir dilim ekmeğe muhtaç durumda da değildim ama hazıra dağ dayanmaz, kesemde olanların bir gün biteceği açıktı ve ben gurbet ellerde parasızlıktan açlığın, hastalığın, en önemlisi şe· refsizliğin pençesine düşmeden, yani kesem boşalmadan önce bir çare bulmalıydım. Kent pazarında aylak aylak dolaşıp etrafı tanımaya çalışırken, etrafta tu· haf şeylerin olduğunu hissetmeye başlamıştım. Bütün kentin temel besin maddesi olan, bütün bir yıl boyuna yenilip içilen samura isimli bir bitki var· dı; köylüler her yıl tonlarca ürün kaldırır ve kent pazarında satardı. Samura öyle bir bitkiydi ki, insanı hem tok tutar hem de ona kuvvet verirdi. Tek başına haşlanarak, kızarnlarak yenildiği gibi, etle birlikte de yeni· lirdi. Samura salatası, samura közlemesi, samura suyu, samura kebabı … Çeşit çeşit yemek yapılırdı bu bitkiden. Bu ve yakındaki birçok kent, ge- Ş çimini ve hayatını bu bitkiye bağlamıştı. Damak zevkleri de samura bitkisin· den yapılan yemeklerden meydana gelmişti. Her köşede samura yemekleri satan lokantalar vardı. Samura, yetiştirmesi de kolay bir bitkiydi. Kendi çe· kirdeği, aynı zamanda tohumuydu. Brr samura bitkisinden alınan çekirdek· ler ile yüz samura bitkisi elde etmek kolaydı. Suyu da öyle fazla isteyen bir bitki değildi. Her zaman yağan yağmurlar yeterli olurdu.

İşçiliği de kolaydı samuranın; toprağın hemen üzerinde yetişirdi ve bir tutmakla ele gelirdi. Yılda iki defa ürün alırdı kent halkı: yaz başı ve yaz so· nu. Yaz başında alınan ürün yazın, yaz sonunda alman ise kışın beslerdi kent ahalisini. Kent pazarında köylünün telaşlı olmasının nedeni ise samura bitkisinin bu yıl çekirdeksiz yetişmiş olmasıydı. Sanki bütün toprak lanetlenmiş gibi, tek bir samuranın bile içinde çekirdek yoktu. Köylünün telaşı buydu. Çekir· dek olmazsa, tohum da olmazdı. Tohum olmazsa köylü ne ekecekti? Günler boyu, haftalar boyu sürdü samura üzerine konuşmalar, tartış· ınalar. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Çok ileri gidenler yabancıların kenti lanetlediğini ve gitmezlerse lanetin daha da devam edeceğini söylüyordu. Şükür, böyle konuşanlan dinleyen fazla olmadı da ben ve diğer yabancılar kentte kalabildik. Yaz sonuna gelinmişti, yeniden kış için samura tohumlarının toprağa verilmesi gerekiyordu ama kimsede tohum yoktu. Bu da ahalinin kışı açlık içinde geçireceğini gösteriyordu. Köylülerin yanı sıra, kent ahalisi ve idare- . ciler de telaşa düşmüş, çareler anyordu.

( Kent ahalisinin çaresizliğine acıdım ve dertlerine derman olabilmek için ( araşnrmalanma başladım. Samuranın çekirdeğinin yok olmasına neyin neden olduğunu bulursam onları kurtaracağımı düşünüyordum, böylece bu kentte büyük bir itibar sahibi olabilirdim. Daha yakından görebilmek için samuranın yetiştiği bir köye gidip yerleş· tim. Köyün yakınından büyük bir ırmak geçiyordu ve bu köyün üreticileri zaman zaman topraklarını ırmağın suyuyla suluyordu. Günlerce köyde ince- / lemeler yapnm. Yakındaki bir handa kalıyordum. Bir gece arazide incelemelerimi bitirmiş, hana geri dönmüştüm. Çok acıktığımdan hemen yemek yedim. Odama çıkıp dinlenmek istiyordum. Yemeğin parasını ödemek için elimi kuşağıma atnğımda para kesemin yerinde olmadığı gördüm. Kesemi bir yerde düşürmüştüm. Han sahibi ve handakiler hiç de insaflı davranmadı bana. Yemeğin parasını ödemezsem, karşılığında ayakkabılarımı alacaklarını söyledilet Onlara ayakkabılarım kalsın, kaftanımı vereyim dedim. Kabul etmediler. Amaçlan benimle alay etmek, beni yalınayak bırakmakn.

Çaresiz ayakkabılarımı verdim ve kendimi dışarıya atnm. Dolaştığım yerleri tekrar dolaşmaya başladım. Sabaha karşı bir kayanın alnnda kesemi buldum. Dinlenmek için bu kayaya oturmuş olduğumu hatırladım. O sırada düşmüş olmalı. Yeniden hana dönüp yemeğin parasını ödeyerek ayakkabılarımı sarın aldım. Onlardan nefret ediyor ve düşmanlık besliyordum ama en iyi intikamın, düşmanın parasını ondan gönüllü olarak alıp kendin zenginleşirken, onun fakirleşmesini sağlamak olduğunu biliyordum. Bu olaydan önce, samura tohumunu köylüye bedava vermeyi düşünürken, şimdi en pahalı fiyattan vermenin hesaplarını yapıyordum. İlmimi onlara o kadar pahalıya satacaknm ki, gelecek mevsim samura bitkisini on misli fiyata yiyeceklerdi. Aradaki fark da beni zengin edecekti. r !’ \ Birkaç hafta içinde çeşitli usuller kullanarak samura tohumu üretmeyi başardım. Tam da tohumlan satmak için bir dükkan açmaya karar vermiş· tim ki, o anda aklıma daha iyi bir düşünce geldi. Tohum satmakla onları da kurtaracaktım ve bir mevsim sonra onlar beni hatırlayamayacaktı bile. Bana dostça davranmayan bu insanlara bilginin değerinin ne olduğunu göstermek için başka bir karar aldım. Topraklarını ekemeyen ve açlığa mahkum olan köylünün elindeki bütün araziyi yok fi.

yatına, çok ucuza kiraladım. Göbek ata ata topraklarını bana kiraladılar. Sonra onları kendi topraklarında işçi yaptım. Seve seve kabul ettiler, çünkü hiç paralan yoktu. Kentte· ki bütün tarlalar artık o mevsim ben.im olmuştu. Gizlice ürettiğim tohumu toprağa, onların eliyle attım. Yaz sonunda ise kentin tek samura satıcısı ben olmuştum. Benim üretti· ğim samuralann da çekirdeği, dolayısıyla tohumu yoktu ama kent açlıktan kurtulmuştu. Çok büyük bir servet edindim. Bilginin altına dönüştüğü bir mevsim olmuştu. Köylü bir sonraki mevsim de toprağını � kemedi. Çünkü tf�··. tohumu yoktu ve tohumu sadece ben elimde tutuyordum. lyice zenginleşe· .

·. ne kadar servet biriktirdim ve aleyhime yükselen düşmanlıklar çoğalınca servetimle birlikte o kenti terk ettim. Akıllı adam, doğru zamanda doğru yerde olur. O kentte daha fazla kalsaydım eminim bir suikasta kurban gidecektim. Bir bilge, yeri gelince bir tüccar kadar girişken, bir savaşçı kadar cesur olmalı. Altını olmayan bir bilgenin bilgisine kimse saygı göstermez. Yeni yurdum, İskenderiye olacaktı artık. Düzdüğüm kervan ve muhafız· larım ile yola çıkarken, güvenilir adamlarla da Canaan kralına; beni yaptığım bir hatadan dolayı acımasızca sürgüne gönderen efendime, bağlılığımı göstermek için küçük bir sandık altın gönderdim. Bir muhafız kıtam da kervandan önce İskenderiye amirine benden bir armağan olarak, çok kıymetli taşlarla dolu olan bir sandık götürdü.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. aradığım parça