Selçuk Aydemir – Mahalleden Arkadaşlar

Es kaza eline geçmiş bu kitabı okuduğunda olur da seversen, bilmeni isterim ki bu kitap dahil yaptığım her işin miladı, çocuk yaşta aradığım kitabı kitapçıda bulamayıp aldığım Ferhan Şensoy’un Denememeler isimli kitabıdır. Kitabı aldıktan sonra bindiğim banliyö treninde Bakırköy’den Soğuksu İstasyonu’na gidene kadar okuyabildiğim kadarını okumuş ve evimin olduğu durağa gelince inmeyip trenlerin kalkış durağı olan Halkalı İstasyonu’na kadar okumaya devam etmiştim. Bitmedi kitap, Halkalı’dan tekrar evime doğru giden trene binip kalkmasını bekledim. Yeniden Soğuksuya geldiğimde kitabı bitirmek üzereydim… Yine inmedim trenden ve Bakırköy’e kadar devam edip bitirdim kitabı. Bakırköy’de inip kitabı aldığım kitapçıya gittim. Kitabı satan arkadaş geri getirdiğimi, yanlış aldığımı düşündü. “Hayır,” dedim. “Elinizde Ferhan Şensoy’un ne kadar kitabı varsa istiyorum.” Bir torba kitapla çıktım oradan; Oteller kitabından Şahları da Vururlar’ın tiyatro metnine kadar neler neler vardı o poşetin içinde… Bütün kitapları da varmış orada, hepsini alamadım tabii, param çıkışmadı, en ucuzlarını aldım. O gece uyumadım, ertesi gün kaçta yattığımı bilmiyorum. Bitirdim tüm kitapları. Öyle hayran olmuştum ki okuduklarıma, “Ben büyüyünce bunu yapıcam baba,” dedim. Babam baktı ki çocuğun kafası karışmış, “Hanım okumaz bu, bari kolunda altın bir bileziği olsun,” deyip o yaz amcamın yanına tesisatçı çırağı olarak gönderdi beni. Ortaokul hayatım boyunca her yaz tesisatçıda çalıştım. O kitapları ezberleyinceye kadar okudum.


Vecihi Hürkuş, altı yaşında ilk defa uçak gördüğünde, “Ben büyüyünce bundan yapıcam,” demiş; bunu çok sonraları öğrendim. Vecihi Hürkuş’u uçaklar bu kadar etkilemişti, beni de Ferhan Şensoy. Uçak Mühendisliği bitirip hayallerimdeki işlerle uğraşmaya başladığımdan beri hep Vecihi Abi gelir aklıma. Özür dilerim be abi. Kalbim bir başka iş için öyle hızlı atıyordu ki duyamıyordum kimin ne dediğini. bölüm 1 Seversen bu kitabı ve henüz okumamışsan Ferhan Şensoy’u çok şanslısın. Okuyacağın o kadar çok kitabı var ki, yerinde olmayı çok isterdim. Mahalleden Arkadaşları sevmezsen de benle bir tutma Ferhan Şensoy’u, becerememişim demektir. En azından neyi yapmaya çalışmış da becerememiş diyerek bir oku isterim Ferhan Şensoy’u. Tek gayem, olur da bu vesileyle birileri tanışır gerçek ustayla da, “Ben büyüyünce bu işi yapıcam, ” der. Niyet bu, belki kısmet de o olur. Kuruluş 1991 Ben, Mete ve Serkan o gece bizim evin salonunda kurduğumuz küçük dünyamızda oturup uzun uzun konuştuk ve hayatımızı değiştireceğinden emin olduğumuz kararlar aldık. Gecenin ilerleyen saatlerinde Serkan’ın annesi aradı. Bizde olduğundan haberi yokmuş, çok kızmış. Serkan bize veda etti ve yan binadaki evlerinin yolunu tuttu.

Mete annesinden izin alabildiği için o gece bizde kalacaktı. Annem küçük dünyamıza karşı oldukça tahammülsüzdü, salonun ortasındaki beyaz eşya kutuları ve o kutuların içlerinden çıkan beyaz köpüklerle inşa ettiğimiz toplantı odamızı tekmeleyerek yıkmak suretiyle tahliye etti. O yıllarda hayatımda en büyük otorite kuşkusuz annemdi. İstiklal Mahkemeleri yetkisine sahip; kafasına göre karar verebilen; kestiği parmağın acımadığını, acırsa da kendi öptüğünde geçtiğine inandırmış; yasama, yürütme ve yargı organıydı. Bazı ailelerin çocukları temyize gidip kararı babalarına bozdurabiliyordu, ama bizim evde babamın rolü annemin önüne koyduğu kararları imzalamaktan öteye gidemiyordu. Haliyle annemin kararı “hapırsa da yiyeceksin, köpürse de yiyeceksin” kıvamındaydı. Dağıldı güzelim küçük dünyam. O sinirle, buzdolabındaki gazı kaçmış kolayı alıp balkona çıktım. 2,5 litrelik şişeyi kafama dike dike içiyordum. Mete bir yudum istedi vermedim, dudağımı değdirmiştim bir kere. Mete içemedi o koladan. Bir ara, “Bardak getireyim istersen,” dedi, ama istemedim. Balkonda, en etkileyici olduğum mekândaydım. Baha’nın, filmin başında misafirlerini kabul ettiği jaluzili yazıhanesi neyse, bizim evin balkonu da benim için oydu. Balkonda kendimi bambaşka biri gibi, neredeyse İsmet gibi 11 yaşında hissediyordum.

Galatasaray için Ali Sami Yen ne ise, benim için de bizim evin balkonu oydu. Kendi mekânında olmanın verdiği bu şuursuz özgüvenle, Mete’nin yüzüne bile bakmadan, “Büyük kararlar almamız lazım; İsmet ve adamları çok güçlü. Birlikte miyiz en iyi arkadaşım, can kardeşim Mete?” dedim ve bir yudum daha çektim gazı kaçmış koladan. Ona içirmediğim için alınganlık yapıyordu, eminim, ama bir yandan da mantıklı konuşuyordu Mete. “İsmet deri fabrikasında çalışıyor, işe giderken trene biniyor, tren kapısına asılıyor. Ben bisikletle bahçeden sokağa çıktım diye babam ve amcamdan dayak yedim. Biz onunla bir değiliz,” dedi. Kendisini tanıyan herkesi şaşırtacak kadar net konuşuyordu Mete. Haklıydı, evin tek çocuğuydu ve ailesi üzerine titriyordu. Yolda bisiklet sürdüğü haberini alan babası, evde misafirleri olmasına rağmen bir an bile tereddüt etmemiş, ilerleyen yaşına aldırmamış, çıplak elle, takati kalmayana dek dövmüştü “biricik evladını ”. Mahalleden arkadaşların ortalamasına göre, babası biraz yaşlıca bir adam sayılırdı Mete’nin. Uzunca bir süre çocuk sahibi olamayan çift tedavi olmayı seçmişti. Yıllar süren tedavi, akrabaların dırdırı ve harcanan onca para sonrasında ne geçmişti ellerine? Mete! Bu muydu ilahi adalet? Halbuki uğruna adaklar adamış, doğduğu gün bahçede üç tane koç kesmişti adamcağız. Mete’yi her dövdüğünde, “O hayvanların günahı neydi lan, mundar ettik hayvanları!” diye bağırıp dururdu. Mete’yi hazmedemiyordu babası.

Aşırı korumacı ebeveyn pozu altında, tedavi sürecinde yaşanan sancıları oğlundan çıkartıyordu. Yine de yaşı geçkin olduğu için Mete’yi taş çatlasın iki üç dakika dövebiliyordu. Sonrasında nefesi daralıyor ve titreme geliyordu. Mete bahçede sürmesi gereken bisikleti, sokakta da sürdüğü için rutin iki üç dakikalık dayağını amcasının gözleri önünde yemiş ve nefesi daraldığı için bir kenara oturup sakinleşmeye çalışan babasını görünce daha çok ağlamaya başlamıştı. 8 yaşındaydı Mete henüz ve babasının o hale gelmesinden kendini sorumlu tutuyordu resmen. Bahçede sürseydi bisikleti, babası onu dövmeyecek ve bu hale gelmeyecekti. Sebep sonuç ilişkilerini işte böylesi tecrübelerle erkenden öğrenmişti Mete. Anlattığına göre babası mola alınca amcası el atmıştı olaya, mutfağa koşup bir bardak su getirmiş, “Sen niye yoruyorsun kendini abicim, sen yaslan arkana, rahatına bak. Ben hallederim,” deyip Mete’ye doğru koşmaya başlamıştı; amcasının kendine koştuğunu gören zavallı Mete de kollarını açıp, “Amcacım,” diyerek amcasına doğru koşmaya başlamış; gelişine pis burun vuran amcası, Mete’yi daha yere düşmeden havada yakalayıp, öyle bir dövmüş ki amcanın baba yarısı olduğu hafızasına kazınmıştı garibin. Mete olayı abartmıyorsa, Mete’yi yere düşürmeden dizinde sektirerek 13 yapmış amcası. İşte bu konjonktürde, Mete bahçe dışına çıktığı için babası ve amcasından dayak yerken, İsmet trene binebiliyordu… “Geçen Şengül Teyzeler görmüş. Trende kapıya asılıyormuş. Tren daha durmadan atlıyormuş trenden. Bence hiç bulaşmayalım,” dedi Mete. Elimdeki gazı kaçmış kolayı, yani bütün mal varlığımı – tamamen bitmediği halde- çöp kovasına fırlattım.

Ne kadar sinirli olduğumu anlamasını istiyordum. “Mete, olan oldu. İsmet kendi adamlarını seçti, bizim de birlik olmamız lazım,” diyebildim. İnanıyordum dediklerime, ama İsmet gerçekten de pis bir adamdı. Şaka maka, adamdı hakikaten. Biz 8-9 yaşındaydık, o ise tam 11 yaşındaydı. Biz ilkokul üçe gidiyorduk, o ilkokulu bitirmiş, iş hayatına atılmıştı. Adam Zeytinburnu’nda dericide çalışıyor, para kazanıyordu. Babamdan tek farkı, kansı ve çocuklan yoktu, o kadar. “İsmet çok güçlü, kızarsa babamı bile döver,” dedi Mete. Haklıydı. Amcası yokken babasını tek yakalasa döverdi İsmet. “İsmet güçlü, çünkü parası var. Bizim de para kazanmamız lazım,” dedim. Cevap vermedi Mete, başını sallayıp onayladı.

Sinirliydim İsmet e, yaptığı kabul edilemezdi. Bizim sokağa gelip adam seçmişti. Benle sütannemin oğlu Turgay’ı dövüştürmüştü. Sırf çetesine gireyim diye dövmek zorunda kalmıştım Turgay ı. Yine de almamıştı beni çetesine, maç yaptırıp en çok golü atanı alacağım demişti; 7-2 biten maçta 9 golü de ben atmıştım, yine de almamıştı beni çetesine. Neymiş, karşı takımın güçlü olduğunu anlayınca kendi kaleme 7 gol atmışım. Bu çete işine nereden sarmıştım, galiba cevabı bu reddedilmede gizliydi. Sadece, ben 9 yaşımda bunu anlayabilecek durumda değildim. Adam beni istemiyordu çetesinde, olabilir, istemeyebilirdi, ama bir de üstüne uzaklara bakarak, “Sen okuyacaksın Selçuk, bulaşma bu işlere,” deyip gönderiyordu beni. Tüm gün çetesine girmek için çalıştım didindim ve elimde ne vardı? Mete! Mete’nin babasının yaşadığı duyguları yaşıyordum, mundar etmişti üç koçu bu salak. Madem girememiştim o çeteye, etrafta muhalif bir oluşum da henüz yok… O zaman beni sorgusuz sualsiz kabul edecek olan tek çeteye girecektim, kendi çeteme. Elini öpeceğim adamın bileğini bükmekti hedefim. “Bizim de bir çetemiz var Mete ve o çetenin kaptanı benim. Kaptan mı deniyordu lan? Rey is miydi, başkan mıydı yoksa? İsmet e ne diyorlar oğlum? Neyse, boş ver. Yarın kahvaltıya Serkanlara gidelim.

Planlarım var,” dedim. Annem seslendi, yataklarımızı sermiş. Askerdeki “yat” emrinden daha güçlü bir emirdi bu. Odama girdiğimde, tam ortaya serilmiş yer yatağını gördüm. Koşa koşa atladı yatağa Mete. Çoraplarını bile çıkartmamıştı. Nedense o yer yatağı gözümde büyüdü, sırf yere serili ve benim yatağımdan alçakta diye Mete’ye bıraktım yer yatağını. “Çete lideri yerde yatmamalı,” dedim kendi kendime. Yatağa girip tavana diktim gözümü, bakabildiğim en yukarıya… “Para kazanmam lazım, ama nasıl?” diyordum kendi kendime. Her şeyi düşünecektim, mümkün olan her yolu bulacaktım, ama uyuyakalmışım. Sabah olup da “kalk” emri geldiğinde, ilk fikri performansımda uyuyakalmanın verdiği utancı paylaşmadım çete elemanlarımla. Serkanlarda kahvaltı ederken önceden planladığımı iddia ettiğim, ama aslında kahvaltı sırasında aklıma gelmiş olanları tereddüt etmeden sıraladım: “Bize ilk önce para lazım, kimseye biz çeteyiz demeyin. Niyet kutusu yapıp mahalle mahalle gezicez. Para kazanıcaz. Yediyseniz hadi bakkala gidiyoruz, önce bize kutu lazım.

” Öyle heyecanlanmışlardı ki koşa koşa çıktık evden. Mahallenin iki bakkalı vardı; biri daha efendi, ürün yelpazesi nispeten geniş, temiz ama veresiyeye pek sıcak bakmayan Kadir Abi’nin bakkalı; diğeri büfeden bozma, her üründen maksimum iki çeşit bulunan, insanların sadece veresiye yazdıracağı zaman tercih ettiği, adamına göre muamele uzmanı Tahsin Amcanın bakkalıydı. Pek sevilmezdi ve denize düşmeden de kimse sarılmazdı Tahsin Bakkal’a. Tahsin adam seçerdi, veresiye mal sattığı için sanki hibe ediyormuş gibi davranırdı herkese. Mesela Tahsin’den veresiye silgi alamazdım ben, “İki defa düşün, iyice tart, emin olduğunda üçüncüde yaz. Silgi bedava değil, kötü alıştırma kendini. Silgi yok, istiyorsan ekmek vereyim,” deyip, silgi almaya gittiğim bakkaldan eve ekmekle göndermişliği vardı beni. Eve misafir geldiği için kola almaya gittiğimde bir kiloluk yoğurt verip, “Su katın ayran çırpın,” diye akşam yemeği mönüsüne müdahale etmişliği vardı adamın. Diğer yandan Tahsin halden anlar adamdı. Kadir Abi den sigara içki almaya kalkan herkes akşamında babasının bol akrobasi içeren dayağını yerken, Tahsin asla ispiyonlamaz, eğer peşin çalışırsan siyah poşette, gazeteye sarılı şekilde teslim ederdi sigarayı içkiyi. Özetle, mahalledeki esnaf arasında illegal adam kafamızda Tahsin’di. O yüzden Tahsin Bakkal’ın yolunu tuttuk. Bakkalın önüne geldiğimizde görev dağılımı yapmaya başladım. Mete içeri girip, “Taşınıyoruz Tahsin Amca, annem kutu istedi,’ diyerek kutu alacaktı, Serkan erketeye yatacak, bir tanıdık gelirse bakkalın önünde lafa tutacaktı. Ben çete reisi olduğum için ekibimin nasıl çalıştığını denetleyecektim.

Görevleri verdim, hemen ardından film başladı ve Mete bakkala girdi. Serkan ile depozitolu kola şişelerinin koyulduğu kasaların üzerinde oturup Mete’nin ilk görevindeki performansını izliyorduk. Bakkal Tahsin, Mete nin, Taşınıyoruz Tahsin Amca, annem kutu istedi,” yalanına, “Oğlum o ev sizin değil mi? Nereye taşınıyorsunuz?” sorusuyla karşılık verdi. Gözlerini Tahsin’in gözlerinden bir saniye bile ayırmadan uzunca bir müddet düşünme süresi kullanan Mete, akabinde bulduğu en parlak ve üzerinde çalışılmış cümleyi sarf etti, “Taşınıyoruz Tahsin Amca, annem kutu istedi.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir