Sigmund Freud – Ruh ve Haz

Freud’a sormuşlar, “Felsefeyle ilgilenir misiniz?” “Evet, ilgilenirim,” demiş. “Ama sorduğu sorularla, yanıtlarla, doğrularla, yanlışlarla vs. değil, bunlar pek umurumda da değil. Felsefeye yol açan zihinsel ve ruhsal makineyi anlamak için, felsefenin gerisindeki ruhsal ihtiyaçları anlamak için felsefeyle ilgilenirim ben.” Tam da bu deyimiyle bile insan doğası hakkında ne denli karmaşık ve tartışmalı fikirlere yol açtığının farkında olsa gerek. Kimi anladı onu, çoğu anlamadı. Kimisi bir şarlatan, kimisi dahi olarak gördü. Uyguladığı tedavilerle bilimsellikten uzak olduğu düşünüldü. Yaşadığı dönem itibariyle tabuların ardına gizlenen ve onu terbiyesiz, ahlaksız, dinsiz olarak görenlerin çoğu gizli gizli kitaplarını okuyordu. Kitapları peynir -ekmek gibi satılıyor, kapalı kapılar ardında okunuyordu. Yaratıcı zekâsı onu insanları kandırmaktan uzak tabularını yıkmaya yönelikti. Yaptığı araştırmalar ve deneylerle bunu destekliyordu. 1930 yılının başlarında Naziler Almanya’da yönetimi ele geçirince yakılacak kitaplar arasında en önce Freud’un kitapları vardı. Bunun üzerine Freud, ‘insanlık o kadar gelişme gösterdi ki Ortaçağ’da olsak beni diri diri yakacaklardı, şimdi kitaplarımı yakmakla yetiniyorlar’ diyerek mizahi bir yaklaşımla tepkisini ortaya koydu.


Freudıun insana dair daha önce söylenenden köklü olarak değişik yaklaşımını iyi anlamak gerekir. İnsanın derinlemesine doğru dünyasıyla ilgili olarak mistik yaklaşımlar elbette bir bilimsel disiplin şeklinde ilerlemedi. İnsanın gelişimine dair rehber olarak sunulan ve oldukça ayrıntı barındıran kimi mistik akımlardan Freud’u ayıran şey simgeleşen düşüncelerin aslının keşfiyle insanın kendi doğal halini keşfi ve bu gerçekten hareket etmesini önermesidir. Mistisizm ise yine aslında insanın kendini keşfi ve bu keşiften sonra temel duygu olan sevgiye ulaşarak kendisini tabiatın bir parçası olarak hissetmesi ve tabiata hükmeden güçle bağını kendi gerçekliği olarak ortaya çıkarması ve o gerçekliğin de asıl olanda erimesi olarak görür. Artık o güçle bağından hareketle ve o potansiyeli barındıran diğer insanlarla menfaate dayalı olmayan bir bütüncüllük hissiyle hareket edecektir. Freud, içindeki sevgiyi keşfetmeye çalışan ve diğer tüm insanlarla ortak bir var edenin, yaratıcının sevgisi bağlamında hayat sürmek için kendi bireyselliği içerisinde gelişmek isteyen, bedensel hazlarının kölesi olmaktan kurtulmuş insan tasavvuru ve kaotik yapısındaki hayvanı keşfederek onu anlamlandıran, toplumdan farklı olduğu güdüsüyle değerlerini kendisi belirlemesi gereken yalın bir insan. Her bünyeye lazım diyorum. EMİNE EBRU Ruh Canım Benim aşkımın tüm yüceliğini ne yazık ki yoksulluğumun tüm dipsizliğini, ancak senin davranışlarından sonra anlayabileceğim. Bunu çok iyi biliyorum. Bunun ne derece önemli olduğunu anlamaya devam ediyorum. Bu küçük güzel kutu ve o hayranlık duyulası fotoğraf karşımda olmasaydı yaşananların sadece birer rüya olduğunu zannedecek ve gözlerimi açmaktan korkacaktım. Fakat arkadaşlarım bunun bir gerçek olduğunu söylüyorlar. Bunun gerçek olması gerekir. Martha benimdir. Herkesin kendisinden hayranlıkla söz ettiği bu genç kız ilk karşılaşmamızdan itibaren tüm karşı koymalarıma rağmen kalbimi çaldı. Oysa ben tam olarak kendime güvenemiyorum.

Kur yapmaktan çekiniyordum, o bana gelip bendeki değeri, bana özgü değerlere dönüştürdü, bana yeni bir umut en çok ihtiyaç duyduğum bir zamanda çalışmak için taze bir güç bahşetti. Benim biricik sevgilim, sen yeniden döndüğünde o cana yakın varlığınla beni tedirgin eden beceriksizliği ve çekingenliği yenmiş olacağım, o minnacık güzel odamızda yeniden baş başa kalacağız; sen koltuğa oturmuş ve ben ayaklarımı yuvarlak tabureye uzatmış olarak. Ne güneşin batışından konuşacağız ne sabahın oluşundan. O can sıkıcı endişelerin yolculukların gündem oluşturmayacak kaygıların artık bizi ayıramayacağı dönemden konuşacağız. İşte bugün de bitti, kâğıdımda hiç boş yer kalmadı, gene de seninle gevezelik etme arzumun önüne geçemiyorum. Hoşça kal ve bu zavallı adamı ne kadar mutlu ettiğini unutma. Senin Sigmund’un A 6 MAYIS 1856 GÜNÜ MORAVYA’DA DOĞMUŞUM nne ve babamYahudiydi, ben kendim de Yahudi kaldım. Dört yaşındayken Viyana’ya getirildim. Tüm öğrenimimi bu kentte yaptım. Lisede yedi yıl boyunca hep sınıf birincisiydim. O dönemde beni kamçılayan şey bir çeşit bilgi açlığıydı ve nesnelerden çok insan ilişkilerine yönelen bir açlıktı. Bununla birlikte o çağda rağbet gören Darwin öğretisi, beni derinden derine etkilemekteydi. Ve işte bu sürecin sonunda tıp fakültesine yazılmaya karar verdim. 1873’te girdiğim üniversitede beni ilkin zorlu birtakım rüya kırıklıkları beklemekteydi. Gerçekten inanıyordum ki uyruk bağımlılığına erme onurundan yoksun bırakılmış olsa da çalışkan ve gayretli bir kimseye küçük bir yer daima bulunabilir.

Muhalefette yaşamaya ve konulan yasaklara ister istemez uymaya alıştırıyordum kendimi. Kaderimi kabulleniyordum ve böylece kamuoyuna karşı bir çeşit bağımsızlık duygusu belirginleşecekti. Ayrıca üniversitedeki ilk yıllarımda giriştiğim deneyler bana erkenden öğretti ki kendi doğal yeteneklerimin özelliği ve sınırlılığı, gençliğe vergi olan o aşırı taşkınlık içinde yönelmiş olduğum bilim dallarının birçoğunda bana en ufak bir başarı şansı tanımıyordu. Mefistofeles’in öğüdünün nasıl da gerçeğe dayandığını öğreniyordum artık. Boşuna dolaşıp duruyorsunuz bilimin ülkesinde oradan oraya, ancak öğrenebileceği kadarını öğrenir insan. 1876’dan 1882’ye kadar fizyoloji laboratuvarında çalıştım. Öyle ki ilk boşalacak asistanlık görevi için biçilmiş kaftan gibi bakmaya başlamışlardı bana. Ama yüz seksen derecelik dönüşle bütün herkesten çok saydığım hocamın sözünü dinleyerek fizyoloji laboratuvarını bıraktım. Hastaneye öğrenci olarak girdim. Stajyer doktorluğa terfi ederek çeşitli servislerde çalıştım. Beyin Anatomi Enstitüsüınde gayretli ve çalışkandım. Doktor yardımcılığı yaptığım daha sonraki yıllar içinde sinir sisteminde meydana gelen organik hastalıklara ilişkin gözlemlerimi yayınladım. 1885 yılı ilkbaharında gerek tarih alanındaki gerekse klinik çalışmalarımdan dolayı nöropatoloji doçentliğine getirildim. Sonrasında yüksek bir para yardımı yapıldı bana bir inceleme gezisine çıkabilmem için ve ver elini Paris dedim. Salpetrière Akademisi’ne girdim ve Charcot 1 beni kabul ederek en yakın çevresine aldı.

Klinikte olup bitenler konusunda tam pay sahibi oldum. Charcot’nun son araştırmalarına katıldım. Uygulamalı dersler ve tanıtımlar diğer yabancı öğrencileri olduğu gibi beni de etkiledi. Şaşkınlık ve çelişme uyandırdı. Charcot itirazlarımıza hep bir tatlı dil ve sabırla karşılık verdi. Bu tartışmalardan birinde şu sözler dökülmüştü ağzından: ‘Yaşamaya engel değil ki bu!’ Bu sözler silinmez bir damga gibi kalacaktı hep belleğimde. 1886’da doktor olarak Viyana’ya yerleştim ve dört yıldan beri uzak bir kentte beni bekleyen genç bir kızla evlendim. Yıllar boyunca yaptığım hipnoz tedavileri sonucunda 1893’de Breuer ile birlikte Histeri Olgularının Psişik Mekanizması Üzerine başlığı altında bir ön inceleme yayınladık. Sonrasında 1895 yılında Histeri Üzerine İncelemeler kitabı yayınlandı. Bütün her şey beklentilerime uygun bir şekilde olup bitiyordu. Hipnozdan kurtuluşumla birlikte teknik değişimi arındırma çabaları renk değiştirmişti. Nasıl oluyor da hastalar iç ve dış yaşamda yaşadıkları bunca olayı unutabiliyor ve nasıl oluyor da unuttukları şeyi anımsayabiliyordu? Gözlem, bu sorulara kusursuz bir şekilde yanıt verdi. Unutulan bütün şeyler kişiliğin özlem ve iddiaları açısından ya üzüntü ya da utanç vericiydi. Burada doktordan istenen çaba farklı durumlara göre değişmekteydi. Böylece içe itme, bastırma teorisini elde ediyordunuz.

İçe atma öğretisi, nevrozların anlaşılıp kavranması bakımından bir temel taşı haline gelmişti. Tedavi çabasının başka türlü tasarlanması gerekiyordu. Bir zamanlar içe atılmış olanın kabul ya da mahkûm edilmesine dayanmaktaydı. İşte bu yeni durumu göz önüne alarak araştırma ve tedavi metodunun adını değiştirip katharsis yerine psikanaliz dedim. Bütün her şey beklentilerime uygun bir şekilde olup bitti. Hipnozdan kurtulmuştum, ama teknik değişimiyle birlikte arındırma çalışması da renk değiştirdi. Bir çeşitli etkiler ve güçler bütününü örtegelmişti hipnoz: Şimdi bu örtü kalkmakta ve söz konusu bütünün kavranması, teoriye sağlam bir temel kazandırmaktaydı. Bu arada psikanaliz patojen içe atmaların ve biraz ilerde sözünü edeceğimiz başka birtakım olayların incelenmesi sonucunda bilinçaltı kavramını ciddiye almak zorunda kalmıştı. Psikanaliz açısından psişik olan bütün ne varsa ilkin bilinçaltısaldı. Bilinçsellik niteliği sonradan gelip buna eklenebilir ya da eklenemezdi. Bunu söylemekle, bilinçsel ile psişik özdeş sayan ve psişik bilinçaltı gibi saçmalığın tasarlanamayacağını ileri süren filozofların çelişkisiyle sürtüşme haline girilmiş olunmaktaydı. Ama ne gam: Filozofların bu kendine özgü teorisi karşısında omuz silkip geçmekten başka ne yapılabilirdi ki! Patolojik malzeme üzerinde çalışa çalışa edinilmiş olan deney – ki söz konusu deney, haklarında hiç bir şey bilinmeyen, ama dış dünyadan herhangi bir olguyu kabul ettiğimiz gibi kabul edilmesi gereken bu heyecanların sıklığını ve gücünü ortaya koyuyordu – seçme olanağı bırakmamaktaydı. 1 Jean -Martin Charcot. ( 1825 -1893) Fransız klinik tedavi uzmanı ve nörolog. Guillaume Duchenne ile birlikte modern nörolojinin kurucusu sayılır.

Hipnoz ve histeri üzerine çalışmalarısebebiyle daha çok Salpêtrière Akademisi başhekimi olarak tanınır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir