Sigmund Freud – Psikanaliz ve Uygulama

Arka Kapak; Psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud (1856 — 1939), bu kitabında psikanalizin beş yaşındaki bir çocuk üzerindeki uygulamasını anlatıyor. Ve büyük psikolog bu uygulamanın nasıl yapıldığını şöyle dile getiriyor : “Aşağıdaki sayfalarda betimlenecek olan hastalık ve tedavisi benim kişisel gözlemlerime dayanmıyor. Beş yaşındaki hastanın tedavisini gerçi ben yönettim. Dahası, küçükle bir kez de konuştum. Fakat tedaviyi, onun babası uyguladı. Ancak, babalık yetkesiyle (otorite), doktorluk yetkesinin birleşmesi, şefkatli bir ilgiyle, bilimsel bir ilginin bir araya gelmesi, böyle bir yöntemin uygulanmasını olanaklı kılmıştır.” Aşağıdaki sayfalarda betimlenecek olan hastalık ve tedavisi benim kişisel gözlemlerime dayanmıyor. Beş yaşındaki hastanın tedavisini gerçi ben yönettim. Dahası, küçükle bir kez de ben konuştum. Fakat, tedaviyi, onun babası uyguladı. Yayınladığım bu notları ona borçluyum. Bununla da kalmamıştır babanın hizmeti. Çocuğu, bu tür itiraflara bir başkası zorlayamazdı.


Babanın, çocuğunun dediklerini yorumlamasını sağlayan teknik bilgi, çok gerekliydi. Yoksa, böyle nazik bir çağda yapılacak psikanaliz, yenilmez güçlüklerle karşılaşacaktı. Ancak, babalık yetkesiyle (otorite), doktorluk yetkesinin birleşmesi, şefkatli “bir ilgiyle, bilimsel bir ilginin bir araya gelmesi, böyle bir yöntemin uygulanmasını olanaklı kılmıştır. Bu gözlemin özel değeri şuradadır: Yetişkin bir nevrotiği (sinir hastası) psikanalizle tedavi eden bir tabip, ruhsal biçimlenmeleri ardarda ortaya koyarak, çocukluğun cinselliğine geri gider. O cinselliğin kurucu öğelerinde, sonraki yaşantının bütün nevrotik semptomlarının (belirti) itici gücünü bulduğunu sanır. Bu varsayımları, 1905’te yayınladığım CİNSEL KURAM ÜZERİNE ÜÇ DENEME’de açıklığa kavuşturdum. (Bu denemeler tarafımızdan Türkçeye çevrilmiştir. YASAKLAR, NORMAL DIŞI İSTEKLER). Onların, bir psikanalizciye, çürütülmez göründüğü kadar, konuya yabancı birine garip göründüğünü biliyorum. Psikanalizci bile, bu temel önermelerin daha kısa yoldan, daha dolaysız elde edilmesini isteyebilir. O halde, çocukta bu cinsel uyarım ve istek biçimlenmelerini dolaysız olarak, bütün tazeliği içinde deneyimlemek olanaksız mıydı? Yaşlıların yıkıntıları arasından adeta kazarak ortaya çıkardığımız, ve bütün insanların ortak malı saydığımız, nevrotiklerde sadece güçlenmiş ve bozulmuş olarak kendini gösterdiğini kabullendiğimiz bu istek ve uyarımları, çocukta ele alamayacak mıydık? Bu soruları olumlu olarak yanıtlayabilmek için, yıllardan beri, öğrencilerimi ve arkadaşlarımı çocukların, çok kez özellikle gözden kaçırılan veya üzerinde ustaca yalan söylenen cinsel yaşamını ele almaya teşvik etmişimdir. Teşviklerim sonucu elimde toplanan gereçler arasında, 5 yaşındaki Hans’la ilgili olanlar ayrı bir yer tutmaktadır. Hans’ın, benim en yakın haleflerimden olan anne ve babası, ilk çocuklarını hiçbir baskı altında tutmamaya karar vermişlerdi. İyi bir huy için gerekliydi böylesi. Bebek, canlı, uyanık bir çocuk olmuştu. Onu hiçbir şeyden ürkütmeden büyütme çabası çok iyi yürüyordu. Şimdi, babanın notlarını, bana aktardıkları gibi vereceğim.

Çocuğun açık yürekliliğini ve sadeliğini bozacak bir değişim yapmaksızın. HANS ÜZERİNE BİLDİRİLER Hans, üzerine ilk bildiriler, onun henüz üç yaşına ulaşmadığı bir çağda başlamaktadır. O çağda “çiş aygıtı” olarak nitelendirdiği organına karşı canlı bir ilgi gösteriyor. Konuşma ve sorularında belli ediyor bunu. Örneğin bir kez annesine diyor ki, “Anne, senin de çiş aygıtın var mı?” “Tabii. Niye sordun?” “Aklıma geldi de.” Aynı yaşta, bir ineğin sağıldığını görüyor: “Bak, çiş aygıtından süt geliyor diyor.” Bu ilk gözlemler, küçük Hans’ın davranışlarının çoğunun olmasa da büyük bir bölümünün, cinsel gelişiminin tipik örnekleri olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Bir kadında, erkek üreme organını emme tasarımının ortaya çıkmasından pek şaşkınlığa düşülmemesi gerektiğini söylemiştim bir kez (Bruchstück einer Hysterie -Analyse, 1905. Ges Werke, V) (1). Bu çarpıcı uyarının, çok zararsız bir kökeni vardı. Anne göğsünde meme emmekten türemişti. Hans için de, yapısı açısından meme, biçim ve durumu açısından penise benzeyen inek memesi uygun bir aracı rolünü oynamıştı. Hans’ın buluşu, benim görüşümün son bölümünü güçlendirmişti. Hans’ın çiş aygıtına ilgisi, salt kuramsal bir ilgi değildi.

Düşünülebileceği gibi, organla dokunmaktan da ileri geliyordu. 3.5 yaşındayken, bir gün annesi, onu organı elinde görmüş ve: “Eğer bir daha öyle yaparsan, Dr. A gelip çiş aygıtını keser. Sonra nasıl çiş edersin demişti.” Şöyle yanıtlamıştı Hans: “Popomla.” Suçluluk bilincine kapılmaksızın Hans annesine karşılık vermişti. Ama, böylece, iğdiş edilme kompleksine kapılmıştı. İğdiş edilme kompleksi, nevrozların özümlenmesinde çok kez düşünülmesi gerekli, nevrozların kabullenmek istemedikleri bir gerçekti. Çocukluk tarihinin bu öğesi üzerine çok önemli şeyler söylenebilir: İğdiş edilme kompleksi, mitolojide (sadece Yunan mitolojisinde değil) derin izler bırakmıştır. Onun rolünü RÜYALARIN YORUMLANMASI’nda (2. baskı s. 385, 7. baskı s. 456) ve başka bir yerde belirttim (2).

Hans, yine 3.5 yaşındayken, Schönbrunn’da, arslan kafeslerinin önünde heyecanla haykırmış: “Aslanların çiş aygıtını gördüm.” Hayvanlar, mitolojide ve masallarda sahip olduğu önemi açıklığa borçludurlar. Küçük, meraklı insan yavrularına, cinsel organ ve işlevlerini gösterir onlar. Bizim Hans’ımızın, cinsel merakına hiçbir kuşku gölgesi düşmüyordu. Bu merak, araştırmacı yapmıştı onu aynı zamanda. 3.5 yaşındayken istasyonda, lokomotifin su bıraktığını görmüş ve sormuştu: “Hey. Lokomotif çiş ediyor. Onun çiş aygıtı nerde peki?” Biraz sonra bilgece eklemişti: “Köpeğin çiş aygıtı var, çiş aygıtı var. Masanın, sandalyenin yok.” Canlı ve cansızları ayıran ana noktayı yakalamış oluyordu böylece. Öğrenme isteğiyle, cinsel merak birbirinden ayrılmaz görünüyor. Hans’ın merakı, özellikle anne ve babasına uzanmıştı: “Baba, senin de çiş aygıtın var mı?” “Tabii oğlum.” “Ama sen soyunduğun zaman hiç görmedim onu?” Bir gün, yatmaya hazırlanan annesinin soyunuşuna bakar: “Niye bakıyorsun?” “Çiş aygıtın var mı diye bakıyordum.

” “Var. Bilmiyor muydun?” “Sandım ki sen büyük olduğun için, çiş aygıtın atınki gibidir.” Hans’ın bu “sanı”sı, sonraları önem kazanacaktır. 3.5 yaşındaki Hans’ın yaşamında en büyük olay kız kardeşi Hanna’nın doğumudur. Onun bu konudaki davranışı, babasınca olduğu gibi not edilmiştir: Sabahın 5’inde, sancının başlamasıyla, Hans’ın yatağı, yan odaya götürüldü. Saat 7’de kalktı. Annesinin iniltisini duydu. Hemen sordu: “Anne üşüttü mü?” Biraz duraladıktan sonra ekledi: “Tamam. Leylek bugün geliyor.” Son günlerde, sık sık, leyleğin bir erkek veya kız kardeş getireceği söylenmişti. Annesinin olağanüstü iniltisiyle, leyleğin gelişini birbirine bağlamıştı.” Derken, mutfağa götürdük onu. Oturma odasında, doktorun çantasını gördü: “Bu ne?” “Çanta.” “Anladım, leylek bugün geliyor.

” Doğumdan sonra, ebe mutfağa geldi, çay istedi. Hans’ın tepkisi şu oldu: “Tamam. Annem üşüttüğü için çay içecek.” Derken doğum odasına götürüldü. Odada, annesine değil, kanlı suların bulunduğu kaplara baktı. Kanlı su dolu leğeni göstererek: “Ama benim çiş aygıtımdan kan gelmiyor ki, dedi.” Bebeği çok kıskanmaktadır Hans. Biri onu över, güzel bulduğunu söylerse hemen yapıştırmaktadır: “Onun dişleri yok ama.” (3) Bebeği ilk gördüğünde, onun konuşamayaşından şaşkınlığa düşmüş ve bu yeteneksizliği, dişlerin olmayışına bağlamıştır. O günler, anjine yakalanmış, ateşler içindeyken şöyle sayıklamış: “Kardeş istemiyorum ben.” “Birkaç ay sonra kıskançlığı geçti. Şefkatli, kendi üstünlüğünden emin bir kardeş oldu.” (4) Bir haftalık kız kardeşini yıkanırken görmüştü: “Onun çiş aygıtı amma da küçük” dedi. Teselli edercesine ekledi: “Büyüyünce çiş aygıtı da büyüyecek.” (5) Yine 3-4 yaşında, Hans, gördüğü rüyayı ilk kez aktarmıştır: “Bu gece uyuyunca, Mariedl’le Gmunden’deydim sandım.

” “Maried, ev sahibinin çocukla çok kez oynayan 13 yaşındaki kızıdır.” Baba, rüyayı anneye aktarırken, düzeltir. Hans: “Mariedl’le demedim. Mariedl’le yalnız oynuyorduk dedim.” 1906 yazında Gmunden’deydi Hans. Bütün gün ev sahibinin çocuklarıyla koşuşup duruyordu. Gmunden’den ayrılınca, sanmıştı ki, kente yerleşmek Hans’a güç gelecek. Ama hayrettir, öyle olmadı. Bu değişmeden memnun kalmıştı. Haftalar boyu Gmunden’den hemen hiç söz etmedi. Sonra, orada kalan renkli anılar kendini belli etmeye başladı. Aşağı yukarı dört haftadan beri bu anıları, fantazilere çevirdi. Berta, Olga ve Fritzl’le oynadığını kuruyor, onlarla karşısındalarmış gibi konuşuyordu. Saatlerce yapabiliyordu bunu. Kız kardeşi doğalı beri, çocuk yapma sorunuyla açıkça ilgileniyordu.

Berta’yla Olga’ya ‘çocuklarım’ diyordu. Ve ekliyordu: “Benim çocuklarımı da leylek getirdi.” “Gmunden’den aynlalı 6 ay geçtikten sonra, bu rüya, Gmunden özlemi olarak yorumlanabilirdi.” Babanın notlarına benim ekleyeceğim şudur: Hans, “çocukları” üzerine açıklamasında, düpedüz kendi içindeki kuşkuyla çelişiyor. Baba, sonradan, büyük bir değer kazanacak bazı şeyler de not etmiştir. Son zamanlarda, sık sık Schönbrunn’a giden Hans’a bir zürafa resmi çizdim. “Onun çiş aygıtını da çiz” dedi. “Kendin çiz” dedim. Bunun üzerine zürafa resmine bir çizgi ekledi. Sonra o çizgiyi uzattı. Aşağıdaki şekilde görülmektedir. Bütün bu gözlemleriyle Hans, kendi buluşuna inanmayı sürdürmektedir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir