Simone De Beauvoir – Evlilik Cagi

TOPLUMUN kadına hazırladığı yazgı genel olarak, evliliktir. Bugün bile, kadınların çoğu evlidir, evlenip ayrılmış ya da dul kalmıştır, evlenmeye hazırlanmakta ya da evlenmediği için dertlenmektedir. Bekâr kadın, ister bundan yoksun kalmış, ister başkaldırmış ya da aldırmamış olsun, hep evlilik kurumuna göre belirlenir. Dolayısıyla, incelememize evliliğin çözümlenmesiyle devam etmek zorundayız. 1 Kadının ekonomik evrimi evlilik kurumunu tepeden tırnağa değiştirmek üzeredir: evlilik, yavaş yavaş, özerk iki bireyin özgür kararına dayanan bir birlik haline gelmektedir, bağlanmalar kişisel ve karşılıklıdır; evlilik dışı ilişki kurmak, iki yan için de, sözleşmenin bozulması anlamına gelmektedir; her iki yan da, aynı koşullar içersinde eşinden boşanabilmektedir. Kadın artık yalnızca daha önce yapılmış olanları çoğaltma görevinde çöreklenip kalmamaktadır; çalışması o doğal kölelik niteliğini yitirmiş, bile bile yüklenilen bir görev halini almıştır; ve bu görev üretici çalışmaya benzetilmiştir, çünkü gebeliğin zorunlu kıldığı dinlenme döneminde, çoğu kez, Devlet ya da işveren tarafından anneye para ödenmektedir. Sovyetler Birliği’nde, evlilik Dev-rim’in ilk yıllarında yalnızca eşlerin özgürlüğüne bağlı bireyler-arası bir sözleşme sayılmıştır; bugünse, Devlet’in eşlere yüklediği bir hiz12 KADIN II met sayılmaktadır. Yarının dünyasında bu iki eğilimden hangisinin ağır basacağı, toplumun genel yapısına bağlı olacaktır: ancak, şurası açıktır ki, erkeğin koruyuculuğu yavaş yavaş tarihe karışmaktadır. Bununla birlikte, yaşadığımız çağ, kadınsal açıdan bir geçiş dönemidir. Kadınların ancak bir bölüğü üretime katılmakta, ama bunlar da dededen kalma yapı ve değerlerin yaşamaya devam ettiği bir toplumda yer almaktadırlar. Çağdaş evlilik, sürüp gitmekte olan geçmişin ışığında kavranabilir ancak. Evlilik, öteden beri, bambaşka biçimlerde çıkmıştır kadınla erkeğin önüne, iki cins de ötekine gereksinme duymaktadır; ama bu gereksinme hiçbir zaman bir karşılıklılığa yol açmamıştır, kadınlar, hiçbir zaman, erkeklerle eşitlik içinde alışverişte bulunabilecek, sözleşmelere girecek ayrı bir kast kuramamışlardır. Toplumsal açıdan, erkek özerk ve bütün bir varlıktır; her şeyden önce üretici sayılmakta, varoluşu, topluluğa yaptığı işle doğrulanmaktadır; incelememizin birinci cildinde, kadının benimsediği çoğaltıcılık ve uşaklık rolünün hangi nedenlerden ötürü kendisine erkeğinkine eşit bir saygınlık getirmediğini görmüştük. Erkeğin kadına gereksinmesi var elbet; bazı ilkel kavimlerde, tek başına kendine bakamadığı için, bekâr erkeğin parya haline geldiği bile görülür; tarımla yaşayan topluluklarda köylüye bir dişi yardımcı gereklidir; ve erkeklerin çoğu için, yüklerin bir bölüğünü kadının sırtına yıkmak epey yararlıdır; birey düzenli bir cinsel yaşam istemekte, soyunun devamını arzulamakta, toplum da ondan bunu beklemektedir. Ama erkek bunun için kadının kendisine seslenmemektedir: erkek toplumu, üyelerinin birer koca ve baba olarak kendilerini bütünlemelerine izin vermektedir; babaların ve erkek kardeşlerin egemen olduğu aile topluluklarına bir tutsak ya da uyruk gibi katılan kadın, öteden beri, birtakım erkekler tarafından öbür erkeklere verilmektedir, ilkel topluluklarda, sop ya da geniş aile (uruk) hemen hemen bir nesne gibi kullanır kadını; o, iki sopun karşılıklı olarak birbirlerine verdikleri ödünç mallardan biridir; evlilik, evrimi boyunca1 sözleşmesel bir nitelik kazandıysa da, kadının durumu pek değişmedi; 1 Bu evrim kesintilidir.


Mısır’da, Roma’da, çağdaş toplumda birkaç kez aynı noktaya dönülmüştür; bunun için I. cildin “Tarih” bölümüne bakın. EVLi KADIN 13 drahoma verilen ya da mirastan pay alan kadın yasalardan yararlanan bir yurttaş gibi gözükmektedir: oysa drahoma ya da miras onu aileye daha bir tutsak etmektedir; uzun süre, evlilik sözleşmeleri kadınla kocası arasında değil, kız babasıyla damat arasında imzalanmıştır; bu’gi-bi durumlarda, ancak dul kadın2 ekonomik özerkliğe kavuşabilmektedir. Genç kızın seçme özgürlüğü öteden beri son derece dardır; bekârlıksa —kutsal bir nitelik kazandığı ender durumlar bir yana—, genç kızı asalak ya da parya haline getirmektedir; evlilik, biricik geçim yolu, varoluşunu doğrulamaya yarayacak biricik toplumsal kurumdur, iki yönden zorlanır evliliğe: topluluğa çocuk doğurması gerekmektedir; ancak —Isparta’daki ve bir bakıma Nazi 2 yönetimindeki gibi— Devlet’in onu kanatlan altına alması ve kendisinden yalnız analık beklemesi pek enderdir. Erkeğin dölleyiciliğinden habersiz uygarlıklarda bile, kadının kocasının koruyuculuğuna bırakılması gerekmektedir; ayrıca, bir erkeğin cinsel arzularını doyurup yuvaya bakmakla da yükümlüdür. Toplumun kendisine yüklediği bu göreve, kocaya hizmet gözüyle bakılmaktadır: dolayısıyla koca da ona armağanlar almak, ayrıldıkları zaman dul maaşı vermek, geçimini sağlamak zorundadır; toplum, kocanın hizmetine verdiği kadına borcunu erkek aracılığıyla ödemektedir. Evli kadının görevlerini yerine getirmekle kazandığı haklar, kocanın zorunlulukları biçiminde dile gelir. Erkek evlilik bağını dilediği zaman koparıp atamaz, bir kadından ayrılmak ya da boşanmak, kamu güçlerinin kararına bağlıdır, ve koca, kimi zaman bunun için para ödemek zorundadır: Kral Bokkoris zamanında Mısır’da ve bugünkü AJB.D.’de bu “nafaka” işi alabildiğine kötüye kullanılmış ya da kullanılmaktadır. Çokeşlilik öteden beri açıkça ya da gizlice göz yumulan bir şeydin erkek, tutsakları, odalıkları, nikâhsız kadınları, oynaşları, fahişeleri alabilir koynuna; ama karısının bazı ayrıcalıklarına saygı göstermekle yükümlüdür. Kadın kötülük görür ya da incitilirse —az çok somut bir güvenlik içinde— baba ocağına dönmek, tek yanlı olarak ayrılmak ya da boşanmak hakkına kavuşur. Bu durumdaysa, evlilik, eşler için hem bir yük, hem de kârdır; ama kadınla erkeğin durumu aynı değildir; genç kızlar için ev-. 2 Şehvet edebiyatında dul kadının tuttuğu o garip yer de işte burdan gelmektedir. 14 KADIN II lilik topluluğa katılmanın tek yoludur, “evde kaldıkları” zaman, toplumsal açıdan tam anlamıyla fire sayılırlar.

Anaların kızlarını ille de evlendirmek isteyişi bundandır. Geçen yüzyılda, kentsoylu (burjuva) sınıfta, kızlara fikrini soran hemen hemen yoktu. Önceden düzenlenen “görüşmeler”de, damat adaylarına gösterilirdi kızlar, Zola Pot-. Bouille’da işte bu töreyi anlatmaktadır: “Kaçtı, f irşat kaçtı] dedi. Bn. Josserand kendini sandalyelerden birine atarak. — Yaaa! diye karşılık vermekle yetindi B. Josserand. —Anlamıyor musunuz canım, diye devam etti Bn. Josserand tiz bir sesle, bu evlilik de suya düştü işte, üstelik bu dördüncüsü! — Kulak veriyor musun bana, diye bağırdı Bn. Josserand kızının üstüne yürüyerek. Nasıl kaçırdın bu seferkini ha?” Berthe sıranın kendisine geldiğini anlamıştı. “Bilmem ki anne, diye mırıldandı. — Hem de bir büro şefini, diye devam ediyordu annesi; daha otuzuna bile basmamış, geleceği parlak mı parlak. Her ay tirink tirink sayar paracıkları ovucunuza; sağlam kapı, eh, önemli olan da bu zaten… Ötekiler gibi, buna da ne sersemlik ettin kimbilir? —inan bir şey yapmadım, anne.

—Dans ederken küçük odaya geçmiştiniz.” Berthe’in beti benzi attı: “Evet, anne, geçtik… Yalnız kalınca kötü şeylere kalkıştı, nah böyle avuçlayarak öpmeye kalktı beni. Korktum, mobilyalardan birine doğru ittim onu.” Annesi, cinleri başında, sözünü kesti kızın: “Mobilyalardan birine ittin ha! Vay başımın kara yazısı, mobilyalardan birine itmiş! —iyi ama, kollarına almıştı beni. — Ee, sonra? Kollarına almışmış… iyi ya işte! Gel de evlendir bu sersem tavukları! Peki ama, biz bunu mu öğretiyoruz size, ha!… Ne çıkar kapı ardındaki bir öpücükten/ Ayrıca, insan gelir de annesine babasına anlatır mı böyle şeyleri? insanları itip kakıyor, pişmiş aşa su katıp evlilikleri bozuyorsunuz be!” Bir öğretmen tavrı takındı ve devam etti: EVLi KADIN 15 3 “Yoo, bu i$ burada biter, kızım, benim umudum kalmadı artık, sersemin birisiniz siz… Malınız mülkünüz olmadığına göre, erkekleri başka yönden tavlamanız gerektiğini öğrenin. Sizin gibilerin bakışları yumuşak olmalı, yüzü de sevimli, el zaman zaman surda burda unutul-malı, çaktırmadan birtakım çocukluklara izin verilmeli; koca dediğin avlanır çünkü… Üstelik, en çok sinirimi bozan, istediği zaman hiç de fena kız olmayışı, diye devam etti Bn. Josserand. Hadi, hadi, sil şu gözlerini de, sana kur yapan biriymişim gibi bak bana. Görüyor musun, eğilip alırken parmaklarına dokunsun diye yelpazeni düşürürsün şöyle… Ayrıca, kazık gibi durmamalı, kıvrak olmalısın. Erkekler kazık gibi kızlardan hoşlanmazlar. Hele ileri giderlerse, aptallık edip ses çıkarma sakın, ileri giden erkek hapı yutmuş demektir, yavrum.” , Oturma odasındaki saat ikiyi vuruyordu; ve anne, bu saatlere dek uyumamış olmanın verdiği sinir bozukluğuyla, en kısa zamanda bir düğün yapabilme arzusunun etkisinde, kendinden geçmiş, yüksek sesle düşünüyor, kızını kukla gibi çekiştirip duruyordu. Kızsa, istençsiz, pelte gibi bir et yığını halindeydi, anasının çekiştirmelerine ses çıkarmıyordu, yüreği kabarmış, korku ve utançtan boğazı düğümlenmişti… Görüldüğü gibi, genç kız tam bir edilginlik içindedir; ana-babası tarafından evlendirilmekte, birilerine verilmekte’dir. Oğlanlarsa kendi başlarına evlenmekte, kendilerine birer kadın almakta’âalsa:. Evlilikte varoluşlarını doğrulamak değil, varlıklarını geliştirmek, doğrulamak isterler; evlilik onlar için özgürce yüklendikleri bir şeydir.

Dolayısıyla, Eski Yunan ya da Orta Çağ taşlamacıları gibi, atacakları adımın yarar ya da zararlarını hesap edebilirler; evlilik onların gözünde bir yazgı değil, bir yaşama biçimidir. Bekârlığın yalnızlığını seçebilecekleri, geç evlenebilecekleri gibi, hiç evlenmeyebilirler de. Kadın, evlenirken, tımar olarak yeryüzünün bir parçasını alır; birtakım yasal güvenceler onu erkeğin geçici heveslerine karşı korur; ama aslında uyruktur. Ekonomik açıdan ailenin başı erkektir, dolayısıyla toplumun gözünde aileyi de erkek temsil eder. Kadın, erkeğin soyadını alır; onun dinine, sınıfına, ortamına girer; onun ailesinden biri, “yansı” olur. Erkeğin işi nerdeyse o da oraya gider: aile, erkeğin çalıştığı yerde oturur; kadın, yavaş yavaş ya da birdenbire geçmişin16 KADIN H den kopar, kocasının evrenine katılır; ona verir kendini: hem kızlığını, hem de ölene dek kendisine bağlı kalmaya söz verir. Yasaların evlenmemiş kıza tanıdığı hakların bir bölüğünü yitirir. Roma Hukuku, kadını locofilioe (oğul gibi sayılanı) kocaya teslim etmekteydi. XIX. yüzyıl başlarında, Bonald, annesi için çocuk neyse, koca için de karının o olduğunu söylüyordu; 1942’de kabul edilen yasaya dek, Fransız Hukuku da kadından kocasına boyuneğmesini istemekteydi; yasa ve töreler bugün de erkeğe büyük bir yetke vermektedir: bu yetke, erkeğin aileye dayanan toplum içersindeki yerinden gelmektedir. Üretici erkek olduğundan, ailenin çıkarını toplumun çıkan doğrultusunda aşan, bütün bireyleri kapsayan bir geleceğin kurulmasına yardım ederek topluma yeni bir gelecek hazırlayan odur: aşkınlığı temsil eden erkektir. Kadın, insan türünün devamıyla, yuvanın bakımıyla yükümlüdür, yani içkin-liğe adanmıştır.3 Oysa her insanî varlık, aynı anda, hem aşkınlık, hem de içkinliktir; kendini aşabilmesi için sürüp gitmesi, geleceğe doğru atılım yapabilmesi için geçmişi kendine mal etmesi gerekir; başkasıyla alışverişte bulunarak varlığını kendi kendine doğrulamak zorundadır. Bu iki an, bütün canlı hareketlerde vardır: erkek için, evlilik işte bu iki anın mutlu bireşimini dile getirir; uğraşında, siyasal yaşamında değişikliği, ilerlemeyi tadar, zaman ve evren içindeki dağılımı hisseder; bu başıboşluktan bıktı mı, bir yuva kurar, yerleşir, dünyaya demir atar; akşamlan, kadının büyük bir titizlikle sakladığı geçmişin gözü gibi baktığı çocuklarla mobilyaların bulunduğu evine gelip kendini toparlar. Kadınınsa, o katkısız ve değişmez genelliğiyle yaşamı sürdürmekten, ayakta tutmaktan başka görevi yoktur; o, hiç değişmeyen insan türünü sürdürür, kapısını bacasını sımsıkı kapadığı yuvanın devamıyla günlerin hep aynı tempoda geçmesini sağlar; ne gelecek, ne de evren üstünde dolaysız yoldan 4 etkili olabilmesine izin vardır; kendini, toplum doğrultusunda, ancak erkek aracılığıyla aşabilir.

Evlilik, günümüzde de bu geleneksel görüşünü büyük ölçüde sürdürmektedir. Ve her şeyden önce, delikanlıdan çok genç kızı baskı altında tutmaktadır. Birçok toplum katında, genç kız için evlilikten baş3 Bu sava Saint Paul’de, Kilise Babalan’nda, Rousseau’da, Proudhon’da, Auguste Comte’da, D.H. Lawrence’da ve daha başkalarında rastlarız. EVLİ KADIN 17 ka çıkış yolu yoktur; köylüler arasında, evlenmemiş kız tam anlamıyla paryadır; babasının, erkek kardeşlerinin, eniştesinin kölesidir; kente göçemez; evlilik, onu hem bir erkeğin hizmetçisi, hem de bir evin hanımı yapar. Birçok kentsoylu ailede genç kız hâlâ yaşamım kazanamayacak biçimde yetiştirilmektedir; ya baba evinde asalak yaşayacak, ya da yabancı bir evde bundan daha kötü bir duruma boyuneğecektir. Dış dünyaya açılabildiği hallerde bile, erkeklerin elindeki ekonomik ayncalık, herhangi bir iş tutmaktansa evliliği yeğlemesine yol açmaktadır: toplumsal durumu kendisinden iyi bir erkek arayacaktır, böylece, kendisinin varamayacağı bir yere hem de çok daha hızlı ulaşmayı ummaktadır. Eski çağlardaki gibi, bugün de, sevişmek kadının kocasına karşı yükümlü olduğu bir hizmet sayılmaktadır; erkek bundan zevk almakta, karşılığında da birtakım armağanlar vermesi gerekmektedir. Kadının vücudu satın alınan bir nesnedir; kadın içinse, erkek, dilediği gibi işletebileceği bir sermayedir. Kimi zaman, kendisi de bir drahoma getirir erkeğe; çoğunlukla da ev işlerini yüklenir: eve bakacak, çocuk yetiştirecektir. Şöyle ya da böyle, kendine baktırma hakkına sahiptir, geleneksel ahlâk da onu bu konuda yüreklendirmektedir. Kadın uğraşlan çoğunlukla verimsiz ve düşük ücretli olduğundan, bu kolaylığı seçmeye yatkın olması son derece doğaldır; evlilik, bir sürü uğraştan kat kat iyidir. Töreler, bugün de evlenmemiş kızın cinsel özgürlüğünü kısıtlamaktadır; Fransa’da, serbest aşkı yasaklayan bir yasa bulunmadığı halde, evli kadının başka biriyle sevişmesi suçtu; ancak, bir âşık edinmek isteyen kadının, ilkin evlenmesi gerekiyordu. Sıkı bir denetim altında tutulan genç kentsoylu kadın, bugün bile, “özgür olabilmek” için evlenmektedir.

Amerikalı kadınların büyükçe kısmı cinsel özgürlüğe kavuşmuştur; ancak, onların yaşantısı da, Malinows-ki’nin Bekârlar Evi”ndeki ilkel delikanlıların tattığı sonuçsuz zevkleri andırmaktadır; sözü geçen delikanlılara ancak evlendikten sonra adam gözüyle bakılmaktadır. Yalnız bir kadın, Amerika’da, kendi geçimini sağlasa bile, Fransa’dakinden çok daha eksik bir varlıktır; tam bir kişi sayılması ve bütün haklarına kavuşabilmesi için parmağına bir yüzük geçirmesi gerekmektedir. Hele analık, ancak evli kadında hoşgörül-mektedir; kız-anne hâlâ kötü gözle bakılan kişidir ve çocuk, onun için, ağır bir yüktür, ayakbağıdır. Bu yüzden de, gerek Eski, gerek Ye18 KADIN II EVLİ KADIN 19 ni Dünya’da gelecekle ilgili tasarıları sorulan birçok genç kız, eskisi gibi: “Evleneceğim” diye karşılık vermektedir. Oysa hiçbir delikanlı evliliğe temel tasarısı gözüyle bakmaz. O, ancak ekonomik alandaki başarısıyla adam yerine konacaktır: bu onu —özellikle köylü için— evliliğe götürebilir de götürmeyebilir de. Eskiye oranla daha değişken, daha belirsiz olan günümüzün koşullan, delikanlı için, evliliğin yükünü alabildiğine artırmıştır; buna karşılık, evlilikten sağlayacağı yararlar epey azalmıştır, çünkü bekâr erkek kendine bakabileceği gibi, cinsel açıdan da genellikle, kolayca kendini doyurabilir. Evliliğin birtakım maddî rahatlıkları —(“insan lokantadakinden çok daha iyi yemekler yiyor canım.”)— cinsel kolaylıkları var elbet —(“Böylece genelev insanın ayağının dibine geliyor”)—, bireyi yalnızlığından kurtarmakta, ona bir yuva, çoluk çocuk kazandırarak uzayda ve zamanda belli bir yere 5 oturtmaktadır; evlilik, onun için, varoluşunun kesin olarak belirlenmesi, bütünlenmesidir. Buna rağmen, evlenmek isteyen erkek sayısı, gelin adaylarından azdır. Baba, kızını evlendirmekten çok başından atmaktadır; koca arayan genç kız bir isteğe cevap vermemekte, tam tersine, bu isteği uyandırmaktadır. Danışıklı dönüşüklü evlilikler bugün de geçerliktedir; akıllı uslu kentsoylular bu tür evlenmeleri devam ettirmektedirler. Napoleon’un mezarı başında, Opera’da, danslı gazinolarda, plajlarda, çaylarda, saçları yeni yapılmış, yeni bir entari giymiş genç kızlar az uz konuşup bedensel güzelliklerini kıyısından köşesinden gözler önüne sermektedirler; analar babalar kızların yakasına yapışıp sarsmakta: “Hadi, durma, seç birini; yeter masraf ettik sana. Sıra kızkardeşinde artık” demektedirler. Zavallı kız, tohuma kaçtıkça talihinin azaldığını bilmektedir; damat adayları zaten pek kalabalık değildir: seçme olanağı, koyun sü-rüsüyle değiştirilen Bedevininkinden daha azdır.

Colette’in4 dediği gibi: “Malı mülkü ve uğraşı olmayan, erkek kardeşlerinin sırtından geçinen bir genç kızın sesini kesip oturmaktan, kısmetine çıkanı kabul edip Tanrı’yı yadsımaktan başka çaresi yoktur!” Çağdaş yaşam, her geçen gün artan bir hızla, gençlerin, anaların uyanık bakışları altında buluşmasına izin vermektedir. Eskiye oranla 4 La Maison de Claudîne (Claudine’in Evi). kölelikten epey kurtulmuş olan genç kızlar sık sık gezmeye gitmekte, üniversiteye yazılmakta, erkeklerle tanışmalarına izin veren işlere girmektedirler. Madam Claire Leplae, 1945-1947 yıllan arasında, Belci-ka’daki kentsoylu sınıf içersinde bir soruşturma yapmıştır.5 Yazar, soruşturmayı konuşmalarla yapmıştır, sorduğu sorularla aldığı karşılıkların bir kısmını aktaracağım. S.: Danışıklı dönüşüklü evlenmeler sık mıdır?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir