Sina Aksin – Ic Savas ve Sevr’de Olum

Önceki ciltte de belirtildiği üzere Damat Ferit’in yandaşı olan Peyam-ı Sabah ve Alemdar’a göre 4 Nisan’da Damat Ferit, kabinesini kurmuş ve arkadaşlarıyla program üzerinde çalışmalar yapmıştı. Daha önce akşam 6 sıralarında saraya gidip orada 1,5 saat kalmıştı. 4. Damat Ferit hükümetinin resmen kurulması 5 Nisan’da olmuştur. 1 Salih Paşa 2 Nisan günü akşam, hükümetinin istifa ettiğini padişaha bildirmiş bulunuyordu. Yeni kurulan hükümette, daha önceki hükümetlerinde olduğu gibi, Damat Ferit Hariciye’yi de üstlenmişti. Bu da güttüğü dış siyasetin ne denli kişisel, ne denli Saray’a özgü olduğunun bir işareti sayılabilir. İki hafta sonra Harbiye Nezareti vekâletini üstlenmesi, o tarihten sonra bu alanın da benzer niteliklere büründüğünü gösterir gibidir. Kabinedeki isimler hep yeni isimlerdir (Dahiliye Nazırı Reşit Bey dışında) ve birçoğu askeri ya da sivil bürokrasiden gelmektedir. Bu da kimi devlet adamlarında görülen, yanında kendine rakip olabilecek adam barındırmama özelliğini imlemektedir. Bunun çok sağlıklı bir özellik olduğu söylenemez sanırım. Başkaları karşısında duyulan aşağılık karmaşasından, herkesi aleyhinde görme gibi eğilimlerden kaynaklanabilir. İkinci ciltte de belirtildiği gibi, Reşit Bey’in hükümetteki rolü, sanırım Fransızları tatmin etmekti. 2 Daha önce Tevfik Paşa’nın üstlenmiş olduğu Damat Ferit’e karşı Fransızların adamı olmak (ya da görünmek) işlevini demek ki şimdi Reşit üstlenmişti. Gerek Alemdar gerekse Peyam-ı Sabah 6 Nisan’da Harbiye Nezareti’nin İsviçre’de bulunan Mahmut Paşa’ya önerildiği söylentisini yazıyorlardı.


Ertesi günü, Alemdar Muhtar’ın öneriyi kabul ettiğini ya da Harbiye Müsteşarı Fuat Paşa’nın atanacağını yazıyordu. 3 Bu olasılıklar gerçekleşmeyeceği gibi, Fuat Paşa eski yerini koruyamayacaktı. Yeni hükümet 6 Nisan günü 16:30 ile 18:30 arasında sarayda toplanıp ant içti. 4 Yeni hükümeti atayan Hatt-ı Hümayun onun görevi konusunda hiçbir kuşku bırakmıyordu. 5 Bir süredir fiilen Anzavur ve adamları tarafından başlatılmış olan İç Savaş açıkça ve resmen ilan olunuyordu. Vahdettin’e göre mütarekeden sonra yavaş yavaş düzelmeye yüz tutan siyasal durumu, “milliyet” adı altında yapılan karışıklıklar ağır bir hale getirmiş, barışçıl önlemler sonuçsuz kalmıştı. Son gelişmeler karşısında bu “hal-i isyanın” sürmesi “maazallah” daha da ağır hallere kaynak olabileceğinden, karışıklığı düzenleyen ve özendirenler için “ahkâm-ı kanuniyenin” uygulanması, aldatılarak bu kalkışmaya katılanlar için genel af ilan edilmesi “kat’iyyen matlubumuz”du. Böylece düzen sağlanmış, halkın hilafet ve saltanata bağlılığı sağlamlaşmış olurdu. Ayrıca İtilaf devletleriyle güven verici “gayet samimi” bağlar kurulmalıydı. Devlet çıkarları ve ulusun hak ve adalete dayanarak savunulması, böylelikle barış koşullarının ılımlılaştırılması ve barışın bir an önce bağıtlanması için çok çaba gösterilecekti. Bu arada geçim sıkıntısının olabildiğince hafifletilmesi için de çalışılacaktı. Hatt-ı Hümayun Babıâli’de kalabalık önünde okunurken ön sırada bir İngiliz subayı “resmi bir tavırla” duruyormuş. Bu, oradakilerin “dikkat ve teessürüne” neden olmuş. 6 Refi Cevat 6 Nisan’da bunun son kurtuluş deneyi olduğunu, Damat Ferit’in eşkıyayı temizleyip milletin güvenini kazanacağını, böylece İtilaf’la daha içten bağlar kurulacağını belirtiyor, “Allah Muvaffak Eylesin!” diyordu. Aynı gazete, Osmanlı yazgısını belirleyecek olan San Remo Konferansı’nın iki hafta sonra, 19 Nisan’da açılacağını bildiriyordu.

Gazetenin söylediğine göre İstanbul halkı, geçirmekte olduğu ağır bunalıma karşın Ferit’e “pek parlak bir hüsn-ü kabul” göstermişti. Aynı sayıda Neon Etnos gazetesinden naklen Prens Sabahattin’in bir demeci yer alıyordu. Devlet, tarihinin en ağır aşamasını geçirmekteydi. Onun için “pek cezri” (kökten) önlemlere gereksinim vardı. Salih Paşa, Kuva-yı Milliye ile ilişkide olduğundan bunalımı çözmek için en az muktedir bir hükümetti. Yeni hükümetin kesin bir etkinlik ve içtenlik göstermesi gerekiyordu. Durumun bilincinde olduğumuzu ve bütün felaketlerimizin kaynağı olan geçmişi unutmak istediğimizi kanıtlamamız gerekiyordu. 7 The Times muhabiri hükümetin partiler dışı oluşuna dikkat çekiyordu. 5 Nisan haberinde bu, Hürriyet ve İtilaf ile yapılan görüşmelerin sonuçsuz kalması durumuna bağlanıyordu. Anlaşılan Hürriyet ve İtilaf, nezaretlerin çoğunluğunu istemişti. 6 Nisan haberinden bu görüşmelerin Vahdettin’in arzusuyla kesildiğini, zira padişahın, hükümetin almak zorunda olduğu bastırma önlemlerinin kişisel ya da parti düşmanlıklarından kaynaklandığını düşündürtmemek gerektiği düşüncesinde bulunduğunu öğreniyoruz. Muhabir, Reşit’in enerjik ve ne istediğini bilen biri olduğunu ve İttihat ve Terakki’nin ondan nefret ettiğini, Kara Sait Paşa’nın enerjik ve sert (hard-handed) olduğunu, Fahrettin’in Uşi Antlaşması’nda Osmanlı temsilcisi bulunduğunu, Cemil Paşa’nın hem cerrah, hem de İstanbul Şehremini olarak tanındığını belirtiyordu. Telle kendisine Harbiye Nezareti önerilen Mahmut Muhtar’ın ise 1912’de İttihat ve Terakki ile yollarının ayrıldığını, Balkan Savaşı’nda Çatalca’da Bulgar saldırısını püskürttüğünü, 1914’te Enver tarafından ordu ile ilişiğinin kesildiğini, Dünya Savaşı’nın ilk üç yılında Berlin’de büyükelçilik yaptığını bildiriyordu. 8 7 ya da 8 Nisan günü Damat Ferit İngiliz Yüksek Komiserliği’ni ziyaret etti. Görüşmede Yüksek Komiser De Robeck dışında Müsteşar Amiral Webb ve tercüman Ryan da bulundular.

Paşa, ulusal harekete boyun eğdirmek üzere iktidara geldiğini, bunun için manevi güç yanında fiziksel güç de kullanmak gerekeceğini, o bakımdan asker ve özellikle jandarma kullanmayı düşündüğünü açıklamakla söze başladı. “Jandarmadan” amaçladığı, Kuva-yı Milliye’ye karşı mücadele veren milis gruplarıydı. Bandırma yöresinde bu işi Anzavur yapıyordu. İzmit ve Bolu yöresinde bunun tohumları vardı. Trabzon’da böyle bir durum bir zamanlar vardı ve belki şimdi de devam ediyordu. Daha ötede Kayseri ile Harput arasında ve Kürdistan yönünde bir şeyler yapılabilirdi. Hükümet bunlardan yararlanacaktı. Bu amaçla hükümet Anzavur’u Paşa ve Karesi mutasarrıfı yapmıştı. (Böylece bir haydutu hükümetin bir adamına dönüştürmüşlerdi.) Muhtemelen Bandırma o sırada onun denetimindeydi. Adamlarına üniforma giydirmeyi düşünüyorlardı. Yüksek komiser bu “öneriler” konusunda General Milne’e danışacağını, Ferit ise bunları yazılı olarak sunacağını söyledi. Yüksek komiser, Fransız Generali Foulon’un jandarma danışmanlığı dolayısıyla “jandarma” sözcüğünü kullanmamayı tavsiye etti. Zor kullanma durumunda, bunun başarısızlığa uğramaması için özen gösterilmesini, Müttefikler’in iç savaşı önlemek istediklerini, onun için direnişi ezecek yeterli güç sahibi olmanın önemini belirtti. Ferit ise, Anzavur’un az olanaklarla pek çok şey başardığını, şimdi bir miktar daha topu ve cephanesi olursa daha başarılı olacağını söyledi.

De Robeck bunu da Milne’e danışacağını söyledi. Herhalde Milne, gereksinimleri saptamak üzere ve cephanenin yerinde kullanılması için önlemler düşünmek üzere bir subayı oraya göndermek isteyecekti. Ferit de bunu uygun gördü. Ferit taşradan haber almak konusunda yüksek komiserden yardım istedi, çünkü haberleşme kesikti. Yüksek komiser kendi haber kaynaklarının da çok kısıtlı olduğunu, fakat öğrendiklerini hükümetin bilgisine sunacaklarını, belki Samsun’da bulunan Yüzbaşı Perring’den kimi haberler alabileceklerini söyledi. Paşa hükümetin bir bildirge ve fetva hazırlatmakta olduğunu, bunları ve Padişah Hatt-ı Hümayunu’nu basıp dağıtmak istediklerini, bunun için uçak kullanılıp kullanılamayacağını sordu. Üç Türk uçağı olduğunu sanıyor ve nazır oğlu olan iyi bir pilot tanıyordu. Yüksek komiser bunu da araştıracaktı. 9 Paşa bu belgelerden Hindistan’da dağıtılmak üzere Emir Ali’ye bir miktar göndermek için izin istedi. Çünkü Hintliler aldatılmışlardı, Enver ve Talat’ı İslamiyet kahramanı diye görüyorlardı. De Robeck, Hindistan hükümetinin alanı olduğu için, bunu hükümetine danışması gerektiğini söyledi. Bildirge ve fetvayı bir an önce görmek istiyordu. Paşa ulaşılabilecek taşra yörelerine ajanlar göndermek niyetindeydi ve bunların gidebilmeleri için kolaylıklar istiyordu. Gereken gizliliği sağlayacak biçimde isimlerini vermeyi ve yüksek komiserin onayıyla davranmayı kabul ediyordu. De Robeck yardımcı olmayı vaat etti.

Paşa Ayyıldız Cemiyeti’ne mensup bazı kişilerin etkinliğinin önlenmesi gerektiğini söyledi. 10Kendisinde yüksek komiserin tercihine göre Osmanlı makamları ya da Müttefikler’ce yakalanması gereken kişiler listesi bulunduğunu, bunu gizlice bildireceğini belirtti. De Robeck bunu düşüneceğini söyledi. Bütün konuşma boyunca Ferit tümüyle İngiliz makamlarının onayladığı çizgide çalışmak arzusunda olduğunu, bu arada en ufak askeri hareketleri bile izinsiz yapmayacağını belirtti. 11 Bu görüşmenin öncesinde Sadrazam, Ryan’la bir görüşme yaptı, fakat orada söylediği bazı şeyleri yüksek komisere tekrarlamadı. Bu noktalardan ilki Meclis’in feshi konusundaydı. Bu gerekliydi, fakat daha sonra barış antlaşmasını onaylayacak “bir çeşit” parlamento gerekecekti. Fesih yüzünden olaylar çıkarsa Müttefikler’in yardımı gerekebilirdi. Ryan Meclis’in feshini uygun gördü. İkinci olarak, Ferit, padişahın çevresinde bulunan kimi insanların uzaklaştırılması gerektiğini söyledi. Padişah bu konuda çok yufka yürekliydi, ama yüksek komiserin arzusu olarak iletilirse onu harekete geçirmek olanaklı olurdu. Ryan’a göre, bunu yüksek komiserin değil de, maiyetindeki birinin görüşü olarak sunmak daha uygundu. 12Üçüncü olarak Ferit, Lord Robert Cecil ve Asquith gibilerinin Türkiye hakkındaki olumsuz görüşlerini yumuşatmaları amacıyla girişimde bulunması için Aubrey Herbert’e tel çekip çekemeyeceğini sordu. Ryan bunu soğuk karşıladı ve yüksek komiserin böyle bir teli ancak Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla gönderebileceğini, Bakanlığın da bunu kabul etmeyeceğini söyledi. 13 De Robeck’in bu görüşmeyi bildiren 11 Nisan günlü telindeki bazı noktaları da belirtmek gerekiyor.

De Robeck silahlı işbirliği dışında Ferit hükümetine “tam” (full) destek verilmesi ilkesini güdeceğini ve Fransızlar nasıl Kilikya ve çevresinde Yüksek Kurul’un (Supreme Council) kararlarını uygulamaktan sorumlularsa, kendilerinin de İstanbul ve Anadolu’da “programın” uygulanmasından sorumlu olduklarını, dolayısıyla öbür yüksek komiserlere yalnızca genel bilgi vermekle yetineceğini söylüyordu. Milne de, De Robeck’in onayı oldukça yukarıdaki ilkelere göre davranacağını bildirmişti. Anzavur başarılı olmuş ve Bandırma’yı işgal etmişti. Bir de Gemlik ve İzmit Körfezleri arasındaki bölgede yeni başlayan bir hareketin önderi, İngilizlerden işaret bekliyordu. Dolaylı yoldan hükümet ve Anzavur’la çalışması gerektiği hususunda kendisine haber yollamaktaydı yüksek komiser. Kalıyordu, ulusçuların sızmak için büyük çaba gösterdikleri Kocaeli Yarımadası. Bunun için alınacak önlemleri Milne’e danışacaktı. Bu da başarılırsa, ulusçular her yönden İstanbul’dan uzak tutulmuş olacaklardı. Onlara yalnızca İç Anadolu ve Karadeniz kalacaktı. Karadeniz’i de gerektiğinde İngiliz donanması denetim altına alabilirdi. İngiliz Dışişleri De Robeck’in görüşünü onaylayacaktı, fakat Lord Curzon’un bir uyarısı vardı. Damat Ferit’in, uysallığı karşılığında yumuşak bir barış antlaşması elde etme beklentisi olmamalıydı ki, sonradan İngilizlerin kendisini aldattıkları suçlamasını yapamasın. 14 Paşa’nın İngiliz yüksek komiseriyle görüşmesini bu denli ayrıntılı vermemin nedeni, İngilizlerle ilişkisinin niteliğini (bir kez daha) çok iyi sergilemesidir. İnsan merak ediyor, Osmanlı bağımlılaşma sürecinde Fransızcı (Âli, Fuat), İngilizci (Reşit, Mithat), Rusçu (Mahmut Nedim), Almancı (Mahmut Şevket, Enver) paşalar içinde, kendisini yabancı bir devlete bu denli kul köle etmiş biri daha var mıdır? Ferit, daha önce de, 30 Mart 1919’da Amiral Calthorpe’a “tamamen boyun eğdiğini” (total submission) bildirmişti. Ferit lehinde ancak şu söylenebilir: Osmanlı Devleti hiç bu denli kötü duruma düşmemişti.

Bütün Rumeli’yi yitirdikten sonra Osmanlıların sevgili başkenti İstanbul’dan çıkarılma noktasına gelmişti, artık Anadolu da parçalanma sürecine sokulma evresine giriyordu. Peki ama, İngilizlere gösterilen kölece davranış, halkın bir bölümüne karşı savaş ilan edilmesi, yani iç savaş başlatmak ne yarar sağlayacaktı? Bu soruyu “aklı başında” kimi İngilizler de soruyorlardı, çünkü bu denli İngilizlere bağımlı olmanın karşılığı sert bir barış olacaksa, İngilizlere beyhude yere yaltaklanılmış olacaktı. Sertlik siyaseti yürüten İngilizlere göre (yani, George ve Curzon gibiler) Osmanlı’nın bunu yapmaktaki yararı, daha da beter bir barıştan korunmaktı. Nitekim Webb’in merkeze bildirdiğine göre, Damat Ferit hükümeti kurulmadan önce, 1 Nisan günü Yüksek Komiserlik’ten biri, Ferit’le yaptığı görüşmede hükümet değişikliğinin barış koşullarında bir hafifleme getirmesinin söz konusu olamayacağını, ancak daha da ağırlaşmasını önleyebileceğini bildirmişti. Aynı uyarı Fransızlarca Reşit Bey’e yapılmıştı. 15 Bu durumda Ferit’in hükümet kurması nasıl açıklanacaktı? Şu söylenebilir: Ferit barış koşullarının ne denli ağır olacağını bilmiyordu. Bir de, uyarılara karşın, İngilizlere gösterdiği ve göstereceği yararlıkların yine de tamamen karşılıksız kalmayacağını umuyordu. Webb’in 23 Nisan günlü teline göre, Anzavur’dan artık hayır gelmeyecek gibi görünüyordu. Anzavur dışındaki hareketler pek başlangıç halinde oldukları için onlara da pek güvenilemezdi. Sert barış koşullarının açıklanması ulusçu karşıtlarının gücünü daha da azaltacak, birçokları ulusçuların safına itilmiş olacaktı. Bu durumda İtilaf devletlerinin barış antlaşmasını uygulatmak için kendi güçlerini kullanmaya hazır olmaları gerekiyordu. Bunun için Yunan ordusunu kullanmak çok tehlikeliydi. İki taraftan da sivil halk kırımlarına ve kırsal alanların yıkımına yol açardı. 16 Son çözümlemede, İngilizlerin gösterdiği aşırı katı tutum, Türklerin çaresizlik ve umutsuzluk duyguları üzerinde oynanan bir kumardı. 1a.

Reşit Bey’in ve Cemil Paşa’nın Anlattıkları Burada, Cumhuriyet döneminde anılarını yazan Reşit Bey ve Cemil Paşa’nın bazı savlarını ele almak istiyorum. Onlar demokratik-ulusçu harekete karşı İç Savaş ilan etmiş bir hükümetin üyeleri olarak, hareketin parlak bir başarıya ulaşması üzerine, çok “biçimsiz” bir duruma düşmüş bulunuyorlardı. Anılarında kendilerini “temize çıkarmak” için bir çaba göstermek istemeleri doğaldır. Zor olan, bu savunmaların ne ölçüde gerçek, güvenilir olduğunu saptamaktır. Önce onları muhalif yapan durumlarına bakalım. Reşit Paşa’nın (1870-1956) babası Çankırı Mutasarrıfı Abdullah Şefik Efendi’ydi. Mülkiye’den mezun olduktan sonra iki yıl öğretmenlik yaptı. 1890’da Mülkiye müdürü olan Abdurrahman Şeref’in tavsiyesiyle Mabeyn kâtibi olarak çalışmaya başladı. Servet-i Fünun dergisinde H. Nâzım mahlasiyle Edebiyat-ı Cedide akımına katkıda bulundu. 1904’te Kudüs mutasarrıfı, 1906’da Manastır, 1907’de Ankara valisi oldu. Hürriyetin İlanı’ndan hemen önce Halep valiliğine atandı. Eylül 1909’da azledildi ve Galatasaray’da edebiyat öğretmeni oldu. Anlattıklarından ilkeli, dik kafalı, tokgözlü, hatta ukala bir kişi olduğu anlaşılıyor. Bir yerde kendini “kanaat ve içtihadından, vazifesinin icabından başka bir şey düşünmez bir kalın kafa” diye tanımlıyor.

17Görünüşe göre, İttihat ve Terakki ile ters düşmesi; Hürriyet’ten önce Manastır valisi iken Rumeli müfettiş-i umumisi olan Hüseyin Hilmi Paşa’yla takışmasından, Hürriyet’ten sonra da Paşa’nın sadrazam olmasından kaynaklanıyordu. Ama ayrıca devrimciliği reddeden, örneğin, Abdülhamit’i genelde olumlu gören damarını da hesaba katmak gerekiyor. Evrimciliği devrimciliğe yeğlediğini açıkça belirtiyor. Bu damarın gelişmesinde 14 yıl saray kâtipliğinde çalışmış olmasının da katkısını düşünebiliriz. Memur olmasına karşın, 1911’de “aziz dostları” Hayrettin Paşa’nın üç oğluyla (Tahir, Mehmet ve Mahmut Şevket suikastı dolayısıyla asılan Damat Salih Paşa) el ele verip, muhalefetin bir toplanma noktası olan Şehrah gazetesini çıkarmışlardı. Ardından Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı kurdular. Kuruluş gerekçesi ve programını Reşit Paşa yazmış. Aradan onca yıl geçmiş, Türkiye bambaşka bir ortama girmiş olmasına karşın, Reşit Paşa anılarında o fırtınalı günleri tam bir muhalif tutumuyla yazıyor. İttihat ve Terakki’ye hiçbir konuda hak vermeye yanaşmıyor. Hürriyet ve İtilaf’ın kuruluşunun İtalya’nın Osmanlı’ya savaş ilan ettiği günlere rastladığına hiç değinmiyor. 1912’de Sait Paşa’nın sadrazamlıktan çekilmesiyle İttihat ve Terakki’nin denetleme iktidarı son buldu. Gazi Ahmet Muhtar Paşa hükümeti kuruldu. Bunun üzerine Reşit, İzmir valiliğine atandı. Balkan Savaşı Osmanlı için bir yıkım olarak gerçekleşince, kurulan Kâmil Paşa hükümetinde dahiliye nazırı oldu. 23 Ocak 1913’te İttihat ve Terakki’nin yaptığı Babıâli Baskını darbesiyle bu hükümet düşünce, yurtdışına, önce Mısır, sonra Fransa’ya gitmek zorunda kaldı.

Mahmut Şevket Paşa’yı öldürenlerin muhakemesi sonucunda, Reşit de gıyaben idama mahkûm oldu. Birinci Dünya Savaşı çıkınca, Fransız hükümeti düşman uyrukluğunda olmasına karşın Reşit ve ailesine resen ikamet tezkereleri verdi. Alman ordusu Paris’e yaklaşınca Fransız hükümeti demiryollarının sıkışıklığına rağmen Reşit ve ailesine tren vagonu tahsis ederek İsviçre’ye gitmesini sağladı. Bundan sonra, savaş boyunca ve 1919’a değin Cenevre’de kaldılar. Tevfik Paşa Reşit’e Dahiliye Nezareti’ni, yine Cenevre’de bulunan Cemil Paşa’ya İstanbul Şehremaneti’ni (belediye başkanlığı) önerdi. Fakat henüz kaldırılmamış olan abluka dolayısıyla görevlerinin başına gidemediler. Temmuz 1919’da Reşit ve ailesi İstanbul’a döndüler. Anılarında Damat Ferit’i hep olumsuz betimliyor. Onu değişik görüşmelerinde nasıl bozduğunu hayli ayrıntılı olarak anlatıyor. “Hâli, hareketi câli (yapmacık), düşüncesi kısa, malûmatı daha kısaydı; en büyük marifeti de gösterişti,” diye onu özetliyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir