Stefan Zweig – Ruh Yoluyla Tedavi

Doğanın verdiği her sıkıntı daha yüksek bir memleketin anımsanmasıdır. Nova/is Sağlıklı olmak insanlar için doğaldır, hastalık ise doğal değildir. Sağlık; vücut sağlığı normal kabul eder, tıpkı akciğerlerinin havayı, gözlerinin ışığı doğal kabul ettiği gibi; yaşamın genel duygusu içinde birlikte sessizce yaşayarak büyür. Ama hastalık; hastalık birdenbire yabancı biri gibi içeri dalar, korkudan dehşete düşen ruha sanki saldırır ve onun içindeki sorular yumağını sarsarak uyandırır. O kötü düşman başka yerden geldiğine göre, onu kim göndermiş olabilir? Kalacak mı, gidecek mi? Ruh gibi çağrılabilir mi, rica ederek elde edilebilir mi ya da alt edilebilir mi? Hastalık sert pençeleriyle karşıt duyguları kalpte sıkıştırır: korku, inanç, umut, yılgınlık, küfür, tevazu ve umutsuzluk. Hastaya sorgulamayı, düşünmeyi ve dua etmeyi öğretir, ürpermiş gözlerini boşluğa dikmeyi ve korkusunu götüreceği bir varlık bulmayı öğretir. insanoğlunun çektiği acılar, ilkin din duygusunu ve tanrı düşüncesini yaratmasına vesile olmuştur. Sağlık insanda doğal bir şekilde var olduğundan, insan onun niçin var olduğu konusunda bir açıklama yapma 9 Ruh Yoluyla Tedavi ihtiyacı duymaz ve açıklanmak da istemez. Ama ıstırap çeken her insan, acılarına her seferinde bir anlam vermeye çalışır. Çünkü hastalığın anlamsız bir şekilde sağlığın üzerine çökmesi, bedeninin bir kusuru olmadığı halde durup dururken birdenbire ateş içinde yanması ve sancının kızgın bıçak gibi iç organlarına kadar saplanması – insanoğlu tek başına ahlaki dünya düzenini tahrip eden acının tümüyle anlamsızlığı konusundaki bu korkunç düşünceye son vermeye hiçbir zaman cesaret edememiştir. Hastalık ona her seferinde birisi tarafından göndermiş gibi görünür ve onu gönderen anlaşılmaz varlığın, onu tam da bu dünyevi bedene zorla sokmak için bir sebebi olduğunu düşünür. Herhangi birinin insana garezi olması gerekir; ona öfke duyması, ondan nefret etmesi gerekir. Herhangi biri onu herhangi bir suçtan dolayı, işlediği bir günah sebebiyle, bir buyruğu çiğnediği için cezalandırmak istemektedir. Ve bunun da her şeyi yapmaya muktedir olan birinin olması gerekir; gökten yıldırım düşüren, tarlalara kırağı yağdıran, sıcağı gönderen ve yıldızları tutuşturan ya da üzerlerini örten varlığın olması gerekir. Her türlü gücü kendinde toplamış olan O, o her şeye kadir olan Tanrı.


Bu nedenle başından beri hastalık vakası dini duyguyla sıkı sıkıya bağlanmıştır. Hastalığı tanrılar gönderir, onu geri alabilecek olan da yine sadece tanrılardır. Bu düşünce değişmez bir şekilde her türlü hekimliğin dibacesinde vardır. llkçağın insanı illetinin kundaklaması karşısında hiçbir şeyden habersiz, çaresiz, zavallı, tek başına ve zayıf bir halde durur ve kendini bu illetten kurtarması için ruhunun çığlığını büyücü tanrıya duyurmaktan başka bir yol bilmez. llkel insan tedavi olmak için bağırmak, ibadet etmek ve kurban vermek gibi yollara başvurur. Ona karşı, karanlıktaki o üstün güç sahibine, dev yaratığa karşı savunma yapılamaz. Dolayısıyla ağrı kundağını bedenden tekrar alması için ona boyun 10 Giriş eğmek, affına sığınmak, ona yalvarmak ve rica etmek gerekir. Ama ona, o görülmeyen varlığa nasıl ulaşılacak? Nerede oturduğu bilinmeyen bu varlıkla nasıl konuşulacak? Ona pişmanlığın, itaat edildiğinin, yaltakçılığın, tövbenin ve fedakarlığın işareti nasıl verilecek? Onun anlayacağı işaret hangisidir? İnsanlığın erken çağlardaki zavallı, bilgisiz paslanmış kalbi nereden bilsin? Tanrı o cahile kapısını açmaz, onun günlük işlerine eğilmez, ona cevap vermeye tenezzül etmez ve ona kulak vermez. Bunun üzerine ne yapacağını bilmeyen, güçsüz insan, tanrıya aracılık etmesi için başka bir insanı arar, karanlık güçlerle uzlaşmak ve öfkelerini yumuşatmak için bilge ve deneyimli, ulusöz ve büyü bilen bir insanı arar. llkel kültürler zamanında aracılığı üstlenen bu kişi rahipten başkası değildir. Böylelikle sağlık için verilen savaşım, insanlığın ilk çağlarında münferit hastalıklara karşı mücadele etmek değil, tanrı için uğraş vermek demektir. Yeryüzünde, ilahiyat olarak, kült olarak, ritüel ve büyü olarak otaya çıkan her türlü tıp, tanrı tarafından gönderilen felakete karşı, insanın karşıt ruhsal gerilimi olarak başlar. Bedensel ağrıya karşı teknik bir çare aranmaz, dini bir eylem yapılır. Hastalık tedavi edilmez, tanrı aranır. Ağrı belirtileri tedavi edilmez, dua ederek ortadan kaldırılmaya, kefareti ödenmeye çalışılır; bunlar tanrıdan ibadet etmek, kurban vermek ve tören düzenlemek karşılığında satın alınmak istenir.

Çünkü hastalığın sadece geldiği doğaüstü yoldan tekrar geri gidebileceği düşünülür. Böylelikle görüntü birliğine karşı ortaya tam bir duygu birliği çıkar. Sadece bir sağlık ve bir hastalık vardır ve bunlar için de yine sadece bir sebep ve bir tedavi mevcuttur; o da tanrıdır. Tanrı ile sancı arasında sadece tek ve değişmez bir aracı vardır: Hem bedeni hem de ruhu koruyan rahip. Dünya henüz parçalanmış, darmadağın olmuş değildir, ikiye de ayrılmamıştır; inanç ve bilme, tapınağın kutsal yerinde sadece bir merci 11 Ruh Yoluyla Tedavi oluşturur. Ağrılardan, araya ruhsal güçleri, ritleri, afsunlamayı ve ibadeti sokmadan kurtulmak mümkün değildir. Bu nedenle yıldızların esrarengiz gidişini bilen gizli dinleyiciler ve rüya yorumcuları, şeytanın ustaları hekimlik sanatlarını pratik bilim olarak değil, tümüyle bir sır olarak icra ederler. Bu icraatın öğrenilmesi imkansızdır, sadece kutsal kişilere devredip aktarılabilen bir sanat olarak kuşaktan kuşağa miras yoluyla geçer. Bu rahipler deneyim yoluyla birçok hekimlik bilgisini edinmiş olmalarına karşın, hiçbir zaman salt somut bir çare önermezler. Tedavi olayının hep mucize olarak gerçekleşmesini ve bunun için de kutsanmış yerler isterler; kalbin yüksek duygular içinde olmasını ve tanrıların hazır bulunmasını talep ederler. Hasta ancak bedeni ve ruhu temizlenmiş ve kutsanmış olarak tedavi edici sözleri alabilir: Epidarus tapınağına giden hacılar, çileli yolu uzatırlar; varışlarının arife akşamını ibadetle geçirmek zorundadırlar, bedenlerini yıkamaları, her birinin bir hayvan kurban etmesi ve avluda kurban ettiği hayvanın postunun üzerinde uyuması gerekmektedir. O gece gördükleri rüyayı yorumlasın diye rahibe anlatmak durumundadırlar. Ancak bunları yaptıktan sonra rahip onları hem takdis eder ve hem de onlara tıbbi tedavi yardımında bulunur. Ama bütün tedavilerin garantili olabilmesi için ruhun, hiç sapmadan tanrıya inançla yaklaşması baş koşul olarak konulur. Mucize ile iyileşmek isteyen kişi, kendini mucizelere hazırlamak zorundadır.

Hekimlik, temelinde tanrı öğretisiyle ayrılmaz bir bütündü; tıp ile ilahiyat başlangıçta tek beden ve tek ruhtu. Başlangıçtaki bu birlik çok geçmeden bozulur. Çünkü bilim bağımsız olmak ve hastalık ile hasta arasında pratik aracılık rolünü üstlenmek için hastalığı tanrısal kisvesinden sıyırıp kurban, kült ve ibadet gibi dini yaklaşımları gereksiz görerek tümüyle devreden çıkarmak ister. Hekim rahibe yardımcı olur, çok geçmeden de ona karşı tavır alır 12 Giriş -Empedokles’in trajedisi- ve ağrıyı doğaüstü konumundan alıp genel doğa olayı haline getirince, dünyevi araçlarla, dış doğa öğeleriyle, otlarla, özsularla ve madenlerle içteki rahatsızlığı ortadan kaldırmaya çalışır. Rahip kendini ibadetle sınırlı tutarak hasta tedavisini bırakır; hekim her türlü ruhsal etkilemeden, kültten ve büyüden vazgeçer. Sonuçta bu iki ırmak birbirinden ayrı, her biri kendi yatağında akar. Eski birlik içinde meydana gelen bu büyük çatlak sonucunda hekimliğin bütün öğeleri o anda tümüyle yeni ve değişik anlam kazanır. Her şeyden önce ruhsal genel “hastalık” fenomeni, birer birer kataloglanmış sayısız münferit hastalıklara ayrılır. Bunun sonucunda hastalığın varlığı belli ölçüde insanın ruhsal kişiliğinden ayrılmış olur. Hastalık artık insanın bütününe değil, organlarından birine ilişkin bir şey anlamına gelir. (Roma’daki kongrede Wirchow şöyle söyler: “Genel hastalıklar yoktur; tersine, artık daha çok organ hastalıkları ve hücre hastalıkları vardır.”) Böylelikle hekimin başlangıçtaki misyonu doğal olarak değişir, hekim artık hastalığı bir bütün olarak kabul etmek mecburiyetinden kurtulur. Onun yerine, her ağrıyı mevziileştirip sistematik olarak çoktan ayırımları yapılmış ve tanımlanmış hastalık grubuna havale etmek gibi daha basit bir görevi yerine getirir. Hekim hastalığı doğru teşhis edip adını koyar koymaz, işinin önemli kısmını çoğunlukla bitirmiş demektir; tedavi bu “vaka” için önceden yararlanılan terapi sayesinde kendiliğinden sonuçlanır. Modern tıp din ve büyü öğelerinden tamamen ayıklanmış, deneye deneye, çalışa çalışa elde ettiği bilgi birikimiyle ve bireysel sezgiler yerine basit güvencelerle çalışır.

Eğer kendini hala edebi bir tarzda “hekimlik sanatı” olarak niteliyorsa, bu büyük laf karışık anlamda sanat mesleği için geçerli olabilir. Çünkü hekimlik vaktiyle olduğu gibi öğrencilerinden rahiplere özgü özenle seçilmiş olmak koşulunu aramıyor, artık esrarengiz hayali güçler de istemiyor, doğanın evren13 Ruh Yoluyla Tedavi sel güçleriyle alışılmışın dışında bir uyum beklemiyor. Tanrısal görev meslek oldu; büyü sistem haline, tedavi sırrı ecza bilimi ve organ bilimi haline geldi. Bir tedavi artık ruhsal bir eylem olarak, her seferinde mucizevi bir olay olarak değil, temiz ve neredeyse hekimin muhakemeye dayalı uslamlaması olarak meydana geliyor; spontaneliğin yerini öğrenilen bilgiler, logosun, esrarengiz yaratıcı rahip sözünün yerini ders kitabı alıyor. Eski büyülü tedavi yönteminin aşın ruhsal gerilim istediği yerde, hekimin uyguladığı yeni klinik tanısal yöntem tam tersini elde etmeye çalışıyor; yani en mükemmel nesnel ruh sakinliği içinde zihnin sinirsiz aydınlığını. Tedavi sürecinin kaçınılmaz olarak nesnelleştirilmesi ve uzmanlaştırılması, on dokuzuncu yüzyılda daha abartılı bir yükselişe geçmek durumunda kalır: Tedavi. edilen insan ile tedavi eden insan arasına üçüncü bir şey girer; tümüyle ruhsuz bir varlık, bir aygıt. Tanı için doğmuş olan hekimin içeri bakan ve belirtileri yaratıcı bir şekilde bir araya toplayan gözleri gittikçe daha gereksiz hale gelir. Onun yerine mikroskop bakteriyolojik çekirdeği keşfeder, ka�ı atışını ve nabzı, onun yerine tansiyon aleti kontrol -;:der, röntgen filmi hekimin sezgisel bakışını gereksiz hale getirir. Laboratuvar, tanıda giderek hekimin mesleğindeki kişisel bilgisini elinden alır. Yine kimya fabrikası, tedavi için gerekli olan ilacı ona hazırlanmış, dozlar halinde kutulara konulmuş biçimde sunar. Oysa ortaçağın medicusu, 1 bunu duruma göre kendi elleriyle ölçüp hesaplayarak karıştırmak zorundaydı. Teknikteki üstünlüğün tıbba başarılı bir şekilde nüfuz etmesi, g�rçi daha sonralan bütün alanlara nüfuz edecekti, tedavi sürecini olağanüstü bir şekilde bütün incelikleriyle ve nüanslarıyla ve tablolaştırmayla bir şema haline getirip nesnelleştirir. Vaktiyle olaMedicus: Hekim (ç.n.

). 14 Giriş ğanüstü bir şeyin insanın özel dünyasına zorla girmesi olarak kabul edilen hastalık, yavaş yavaş insanlığın ilk başındaki durumunun tam tersi olarak çoğunlukla süresi önceden hesaplanabilen ve mekanikleşmiş bir seyir içinde, “normal”, “tipik” bir olay haline gelir; usavurulabilen bir ibret olur. Bu içten rasyonelleştirmeye güçlü tamamlayıcı olarak organizasyon yardımıyla dıştan rasyonelleştirme dahil olur. Hastalıklar insan sefaletinin büyük mağazaları olan kliniklerde, tıpkı ticari işletmelerdeki özel bölümlerin her birinin kendi yöneticileriyle ayrılmasında olduğu gibi ayrılmış ve buna paralel olarak hekimler de bölüştürülmüştür. Bu kliniklerde süratle yataktan yatağa giden seri üretim bantlarında, münferit “vakalarda” sadece hasta organ muayene edilmekte ve çoğunlukla da ağrıyı çeken insanın çehresine bakacak zaman bulunamamaktadır. Sağlık sigortalarının, gezici tedavi kuruluşlarının muazzam organizasyonları, buradaki ruhsuzlaştırmaya ve kişiliksizleştirmeye belli bir katkıda bulunmaktadır. Ortaya hekim ile hasta arasındaki iç iletişimin kurulmasında kıvılcımı tutuşturmak için zamanının olmadığı, ruhtan ruha giden o manyetik gizemli gücün sadece yürek hoplatmasının bile çok arzu edilmesine rağmen giderek imkansızlaştığı aşırı hararetli kitle faaliyeti çıkmıştır. Bunun sonucunda aile hekimi bir fosil, bir dünya öncesi varlık olarak ortadan kalkmaktadır; o hekim ki, insanın hastalığını tanırdı, sadece vücudunun durumunu, halini ve halindeki değişiklikleri değil, ailesini ve bununla birlikte bazı biyolojik koşullarını da bilirdi; yani o hekimde şifacılıkla birlikte rahipteki eski ikilem hala vardı. Ama zaman onu yürüyen banttan aşağı atar. At arabasının otomobile ters düştüğü gibi o da uzmanlaşma, sistemleşme yasasına ters düşer. Aşırı insani özelliğinden dolayı tıbbın ilerleyen mekaniğine artık uymaz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir