Stephen King – Falci

BÖLÜM 1: «Daha sıska» diye fısıldamıştı, burnu çürük ihtiyar çingene William Halleck ve karısı tam mahkeme binasından çıkarlarken. Bu bir tek kelimecik bile, adamın ne)’esindeki iç bayıltıcı kokunun burunlarına sinmesine yetmişti. «Daha sıska» ve Halleck’ın kendisini geri çekmesine fırsat vermeden bükük parmağını yanağına sürmüştü üstelik. İhtiyarın dudakları oynadıkça bir yara gibi açılan ağzında, siyah ve yeşilimsi, diş kalıntıları görünüyordu. Konuşurken bunların arasında dolaşan dili, çirkin dudaklarının gülümsemesini yoğunlaştırmak için dışarı çıktı sonra da. Daha sıska! Bu anı Billy Halleck’in aklına sabahın yedisinde, belinde sadece bir havluyla tartının üstüne çıktığı anda geldi. Mis gibi beykm ve yumurta kokuları yükselmekteydi alt kattan. Tartıyı okuyabilmek için boynunu bir turna gibi ileri uzatmak zorunda kalmıştı, hafifçe. Eh, ‘hafifçe’den biraz daha fazla belki de. Galiba hafifçe lafı az bile. İri bir adamdı Bili, tıpkı Dr. Houston’un da ifade etmekten pek zevk aldığı gibi, çok iri. Henüz kimse söylemediyse ben sana bir açıklamada bulunayım demişti son genel sağlık kontrolünden sonra., Senin yaşında ve yaşanUnda olan bir kimse otuz sekizinden itibaren kalp krizi tehlikesinin sınırları içine girer. Biraz kilo vermelisin.


Bu sabahki haberler iyiydi, 125’ten 123’e inerek tam iki kilo vermişti. Son olarak tartılma gücü gösterdiğinde, 126 kiloydu, ama o anda hem giyinikti, hem de cebinde bozuk paralar, anahtarları, bir de yanından ayırmadığı İsviçre çakısı vardı. Zaten bu terazi her zaman olduğundan fazla gösterirdi. Baştan inandırmıştı kendisini buna. Çocukluğunun geçtiği New York’ta çingenelerin büyü yapabildiklerini duymuştu. Kanıtı buydu belki de. Gülmeye çalıştı, ama ancak gülümser bir ifade yerleşti dudaklarına. Çingenelerle alay etmek için vakit henüz çok erkendi. Fakat zamanla görüş açısının değişeceğini, tecrübelerine dayanarak biliyordu. Gene de, çingenelerle ilgili düşünceler ve koca göbeği canını sıkmıştı. Hayatının sonuna dek hiçbir çingeneye rastlamamayı umuyordu artık. Bundan böyle el falı partilerine de bir son verip, Ouija’ya (‘*) takılacaktı. Kurtuluş buysa. «Billy?» Aşağıdan sesleniyorlardı. «Geliyorum!» Giyinirken, iki kilo vermesine rağmen pantolonunun beline hâlâ sıkı geldiğini, huzursuzlukla fark etti.

42’ye çıkmıştı bedeni. Yeni yılın ilk gecesi saat (‘*) Spiritizma seanslarına mahsus üstünde alfabe harfleri veya işaretler bulunan iki tahtadan oluşan tertibat. 24:01’de bıraktığı sigara tutkusunun sonucuydu bu. Evet, böyle ödemişti işte sigarayı bırakmayı. Yakası açık, kravatı boynunda sallanarak merdivenlerden aşağı indi. On dört yaşındaki kızı Linda, pembe tokalarla tutturduğu sarı saçlarını ve eteklerini savurarak kapıdan çıkmak üzereydi. Bir kolunun altına kitaplarını sıkıştırmış, boşta kalan elinde de, başkanlığını yaptığı ekibin eflatun – beyaz kurdelelerini sallamaktaydı. «Hoşçakal baba!» «İyi günler, Lin.» Kahvaltı masasında duran Wall Street Journal’e uzandı. «Hayatım.» Hayatından memnun, gazetesini tepsinin üstüne bırakarak «Canım,» dedi dumanları tüten sahanda yumurta, kuru üzümlü çörek ve beş dilim halis bey-kmdan oluşan kahvaltısını önüne koyan karısına. Harika bir yemek. Heidi, sigarasını yakarak, tam karşısına oturdu. Ocak ve Şubat ayları çok sıkıntılı, tartışma dolu günler ve sırt sırta geçirdikleri gecelerle dolmuştu. Artık huzura kavuşmuşlardı sonunda, Heidi onun devamlı şişmanlamasından yakınmayı, kendisi de karısının günde bir buçuk paketi aşan sigara tiryakiliğine öfkelenip avaz avaz haykırmayı bırakmıştı.

Bu bile baharı güzel karşılamalarına yetiyordu. İyilikler özel hayatlarının dışında da gelişimlerini sürdürmüştü. Halleck, iş konusunda ilerlemişti, öncelikle. Greely, Penschley ve Kinder firması, bundan böyle Greely, Penschley, Kinder ve Halleck olarak anılacaktı. Heidi’ nin annesi de, yani kayınvaldesi, uzun süre yanlarında kaldıktan sonra, en nihayet dönebilmişti Virginia’ ya. Kızı Linda da Mehmetcan sonunda, duymanın kendisine gına getirdiği tiyatro tutkusunu tatmin ederek, okul tiyatrosu başkanlığına gelmişti. Her şey tam tıkırındaydı, yani. Tam o sırada çingeneler geldi şehire. «Daha sıska!» demişti ihtiyar adam. Burnuna da ne olmuştu ki onun? Kanser? Syphillis? Yoksa daha kötüsü, cüzam mı? Bu arada, neden vazgeçmedin o işten, neden ucunu bırakmadın? «Hiç aklından çıkartamıyorsun değil mi?» Heidi’nin sorusu, onu yerinden sıçratacak kadar ani gelmişti. Billy, bunda senin suçun yok. Böyle demişti hâkim. «Onu düşünmüyordum.» «Peki, neydi aklından geçenler o zaman?» «Gazete. Konut sorunu azalıyormuş bu bölgede artık.

» Onun hatası değil, doğru. Hâkim Rossington, yani Cary arkadaşına böyle demişti. Arkadaşlar beni sever diye düşündü Halleck. İhtiyar Cary Rossington’la birçok kereler golf oynadık, sen de tanıyorsun ya onu Heidi. Hani iki sene evvel verdiğimiz Yeni Yıl partisinde, hani o sigarayı bırakmayı kararlaştırıp da bırakamadığım gece, seni geleneksel ‘İyi Yıllar’ öpücüğüne boğarken, bir yandan da sıkıştırılası göğüslerini çimdikleyen adam. Tanıdın mı? Evet. İyi ihtiyar Cary Rossington. Billy kaç kez belediye sorunları davaları için karşısına çıkmıştı mahkemede onun. Klüpte de birlikte kaç kez poker oynamışlardı. Ama bu sefer, iyi ihtiyar Cary Rossington’un karşısına (ki karşılaşmalarında çoğunluk sırtına bir şaplak indirerek, ‘N’aber, Billy çocuk?’ derdi) belediye davasına bakmak için değil, otomobille adam ezip öldürmek suçundan çıkmıştı. Peki, Cary Rossington kendisini suçlamadıysa, hapse atmadıysa, kim ‘öcüü’ demişti, çocuklar? Bu mutlu Fairview kentinde kim öcüü diye bağırmıştı? Kimse! Kimse ‘öcü’ dememişti. Neydi o zaman bu? Bir avuç çingene mi? Yeniden Doğuş Örgütü YDÖ çıkart-malanyla süslü, ahşap kasaları kendi imalatları olan ve rengarenk boyalı arabalarıyla ortalığa dökülen bu çingeneler Firview’dan ne denli çabuk giderlerse o denli iyiydi. Ne denli çabuk… o denli sıska. Heidi sigarasını hırsla kül tablasına bastırırken, «Bırak konut palavrasını, ben daha iyi biliyorum senin sorununu!» dedi. Billy de öyle düşünüyor, karısının konuyu kendisinden çok irdelediğini biliyordu.

Heidi’nin yüzü çok solgundu. Yıllardır ilk kez, otuz beş yaşında olduğunu yadsımayan bir görüntüye bürünmüştü. Çok genç evlenmişlerdi ikisi. Hatta, hâlâ, üç yıllık evliyken eve gelen satıcının, karısına, ‘annen evde mi, kızım?’ diye sorduğunu anımsıyordu. «Sorun iştahımı kapatmıyor artık.» dedi, Billy, ki doğruydu bu. Sorun olsa da olmasa da, kendisini yumurtalara adadı. Beykından eser kalmamıştı bile. Portakal suyunun yarısını da kafasına diktikten sonra, yüzüne, kendisine çok yakıştığından emin olduğu Billy Hale-leck gülümsemesini yapıştırarak karısına baktı. Fakat Heidi’nin gülümseme girişimi başarısızdı, sanki, GÜLÜMSEME AYGITIM GEÇİCİ OLARAK DEVRE DIŞIDIR demekteydi. Masanın üzerinden uzanarak karısının elini tuttu, «Heidi, her şey düzeldi artık, iyi kötü, hepsi geçmişte kaldı, canım.» dedi. «Biliyorum, öyle.» «Peki, ya Linda?» «O da atlattı sayılır, arkadaşlarının kendisine çok yardımcı olduklarını söylüyor.» Olayın patlak verdiği ilk hafta içinde kızları zorlu anlar yaşamıştı.

Okuldan eve gözyaşları, bunalımlar içinde dönüyordu, yemek de yememeğe başlamıştı artık. Kısaca bütün kaprislerini ortaya dökmüştü bu olay. Halleck, olayı çok da abartmamaya karar vererek, Linda’nm sınıf öğretmeni ve aynı zamanda müdür yardımcısı olan Miss Nearing’i görmeye gitmişti. Linda’nm göz bebeği Miss Nearing, fizik öğretmeni ve tiyatro ekibinin yönetmeniydi aynı zamanda. Durumun çok tedirginlik verici olduğunu tahkik etti (ne kadar da avukatvâri bir söz.) Tam ortaokul öğrencilerinde rastlanılan kaba ve zevksiz esprilerle abartılmıştı durum. En büyük şakaların ölüler üstüne yapıldığı bu yaş grubundan başka ne beklenirdi ki zaten? Linda’yı caddede yürüyüşe çıkartmıştı. Lantern Yolu, fiyatları 75.000 dolarla 200.000 dolar arasında değişen, geniş bahçeli, yüzme havuzlu ve saunalı süslü villaların bulunduğu bir yoldu. Sonunda da şehir kulübü bulunmaktaydı. Üstünde, artık eskilikten rengi atmış bir şort vardı Linda’nm. Halleck kızma bunu-aldığı zamandan sonra, onun çok boy atmış oljduğunu, paça kenarlarından görünen sarı külottan fark etti. İçi bir an öfke ve pişmanlık karışımıyla doldu. Çabuk büyüyordu Linda.

Halleck şortun küçüklüğünü ve eskiliğini kızının da bildiğine emindi. Fakat Özellikle bu şort, Linda’nm çocukluk dönemiyle şu anl^i durumu arasında bir bağ olmalıydı. Her ne kadar, dava golf arkadaşı, eski içi- çilerden, göğüs çimdikleyen Cary Rossington tarafından hasırlanıp paketlenmiş bile olsa, babaların davalı olarak mahkeme önlerine çıkmadığı çocukluk devri. Sen tam devre arasında öğle yemeğini atıştırırken Mehmetcan mahalleli çocukların koşarak gelip, babanın çingene karısını ezmekten kaç ay içeri tıkılacağım sormadıkları çocukluk devri. Bir kaza olduğunu anlıyorsun, değil mi Linda? Yüzüne bakılmadan, baş sallanarak verilen bir cevap. Kadın iki arabanın arasından, etrafına bakmadan fırladı. Benim fren yapacak zamanım bile kalmamıştı. Baba artık bu konuyu duymak istemiyorum. Farkındayım. Ama gene de bu konu hep açılıyor, özellikle de okulunda. Korku dolu bir bakış. Baba, yoksa… Okuluma mı gittin? Evet, gittim. Ama okul paydos olmadan önce değil, dün saat üç buçuktan sonra. Etrafta öğrencilere rastlamadım, kimsenin haberi olmayacak. Biraz rahatladı.

Duyduğuma göre diğer çocuklar sana zaman zaman çok kötü davranmışlar. Buna üzüldüm. Babasının elinden tutarak, o denli kötü de olmadı, diyor. Fakat, sivilceli alnın altındaki gözlerde başka bir ifade var. Sivilceler bile kötü davranışların sıkıntısı. Babanın hapise düşmesi, Judy Blume’un bile kitaplarında işlemediği bir konu, hiç olmazsa şimdilik yazmadığı. Aynı samanda, senin bu durumdan sıyrılabildiğini de sevinerek öğrendim. Biliyorsun, çocuklar seni üzdüklerini fark etselerdi…’ Evet, biliyorum. Sesi ifadesiz. Miss Nearing senden özellikle memnunmuş. Küçük bir yalan. Miss Nearing bunu açıkça söylememiş bile olsa, kızından iyi sözlerle bahsetmiş, kızını etkilediği gibi Halleck’i de etkisi altına almıştı. Gözleri sevinçle parlayarak ilk kez Halleck’in yüzüne baktı. Gerçekten mi? Gerçek olduğuna inandı Halleck. Yalan inanılır bir biçimde kolaylıkla dökülmüştü ağzından.

Son zamanlarda sıkça yalana başvurur olmuştu. Elini sıkarak minnetle gülümsedi. Yakında her şey unutulur, Lin. Çocuklar ağızlarına başka şeyi sakız yaparlar. Ya kızın biri hamile kalır, ya bir öğretmen sinir krizi geçirir veya çocuklardan biri esrar veya kokain satarken enseleniverir. Sen de gündem dışı kalırsın, anladın mı? Bir anda kollarını babasının boynuna dolayarak, sıkıca sarıldı. Kızının o kadar da büyümediğine ve küçük yalanların zararsızlığına karar verdi o an. Seni seviyorum, baba. Ben de seni, Lin. diyerek kızına sarıldığı anda, beyninde çok güçlü bir stereo ampli açıldı. Güm güm… Birinci güm 9S’in ön tamponunun, başı kırmızı bir küçük eşarpla bağlı ihtiyar çingene karısına çarpmasıydı, ikincisi ise, kadının tekerlekler altından gelen çatırtısı. «Başka yumurta ister misin?» Heidi’nin sesi daldığı âlemden çıkardı Halleck’i. «Hayır, teşekkürler.» Önündeki silinip süpürülmüş tabağa biraz da suçluluk duyarak baktı. Başına ne gelirse gelsin hiçbir şey iştahını kapatmaz, uykusunu kaçırmazdı.

«İyi olduğundan emin misin?» «Evet, ben de Linda da iyiyiz. Yerli filmlerde dedikleri gibi, kâbus bitti artık; eski yaşantımıza geri dönebilir miyiz lütfen?» «Harika bir fikir.» Gülümsemesi tabüleşmişti bile, gene otuzundan genç gösteriyordu şu anda. «Beykının sonunu ister misin, iki dilim daha kaldı?» Pantolonunun belini sıkmakta olduğunu düşünerek, «Hayır» dedi. (Amma da bel, hah ha. Beyninin içindeki sevimsiz küçük adam gene konuşmaya başlamıştı. En son 1978’de belin hâlâ inceydi senin.) Gerçekten de pantolonunu kopçalamak için karnım içine çekmek zorundaydı artık. Birden tartı geldi aklına ve «Birini yerim, iki kilo zayıflamışım,» dedi. Heidi ocağın basma çoktan geçmişti bile. ‘Bazen beni benden iyi tanıyor bu kadın’ diye aklından geçirdi. «Hâlâ unutamadın o zaman,» diye başını geri çevirdi Heidi. «Hayır. Bir adam huzur içinde iki kilo da veremez mi yani. Hem senin de hoşuna gitmiyor muydu…» Daha sıska.

«…biraz daha az yağlı olmam?» İşte sonunda gene çingeneyi aklına getirmeyi başarmıştı karısı. Kahretsin. Çürümüş burunlu çingene ve geri çekilmesine zaman kalmadan yüzüne değen buruşuk parmağı. Adamın temasından, kaldırdığı taşın altında ığıl ığıl kurtlar görmüş gibi, sanki ağaçtan üstüne.koca bir böcek düşmüş gibi irkilmişti. Beykmı tabağına verirken kafasından öptü. «Özür dilerim, hayatım, dilediğin gibi zayıfla, olmazsa da Kenny Rogers’ın sözlerini hatırla.» «Seni olduğun gibi seviyorum.» Birlikte bitirdiler cümleyi. Mehmetcan Tepsinin üstündeki JournaFa uzandı ama, içindeki konular çok karamsar geldi birden. Dışarı çıkıp çiçek tarhlarının arasından New York Times’ı aldı. Çocuk da gazeteyi hep tarhların içine atar, hafta sonunda kaç tane bıraktığım, Billy’in soyadını hiç hatır-layamazdı. Billy birçok kez, acaba on iki yaşındaki bir çocukta Alzheimer hastalığı olabilir mi diye şaşmıştı. Spor sayfasını açarak, beykınını yemek için jnut-fağa geri döndü. Heidi mis gibi tereyağlı bir çörek daha verdiğinde boks sonuçlarına gömülmüştü bile.

Kesinlikle farkına varmadan onu da mideye indirdi Halleck. 14 BÖLÜM 2: 122 Kentte, üç yıldır sürmekte olan ve Halleck’in bir üç yıl daha uzar diye tahmin ettiği bir dava sabahki celsede bitivermişti. Davalı, sersemletici bir tazminata razı olarak davayı düşürmüştü. Halleck Schenectady’li boya toptancısı olan davalıyla müvekkilini iyi niyet antlaşması imzalatmak üzere hâkimin odasına götürmüştü derhal. Bol Şans Boyalarının başkam, avukatının ümitsiz ve şaşkın bakışları altında, altı kopya halinde hazırlanan iyi niyet mektubunu sayfa sayfa imzaladı. Halleck de bu arada, ellerini kucağında kavuşturup, oturmuş New York piyangosunu kazan-mışçasma gülümsüyordu. Öğle vakti her şey bitmişti bile. Billy müvekkilini O’Lunny’nin Yerine götürerek, ona bir Chivas, kendisine de bir Martini ısmarladı, Heidi’ye telefon etmek için izin istedi. Telefon karşı taraftan açılır açılmaz, «Mohonk!» dedi. Mohonk, çok çok uzun bir zaman önce, Heidi’nin ailesinin düğün armağanı olarak kendilerini yolladıkları bir tatil yöresiydi. İkisi de beldeye hayran kalarak iki kez daha tatile gitmişlerdi oraya. 15 «Ne?» «Mohonk,» diye tekrarladı. «Eğer sen gelmek istemezsen, bürodaki Jillian’ı alırım yanıma.» «Hayır, alamazsın. Billy neler oluyor?» «Gelmek istiyor musun istemiyor musun?» «Tabii ki istiyorum.

Bu hafta sonu mu?» «Yarın. Mrs. Bean’i Linda’yla kalması için bul. Etrafın derli toplu kalmasına ve TV odasında grup seksi yapılmamasına da özen göstersin, lütfen. Ayrıca…» «Billy, yoksa davan mı?» diye sözünü kesti heyecanla. «Boyadan çıkan gazların sinirlerin harap olmasına yol açtığı ve…» «Evet, canım. Canley olayı bitirdi. Yaklaşık on dört yıl mahkeme sahnelerinde süründükten sonra, kocan hayatının davasını kazandı artık. Canley olayı bitti, dünyanın bir numaralısı oldum.» «Tanrım. Billy.» Sesi o denli yüksek çıkmıştı ki, Billy almacı kulağından uzaklaştırmak zorunda kaldı. «Ne kadar aldı müvekkilin?» Billy’nin rakamı söylemesiyle ahizeyi beş saniye kadar kulağından uzaklaştırması bir oldu. «Linda beş gün uzaklaşmamıza ne der acaba?» «Gecenin birine kadar TV seyretmeye, Georgia De-ever’ı da eve alıp, bir yandan çikolatalarımı atıştırırken, bir yandan da oğlanları çekiştirmeye mi ne der? Dalga mı geçiyorsun? Bu mevsimde orada havalar nasıldır acaba? Senin yeşil ceketini de almamı ister misin? Parkanı mı, yoksa montunu mu alayım? Yoksa ikisini de mi? Ayrıca…» Kendi kararını uygulamasını söyleyerek, müvekkiline geri döndü. Adam koca bardak konyağını yarılamış, Polonya fıkraları anlatma sevdasına kapılmıştı.

Kafasına balyoz yemiş bir hali vardı. Billy martinisini yudumlayarak, adamın anlattığı fıkraları yarım kulak dinlemeye koyuldu, daha başka şeyler vardı düşünebileceği. Davanın iş hayatını değiştireceğine tümüyle inanmak için vakit henüz erkendi, ama bunun çok olumlu bir etki olacağına da emindi. Büyük hukuk firmalarının hayır işlemek için alacakları davalar için oldukça başarılı bir sonuca ulaşmıştı. Bu da… … birinci çarpmayla Heidi öne fırlamıştı. O anda karısının kasığını sıkması kendisine büyük bir acı vermişti. Sarsıntı, koltuğun kilitlenmesine neden olmuştu. Fışkıran kanlardan üç damlası ön cama düşmüştü tıpkı, kırmızı yağmur damlacıkları gibi. Heidi çığlık atacak fırsat bile bulamamıştı, sonradan yükselecekti canhıraş feryatları. Kendisi de ne olduğunu bile anlayamamıştı. İkinci sarsıntı, ikinci gümbürtü anlatacaktı neler olduğunu. Ve de… Martinisinin sonunu bir dikişte bitirdi. Gözlerinde yaşlar birikmişti. David Duganfield adlı müvekkili «İyi misin?» diye sordu. «Tahmin edemeyeceğin kadar» diyerek masanın üstünden David’e uzandı.

«Tebrikler.» Bundan böyle kazayı da, burnu düşmekte olan çingeneyi de düşünmeyecekti. İyi bir vatandaş ve avukattı kendisi, Duganfield’in elini sıkışından kendi su-ratmdaki yorgun gülümsemeden bile belli oluyordu bu. Mehmetcan «Teşekkürler,» diyen David’in sesi içtenlik doluydu. «Çok teşekkür ederim, gerçekten.» Aniden masaya abanarak, Halleck’in omuzuna sarıldı. Billy de karşılık verdi bu coşkulu harekete. Duganfield’in kolu Billy’ nin boynuna doğru uzandı. Bu sırada yanağına değen eli, Halleck’in yeniden çingenenin garip temasını düşünmesine neden oldu. Bana değdi düşüncesi Billy’nin müvekkiline sarıldığı anda tüylerini diken diken yaptı. Billy eve dönerken Duganfield’i düşünmeye çalıştı, yaptığı işi ve başarısını düşünmek rahatlatıyordu, fakat Triborough Köprüsu’nden geçerken kendisini David yerine Ginelli’yi düşünür buldu. İkindinin çoğunu Duganfield ile O’Lunney’nin Yerinde geçirmişlerdi. Fakat Billy buraya gitmektense Richard Ginelli’nin perde arkasından ortak olduğu Üç Kardeşler’e gitmeyi yeğlerdi. Yıllardır giderdi oraya, aslında Ginelli’nin ünü düşünülürse pek akıllıca sayılmazdı, ama gene de iş dışarda bir tek atmaya gelince, ilk aklına gelen yer Üç Kardeşler olurdu hâlâ. Billy’nin çok iyi akşamları olmuştu orada, buna karşılık Heidi hiç hoşlanmazdı Ginelli’nin yerinden.

Gi-nelli onu korkutuyordu, diye geçirdi aklından. New York Thruway’in Gun Hill Çıkışını geçerken, düşünceleri sürekli ahırına dönmek isteyen bir atın içgüdüsü gibi, gene ihtiyar çingeneye kaydı. Ginelli gelmişti öncelikle aklına. O gün eve dönüp de Heidi’yi mutfakta ağlar bulduğunda, Ginelli’yi düşündün ilk olarak. Telefonu açıp, ‘Ahbap, ihtiyar bir kadım ezdim bugün. Şehire gelip seninle konuşabilir miyim?’ demek geçti aklından. Ama içerde oturan Heidi anlamayacaktı bu yaklaşımı. Billy’nin telefona uzanan eli yarı yolda kaldı. Bir anda Connecticut’lı bir avukat olarak, başı ilk derde girdiği anda ne yapmakta olduğu dank etti: İşini silahla gören bir New York kabadayısını aramak. Ginelli uzun boylu, aşırı yakışıklı sayılmasa bile giyimine çok düşkün biriydi. Tok ve içtenlik dolu sesini esrar, fuhuş ve cinayetle bağdaştırmak olanaksızdı. Polis dosyasına inanılırsa, bu üç işle de ilgiliydi. Gene de Fairview polis şefi Duncan Hopley kendisini serbest bıraktıktan sonra, BiUy’nin tek duymak istediği ses buydu. «Yoksa bütün gün burada mı oturacaksın?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir