Stephen King – Ruh Dükkanı

Siz Daha Önce de Buraya Gelmiştiniz Tabii gelmiştiniz ya… tabii. Ben gördüğüm yüzü asla unutmam. – Buraya gelin de elinizi sıkayım! Bir şey söyleyeyim mi? Sizin yüzünüzü bile görmeden, yürüyüşünüzden tanıdım. Castle Rock’a dönmek için bundan daha iyi bir gün seçemezdiniz. Ne harika değil mi? Av mevsimi yakında başladığında ormanlardaki ahmaklar turuncu giysileri olmayan ve kımıldayan her şeye ateş edecekler. Bunları sonra kar ve sulusepken izleyecek. Ama hepsine daha çok zaman var. Şimdi Ekim ayındayız ve biz Rock’ta Ekimin istediği kadar kalmasına izin veririz. Bana sorarsanız Ekim yılın en güzel zamanıdır. Buranın baharı da güzeldir ama ben her zaman Ekimi Mayısa tercih ederim. Maine Eyaletinin bu batı bölümü, yaz geçip gittiği ve göl kıyısıyla View’da villaları olanlar, New York ya da Massachusettes’e döndükleri zaman neredeyse unutuluverir. Buralılar her yıl onların geliş gidişlerini seyrederler. «Merhaba, merhaba, merhaba!» «Hoşçakalın, hoşçakalın, hoşçakalın!» Tatilcilerin buraya gelmeleri işimize gelir, çünkü beraberlerinde kentte kazandıkları dolarları getirirler. Tabii gitmelerine de seviniriz, çünkü kentlere özgü öfke ve şiddeti de yanlarında taşırlar. Ben en çok bu öfke ve şiddetten söz etmek istiyorum.


Benimle biraz oturabilir misiniz? Şu parktaki bandonun çalındığı sahnenin basamakları buna uygun. Güneş insanı ısıtıyor ve burası tam kentin ortasında olduğu için insan her yanı görebiliyor. Yalnız kıymıklara dikkat edin. — 7 — Basamakların zımparalanması, sonra da boyanması gerekiyor. Bunlar Hugh Priest’in görevi ama daha eli varıp da yapamadı. Anlayacağınız alkoliğin biri o ve bu kimsenin bilmediği bir sır değil. Castle Rock’da bazı sırlar saklanabilir, saklanıyor da. Ne var ki, gizleyebilmek için çok çaba gerek. Çoğumuz Hugh Priest’in çok uzun bir süre önce çalışmaktan vazgeçtiğini biliyoruz. Efendim? Ne dediniz? Ah! O mu? Amma da uğraşmışlar değil mi? Bütün kentte bu ilanlardan var! Galiba onların çoğunu Wanda Hemphill astı. (Kocası Don, Hemphill Marketin sahibidir.) Çekinmeyin canım! Zaten alanın ortasındaki bando sahnesine kimsenin bir şey açmaya hakkı yok. Vay vay vay! Şuna bakın siz! Tam tepeye ‘ZAR VE ŞEYTAN’ diye yazılmış. Koskocaman, kırmızı harflerle hem de. Sanki cehennemden postalanmış gibi hepsinden dumanlar çıkıyor.

Hah! Kentin ne kadar sakin bir yer olduğunu bilmeyen biri hepimizin yozlaşıp kokuştuğunu sanır. Eh, böyle küçük kentlerde bazen işlerin nasıl çığrından çıktığını bilirsiniz ve şu sıralar Peder Willie işi iyice azıttı. Artık bu konuda kimsenin kuşkusu kalmadı. Küçük kentlerdeki kiliseler… Şey, size anlatmama herhalde gerek yok. Kiliseler birbirleriyle iyi geçinirler yani… hemen hemen. Aslında hiçbir zaman anlaşamazlar. Bir süre her şey yolunda gider, sonra tartışmalar başlar. Bu defaki tartışma oldukça önemli ve birçok kişi bu yüzden öfkeli! Anlayacağınız Katolikler kentin öbür tarafındaki Kolomb’un Şövalyeleri Derneğinde ‘Gazino Gecesi’ diye tanımladıkları bir şeyin hazırlıklarıma ilgileniyorlar. Anladığım kadarıyla ayın son perşembesi yapılacak eğlenceden toplanan paralar kilisenin damının onarılması için kullanılacak. Sözünü ettiğim yer Sakin Suların Meryemi kilisesidir. Kente Castle View yolundan geldiyseniz önünden geçmişsinizdir. Küçük, güzel bir kilise. Öyle değil mi? Gazino Gecesi Peder Brigham’ın fikriydi. Bunun üzerine Đsabella’ nın Kızları Derneği kolları sıvayarak hemen işe girişti. Özellikle Betsy Vigue.

Bana kalırsa en güzel siyah elbisesini giyip süslenmek, kâğıt dağıtmak ya da rulet çarkını çevirerek, «Lütfen paralarınızı koyun, bayanlar ve baylar, lütfen paralarınızı koyun,» demek fikri hoşuna gidiyor. Ah, galiba hepsi de bu fikri beğeniyorlar. Oyunlar on ve yirmi beş sentle oynanacak. Zararsız şeyler olmasına rağmen hepsine yine de günahkârca bir eğlenceymiş gibi gözüküyor. — 8 — . Ama Peder Willie’ye hiç de öyle gözükmüyor. Ona ve cemaatine… Onlara göre bu çok daha ciddi bir durum. Aslında Rahip William Rose, Peder Brigham’dan hiçbir zaman hoşlanmadı. Peder de ondan. (Hatta Rahip Rose’a ‘Vapur Willie’ adını Peder Brigham’a taktı. Tabii Rahip Willie de bunu biliyor.) Bu iki kabile büyücüsünün daha önce atıştıkları olmuştu. Ama Gazino Gecesi olayı atışmadan da öte bir şey. Bunu kavga diye tanımlayabilirsiniz sanırım. Willie, Katoliklerin dernekte bir gece boyunca kumar oynayacaklarını duyduğu zaman o küçücük sivri kafasının tepesi tavana vurdu sanki.

Bu yüzden şu, ‘ZAR VE ŞEYTAN’ yazılı afişlerin parasını kendi cebinden verdi. Wanda Hemphill ve Dikiş Derneğinden arkadaşları da ilanları her yere astılar. Đşte o günden beri Katoliklerle Baptist-ler yalnızca bizim haftalık gazetenin ‘Mektuplar’ sütunu yoluyla birbirleriyle konuşuyorlar. Atıp tutuyor, birbirlerine cehennemlik olduklarını söylüyorlar. Şu tarafa bakın, şu tarafa! O zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Şu bankadan çıkan kadın Nan Roberts, Nan’in Öğle Lokantası adlı yerin sahibidir. Ve Baba Merrill gökyüzündeki o büyük bitpazarına gittiğinden beri kentin en zengin insanı sanırım. Yüzyıllardan beri de Baptist. Karşı taraftan gelen Al Gendron’sa öyle koyu Katolik ki, Papa yanında solda sıfır kalır. Şimdi dikkatle izleyin! Bakın, nasıl da burunlarını havaya kaldırıyorlar! Ah, ne komik değil mi? Birbirlerinin yanından geçerken ısının yirmi derece düştüğüne bahse girebilirim. Şimdi de şu yana bakın, şerifin devriye arabasını görüyor mı sunuz? Video dükkânının yakınında, kaldırımın kenarında duruyor. Đçiı de de John LaPointe oturuyor. Görevi sürat yapanlarla ilgilenmek. Çü ıkü buralarda taşıtların ağır gitmeleri gerekiyor. Özellikle okul dağldığı zaman.

Şimdi elinizle gözünüzü güneşten korursanız John’un asında ne yaptığını görebilirsiniz. Cüzdanından çıkardığı bir fotoğrafa bakıyor. Resmi buradan göremiyorum ama ne olduğunu biliyorum. Annemin kızlık soyadını bildiğim kadar! Andy Clutterbuck’ın, John’la Sally Ratclif-fe’in Fryeburg Eyalet Fuarında çektiği fotoğraftı bu. Bir yıl kadar önce çektiği bu fotoğrafta John kolunu kızın omzuna atmış. Sally’nin kucağında da genç adamın atış yerinde onun için kazandığı oyuncak ayı var. Đkisi de öylesine mutlular ki! Ama bu bir yıl önceydi ve şimdiyse durum çok farklı. Sally lisenin beden eğitimi öğretmeni Lester Pratt’la nişanlandı. O da Sally gibi tam bir Baptist. John’sa kızı kaybetmenin neden olduğu şoktan henüz kurtulamadı. Bakın, bakın, nasıl da içini çekiyor. Kendi kendini yiyip bitiriyor. Ancak hâlâ âşık olan (ya da olduğunu sanan) bir erkek böyle göğüs geçirebilir. Aslında üzüntü ve sıkıntılara genellikle sıradan şeyler neden olur, hiç farkettiniz mi bilmem? Dramatik olmayan şeyler… Size bir örnek vereyim. Adliye Binasının önündeki basamaklardan çıkan adamı görüyor musunuz? Hayır, hayır, o takım elbiseli olanı kastetmiyorum.

O Belediye Meclisi Başkanı Dan Keeton. Hayır, ben iş tulumu giymiş zenciyi kastediyorum. Adı Eddie Warburton’dur. Belediye Binasının gece nöbetçisi. Gözünüzü birkaç saniye için ondan ayırmayın ve ne yaptığına dikkat edin. Đşte! Gördünüz mü, en üst basamakta durarak yolun yukarısına doğru baktı. Eddie’nin, Sunoco istasyonuna baktığına iddiaya girerim. Sunoco’nun sahibi Sonny Jackett’le o birbirlerine düşmanlar. Her şey iki yıl önce Eddie arabasını işletme miline bakılması için Sunoco’ya götürdüğü zaman başladı. O arabayı çok iyi anımsıyorum. Bir Honda Civic’ti ve pek önemli bir özelliği de yoktu. Ama Eddie için çok özel bir yeri vardı. Çünkü ömrü boyunca aldığı tek yeni arabaydı bu. Ne yazık ki, Sonny taşıtı doğru dürüst tamir etmediği gibi, Eddie’den bir de fazla para aldı. Yani Eddie’nm iddiasına göre.

Sonny ise, «Eddie Warburton faturayı ödememek için renginden yararlanıyor,» dedi. Eh, böyle şeylerin nasıl geliştiğini bilirsiniz, öyle değil mi? Neyse… Sony Jackett, Eddie Warburton’u dava etti. Đkisi önce mahkeme salonunda birbirlerine bağırıp çağırdılar, sonra bunu dışarıda, koridorda sürdürdüler. Eddie, Sonny’nin kendisine, «ahmak zenci,» dediğini söyledi. Sonny ise, «Ben ona ‘zenci’ demedim ama gerisi doğru,» diye karşılık verdi. Sonuçtan ikisi de memnun kalmadı. Yargıç, Eddie’ye elli dolar ödetti. Eddie, «Bu ceza fazla,» derken, Sonny ise, «Almam gereken para bundan çok daha fazlaydı,» diye iddia etti. Çok geçmeden Eddie’nin arabası elektrik kontağı yüzünden tutuştu ve Honda sonunda Beş Numaralı Karayolundaki hurda yığınını boyladı. Eddie şimdi 89 model yağ akıtan bir Oldsmobile kullanıyor. Ve şimdi Sonny Jackett’in o elektrik kontağı konusunda söylediğinden çok daha fazla bilgisi olduğuna inanıyor. Đşte, küçük kentlere özgü bir yaşam bu. Adı ister Peyton Place, ister Griver’s Corner ya da Castle Rock olsun durum hep aynı. Đnsanlar tatlı yiyip kahve içiyor ve gizliden gizliye birbirlerini çekiştiriyorlar. Đşte Slopey Dodd.

Hep yapayalnız, çünkü diğer çocuklar onunla kekeme olduğu için alay ediyorlar. Sonra Myrtle Keeton. O da biraz yalnız ve şaşkın. Sanki kim olduğunu ve neler döndüğünü bilmiyormuş gibi davranıyor. Nedeniyse kocasının son altı aydır pek kendinde olmaması. (Kocası, Eddie’nin peşisıra Adliye Binasının basamaklarından çıkan adam.) Bakın kadının gözleri ne kadar şiş… görüyor musunuz? Bence bunun asıl nedeni ağlaması ya da geceleri doğru dürüst uyuyamaması. Belki de ikisi birden. Đşte Lenore Potter. Güzellik salonundan yeni çıkmış gibi gözüküyor değil mi? Onun özel organik gübresinin gelip gelmediğini öğrenmek için Western Auto’ya gittiğinden eminim. Evinin çevresinde durmadan övündüğü birçok çiçek var. Bu yüzden kentin hanımları Lenore Porter’dan pek hoşlanmıyorlar. Çiçekleri, boncukları ve Boston’da yetmiş dolara yaptırdığı permalı saçlarıyla kendini beğenmiş olduğunu düşünüyorlar. Ama şimdi bu kırık dökük basamakta yanyana oturduğumuz için size bir sırrı açıklayacağım. Bence kentin kadınları haklı… Sanırım tüm bunların sıradan şeyler olduklarını söyleyeceksiniz ama bazı sorunların hiç de sıradan olmadığını açıkça söylemeliyim.

Kimse Frank Dodd’u unutmadı. On iki yıl önce tren yolu geçidinde nöbetçiyken birçok kadın öldürmüştü. Kentliler o köpeği de unutmadı. Kudurup Joe Camber’i ve yolun aşağısındaki ayyaşı öldüren köpeği… Hayvan çok iyi bir insan olan Şerif George Bennerman’ı da öldürmüştü. Şimdilerde onun görevini Alan Pangbom yapıyor. O da iyi bir insan ama kent hiçbir’zaman onun Đri George kadar iyi bir şerif olduğunu kabul etmeyecek. Reginald ‘Baba’ Merrill’in başına gelenler de pek sıradan olaylar sayılmaz. Baba yaşlı ve cimri bir adamdı. Kentteki Emporium Galorium adlı eskici dükkânı onundu. Şu yolun karşısındaki boş arsa var ya, oradaydı dükkân. Ne yazık ki, bir süre önce yandı. Ama kentteki birkaç kişi olayı görmüşler ya da gördüklerini iddia ediyorlar. Çakırkeyif Kaplanda birkaç bira içtikten sonra Emporium Galorium’un yanmasının ve Baba Merrill’in ölümüne neden olan yangının öyle sıradan bir şey sayılmayacağını söylüyorlar. Baba’nin yeğeni Ace yangından önce amcasına bir şeyler olduğunu iddia ediyor. «Alacakaranlık Kuşağındaki olaylara benzer bir şey.

Tabii amcası öldüğü sırada Ace, gece birilerinin evine girdiği için Shawshank Hapishanesindeydi. Dört yıllık mahkumiyet süresini doldu-ruyordu. (Herkes Ace Merrill’in sonunun böyle olacağını biliyordu. Daha okuldayken bile kentin gördüğü en kötü serserilerdendi. Belki yüz çocuk Ace’in motosiklet ceketinin toka ve fermuarlarını şıngırdatıp mühendislerin giydikleri türde botlarının kabaralarını takırdatarak geldiğini gördüklerinde hemen yolun karşı tarafına geçerlerdi.) Yine de herkes Ace’in iddiasına inandı. Belki o gün Baba Merrill’in başına gerçekten tuhaf bir şey gelmişti. Ya da Nan’in Lokantasında elmalı turta yiyip kahve içerlerken bu olayı uyduruverdiler. Büyüdüğünüz kentte buna benzer olaylar yaşanıyordur sanırım. Dini inançlar yüzünden öfkelenen insanlar. Âşıklar. Gizli sırları olanlar. Kin duyanlar… ve hatta arada sırada da sıkıcı bir günü renklendirmek için korkutucu hikâyeler. Baba Merril’in öldüğü gün eskici dükkânında olan ya da olmayan şeyler gibi. Kente girerken gördüğünüz levhada da yazılı olduğu gibi: Castle Rock yine de yaşamak ve büyümek için güzel bir yer.

Güneş gölü ışıldatırken ağaçların yapraklarını yaldızlıyor. Hava açık olduğu zaman Castle View tepesinden tâ Vermont’un içerlerini bile görebiliyorsunuz. Tatilciler pazar gazetelerini okuyarak tartışıyorlar. Cuma ya da cumartesi geceleri (bazen ikisi birden) Çakırkeyif Kaplanın araba parkında kavga çıkıyor. Ama tatilciler evlerine dönüyorlar ve kavgalar sona eriyor. Rock her zaman o ‘iyi yer’lerden biri oldu. Bazen biri öfkelendiğinde ne diyoruz biliyor musunuz? «Yakında unutur…» Örneğin Henry Beaufort, Hugh Priest’in sarhoş olduğu zaman Rock-Ola’yı teklemesine sinirleniyor… Ama yakında unutacak. Wilma Jerzyck’le Nettie Cobb dargınlar… Tabii Nettie (herhalde) sonunda olayı unutacak. Ne var ki, Wilma için öfkelenmek ve küsmek bir yaşam biçimi. Şerif Pangbom hâlâ zamansız ölen karısıyla en küçük çocuğunun yasını tutuyor. Gerçekten büyük bir felaketti ama zamanla şerifin acısı da hafifleyecek. Polly Chalmers’in arteriti iyileşmediği gibi gün geçtikçe daha kötüleşiyor. Polly bu derdini unutamaz ama milyonlarca insanın yaptığı gibi hastalığı kabullenmesini öğrenecek. Arada sırada birbirimize toslasak da çoğu zaman işler yolunda gidiyor ya da şimdiye dek öyleydi. Ama size gerçek bir sırrı açıklamam gerekiyor, dostum.

Zaten sizin kente tekrar geldiğinizi anlar anlamaz yanıma bu yüzden çağırdım. Bence bir bela… gerçek bir bela… yaklaşı- yor. Kokusunu alıyorum… ufkun hemen ötesinde. Mevsimsiz çıkan, şimşeklerle dolu bir fırtına gibi. Gelen bu sorunun yanında Baptistlerle Katoliklerin Gazino Gecesi yüzünden tartışmaları, çocukların zavallı Slopey’e kekelediği için takılmaları, John LaPointe’in umutsuz aşkı, Şerif Pangborn’un acısı solda sıfır kalacak. Ana Caddenin karşı tarafındaki binayı görüyor musunuz? Eskiden Emporium Galorium’un bulunduğu arsadan üç kapı yukarıdakini? Şu önünde yeşil tente olanı? Evet, tamam o! Pencerelerine sabun sürülü, çünkü mağaza daha açılmadı. Levhada, ‘GEREKLĐ ŞEYLER’ yazılı. Şimdi… bu ne anlama geliyor? Açıkçası ben de bilmiyorum. Ama bana o kötü önsezilerimin kaynağı bu mağazaymış gibi geliyor. Şu bina yani… Şimdi tekrar yolun yukarısına doğru bakın. Şu bisikletini iterek götüren çocuğu görüyorsunuz değil mi? Yüzündeki ifadeden tatlı bir hayale dalmış olduğu anlaşılıyor. Gözünüzü ondan ayırmayın, dostum. Bence sorunu o çocuk başlatacak. Hayır, size söyledim ya… Bunun ne olduğunu bilmiyorum… Yani kesinlikle bilmiyorum demek istiyorum. Siz yine de o çocuğa dikkat edin ve kentte bir süre kalın, olur mu? Bana kötü bir şeyler varmış gibi geliyor.

Bir şey olursa bir tanığın bulunması işe yarayabilir. Ben o çocuğu tanıyorum. Şu bisikletini iterek götüren çocuğu. Adı Brian bilmemne onun. Babası Oxford ya da South Paris’te çalışıyor sanırım. Kapı ve duvar kaplamaları takıyor. Beni dinleyin ve o çocuktan gözünüzü ayırmayın. Her şeye dikkat edin. Buraya daha önce geldiniz! Ama artık her şey değişmek üzere. Bunu biliyorum. Hissediyorum. Fırtına yaklaşıyor! BĐRĐNCĐ KESĐM AÇĐLĐŞ EĞLENCELERĐ Birinci Bölüm Küçük bir kentte yeni bir mağazanın açılışı önemli bir olay sayılır. Ama Brian Rusk buna başkaları kadar önem vermiyordu. Annesi kadar örneğin. Çocuk annesinin şu son ay telefonda yakın arkadaşı Myra Evans’la bundan uzun uzadıya söz ettiğini duymuştu.

(Annesi Bri-an’a böyle şeyleri dedikodu diye tanımlamamasını söylemişti. «Dedikodu kötü bir alışkanlıktır ve ben böyle şeyler yapmam.») Eskiden Batı Maine Emlak ve Sigorta Şirketinin bulunduğu binada çalışacak ilk işçiler okul yeniden açıldığı zaman gelmişler ve o günden beri de durmadan çalışıyorlardı. Aslında kimse adamların içeride ne yaptıklarını pek bilmiyordu. Çünkü işçiler önce büyük bir vitrin hazırlamışlar, hemen sonra da vitrin camını iyice sabunlayıp buzlu gibi görünmesini sağlamışlardı. Đki hafta önce kapıda bir levha belirmişti. Üzerinde birkaç satır vardı: YAKINDA AÇILIYOR! GEREKLĐ ŞEYLER YENĐ TĐP BĐR MAĞAZA Gözlerinize inanmayacaksınız. Brian’ın annesi Myra’ya, «Yine bir antikacı,» dedi. Cora Rusk kanepeye uzanmış bir eliyle telefonu tutarken diğeriyle vişne likörlü çikolata yiyordu. O arada televizyonda ‘Santa Barbara’yı da seyrediyordu. «Taklit eski Amerikan eşyaları ve paslı manyetolu telefonlarla dolu bir antikacı dükkânı.» Bu konuşma vitrin camı takılıp hemen sabunlandıktan sonra oluyordu. Annesi öyle kesin bir tavırla konuşuyordu ki, Brian artık bu konunun kapandığına inandı. Ama annesi hiçbir konuyu hemencecik kapat-mazdı. Tahminleri ve varsayımları ‘Santa Barbara’ ve ‘Hastane Günlü-ğü’ndeki tiplerin sorunları kadar sonsuzdu.

Bir hafta önce kapıdaki levhanın ilk cümlesi değiştirildi. 9 EKĐMDE BÜYÜK AÇILĐŞ-ARKADAŞLARINIZI GETĐRĐN! Yeni mağaza Brian’ı annesi kadar ilgilendirmiyordu. (Öğretmenlerinden bazıları kadar da. Çocuk Castle Rock Ortaokulunun öğretmenler odasında dükkândan söz ettiklerini duymuştu.) Ancak Brian on bir yaşındaydı ve on bir yaşında sağlıklı bir çocuk yeni olan her şeyle ilgilenirdi. Ayrıca dükkânın adı da ilgisini çekiyordu: ‘Gerekli Şeyler’. Bu ne anlama geliyordu? Çocuk levhadaki değiştirilen ilk cümleyi salı günü okuldan eve dönerken okudu. Salıları okuldan daha geç çıkardı. Brian yarık dudakla doğmuştu. Yedi yaşındayken ameliyatla düzeltilmişti, ama yine de konuşma terapisine gidiyordu. Kendine bundan nefret edip etmediğini soranlara ısrarla öyle bir şey olmadığını söylüyordu. Terapiyi uygulayan Miss Ratcliffe’e delicesine, umutsuzca âşıktı. Bütün hafta özel ders saatinin gelmesini bekliyor, salıları ona diğer dersler bin yıl sürüyormuş gibi geliyordu. Günün Son iki saatiniyse tatlı bir heyecan içinde geçiriyordu. Sanki midesinde kelebekler uçuşuyorlarmış gibi… Sınıfta Brian’dan başka dört çocuk daha vardı.

Ama hiçbiri aynı mahalleden değildi. Brian akşam olurken ağır ağır eve dönmekten hoşlanıyordu. Genellikle bisikletine bineceği yerde onu iterek götürüyor ve Ekim güneşinin eğri ışınları düşen sarı ve altın yaprakları pırıldatırken Miss Ratcliffe’i hayal ediyordu. Çocuk eve dönerken kent alanının karşısındaki Ana Caddede üç blokluk bir bölümün önünden geçiyordu. Büyük açılışı bildiren yazıyı gördüğü gün burnunu kapıdaki cama yapıştırdı. Batı Maine Emlak ve Sigorta Şirketinin biçimsiz yazı masaları ve kirli sarı duvarlarının yerini nelerin aldığını anlamaya çalışıyordu. Gelgelelim bir şey göremedi. Kapıya bir stor takılmış ve aşağıya kadar çekilmişti. Brian camda kendi aksinden başka bir şey göremedi. Cuma günü Castle Rock’in haftalık gazetesi Call’öa yeni mağazayla ilgili bir ilan çıktı. Đlan dalgalı bir çerçeve içine alınmış, altta da sırt sırta vermiş melekler uzun borular çalıyorlardı. Üstelik kapıdaki levhadan daha fazla bir açıklama yoktu. Mağazanın adı ‘Gerekli Şeyler’di. Dükkân 9 Ekim sabahı saat onda açılacaktı. Tabii, gözlerinize inanamayacaktınız.

Đlanda ‘Gerekli Şeyler’in sahip ya da sahiplerinin neler satacakları hakkında en ufak bir açıklama bile yoktu. Nedense bu Cora Rusk’ı çok sinirlendirdi. O yüzden de pek yapmadığı bir şeye başvurup cumartesi sabahı Myra’yı aradı. «Gözlerime pekâlâ inanacağım!» diye söylendi. «Đki yüz yıllık oldukları iddia edilen makara başlıklı karyolaları gördüğüm zaman. Başlarını eğip yatak örtüsünün kırmalarının altına bakmak zahmetine katlananlar ‘Rochester, New York’ yazısını görecekler. Evet, ben gözlerine inanacağım!» Myra’da bir şeyler söyledi. Cora onu dinlerken kutudan aldığı yer-fıstıklarını birer ikişer ağzına atıyordu. Brian’la küçük kardeşi Sean oturma odasında yere oturmuş televizyonda çizgi filmleri seyretmekteydiler. Sean dalıp gitmişti ama Brian filmi seyrederken bir yandan konuşmayı dinliyordu. Myra özellikle zehirli bir laf söylediğinde Cora her zamankinden daha emin bir tavırla, «Taamammm!» diye bağırdı. Brian pazartesi günü okuldan sonra iki üç arkadaşıyla bisiklete binerek oradan geçmişti. Dükkânın önüne koyu yeşil tente gerilmiş olduğunu görmüştü. Tentenin önüneyse beyaz harflerle ‘Gerekli Şeyler’ yazılmıştı. Dikiş-Nakış dükkânının sahibi Polly Chalmers ellerini hayranlık uyandıran kalçalarına dayamış, hem şaşkınlık, hem de beğeniyle tenteye bakıyordu.

Tenteler konusunda çok az fikri olan Brian da beğenmişti. Bu Ana Caddedeki tek gerçek tenteydi ve yeni mağazaya özel bir hava veriyordu. Brian’ın sözlüğünde ‘incelikli’ ya da ‘deneyimli’ gibi kelimeler yoktu. Ama Castle Rock’ta bu mağazaya benzer başka bir tek dükkân bile olmadığını hemen anladı. Mağaza tente yüzünden televizyonda görülen dükkânlara benzemişti. Yolun karşısındaki Western Auto bile ancak taşraya yakışır, biçimsiz bir yer halini almış gibiydi. Brian eve gittiğinde annesi kanepeye uzanmış Santa Barbara’yı seyrediyor, kremalı pastalar yiyip diyet kola içiyordu. Annesi öğleden sonraki televizyon programını seyrederken hep diyet kola içerdi. Brian bunun nedenini pek anlayamıyordu. Sonuçta kolayı pastaların üzerine içerdi. Yine de çocuk bunu annesine sormasının tehlikeli bir şey olacağını seziyordu. Hatta belki kadın ona bağırmaya başlayacak ve annesi bağırmaya başladığı zaman hemen bir yere gizlenmesi gerekecekti. Brian kitaplarını mutfaktaki tezgâha atarak buzdolabından süt aldı. «Hey, anne,» dedi. «Bil bakalım ne oldu? Yeni mağazanın önüne tente çekmişler.

» Kadının sesi oturma odasından geldi. «Pembe ne?» Brian bir bardağa süt doldurarak kapıya gitti. «Tente. Yolun aşağı-sındaki yeni mağazanın önünde.» Cora Rusk doğrulup otururken uzaktan kumanda aletiyle sesi kapattı. Ekranda Al’la Corinne sevdikleri Santa Barbara Lokantasında Santa Barbara’yla ilgili sorunlarından söz ediyorlardı. Yalnızca dudakları okumasını bilen biri bile sorunların neler olduklarını anlayabilirdi. Kadın, «Ne?» dedi. «Şu ‘Gerekli Şeyler’ denilen yerden mi söz ediyorsun?»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir