‘Daha Gelişkin Beyinlcr’ diye haykırılıyordu, Scientific American’ın 2003 yılındaki özel sayısının kapağında ve derginin makaleleri gelecek için bir düş reçetesi sunuyordu: “Kendin i geliştirmenin en yüksek noktası”, “Beyin hasarının giderilmesinde yeni u mut”, “Akıllı ilaç yapı ınında atılan adımlar”, “Akıl okuma makineleri”, “Beyin uyarıcıları”, “Ak ı l genleri”, “Stresi ehlileştirmek”. Bunlar, genetiği solladığı öne sürülen ve Yeni Büyük Bilimsel Sıçrama olarak önerilen, beyinle ilgi li bilim dallarının vaatleriydi. Bu i fadeler k imi zaman birilerinin dilinden gelişigüzel dökülüyordu ya da bazı kitapların ürkütücü kapağından bize haykırıyordu . Bir yazarsa, geleceğin insanının ‘insan ötesi gelecek’ olarak tanımladığı bir evrede ‘nörokimyasal bireyler’ haline geleceğini söylemekteydi. Fakat bize burada satılmaya çal ışılan gerçekte nedir? Bu vaatkar senetierin nakde çevril ebilme olasılığı var mıdır? Tedavinin de ötesine geçen ‘nörosentrik’ bir altın çağ u fukta mıdır gerçekten de. Temiz n ükleer enerjiden genetik mühendisliğe uzanan pek çok alanda bilimin vaatlerinin altının boş olduğunun ortaya çıktığı düşünülü rse, bu yeni vaatlere kuşkuyla yaklaşma hak kımız olduğunu düşünüyoru m. Bu sloganlar gerçekten de teknolojik uygulamalar duru muna gelmeye başlıyorsa, bunu n ne gibi sonuçları olacak? Kendi yaşamlarıımza biçim vermeye ilişkin kavrayışımız nasıl bir hal alacak? Bu yeni güç, devlet aygıtının ya da ilaç sanayinin, yaşamımıza daha derinlemesine müdahale edebilmesinin olanaklarını ortaya çıkarabilir m i?1 17 Ben bir nörobilimciyim; yani, alanım beynin çalışması üzerine. Bu alanda çalışıyorum, çünkü çoğu meslektaşım gibi, beynin çalışmasını onun molekülleri, hücreleri ve sistemlerinin özellikleri ve ilişkileri bakımından anlamanın, zihinsel süreçleri anlamamıza yardımcı olacağına inanıyorum. Bana göre bu ilişki, alanımdaki bir bilim insanının açıklamaya çalışması gereken en önemli ve ilgi çekici yönlerden biri. Ancak, bilimin konuyla ilgili ortaya koydukları, dünyaya ilişkin edilgen bilginin ötesine geçti. Scientific A merican’ın giderek daha sıkça karşımıza çıkan başlıklarında söz konusu bilgi birikimine dayanan karmaşık teknolojilerdeki ilerlemeler sayesinde, zihinsel süreçleri tahmin etme, değiştirme ve denetleme olanaklarının ortaya çıktığı öne sürülüyor. Bu kitabı yazmaktaki amacım, yalnızca, nörobilimin açıklama kapasitesinin artmasının, ona zihinsel süreçlerdeki bozuklukları düzeltme ve bu süreçleri düzenleme ve manipüle etmekte ne ölçüde olanak sunduğunu keşfetmektir. Pek çok nörobilimci, beynin işleyişi ile zihinsel süreçlerin işleyişi arasında bir ayrım yapmaya gerek duymaz; çünkü bunlar, usun, tıka basa hücrelerle ve bunların karmaşık ilişkileriyle dolu 1 500 gramlık yoğun kütleye bir biçimde yerleştirildiğini dü şünür. Bir kitabın açılış cümleleri, neredeyse bin yıldır süren ve felsefi, dinsel ve şiirsel bir arka planı olan bir tartışmaya ilişkin hüküm vermenin yeri değildir, ama yeri geldiğinde bu konuya döneceğim. Şimdilik nörobilimci olmanın anlamı üzerine konuşmaya devam etmeme izin verin. Özellikle, zihinsel süreçlerin nasıl işlediğine ilişkin şaşkınlık uyandıran, önemli ve gizemli görünen yönlere ilgi duyuyorum: biz insanlar nasıl öğreniyor ve anımsıyoruz -ya da daha belirgin söylersek, beyinde öğrenmeyi ve hatıriarnayı ortaya çıkaran ne gibi süreçler işlemektedir. Bu konuya eğilrnek için çeşitli teknikler kullandım: insan dışındaki hayvanların beyinlerinin işleyişi bizim beynimizin işleyişi ile büyük ölçüde uyumlu olduğu için, denek hayvanlarının yeni yetenekleri ve görevleri edinmeleri ve öğrenmeleri sırasında gerçekleşen moleküler ve hücresel süreçlerinin analizini, insan beyninin işleyişini anlamanın bir aracı olarak ele aldım. Ayrıca, olı S dukça yeni ve sıra dışı bir görüntüleme tekniğini, insan beyni aktif olarak öğrendiğinde ve hatırladığında neler olduğun u anlamak için bir pencere açmak amacıyla kullandım. Az sayıdaki hücrede bulunan belirli moleküllerin özellikleri ile yüz milyonlarca hücrenin elektriksel ve manyetik davranışları arasında, mikroskop altında gözlenen birbirinden bağımsız hücreler ile hayvanların kimi davranışları arasında ilişkisi kurma doğrultusunda zorlu bir kavrayış çabası -işte nörobilimi oluşturan silsile budur. Bilimin bu alanını göreceli olarak yeni bir araştırma disiplini yapan da bu kavrayıştır. Bilimsel çalışmaların kayıt altına alınmasına başlandığı dönemlerden bu yana araştırmacılar beyni çalışmıştır, ama son zamanlara gelinineeye kadar moleküllerin analizi k imyacılara, h ücre gruplarının özelliklerinin gözlenmesi fizyologlara ve hayvan davranışlarının yorumlanması psikologlara bırakılmıştı. Bu alanları birbirleri ile ilişkileri içinde kavrama umudu ancak yirminci yüzyılın sonlarında belirmiştir. Bu duruma uygun olarak Birleşik Devletler (ABD) hükümeti, 1 990’lı yılları Beynin On Yılı olarak tanımlamıştı. Bundan beş yıl sonra, Beynin On Yılı’nı ilan etme sırası gönülsüzce de olsa Avrupalılara gelmişti; bu kitabın yazımı bu sonuncu on yılın sonlarına denk geldi. Resmi tanımlamalar bir yana, nörobiyoloji alanında son yıllarda gerçekleşen bilgi birikimi patlaması pek çok kişiyi, 2 1 . yüzyılın ilk on yılını ‘Aklın On Yılı’ olarak adiandırmayı önermeye cesaretlendirdi. ln’san Genarn Projesi’nde sağlanan teknolojik başarı ve beynin ve usun dili arasındaki karmaşık bağlantılı ağın anlaşılması -neredeyse deşifre edilmesi- pek çok bilim insanında bilimin sınırlarına ulaşıldığı yönünde bir düşüncenin ortaya çıkmasına yol açtı. Gezegenimizdeki ekasisteme ait altı milyar insan beyninin karşılıklı etkileşimine dayanan sosyoteknolojik kültür bir yana bırakılırsa, yüz milyarlarca hücresi ve bunların yüzlerce trilyonluk bağiantısıyla insan beyni, evrende bildiğimiz en karmaşık görüngüdür! Başta ABD, Avrupa devletleri, Japonya olmak üzere, dünya ölçeğinde nörobilim alanında yapılan araştırmalara yapılan ya-19 rırımlar, bu alanı klasik ‘kendi halinde’ bir bilimsel alan olmaktan çıkarmış, askeri kanadı da ka psayan m ilyarlarca dolarlık hükümet harcama ların ı, çok geniş bir araştırmacıla r topluluğunu ve büyük ilaç sektörünü ba rınd ıran dev bir endüstriyel sektör durumuna getirmiştir. Bir zamanlar her biri ayrı birer alan olan anatomi, fizyoloji, moleküler biyoloj i, genetik ve davranış bilimlerinin, şimdi ‘nörobiyoloj i’nin geniş kanatları altında toplanmış olmasının temel nedeni budur. Fakat burada da durulmamış, biyoloji, fizyoloji ve felsefe arasında tarihsel bir tartışma alanına ilerleyerek, daha da ‘kucaklayıcı’ bir ada u laşılmıştır; nörobilimler. ifadenin çoğul olması önemlidir. Her ne kadar, Amerikan Nörobi lim Topluluğu’nun her yıl düzenlediği toplantılara katılan binlerce araştırmacı aynı konuları -beyin, işlevleri ve fonksiyon bozuklukları- çalışıyor olsa da, çalışınalarını oldukça farklı düzeylerde, çok sayıda fa rklı paradigına, sorunsal ve teknik çerçevesinde gerçekleştirmektedir. Nörobiliınlere veri girişi esasen genetikten sağlanır -hem öğrenme, hatıria ma gibi normal mental fonksiyonlar, hem de depresyon, Şizofreni ve Alzheimer gibi fonksiyon bozukluk larıyla ilişkili olan genlerin tanımlanması gibi. Fizik ve mühendislik ise, önerdikleri görünt ü leıne sistemleri ile beyni incelemeye yönelik yeni pencereler açmaktadır: PET, fMRI, MEG ve diğerleri.· Elde edilen bilgilerin ışığında bilim, beyindeki bi lişsel süreçleri m odelieyebi lecek duruma ulaşıklığını iddia etme noktasına gelmiştir -daha da i leriye gidilerek bu işlemlerin bilgisayar ortamın d a taklit edilebi leceği öne sürülüyor. Bu yeni teknolojilerin yetenek lerinden başı dönen nörobilimler, bilinmeyen ve keşfedilmemiş bölgeye (terra incognita) u laşıldığını söyl eme ces;uetini bu lmaktadır a rtık; bi lincin doğasını anlama abnına. Son on yıl içinde başlıkLınnda ‘bilinç’ sözcüğünün yer ald ığı onlarca kitap -çoğu spekülatif olan- basıl ın ıştır; Bilinç Çalışmaları Biilteni adlı bir yayın bulunmaktadır • Beyin içinden nıilis.ıııiyedm k üçiik z�ın<ın dilinıleri içinde dinamik elektrik akımı geçirerek beyne ili�kin bilgi ıoplaınayı a nı;tçlayan oldukça etkili makinelerin kısaltmaları. 2.0 ve Tuscon, Arizona’nın ev sahipliğinde d üzenli olarak ‘bilinç konferansları’ gerçekleştirilmektedir. Bütün bu tartışmalara karşı benim kuşkulu bir duruşum var. Malum hayalet, metn in ilerleyişi boyunca her an makineden fırlayacak gibi d uraca k olsa da, bu kitap kesinlikle yeni bir ‘bilinç teorisi’ öııerme niyetinde deği ldir. Asl ıııa bakılırsa, açıklamaya çal ıştığım şey elimizde Büyük C (Big C) hakkında bir şey söylemeye yarayacak yararlı pek bir şey bulunmadığı ve bu nedenle, Wittgensreiıı’ın yıllar önce söylediği gi bi, en iyisinin susmak olduğudur. ‘Bilinç kon feraıısları’, bilinç hakkın d a yapılacak açıklamamn nasıl düzenlenınesi gerektiğine ilişkin bir anlayış bi rliğine varılabi leceğini öne sü rmektedir; fa kat bugün için böylesi bir anlayış birliğinden söz edilemez. Nörobilimlerin pariareasma hızlı büyümesi, subınoleki.iler düzeyelen beynin geneline varıncaya dek her düzeyde, akıl almaz zengiıı likrc bir veri, gerçekler ve deneysel buluşlar yığım ortaya çıkarmıştır. Buradaki sorun, -beni fazlasıyla bygılaııdırmakradır- bütün bunları turarlı bir beyin teorisi içinde birleştirebil mekrir. Söz konusu beyin olunca ortada çok sayıda paradoks bul unduğu yadsınamaz. Beyin eş zamanlı olarak sa bit bir yapı ama kısmen uyumlu ve kısmen bağımsız dinamik sü reçler topluluğu sergiler. Özellikler -‘ fonksiyonlar’- küçük h ücre kü melerine yerleşik olarak ya da bütün bir sistemin işleyişinin yönleri olarak eş zamanlı hem lokalize hem de delokalizecli r. Bu h ücre yığınlarının bir bölümünü ve onlardaki belirli molekül lerin uzmanlığını kısmen an layabilmiş durumdayız. Bun ların sinir sisteminin diğer bölü mleriyle nasıl ilişki k u rduğunu ise henüz tümüyle an layabilmiş değiliz. Kendim izi nörobi limciler olarak adlaııdırına mız, bir çeşit ‘büyük birleşik teori’ kurabilecek biçimde kavrayışlarımızı bir araya gerirmemize yardımcı olm.uyor. Anaromiciler, b ireysel nöronların yarını mi lyon, harra daha fazla kez büyütü lerek görünrüleıı mesiııe daya l ı teknikleri kul lanmakta, molekü ler biyologlar bu hücrelerdeki belirli molcki.il leri, beyinde değişen spesifik yollar ve bağlanrılarla karmaşık bir şebeke oluşturulması 21 ile deneyimlerin kodlanması bakımından ele almaktadır. Elektrofizyologlar ve beyin görüntülenmesi alanında çalışanların kavramaya başladıkları şey, Charles Sherrington’un geçen yüzyılın başında ve nörobiyolojinin ilk yıllarında ‘efsunlu belirsizlik’ (enchanted loom) olarak tanımladığı sürekli devinim halindeki elektriksel dalgalanmadan başka bir şey değildir. Nöroendokrinolojistler beyni, işlevleri steroidlerden adrenaline kadar uzanan hormonların sürekli akımısı tarafından değiştirilmesi bakımından ele alır -söz konusu hormonlar bir nörondan diğerine usulca geçen ve bu sırada reseptörleri uyararak bir aktivite nöbetine yol açan nöromodülatörlerdir. Her gün gerçekleşmektc olan öznel deneyleri nörobilimin laboratuvarında bir çe şit ‘nesnellik’e bağlama yönünde daha hiçbir girişimde bile bulunulamamışken, böylesine ayrı perspektifleri tutarlı bir bütünün içinde nasıl kaynaştıracağız? Beynin On Yılı’nın sonuna ve Aklın On Yılı’nın yarısına ulaşmışken bulunduğumuz nokta, haLi veri zengini ama teori yoksunu bir noktadır. Bölük pörçük olmakla birlikte, konuya ilişkin bilgi birikimi ise heybetlidir. Batıda bilimin doğuş döneminde Francis Bacon’un altını çizdiği gibi, bilgi elbette ki güçtür. Tıpkı generikte olduğu gibi, nörobilimler de, yalnızca beyni ve zihinsel süreçleri anlamaya çalışınakla yetinmemekte, onlara müdahale etmeye de çalışmaktadır; bir diğer anlatırola nörobilimle nöroteknoloji arasında çözülmez bir ilişki bulunmaktadır. Tam da bu nedenden dolayıdır ki, nörobilimler, içinde gelişmekte oldukları sosyo-ekonomik koşullardan ve genetik ve farmakolaj ik çalışmalar ise toplumun gereksinimlerinden yalıtılamaz. Beyindeki işlevsel bozukluklar ya da yapısal hasarlar nedeniyle çok sayıda insanın acı çektiğini biliyoruz. Batı ülkelerinde yaşlı nüfusun artışına bağlı olarak artan, anlaşıldığı kadarıyla beyin hücreleri kaybına bağlı geri döndürülemez bir hastalık olan Alzheimer, artan bir yük oluşturmaya başlamıştır. 2020 yılına gelindiğinde, yalnızca Birleşik Krallık sınırları içinde yaklaşık bir milyon kişinin bu hastalığın pençesine düşeceği sanılıyor. Bu hastalıkla ilgili olarak, çeşitli çevresel tetikleyiciterin 22. yanı sıra belirli genlerin risk faktörü olduğu bilinmektedir; uygulanan en iyi tedavi ise yalnızca geçici sonuçlar üretebiliyor. Tek bir gendeki anormalliğe bağlı olarak gelişen Humington hastalığı ise daha seyrek görülmektedir. Bugün çabaların, çeşitli biçimlerdeki genetik tedavilerle sonuçlarının hafifleştirilmesinde yoğunlaştığı Parkinson hastalığı bu sonuncusundan daha sık görülmektedir. Böylesi hastalıklar ve bozukluklar kesinlikleri henüz tartışılır olan nörolojik ve nörokimyasal belirtilerle ilişkilendirilmelerine karşın, kaygılanılması gereken ve çok daha yaygın olan ve sıkıntı yaratan bir alan var. Dünya genelinde neredeyse bir salgın halinde görülen depresyon olgusunu ele alalım. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) depresyonu 2 1 . yüzyılın en tehlikeli sağlık sorunu olarak tanımlamıştır ve bu sorunla baş edebilmek için her yıl tonlarca ilaç üretilmektedir. Prozac bunlardan en iyi bilinenidir, ama bu tür ajanlardan yalnızca bir tanesi, nörotransmitter serotonin (nörotransmitterler, nöronlar arasında ya da bir nöronla başka bir (tür) hücre arasında etkileşimi sağlayan kimyasallardır) ile etkileşim kuracak biçimde tasarlanmıştır. Depresyon tanısı konulan hasta sayısındaki dramatik artışın nedenlerinin sorgulanması ise sık karşılaşılan bir durum değil -belki de bunun nedeni, sorunun bireysel olmaktan çok toplumsal alanla ilgili olduğunun açığa çıkacağına yönelik korkudur. Sorunun toplumsal alandaki düzensizliklerle ilişkisinin üzerinden sürekli olarak atlanılmakta, vurgu ezici biçimde bireyin beyni ve bedeninde olup bitenler üzerine yapılmaktadır. Ilaç tedavisinin bugüne kadar deneysel olarak yapıldığı nörogenetik alanında, belirli sorunların ortaya çıkmasında sorumlulu ğu olduğu düşünülen genlere karşı ilaç endüstrisi ile işbirliği içinde kişiye özel ilaçlar tasariama çabasına girişilmektedir -bu da sözde psikofarmakogenetik oluyor. Nöroteknolojinin iddiaları burada da durmamaktadır. Indirgemeci coşkunluk; geniş bir çeşitlilikteki toplumsal ve bireysel sorunların da, her biri genlerdeki kusurlara bağlı olarak gelişen beyindeki işlev bozukluklarına yüklenebileceğini tartışmaktadır. 23 Birleşik Devletler’de yerleşik olan Tanısal ve Istatistiksel Elkitabı (Diagnostic and Statistical Manual) şimdi de ‘karşı koyma düzensizliği’, ‘yıkıcı davranış bozukluğu’ ve en kötü ünlüsü ‘Dikkat eksikl iği hiperaktivite bozuk luğu’ ( Attention Defecit Hyperactivity Disorder) ( ADHD) gibi adlarla tanı mlanan ‘hastalıklar’ı içeren bir kategori üretmiş durumda. Bu sonuncu sorunun, çoğu erkek, çocukların yüzde on kadarında ortaya çıktığı öne sürülmektedir. Söz konusu ‘düzensizlik’in zayıf okul başarısı ve sın ıfta yoğunlaşma yetersizliği ya da anne babalar tara fından kontrol altına alınma zorluğu ile kendisini gösterdiği ve bir başka nörotransmitter m adde olan dopamin ile ilgili olan bir beyin işlevi düzensizliğinden kaynaklandığı iddia ediliyor. Tedavide, Ritalin adı verilen arnfetamin benzeri bir ilacın kullanı l ınası önerilmektedir. Ritalin kullanımında dünya genelinde neredeyse bir salgın düzeyinde artış olduğu izleniyor. Bu sorumı yaşayan ve tedavi edilmeyen çocukların büyüdüklerinde birer suçlu olma olasılığının yüksek olduğu öne sürülmektedir; yeri gelmişken ‘suç ve antisosyal davranışlar genetiği’ üzerine literatürün patlama yaptığını da belirtelim. Bu yaklaşım medikalipsikiyatrik bireysel sorunlara karşı uygun bir yaklaşım mıdır, yoksa benzer sorunlarla ilgili olarak okul, aile ve daha geniş bir sosyal bağlarnın ilgisini sorgulama gerekliliğinden kaçma ve bunun yerine ucuz bir yöntem geçirme çabası mıdır? Nörogenetik-endiistriyel kompleksin giderek güçl enınesini tam da bu çerçeve içinde ele almak gerekir. İnsan Genomu Proj esi’nin sağladığı ma lzeme ile donanan molekü ler biyologlar genetik determinist savlara yüz geri etmiş, psikometrikçiler ve davranış genetikçileri, evrimsel psikologlarla kimi zaman uyum içinde kimi zaman rekabet halinde, biyoloji alanının dışında yattığı farz edilen insanların inançları, erekleri ve eylemleri alanının asıl olarak genetik ile ilgili old uğunu öne sü rer ol muştur. Bu alana yalnızca akıl, bağımlılık ya da saldırganl ık değil, fakat politik eğilim, aşırı dindarlık da girmektedir ve örııegin bo şanma olası lığı toplumsal ve/veya kişisel psikolojik açıklama alanından çıkarılarak biyolojinin yetki sahasına taşınmaktadır. Böylelikle, ‘tedavi’ kolaylaşmakta, alana ilişkin manipülasyon ve kontrol olanağı genişlemektedir. Sanki 1930’lara, Aldous Huxley’nin Yeni Cesur Dünya adlı romanında i leriyi görürcesine öne sürdüğü ve her türlü var oluşsal acıyı yok eden Soma adlı ilacına geri dönülmüştür. Öyle görünüyor ki, günümüzün Yeni Cesur Dü nyası’nda, hem tüketicilerin kişisel tercihi ( kavrama yeteneğini arttıran sözde ‘akıllı’ ilaçlar) hem de resmi re çeteler (davranış kontrolü için Ritalin) için çok sayıda psikotropik ilaç tasarımcısı olacak. Bütün bunlar, henüz ham olan ama giderek daha rafine bir hal alan nöroteknolojinin çeşitli yönleridir. Bu yönleri n gelişimi ve uygu lama alanı bu lması, çağdaş topl umsal çerçeve içinde, yeni genetiğİn ortaya çıkardıkları kadar güçlü bir dizi medikal, etik, yasal ve toplumsal ikilem çıkarmıştır ve er ya da geç bunlarla yüz y üze kalacağız. Birkaç pratik örnek üzerinde duralım: eğer ‘akıllı i laçlar’ gerçekten geliştiriliyorsa, birilerinin bun u spor yarışmalarıyla ilgili olarak yapılan uyarıcı kontrol lerini aşmak için kullanmasının önüne nasıl geçilecektir? Genetik olarak Alzheimer hastalığına yakalanma riski taşıdığı belirlenen insanlara yaşam boyu ‘nörokoruyucu’ ilaçlar verilmeli midir? Bir çocukta ‘Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’ teşhis edilmişse ve bu çocuğun gelecekte bir suçlu olma olasılı ğının yüksek olduğu düşünülüyorsa, ona çocukl uk dönemi boyu nca Rita lin ya da benzer etkideki bir madde içeren ilaçlar verilmeli midir? Ve eğer suçluluğa yatkınlık beyin görüntüleme teknikleri ile belirlenebil iyorsa, böylesi kişilere karşı suç işlen ıneden önce önlemler alınmalı mıdır? Daha da önemlisi, gelişen nörobi liınler ve nöroteknoloji insanların bireysel sorumlu luk algı layışını nasıl etkileyecek? Bunların yasal ve etik sistemlerin ve adalet meka nizmasının uygulanıaları üzerindeki etki leri nereye varabi lir? İnsan beyni ara yüz belirleme makinelerinin -nörobiliın ile enformatiğin bir bi rleşimi- böylesine hızlı gel işiminin yaratacağı sonuçlar, yaşa ınımız ve düşüncelerimiz üzerinde nasıl bir etkide bulunacak? Bunlar bilimkurgusal sorular değil; insanın kopyalanması üze-25 rine yaptığımız tartışmaları artık geride bıraktığımızı iddia edenler çıkabilir ama yukarıda söz ettiğimiz sorunlar bizim ve çocuklarımızın önümüzdeki on-yirmi yıl içinde karşılaşacağı sorunlardır. İşte bu bağlamda yeni bir melez sözcük kendisine yol açıyor: nöroetik. *** Bunlar bir araştırmacı nörobilimci olarak benim kırk beş yıldır üzerinde çalıştığım ve sonuçta kendisine bu kitapta yer bulan konulardır. Beynin nasıl çalıştığını anlamanın neresindeyiz? Beyin ve akıl arasındaki ilişkiyi deşifre edebilmek için bir ön koşul olarak sahip olmamız gereken, uzaysal ve zamansal açıdan dört boyutlu ve çok düzeyli yapbozu birleştirebilecek miyiz? Ya da, benim bakış açıma göre daha da önemlisi, bu birbirinden oldukça farklı iki dil arasındaki çeviri kurallarını anlayabilecek miyiz? Ve yanlış yönlendirme olasılığının yapısal bir sorun olarak var olduğu nöroteknolojinin giderek geliştiği bu dünyada beynin ve aklın nasıl bir geleceği olacak? Bu sorulara yanıt vermeye başlamak için öncelikle beyinle ilgili bilimlerin bugünkü durumlarını saptamaya çalışmak gibi zor bir görevden başlarnam gerekiyordu: biz nörobilimciler, kafatası içindeki o buruşuk doku yığınına ilişkin ne biliyoruz -ya da bildiğimizi sanıyoruz. Otuz yıl kadar önce, Bilinçli Beyin adını verdiğim bir kitapta bu işe kalkışmıştım. Henüz toy bir bilim insanı olduğum o dönemde bu iş bana kolay görünüyordu -fakat bu algılayışın konuya ilişkin son on yılda gerçekleşen bilgi patlamasından önceki bir zaman diliminde kaldığını vurgulamalıyım. O çalışmayı güncellerneye çalışmak neredeyse olanaksızdı. Ama bu kitapta yapmaya çalıştığım şey de olduk ça güç bir iş olacak. Nedenini açıklamama izin verin.
Steven Rose – 21 Yüzyılda Beyin
PDF Kitap İndir |